![]() |
![]() |
![]() | #1 | |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Osmanlı Türkçesi - Sözlüğü Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Osmanlı Türkçesi - Sözlüğü â (F.) [آ] 1.ünlem edatı ey, hey. 2.iki kelimenin arasına girerek, anlamı pekiştiren yeni kelimeler türetmeye yarayan orta ek. a’dâ (A.) [اعدا] düşmanlar. a’dâd (A.) [اعداد] sayılar. â’ik (A.) [عائق] engel. a’lâ (A.) [اعلی] en yüksek, en yüce. a’lâf (A.) [آلاف] otlar. a’lâl (A.) [اعلال] 1.hastalıklar. 2.sebepler. a’lâm (A.) [اعلام] 1.bayraklar. 2.özel isimler. a’lem (A.) [اعلم] en iyi bilen. a’mâ (A.) [اعمی] kör. a’mâk (A.) [اعماق] derinlikler. a’mâl (A.) [اعمال] işler, ameller, davranışlar. a’mâr (A.) [اعمار] 1.ömürler. 2.yaşlar. a’nî (A.) [اعنی] yani. a’râb (A.) [اعراب] Araplar, çöl arapları. a’râbî (A.) [اعرابی] çöl arabı. a’râz (A.) [اعراض] belirtiler. a’sâb (A.) [اعصاب] sinirler. a’sâr (A.) [اعصار] yüz yıllar. a’şâr (A.) [اعشار] öşür vergileri, onda birler. a’şârî (A.) [اعشاری] ondalık. a’vec (A.) [اعوج] yamuk, eğri büğrü. a’ver (A.) [اعور] tek gözlü. a’yâd (A.) [اعیاد] bayramlar. a’yân (A.) [اعیان] 1.ileri gelenler, eşraf, sosyete. 2.gözler. a’yün (A.) [اعین] 1.gözler. 2.pınarlar. a’zâ (A.) [اعضا] 1.üyeler. 2.organlar. a’zam (A.) [اعظم] en büyük. âb (F.) [آب] 1.su. 2.deniz. 3.ırmak. 4.tükürük. 5.özsuyu. 6.ter. 7.döl suyu. 8.sidik. 9.parlaklık. 10.yüzsuyu. 11.letafet, hava. âb (F.) [آب] Ağustos. âb -ı âbistenî [آب آبستنی] 1.meni; 2.bitkilerin yetişmesine neden olan su. âb -ı adâlet [آب عدالت] 1.adalet suyu; 2.doğruluğun bereketi. âb -ı ahmer [آب احمر] 1.kızıl su. 2.kırmızı şarap. 3.gözyaşı. âb -ı âteşîn [آب آتشین] 1.ateşli su; 2.kırmızı şarap; 3.gözyaşı. âb -ı bâdereng [آب باده رنگ] 1.kızıl su. 2.gözyaşı, kanlı gözyaşı. âb -ı engûr [آب انگور] 1.üzüm suyu. 2.şarap. âb -ı harâbât [آب خرابات] (meyhane suyu) şarap. âb -ı kevser [آب کوثر] 1.cennet suyu, 2.şarap. ab’âb (A.) [عبعاب] vantrolog. abâ (A.) [عبا] 1.kaba yün kumaş. 2.aba. âbâ’ (A.) [آباء] 1.babalar. 2.gezegenler. âbâd (A.) [آباد] ebedler. âbâd (F.) [آباد] bayındır, mamûr. âbâd etmek/eylemek 1.mamûr etmek. 2.zenginleştirmek. 3.huzur vermek. âbâd olmak 1.mamûrlaşmak. 2.zenginleşmek. 3.huzura kavuşmak. âbâdân (F.) [آبادان] bayındır. âbâdânî (F.) [آبادانی] bayındırlık. âbâdî (F.) [آبادی] 1.bayındırlık. 2.ince Hint kağıdı. âbâl (A.) [آبال] develer. âbân (F.) [آبان] Âbân ayı. abâpûş (A.-F.) [عباپوش] 1.abalı. 2.derviş. 3.yoksul. âbâr (A.) [آبار] kuyular. âbcâme (F.) [آبجامه] su kabı. âbçîn (F.) [آبچین] peştemal. abd (A.) [عبد] 1.kul. 2.köle. âbdân (F.) [آبدان] 1.su kabı. 2.mesane. âbdâr (F.) [آبدار] 1.sulu. 2.parlak. 3.hoş âbdendân (F.) [آبدندان] 1.bön. 2.âciz. abdest (F.) [آبدست] 1.abdest. 2.paylama. abdesthâne (F.) [آبدستخانه] 1.tuvalet. 2.abdest alınan yer. abdestlik (F.-T.) kısa cübbe. âbek (F.) [آبک] 1.sulu. 2.cıva. abes (A.) [عبث] saçma, abes. âbgîne (F.) [آبگینه] 1.kristal. 2.kadeh. 3.sürahi. 4.ayna. 5.gözyaşı. âbgîr (F.) [آبگیر] 1.havuz. 2.su birikintisi. âbgûn (F.) [آبگون] 1.su rengi. 2.mavi. abher (A.) [عبهر] 1.nergis. 2.zerrinkadeh çiçeği. 3.yasemin. âbhîz (F.) [آبخیز] büyük dalga. âbhord (F.) [آبخورد] nasip. âbırû (F.) [آبرو] yüzsuyu. âbî (F.) [آبی] mavi. âbid (A.) [عابد] 1.ibadet eden. 2.erkek adı. abîd (A.) [عبید] 1.kullar. 2.köleler. âbidât [آبدات] anıtlar. âbide (A.) [آبده] anıt. âbidevî (A.) [آبدوی] anıtsal. âbile (F.) [آبله] 1.su çiçeği. 2.sivilce. 3.su kabarcığı. âbir (A.) [عابر] yaya. âbisten (F.) [آبستن] gebe. âbistengâh (F.) [آبستنگاه] döl yatağı. âbişhor (F.) [آبشخور] 1.sulama yeri. 2.nasip. âbkâr (F.) [آبکار] 1.saka. 2.ayyaş. âbkeş (F.) [آبکش] 1.saka, su çeken. 2.kevgir. âbnûs (F.) [آبنوس] abanoz. âbrâh (F.) [آبراه] su yolu, kanal. abraş (A.) [ابرش] alacalı. âbrîz (F.) [آبریز] 1.tuvalet. 2.ıbrık. âbşâr (F.) [آبشار] çağlayan. abûs (A.) [عبوس] somurtkan. âbühava (F.-A.) [آب و هوا] iklim. âbzih (F.) [آبزه] 1.su kaynağı. 2.gözyaşı. âc (A.) [ عاج] fildişi. âc (F.) [آج] ılgın ağacı. acâib (A.) [عجائب] tuhaf, ilginç, acaip. acâleten (A.) [عجالة] alelacele. aceb (A.) [عجب] 1.tuhaflık. 2.acaba. acebâ (A.) [عجبا] acaba. acele (A.) [عجله] acele. aceleten (A.) [عجلة] çarçabuk, alelacele. acem (A.) [عجم] 1.arap olmayan. 2.İranlı, acem. acemaşîran (A.) [عجم عشیران] Türk mûsikisinde bir makam. acemce (A.-T.) Farsça. acemî (A.) [عجمی] 1.deneyimsiz, acemi. 2.İranlı. acemistan (A.-F.) [عجمستان] İran. acemiyân (A.-F.) [عجمیان] 1.deneyimsizler. 2.İranlılar. aceze (A.) [عجزه] düşkünler, âcizler. acîb (A.) [عجیب] tuhaf, acayip, ilginç. acîbe (A.) [عجیبه] şaşılacak şey. âcil (A.) [عاجل] acil. âcilen (A.) [عاجلا] derhal, acil olarak. acîn (A.) [عجین] macun, yoğurulmuş. âciz (A.) [عاجز] 1.aciz. 2.ben. âcizâne (A.-F.) [عاجزانه] 1.acizce. 2.alçakgönüllüce. âcizî (A.-F.) [عاجزی] acizlik. âciziyyet (A.) [عاجزیت] acizlik. âcizleri (A.-T.) bendeniz, ben. acûl (A.) [عجول] aceleci. acûlâne (A.-F.) [عجولانه] acele acele. acûz (A.) [عجوز] 1.kocakarı. 2.cadı. acûze (A.) [عجوزه] 1.kocakarı. 2.cadı. âcür (F.) [آجر] 1.tuğla. 2.kiremit. acz (A.) [عجز] acizlik, çaresizlik, bir şey yapamama. âdâb (A.) [آداب] 1.edepler, terbiyeler. 2.yol yordam. adalât (A.) [عضلات] kaslar. adale (A.) [عضله]1.kas. 2.kaslar. adâlet (A.) [عدالت] adalet. adaletkâr (A.-F.) [عدالتکار] adil, adaletli. âdât (A.) [عادات] âdetler, alışkanlıklar. adâvet (A.) [عداوت] düşmanlık. adâvet etmek/eylemek düşmanlık gütmek. add (A.) [عد] sayma, görme, değerlendirme, kabul etme. addedilmek sayılmak, görülmek, değerlendirilmek. addetmek/eylemek saymak, görmek, değerlendirmek. addolunmak sayılmak, kabul edilmek. aded (A.) [عدد] sayı. adeden (A.) [عددا] sayıca. adedî (A.) [عددی] sayısal. âdem (A.) [آدم] 1.ilk insan, Adem Peygamber. 2.insan, adam. adem (A.) [عدم] yokluk, bulunmama, adem. adem -i muvaffakiyet [ عدم موفقیت] başarısızlık. adem -i muvazenet [ عدم موازنت] dengesizlik. adem -i riâyet [ عدم رعایت] uymama.. adem -i te’lîfiyet [ عدم تألیفیت] uzlaşamama, bir araya gelememe. adem -i teveccüh [عدم توجه ] ilgisizlik. ademâbâd (A.-F.) [عدم آباد] yokluk ülkesi. âdemhâr (A.-F.) [آدم خوار] yamy*** insan yiyen. âdemî (A.-F.) [آدمی]1.insanoğlu. 2.insanlık. âdemiyân (A.-F.) [آدمیان] insanlar. âdemiyyet (A.) [آدمیت] 1.insanlık. 2.adamlık. ades (A.) [عدس] mercimek. adese (A.) [عدسه] mercek. âdet (A.) [عادت] alışkanlık, âdet. âdeta (A.) [عادتا] basbayağı. âdeten (A.) [عدتا] âdet olarak, geleneklere göre. adhâ (A.) [اضحی] kurbanlar. âdi (A.) [عادی] sıradan, âdi, değersiz. adîd (A.) [عدید] birçok. adîde (A.) [عدیده] birçok. âdil (A.) [عادل] adaletli. adîl (A.) [عدیل] eşit, denk. âdilâne (A.-F.) [عدلانه] adilce. adîm (A.) [عدیم] yok olan. adîmülimkân (A.) [عدیم الامکان] imkânsız. âdiye (A.) [عادیه] alışılmış, sıradan. adl (A.) [عدل] adalet. adlâ’ (A.) اضلاع] kenarlar. adlî (A.) [عدلی] adalet ile ilgili. adliyye (A.) [عدلیه] mahkeme, adliye. adn (A.) [عدن] cennet. adû (A.) [عدو] düşman. âfâk (A.) [آفاق] ufuklar. âfâkî (A.) [آفاقی] 1.nesnel. 2.şuradan buradan konuşma. âfât (A.) [آفات] afetler, belalar. âferîde (F.) [آفریده] yaratık, yaratılmış, mahluk. âferîdgâr (F.) [آفریدگار] yaratan, Tanrı. âferîn (F.) [آفرین] bravo, çok yaşa, aferin. âferîn (F.) [آفرین] yaratan. âferînende (F.) [آفریننده] yaratıcı. âferîniş (F.) [آفرینش] yaratılış. âfet (A.) [آفت] 1.afet, bela, felaket. 2.güzel sevgili. âfet -i cân [ آفت جان] 1.can belası. 2.güzel. âfet -i devrân [ آفت دوران] 1.güzel, dilber. âfetengîz (A.-F.) [آفت انگیز] afet getiren. âfetresân (A.-F.) [آفت رسان] bela getiren. âfetzede (A.-F.) [آفت زده] belaya uğramış, afet görmüş. afîf (A.) [عفیف] iffetli. âfil (A.) [آفل] 1.batan. 2.görünmez olan. âfitâb (F.) [ آفتاب] güneş. âfitâbcemâl (F.-A.) [ آفتاب جمال] güzel yüzlü, parlak yüzlü, yüzü güneş gibi parlayan, sevgili, maşuk. âfiyet (A.) [عافیت] esenlik. âfiyet bulmak sağlığına kavuşmak. afiyetbahş [ آفیت بخش] afiyet verici. afrika (A.) [افریقا] Afrika kıtası. afsun (F.) [افسون] büyü, efsun. âftâb (F.) [آفتاب] güneş. âftâbe (F.) [آفتابه] ıbrık, su kabı. âftâbgîr (F.) [آفتابگیر] güneş alan, güneş gören. âftâbî (F.) [آفتابی] güneşlik. âftâbrû (F.) [آفتاب رو] parlak yüzlü. afv (A.) [عفو] bağışlama, af. âgâh (F.) [آگاه] haberdar. âgâh etmek haberdar etmek. âgâh olmak haberdar olmak. âgâhî (F.) [آگاهی] haberdarlık. âgeh (F.) [آگه] haberdar. âgehî (F.) [آگهی] haberdarlık. âgîn (F.) [آگین] dolu. âgûş (A.) [آغوش] kucak. âğâliş (F.) [آغالش] kışkırtma. ağayân (T.-F.) [آغایان] ağalar. âğâz (F.) [آغاز] 1.başlama. 2.başlangıç. ağbiyâ (A.) [اغبیا] kalın kafalılar. âğişte (F.) [آغشته] bulaşmış, bulanık. ağlâl (A.) [اغلال] 1.boyunduruklar. 2.zincirler. ağlât (A.) [اغلاط] hatalar. ağleb [(A.) [اغلب احتمال] çoğunlukla, genellikle, sık sık. ağleb -i ihtimâl [اغلب احتمال] büyük bir ihtimalle, büyük bir olasılıkla. ağnâ (A.) [اغنی] en zengin. ağnâm (A.) [اغنام] koyunlar. ağniyâ (A.) [اغنیا] zenginler. ağniye (A.) [اغنیه] şarkılar. ağrâs (A.) [اغراس] fidanlar. ağrâz (A.) [اغراض] maksatlar. ağsân (A.) [اغصان] dallar. ağşiye (A.) [اغشیه] 1.perdeler. 2.zarlar. ağyâr (A.) [اغیار] yabancılar. ah (A.) [اخ] 1.kardeş. 2.dost. âh (F.) [آه] 1.feryat etme, feryat. 2.ilenme. âh almak biri tarafından kendisine ilenilmek. âh ü zâr [ آه و زار] âh edip inleme. âhâd (A.) [آحاد] birler. ahad (A.) [احد] bir. ahali (A.) [اهالی] halk, ahali, insan topluluğu. ahavât (A.) [اخوات] kızkardeşler. ahbâb (A.) [احباب] 1.dostlar. 2.dost. ahbap (A.) [احباب] dostlar, sevdikler. ahbâr (A.) [اخبار] haberler. ahcâr (A.) [احجار] taşlar. ahd (A.) [عهد] 1.yemin, and. 2.çağ, devir. 3.söz verme. ahd -i atîk [عهد عتیق] Tevrat, Zebur ve Mezâmir. ahd -i cedîd [عهد جدید] İncil ve ekleri. ahdar (A.) [احضر] yemyeşil. ahdâs (A.) [احداث] 1.yeni olaylar. 2.dertler. 3.gençler. ahdeb (A.) [احدب] kambur. ahdnâme (A.-F.) [عهدنامه] ahitname, antlaşma metni. ahdüpeymân (A.-F.) [عهد و پیمان] and. âhek (F.) [آهک] kireç. âhen (F.) [آهن] demir. âhendil (F.) [آهن دل] acımasız. âheng (F.) [آهنگ] 1.uyum, ahenk. 2.eğlence. âheng -i esvât [آهنگ اصوات] ses uyumu. âhengdâr (F.) [آهنگدار] uyumlu. âhenger (F.) [آهنگر] demirci. âhenggüzâr (F.) [ آهنگ گذار] uyumlu, ahenkli. âhenîn (F.) [آهنین] 1.demirden. 2.demir gibi. âhenîndil (F.) [آهنین دل] 1.katı yürekli. 2.yiğit. âhenk (F.) [آهنگ] ahenk, uyum. âhenkdâr (F.) [آهنگ دار] uyumlu, ahenkli. âhenkeş (F.) [آهنکش] miknatıs. âhenrüba (F.) [آهن ربا] miknatıs. âhensâ(y) (F.) [آهن سای] törpü. âher (A.) [آخر] başka, diğer. âheste (F.) [آهسته] yavaş, usul, ağır. âhestegî (F.) [آهستگی] yavaşlık. ahfâ (A.) [اخفا] en gizli. ahfâd (A.) [احفاد] torunlar. ahger (F.) [اخگر] kor ateş. ahibbâ (A.) [احبا] dostlar, sevilenler; sevgililer. ahid (A.) [عهد] söz, yemin. ahidşiken (A.-F.) [عهدشکن] sözünden dönen, antlaşmayı bozan. âhîhte (F.) [آهیخته] kınından çıkmış, sıyrılmış. ahîr (A.) [آخر] son, en son. âhir -i kâr [آخر کار] 1.sonunda. 2.sonuç. âhirbîn (A.-F.) [آخربین] ileri görüşlü. âhire (A.) [آخره] son. ahîren (A.) [اخیرا] geçenlerde, son zamanlarda, son olarak. âhiret (A.) [آخرت] öbür dünya. âhiretlik (A.-T.) 1.ahiret kardeşi. 2.evlat edinilen öksüz. âhirin (A.-F.) [آخرین] 1.sonuncu. 2.sonrakiler. âhirkâr (A.-F.) [آخرکار] sonunda, nihayet. âhirülemr (A.) [آخرالامر] sonunda, işin sonunda. âhiz (A.) [آخذ] alan. ahize (A.) [آخذه] alıcı gereç. ahkâm (A.) [احکام] hükümler. ahlâf (A.) [اخلاف] halefler. ahlâk (A.) [اخلاق] huy, ahlak. ahlâk -ı amelî [اخلاق عملی] uygulamadaki ahlak anlayışı. ahlâk -ı hasene [اخلاق حسنه] iyi huy. ahlâk -ı nazarî [اخلاق نظری] teorideki ahlak anlayışı. ahlâk -ı zemîme [اخلاق ذمیمه] kötü huy. ahlâken (A.) [اخلاقا] ahlakça. ahlâkiyat (A.) [اخلاقیات] ahlak bilgisi. ahlâkiyûn (A.) [اخلاقیون] ahlakçılar. ahlâm (A.) [احلام] 1.karmakarışık rüyalar. 2.düşazmalar. ahlât (A.) [اخلاط] salgılar. ahlât -ı erba’a [اخلاط اربعه] dört özsuyu kan, salya, safra, dalak. ahmak (A.) [احمق] budala, aptal, ahmak. ahmakâne (A.-F.) [احمقانه] ahmakça. ahmakî (A.-F.) [احمقی] ahmaklık. ahmer (A.) [احمر] kırmızı, kızıl. ahrâm (A.) [احرام] 1.kutsal yerler. 2.haremler. 3.hanımlar, eşler. ahrâr (A.) [احرار] özgürler. ahrârâne (A.-F.) [احرارانه] özgürce. ahrâs (A.) [احراس] koruyucular, muhafızlar. ahret (A.) [آخرت] öbür dünya, ahiret. ahretlik (A.-T.) 1.ahiret kardeşi. 2.evlat edinilen öksüz. ahsâs (A.) [احساس] duygular. ahsen (A.) [احسن] en güzel. ahşâ’ (A.) [احشاء] 1.iç organlar, 2.bölgeler, yöreler. ahşâb (A.>T.) [اخشاب] 1.ahşap. 2.keresteler. ahşâm (A.) [احشام] maiyet. ahtâb (A.) [احطاب] odunlar. ahtâr (A.) [اخطار] tehlikeler. âhte (F.) [آخته] 1.iğdiş edilmiş. 2.kınından çıkarılmış. ahter (F.) [اختر] yıldız. ahter -i dünbâledâr [اختر دنباله دار] kuyruklu yıldız. ahterbîn (F.) [اختربین] astrolog, yıldızbilimci. ahterşinâs (F.) [اخترشناس] yıldızbilimci. ahterşümâr (F.) [اخترشمار] 1.yıldızbilimci. 2.geceleri uyuyamayan. ahu (A.) [اخو] kardeş. âhû (F.) [آهو] ceylan, karaca. âhûbere (F.) [آهوبره] ceylan yavrusu. âhûdil (F.) [آهودل] ödlek, korkak. âhund (F.) [آخوند] molla, hoca. âhûnigah (F.) [آهونگاه] ceylan bakışlı. âhur (F.) [آخر] ahır. âhuvân (F.) [آهوان] ceylanlar. âhûvâne (F.) [آهوانه] ceylan gibi. âhüvâh(F.) [آه و واه] feryat, sızlanma, hayıflanma. âhüvâveylâ (F.-A.) [ آه و واویلا] feryat, âh çekme, figan etme. âhüzâr (F.) [آه و زار] âh çekip inleme. ahvâl (A.) [احوال] haller, durumlar. ahvâl-i âdiye [احوال عادیه] olağan haller. ahvâl -i sıhhiye [احوال صحیه] sağlık durumu ahvef (A.) [اخوف] en korkunç. ahvel (A.) [احول] şaşı. ahyâ (A.) [احیا] diriler. ahyâl (A.) [اخیال] yılkılar. ahyânen (A.) [احیانا] arasıra, kimi zaman. ahyâr (A.) [اخیار] iyiler. ahyât (A.) [اخیاط] iplikler. ahz (A.) [اخذ] alma. ahz ü kabul etmek alıp kabul etmek. ahzâb (A.) [احزاب] 1.kütleler. 2.partiler. 3.Ahzâb sûresi. ahzân (A.) [احزان] hüzünler. ahzar (A.) [اخضر] yeşil. ahzen (A.) [احزن] çok hüzünlü. ahzetmek almak. ahzüi’tâ (A.) [اخذ و عطا] alış veriş. ahzükabz (A.) [اخذ و قبض] alıp sahip çıkma. âid (A.) [عائد] 1.ait, ilişkin. 2.geri dönen. âidât (A.) [عائدات] gelirler, aidat. âide (A.) [عائده] kâr, kazanç, gelir. âika (A.) [عائقه] engel. âile (A.) [عائله] 1.aile. 2.eş, karı. ailevî (A.) [عائلوی] aile ile ilgili. âjeng (F.) [آژنگ] buruşuk, cilt kırışığı. âk (A.) [عاق] serkeş. akab (A.) [عقب] 1.arka, art. 2.topuk, ökçe. akabât (A.) [عقبات] 1.yokuşlar. 2.tehlikeli anlar. akabe (A.) [عقبه] 1.geçilmesi güç geçit. 2.yokuş. akabinde (A.-T.) ardından. akâid (A.) [عقائد] inançlar, akideler. akâmet (A.) [عقامت] 1.verimsizlik, durgunlaştırma, aksatma. 2.kısırlık. akar (A.) [عقار] kazanç sağlayan mülk. akarât (A.) [عقرات] kazanç sağlayan mülkler, akarlar. akbeh (A.) [اقبح] çok çirkin. akd (A.) [عقد] 1.düğümleme, bağlama. 2.nikah. 3.kararlaştırma. 4.kurma. akdâh (A.) [اقداح] kadehler. akdâm (A.) [اقدام] ayaklar. akdedilmek yapılmak, uygulanmak, icra edilmek. akdem (A.) [اقدم] önce, önceki. akdes (A.) [اقدس] en kutsal. akdetmek/ eylemek yapmak, uygulamak, icra etmek, imzalamak, antlaşma yapmak, sözleşme yapmak. akıbet (A.) [عاقبت] son. âkıbetbîn (A.-F.) [عاقبت بین] sonu gören, ileri görüşlü. âkıbetendîş (A.-F.) [عاقبت اندیش] sonunu düşünen. âkıbetülemr (A.) [عاقبت الامر] sonunda. âkıl (A.) [عاقل] akıllı, akıl sahibi. akıl (A.) [عقل] akıl. âkılâne (A.-F.) [عاقل] akıllıca. âkıle (A.) [عاقله] akıllı kadın. âkır (A.) [عاقر] 1.kısır. 2.verimsiz. âkid (A.) [عاقد] akit yapan. akîde (A.) [عقیده] inanç, akide. akîdefurûş (A.-F.) [ عقیده فروش] inanç tüccarı. akîk (A.) [عقیق] akik taşı. âkil (A.) [آکل] yiyen. akîm (A.) [عقیم] 1.kısır. 2.sonuçsuz. akim kalmak gerçekleşememek, sonuçsuz kalmak. akis (A.) [عکس] yansıma, aksetme, akis. akl (A.) [عقل] akıl. akl -ı bâliğ [عقل بالغ] ergin. akl -ı evvel [عقل اول] Tanrı. akl -ı küll [عقل کل] 1.doğadaki genel uyum. 2.Cebrail. akl -ı mücerred [عقل مجرد] soyut akıl. akl -ı selim [عقل سلیم] sağduyu. aklâm (A.) [اقلام] 1.kalemler. 2.yazı gereçleri. 3.devlet daireleri. aklen (A.) [اقلا] akılca. aklıselim (A.-F.) [عقل سلیم] sağduyu. aklî (A.) [عقلی] akılca, akıl bakımından, rasyonel. akliyye (A.) [عقلیه] akılcılık, rasyonalizm. akliyyûn (A.) [عقلیون] akılcılar, rasyonalistler. akm (A.) [عقم] kısırlık. akmâr (A.) [اقمار] aylar. akmişe (A.) [اقمشه] kumaşlar. akrabâ (A.) [اقرباء] akraba, yakınlar. akran (A.) [اقران] yaşıtlar. akreb (A.) [اقرب] en yakın. akreb (A.) [عقرب] 1.akrep. 2.saat ibresi. akrebek (A.-F.) [عقربک] saati gösteren ibre. aks (A.) [عکس] yansıma, akis. aks -i müddeâ [عکس مدعا] çatışkı. aks -i sedâ [عکس صدا] yankı. aksâ (A.) [اقصی] uzak, en son. aksâ -yı emel [اقصای امل] ülkü, ideal. aksâ -yı şark [اقصای شرق] Uzakdoğu. aksâm (A.) [اقسام] kısımlar, bölümler. aksâm -ı sâire [اقسام سائره] diğer kısımlar, öbür bölümler. akser (A.) [اقصر] en kısa. aksetmek yansımak, vurmak. aksî (A.) [عکسی] 1.inatçı. 2.ters, zıt. 3.huysuz. aksülamel (A.) [عکس العمل] tepki, reaksiyon. aktâ’ (A. [اقطاع] 1.kesmeler. 2.beylik araziler. aktâb (A.) [اقطاب] 1.kutuplar. 2.azizler. 3.efendiler. aktâr (A.) [اقطار] taraflar, yöreler. aktâr-ı cihân [ اقطار جهان] dünyanın her tarafı. akûr (A.) [عقور] azgın, kudurmuş, saldırgan. akûrâne (A.-F.) [عقورانه] kudurmuşçasına. akvâl (A.) [اقوال] sözler. akvâm (A.) [اقوام] kavimler. akviyâ (A.) [اقویا] kuvvetliler. âl (A.) [آل] 1.aile. 2.sülale. 3.evlat. âl (A.) [عال] yüce, yüksek. alâ (A.) [علاء] yücelik, şeref. alâ (A.) [علی] üst, üstü, üzeri. alâeyyihâl (A.) [علی ای حال] her nasıl olsa. âlâf (A.) [آلاف] binler. alâhide (A.) [علیحده] tek başına, başlı başına. alâik (A.) [علائق] alakalar, ilgiler. alâim (A.) [ ] işaretler, alametler. alâim-i semâ [علائم سما] gökkuşağı. alak (A.) [علق] 1.kan pıhtısı. 2.sülük. alâka (A.) [علاقه] ilgi, alaka. alâkabahş (A.-F.) [علاقه بخش] ilgilendiren, ilgili. alâkadar (A.-F.) [علاقه دار] ilgili, alakalı. alâkadar etmek ilgilendirmek. alâkadar olmak ilgilenmek. alakadârân (A.-F.) [علاقه داران] ilgililer. alâkadrilimkân (A.) [علاقدرالامکان] olabildiğince. âlâm (A.) [آلام] elemler, acılar. alâmât (A.) [علامات] işaretler, alametler. alâmet (A.) [علامت] işaret, iz, alamet, belirti. 2.çok iri. âlât (A.) [آلات] aletler. alâvechi (A.) [علِی وجه] üzere. alâvefk (A.) [علی وفق] uygun olarak. âlâyiş (F.) [آلایش] 1.bulaşma. 2.gösteriş. aleddevam (A.) [علی الدوام] sürekli. alef (A.) [علف] 1.ot. 2.hayvan yemi. aleka (A.) [علقه] 1.kan pıhtısı. 2.balçık. alelacele (A.) [علی العجله] çarçabuk. alelâde (A.) [علی العاده] sıradan, bayağı. alelamyâ (A.) [علی العمیا] körükörüne. alelekser (A.) [علی الاکثر] çok defa. alelhusûs (A.) [علی الخصوص] özellikle. alelıtlâk (A.) [علی الاطلاق] 1.genellikle. 2.rastgele. alelicmâl (A.) [علی الاجمال] topluca. alelinfirâd (A.) [علی الانفراد] birer birer. alelistimrâr (A.) [علی الاستمرار] sürekli, aralıksız. aleliştirâk (A.) [علی الاشتراک] ortaklaşa. alelkifâye (A.) [علی الکفایه] yeterince. alelumûm (A.) [علی العموم] genellikle, genelde, genel olarak. âlem (A.) [عالم] dünya; evren. alem (A.) [علم] 1.sancak. 2.alem. 3.nişan, alamet. âlemârâ (A.-F.) [عالم آرا] dünyayı süsleyen. alemdâr (A.-F.) [علمدار] sancaktar. âlemefrûz (A.-F.) [عالم افروز] dünyayı parlatan. âlemgîr (A.-F.) [عالمگیر] 1.dünyayı fetheden. 2.dünyaya yayılan. âlemiyân (A.-F.) [عالمیان] insanlar. âlemşümûl (A.) [علم شمول] dünyayı kaplayan. âlemtâb (A.-F.) [عالمتاب] dünyayı aydınlatan. alenen (A.) [علنا] açıkça. alenî (A.) [علنی] açık, aşikâr. âlet (A.) [آلت] 1.araç, alet. 2.aygıt. alettafsîl (A.) [علی التفصیل] ayrıntılı olarak. alettevâlî (A.) [علی التوالی] peşpeşe. aleyh (A.) [علیه] karşı, karşıt; üzerine. aleyhdar (A.-F.) [علیه دار] karşıt, zıt. aleyhisselâm (A.) [علیه السلام] selam onun üzerine olsun. âlî (A.) [عالی] yüce; yüksek. âlîcâh (A.-F.) [عالی جاه] yüksek dereceli. âlîcenâb (A.) [عالی جناب] 1.cömert. 2.haysiyetli. âlihe (A.) [آلهه] ilahlar. âlîhimmet (A.) [عالی همت] yüce himmetli. âlîkadr (A.) [عالی قدر] saygıdeğer. alîl (A.) [علیل] 1.hasta, hastalıklı, illetli. 2.sakat. âlim (A.) [عالم] bilgin. alîm (A.) [علیم] çok bilen. âlîmakâm (A.) [عالی مقام] yüksek makamlı. âlînazar (A.) [عالی نظر] yüksek görüşlü. âlîşan (A.) [عالی شان] şanı yüce. âliye (A.) [عالیه] yüce, yüksek. aliyyülâlâ (A.) [علی الاعلا] en iyisi. Allâh (A.) [الله] Tanrı, Allah. allâme (A.) [علامه] büyük bilgin. âlû (F.) [آلو] erik. âlûbâlu (F.) [آلوبالو] vişne. âlûd (F.) [آلود] bulanmış, bulaşmış. âlûde (F.) [آلوده] bulanmış, bulaşmış. âlûdedâmen (F.) [آلوده دامن] iffetsiz. âlûdegî (F.) [آلودگی] bulaşma, bulaşıklık. âlüfte (F.) [آلفته] 1.iffetsiz, fahişe. 2.alışık. âmâc (F.) [آماج] 1.hedef. 2.nişan tahtası. âmâcgâh (F.) [آماجگاه] nişan alınan yer. âmâde (F.) [آماده] hazır. âmâdegî (F.) [آمادگی] hazırlık. a'mâl (A.) [اعمال] davranışlar, ameller. âmâl (A.) [آمال] emeller. âmâl (A.) [آمال] emeller. âmâr (F.) [آمار] 1.sayım. 2.hesap. amd (A.) [عمد] kasıt. amden (A.) [عمدا] kasıtlı olarak. âmed (F.) [آمد] gelme, geliş. âmedşüd (F.) [آمدشد] geliş gidiş. âmedüreft (F.) [آمدورفت] geliş gidiş. âmedüşüd (F.) [آمدوشد] geliş gidiş. amel (A.) [عمل] 1.iş. 2.ishal. amele (A.) [عمله] işçi. amelen (A.) [عملا] bilfiil, işleyerek. amelî (A.) [عملی] pratik, uygulamalı. ameliyât (A.) [عملیات] 1.işlemler, uygulamalar. 2.ameliyat. ameliye(A.) [عملیه] işlem, uygulama. âmennâ (A.) [آمنا] diyecek bir şey yok, inandık. âmîhte (A.) [آمیخته] karışık, karışmış. amîk (A.) [عمیق] derin. âmil (A.) [عامل] 1.yapan, işleyen. 2.faktör, etken. 3.vergi memuru. 4.vali. amîm (A.) [عمیم] yaygın. âmîn (A.) [آمن] amin. âminen (A.) [آمنا] emin olarak. âmir (A.) [آمر] emreden. âmirâne (A.-F.) [آمرانه] emredercesine. âmiyâne (A.-F.) [عامیانه] bayağı, avamca. âmm (A.) [عام] genel, yaygın. âmm (A.) [عام] yıl. amm (A.) [عم] amca. ammâ (A.) [اما] ama. ammâba’d (A.) [(امابعد] maksada gelince. amme (A.) [عمه] hala. amûd (A.) [عمود] direk. amûden (A.) [عمودا] dikine. amûdî (A.) [عمودی] dikey. âmurziş (F.) [آمرزش] 1.bağışlama, affetme. âmûz (F.) [آموز] 1.öğrenen. 2.öğreten. âmûzgâr (F.) [آموزگار] öğretmen. âmürzgâr (F.) [آمرزگار] bağışlayıcı, Tanrı. âmürziş (F.) [آمرزش] bağışlama. ân (A.) [آن] an. an (A.) [عن] –den, -dan. ân (F.) [ان] 1.çoğul eki -ler, -lar. 2.zarf yapan ek -erek, -arak. ân (F.) [آن] alım, cazibe, hava. an’anât (A.) [عنعنات] gelenekler. an’ane (A.) [عنعنه] gelenek. an’anevî (A.) [عنعنوی] geleneksel. ânân (F.) [آنان] onlar. anâsır (A.) [عناصر] unsurlar, elemanlar. anâsır-ı erba’a [عناصر اربعه] dört unsur ateş, hava, su, toprak. ânât (A.) [آنات] anlar. anbean (A.-F.) [آن به آن] her an, gittikçe. anber (A.) [عنبر] amber. anberbû (A.-F.) [عنبربو] amber kokulu. andelîb (A.) [عندلیب] bülbül. âne (F.) [انه] gibi anlamını verecek şekilde sıfat ve zarf yapan son ek. anh (A.) [عنه] ondan. anhâ (A.) [عنها] ondan. anhâ (F.) [آنها] onlar. ânî (A.-F.) [آنی] 1.bir an. 2.derhal. ânifen (A.) [آنفا] 1.az önce, demin. 2.yukarıda. âniyen (A.) [آنیا] bir anda, der hal, o anda. ankâ (A.) [عنقا] zümrütüanka, ankarîb (A.) [عن قریب] yakında, yakından, çok geçmeden. ankasdin (A.) [عن قصد] kasıtlı olarak, bile bile. ankebût (A.) [عنکبوت] örümcek. ansamîmilkalb (A.) [عن صمیم القلب] içtenlikle, canügönülden. anûd (A.) [عنود] inatçı. âr (A.) [عار] utanma, ar. ar’ar (A.) [عرعر] 1.anırma. 2.dikenli ardıç. ârâ (F.) [آرا] süsleyen. ârâ’ (A.) [آراء] oylar. arâ’is (A.) [عرائس] gelinler. arab (A.) [عرب] arap arabî (A.) [عربی] arapça. arak (A.) [عرق] 1.ter. 2.rakı. arakçîn (A.-F.) [عرقچین] takke kavuk altı takkesi. arakdâr (A.-F.) [عرقدار] terli. arakıyye (A.) [عرقیه] derviş külahı. ârâm (F.) [آرام] 1.dinlenme. 2.yerleşme. ârâm etmek yerleşmek ârâmbahş (F.) [آرام بخش] dinlendiren, huzur veren. ârâmgâh (F.) [آرامگاه] 1.dinlenme yeri. 2.mezar. ârâmiş (F.) [آرامش] 1.dinlenme. 2.huzur. ârâste (F.) [آراسته] süslenmiş, süslü. ârâyiş (F.) [آرایش] 1.süs. 2.süslenme. araz (A.) [عرض] 1.işaret, belirti. 2.tesadüf. arâzî (A.) [اراضی] yerler, arazi. arbede (A.) [عربده] kavga. arbedecû (A.-F.) [عربده جو] kavgacı. ard (F.) [آرد] un. ardbîz (F.) [آردبیز] elek. arefe (A.) [عرفه] arife, bayramdan önceki gün. ârız (A.) [عارض] 1.yanak. 2.gelen. 3.engel. ârızî (A.) [عارضی] geçici. ârî (A.) [عاری] 1.çıplak. 2.uzak, uzakta, soyutlanmış. ârî (F.) [آری] evet. ârif (A.) [عارف] bilen, arif, irfan sahibi. âriyyet (A.) [عاریت] ödünç. arîz (A.) [عریض] geniş, genişlemesine. arman (F.) [آرمان] 1.özlem. sıkıntı. arsa (A.) [عرصه] yer, meydan. arş (A.) [عرش] 1.gök. 2.taht. 3.çardak. arşa (A.) [عرشه] güverte. arûs (A.) [ ] gelin. arz (A.) [ارض] 1.yer. 2.dünya, yeryüzü. arz (A.) [عرض] 1.genişlik, en. 2.enlem. arz (A.) [عرض] sunma, arzetme. arzan (A.) [ارضا] enine, genişliğine. arzıhâl (A.) [ارض حال] dilekçe. ârzû (F.) [آرزو] istek, heves. asâ (A.) [عصا] 1.değnek, sopa. 2.derviş değneği. âsâ (F.) [آسا] gibi. asab (A.) [عصب] sinir. asabî (A.) [عصبی] sinirli. asabiyülmizac (A.) [عصبی المزاج] asabî mizaçlı. asabiyyet (A.) [عصبیت] sinirlilik. âsaf (A.) [آصف] 1.vezir. Hz. Süleyman’ın veziri. asâkir (A.) [عساکر] askerler. asalet (A.) [اصالت] asillik. asamm (A.) [اصم] sağır. âsân (F.) [آسان] kolay. âsâr (A.) [آثار] 1.izler. 2.eserler. âsâyiş (F.) [آسایش] 1.huzur. 2.güvenlik. âsâyiş berkemâl [ آسایش برکمال ] her yerde huzur hakim. asdika (A.) [اصدقا] gerçek dostlar. asel (A.) [عسل] bal. ases (A.) [عسس] gece bekçisi. asfer (A.) [اصفر] 1.sarı. 2.soluk benizli. asgar (A.) [اصغر] en küçük. asgarî (A.) [اصغری] en az. ashâb (A.) [اصحاب] 1.dostlar, arkadaşlar. 2.sahipler. âsım (A.) [عاصم] 1.günahtan sakınan. 2.iffetli. asır ba’de asır (A.) [عصر بعد عصر] asırlarca, yüzyıllarca. âsî (A.) [عاصی] 1.isyancı. 2.günahkâr. âsîb (F.) [آسیب] felaket, bela, zarar. asîl (A.) [اصیل] 1.sağlam. 2.soylu. asîlzâde (A.-F.) [اصیل زاده] soylu çocuğu, asilzade. asîr (A.) [عصیر] özsuyu, usare. âsitan (F.) [آستان] eşik. âsiyâ (F.) [آسیا] değirmen. âsiyâb (F.) [آسیاب] değirmen. asker (A.) [عسکر] asker, er. asl (A.) [اصل] 1.asıl. 2.kök. 3.gerçek. asla (A.) [اصلا] hiçbir zaman. aslî (A.) [اصلی] asıl. aslünesl (A.-F.) [اصل و نسل] soy sop. âsmân (F.) [آسمان] gök, gökyüzü. âsmânî (F.) [آسمانی] 1.gökyüzüne ait. 2.melek. 3.açık mavi. asnâm (A.) [اصنام] 1.putlar. 2.dilberler. asr (A.) [عصر] 1.yüzyıl. 2.ikindi vakti. asrî (A.) [عصری] modern. âstân (F.) [آستان] 1.eşik. 2.tekke. âstâne (F.) [آستانه] 1.eşik. 2.başkent. 3.tekke. 4.İstanbul. âster (F.) [آستر] astar. âstîn (F.) [آستین] yen. âsûde (F.) [آسوده] rahat, huzurlu. âsûdegî (F.) [آسودگی] huzur. âsûdehâtır (F.-A.) [آسوده خاطر] gönlü rahat, huzurlu. âsüman (F.) [آسمان] gökyüzü. âş (F.) [آش] 1.yemek. 2.aşûre. âşâm (F.) [آشام] içen. aşer (A.) [عشر] on. aşere (A.) [عشره] onlar. aşhâne (F.) [آشخانه] mutfak. âşık (A.) [عاشق] aşık. âşıkân (A.-F.) [عاشقان] aşıklar. âşifte (F.) [آشفته] 1.perişan. 2.iffetsiz kadın. âşikâr (F.) [آشکار] açık, belli, aşikâr. âşikâr etmek ortaya çıkarmak, belli etmek. âşikâr olmak ortaya çıkmak, belli olmak. âşikâre (F.) [آشکاره] açık, belli. âşina (F.) [آشنا] 1.tanıdık, bildik. 2.bilen. âşir (A.) [عاشر] onuncu. aşîr (A.) [عشیر] onda bir. âşiren (A.) [عاشرا] onuncusu. âşiyân (F.) [آشیان] 1.yuva. 2.ev. aşk (A.) [عشق] [عشق] aşk. âşkâr (F.) [آشکار] 1.açık, belli, aşikâr. âşkârâ (F.) [آشکارا] açık, belli, aşikâr. âşnâ (F.) [آشنا] tanıdık, dost, aşina. âşnâyân (F.) [آشنایان] tanıdıklar, dostlar. âşnâyî (F.) [آشنایی] 1.dostluk. 2.bilme, haberdarlık. âşpez (F.) [آشپز] aşçı. aşre (A.) [عشره] on. âşûb (F.) [آشوب] 1.kargaşa. 2.karıştırıcı. âşûbengîz (F.) [آشوب انگیز] kargaşa çıkaran. âşûrâ (A.) [عاشورا] aşûre. âşüfte (F.) [آشفته] 1.iffetsiz kadın. 2.perişan. âşüftedil (F.) [آشفته دل] gönlü perişan. ât (A.) [ات] çoğul eki -ler, -lar. at’ime (A.) [اطعمه] taamlar, yiyecekler. atâ (A.) [عطاء] bağış, ihsan, bahşiş. atâbahş (A.-F.) [عطا بخش] bahşiş veren, ihsanda bulunan. atâlet (A.) [عطالت] 1.durgunluk. 2.tembellik. ataş (A.) [عطش] susuzluk. atâyâ (A.) [عطایا] bağışlar, ihsanlar, bahşişler. atebât (A.) [عتبات] 1.eşikler. 2.şiîlerin ziyaret yerleri Necef, Kerbela, Kâzımiye. atebe (A.) [عتبه] eşik. ateh (A.) [عته] bunama. ateh getirmek bunamak. âteş (F.) [آتش] ateş. âteşbâr (F.) [آتش بار] ateş yağdıran. âteşbâz (F.) [آتشباز] fişekçi. âteşdân (F.) [آتشدان] 1.mangal. 2.ocak. âteşdem (F.) [آتش دم] acı sözlü. âteşefrûz (F.) [آتش افروز] ateş yakan. âteşfâm (F.) [آتش فام] 1.ateş rengi. 2.kırmızı. âteşfeşân (F.) [آتش فشان] ateş saçan. âteşgâh (F.) [آتشگاه] ateşkede, ateşperest tapınağı. âteşgede (F.) [آتشگده] ateşkede, ateşperest tapınağı. âteşgîre (F.) [آتش گیره] 1.maşa. 2.çıra. âteşgûn (F.) [آتش گون] ateş rengi, kırmızı. âteşî (F.) [آتشی] 1.ateşli. 2.öfkeli, kızgın. 3.acı, dokunaklı. 4.cehennemlik. âteşîn (F.) [آتشین] 1.ateşli. 2.hararetli. âteşkâr (F.) [آتش کار] külhancı, ateşçi. âteşmizâc (F.-A.) [آتش مزاج] sert mizaçlı. âteşpâre (F.) [آتش پاره] kıvılcım. âteşperest (F.) [آتش پرست] ateşe tapan, ateşperest. atf (A.) [عطف] 1.eğme. 2.bağlaç. 3.çevirme,yöneltme. atfen (A.) [عطفا] atıfta bulunarak, atfetmek yöneltmek, vermek. âtıf (A.) [عاطف] 1.şefkatli. 2.meyleden. 3.bağlayan. âtıfet (A.) [عاطفت] şefkat gösterme. âtıfetkâr (A.-F) [عاطفتکار] şefkat gösteren, gözeten. âtıl (A.) [عاطل] 1.yararsız. 2.tembel. âtî (A.) [آتی] 1.gelecek. âtîdeki (A.-T.) [ ] ilerideki, aşağıdaki, gelecek olan. atîk (A.) [عتیق] 1.eski, antik. 2.asil. 3.özgür. atîka (A.) [عتیقه] 1.eski, antik. 2.asil. 3.özgür. atîkiyyât (A.) [عتیقیات] arkeoloji. âtiye (A.) [آتیه] gelecek. âtiyen (A.) [آتیا] 1.gelecekte. 2.aşağıda görüleceği gibi. âtiyülbeyân (A.) [آتی البیان] aşağıda açıklanacak olan. âtiyüzzikr (A.) [آتی الذکر] aşağıda zikredilecek olan. atiyyât (A.) [عطیات] bağışlar, ihsanlar. atiyye-i seniyye [عطیهء سنیه] padişah tarafından verilen hediye. atlas (A.) [اطلس] 1.atlas kumaş. 2.büyük harita, dünya haritası. atnâb (A.) [اطناب] 1.ipler. 2.çadır ipleri. 3.ağaç kökleri. ats (A.) [عطس] hapşırma, aksırma. atse (A.) [عطسه] hapşırık, aksırık. atş (A.) [عطش] susuzluk. atşân (A.) [عطشان] susuz, susamış. attar (A.) [عطار] attar, baharatçı. attârî (A.-F.) [عطاری] 1.attarlık. 2.attar dükkanı. atûfet (A.) [عطوفت] şefkat. avâid (A.) [عوائد] gelirler. avâkıb (A.) [عواقب] 1.sonuçlar. 2.sonlar. avâlim (A.) [عوالم] âlemler, dünyalar. avâm (A.) [عوام] halk tabakası. avâmil (A.) [عوامل] 1.etkenler, faktörler. avâmpesend (A.-F.) [عوام پسند] halkın beğendiği. avân (A.) [اوان] zaman. âvâre (F.) [آواره] aylak. âvâreser (F.) [آواره سر] aylak. avârız (A.) [عوارض] 1.belalar. 2.engeller. 3.geçici vergi. avârif (A.) [عوارف] bilginler, arifler. âvâz (F.) [آواز] ses. âvâze (F.) [آوازه] 1.bağırma. 2.ün. avdet (A.) [عودت] geri dönüş. avdet etmek dönmek. avene (A.) [عونه] yardakçılar, avene. âvîze (F.) [آویزه] asılı. avn (A.) [عون] yardım. avrât (A.) [عورات] kadınlar. avret (A.) [عورت] kadın. âyâ (F.) [آیا] acaba. ayân (A.) [عیان] açık, belli, aşikâr. ayâr (A.) [عیار] ayar. âyât (A.) [آیات] ayetler. ayb (A.) [عیب] ayıp. âyet (A.) [آیت] 1.ayet. 2.işaret. âyîn (F.) [آیین] 1.tören. 2.ayin. 3.din. âyine (F.) [آینه] ayna. âyînhân (F.) [آیین خوان] ayin okuyan. ayn (A.) [عین] 1.göz. 2.tıpkı. 3.ayın harfi. aynen (A.) [عینا] tıpkı, aynen, olduğu gibi. ayniyye (A.) [عینیه] 1.taşınabilir değerli eşya. 2.göz hastalıkları bölümü. ayniyyet (A.) [عینیت] aynılık. aynülyakîn (A.) [عین الیقین] kesin, kesin bilgi. ayş (A.) [عیش] yaşama, keyif alma, gününü gün etme. ayyâr (A.) [عیار] 1.kurnaz. 2.düzenbaz. ayyârî (A.-F.) [عیاری] 1.kurnazlık. 2.düzenbazlık. azâb (A.) [عذاب] azap. azab (A.) [عزب] bekar. azâbengiz (A.-F.) [عذاب انگیز] azap veren. âzâd (F.) [آزاد] özgür. âzâde (F.) [آزاده] özgür. âzâdî (F.) [آزادی] özgürlük. azamet (A.) [عظمت] 1.büyüklük, ululuk. 2.çalım. âzâr (F.) [آزار] 1.incitme. 2.inciten. azdâd (A.) [اضداد] zıtlar, karşıtlar. âzer (F.) [آذر] 1.ateş. 2.Âzer ayı. âzerâsâ (F.) [آذرآسا] 1.ateş gibi. 2.ateş rengi. azil (A.) [عزل] görevden alma. âzim (A.) [عازم] kararlı. azîm (A.) [عظیم] büyük. azîmet (A.) [عزیمت] gitme, yola çıkma. azimet etmek gitmek. aziz (A.) [عزیز] değerli, saygın. azîzan (A.-F.) [عزیزان] değerliler. azîze (A.) [عزیزه] 1.sevgili. 2.saygın. azl (A.) [عزل] görevden alma. azm (A.) [عزم] 1.azim. 2.niyet. azm (A.) [عظم] kemik. âzmâyiş (F.) [آزمایش] deneme, sınama. âzmend (F.) [آزمند] hırslı. azrâ (A.) [عذرا] bâkire. azrâil (A.) [عزدائیل] Azrail. azrar (A.) [اضرار] zararlar. azulât (A.) [عضلات] adaleler. âzürde (F.) [آزرده] incinmiş, gücenmiş. .................................. B bââsâm: günahlarla. bâb: kapı, bölüm. bâd: rüzgâr, nefes. bâde: şarap, içki. bâdehû: bundan sonra. bâdelmemât: ölümünden sonra. bâdelmevt: ölümden sonra. bâdemâ: bundan sonra. bâdıhevâ: boşu boşuna, bedava. bâdî: sebep, geçici. bâdire: anî felâket, zor geçit. bâdiye: çöl, kır. bâğî: azgın, yoldan çıkmış. bağistân: bağlık bahçelik yerler. bâğiyâne: azgınca. bağy: azgınlık. bahâ: paha. bahâdar: pahalı. bahâdır: kahraman, yiğit. bahâne: vesile, sebep, özür. bâhem: birlikte, beraber. bahîl: cimri, eli sıkı. bâhir: belli, açık. bahir: deniz, derya. Bahîra: Peygamberimizi çocukken tanıyan mübarek bir rahip. bâhire: belli ve açık olan. bahis: konu. bahr: deniz. bahrî: denizle ilgili. bahrimuhît: okyanus. bahriumman: okyanus. bahriye: denizci. bahs: bahis, konu bahş: bağış, verme. baht: talih, kısmet. bahtiyâr: talihli, kutlu, mutlu. bahusus: özellikle. baîd: uzak, ırak. Bâis: ölüleri diriltecek olan ve peygamber gönderen. bais: sebep. bakar: sığır, inek. bakarperest: ineğe tapan. bakayâ: kalıntılar. bâkî: sonsuz, kalıcı. bâkir: kullanılmamış, bozulmamış. bâkire: el değmemiş, kız. bâkiyâne: bakice, sonsuzca. bâkiyât: baki olanlar, kalıcılar. bâkiye: kalıcı olan, kalan. bakteri: tek hücreli bir canlı. bâlâ: yüksek, yüce. bâlâpervazâne: yüksekten uçarcasına. bâliğ: ulaşan, olgunlaşmış, yetişmiş, erişmiş. bânî: bina eden, kuran, yapan. banknot: lira mânâsında para birimi. bâr: yük, pas. bârân: yağmur. bârekallah: Allah hayırlı ve mübarek etsin. bârekte: sen mübarek eyledin. bârgâh: izinle girilebilecek yüce makam. bârık: yıldırım, parıltı. Bârî: düzgün ve güzel yaratan Allah. bâri: hiç olmazsa, hele. bârid: soğuk. bâridâne: soğukça. bârigâh: izinle girilebilecek yüce makam. bârika: şimşek. bârikaâsâ: şimşek gibi. bâriz: meydanda, açık. Barla: Nur Risalelerinin yazıldığı belde. bâs: gönderme. yeniden dirilme. basar: göz, görme hissi. bâsır: gören. bâsıra: görme duyusu. bâsıt: açan, yayan, genişleten. Basîr: her şeyi gören Allah. basîrâne: görerek. bâsire: görme duyusu. basîret: ileri görüş, kuvvetli seziş. basit: sade, düz, bölünmez. basitâne: basitçe. bast: yayma, açma. bastızaman: zamanın genişlemesi, az zamanda normalden fazla yaşama. basübadelmevt: ölemden sonra diriliş. Bâşid: Van ilinde bir dağ. başkitâbet: başyazıcılık. başmurahhas: baştemsilci. başvekâlet: başbakanlık. başvekil: başbakan. batâlet: işsizlik, durgunluk. batarya: enerji kaynağı. Bathâ: Mekkenin eski bir adı. bâtıl: boş, yalan, çürük. Bâtın: bütün varlıkların içini yaratan ve dahiline hükmeden Allah. batın: iç, iç yüz, gizli, sır. bâtınen: içten, iç bakımından. bâtınî: içe ait, içle ilgili. Bâtıniyye: Kurânın apaçık mânâlarına itibar etmeyip gizli mânalar bulduklarına inanan sapık bir anlayış. Bâtıniyyûn: Kurânın açık mânâlarını bir yana bırakıp gizli mânalar bulduklarına inanarak sapıtan kimseler. batman: iki ile sekiz kilo arasında değişen ağırlık ölçüsü. batn: karın, nesil. battal: işsiz, çürük, kullanılmaz. baûda: sivrisinek. bâvehim: vehimle, kuruntuyla. bay: zengin. bâyi: satıcı. bâyin: aralayıcı, ayırıcı. bayrakdâr: bayrak taşıyan, lider. baytar: veteriner. bâz: oynayan, yapan. bâzîçe: oyuncak, eğlence. bâziyet: bazenlik, bazılık. be: "de, den" mânâsında ön ek. becâyiş: birini verip ötekini alma, değişme. becû: iste. bed: kötü, çirkin. bedâat: güzellik, yenilik, özgünlük. bedâhet: apaçıklık. bedâheten: apaçık biçimde. bedâva: beleş, parasız. bedâvet: bedevilik, göçerlik. bedâyî: görülmedik güzellikte şeyler. bedbaht: bahtı kara, talihsiz. bedbîn: kötümser, karamsar, ümitsiz. bedduâ: birinin kötü olması için edilen dua. bedel: karşılık. beden: gövde. bedestân: çarşı. bedevî: göçebe, çölde yaşayan. bedeviyâne: göçebe gibi. bedeviyet: bedevilik, medeniyetten uzaklık. bedhah: kötülük isteyen. bedhal: kötü huylu. bedî: benzersiz güzel, üstün, özgün. bedîa: benzersiz güzel olan. bedîhî: delilsiz bilinen şey, apaçık. bedîhiyyât: delil ile ispatı gerekmeyen apaçık şeyler. bedîî: eşsiz güzellikte olan. bedir: dolunay. bedîülbeyân: görülmedik derecedeki güzel söz. Bedîüzzaman: "zamanın harikası ve en mükemmeli" mânâsında Said Nursî Hazretlerinin ünvanı. bedmâye: mayası kötü, soysuz. bedr: bedir, dolunay. bedraka: yol gösterici, kılavuz. begün: et! behâim: hayvanlar. behcet: güleryüzlülük, şenlik, güzellik. behemehâl: her halde, ister istemez. beher: her bir. behîc: güleryüzlü, şen, güzel. behimât: hayvanlar. behimî: hayvanca. behimiyât: hayvansı varlıklar. behişt: cennet. behiye: güzel. behre: pay, kısmet, nasip. behreyâb: nasibi olan, payı bulunan. beht: şaşkınlık, hayranlık. beis: zarar, fenalık. bekâ: devamlılık, kalıcılık, sonsuzluk. bekââlûd: kalıcılıkla karışık. bekâya: geriye kalanlar. bektâş: arkadaş. Bektâşî: Bektâşîlik tarikatından olan kimse. Bektâşîlik: Hacı Bektaşı velînin kurduğu tarikat. bel': yutma, ortadan kaldırma. belâ: g*** tasa. musibet, afet. belâbil: belâlar, tasalar, musibetler. belâgat: sözün güzel ve yerinde söylenmesi, bunu öğreten ilim. belâğbaşı: kaynak, pınar. belâhet: ahmaklık, budalalık, düşüncesizlik. belâyâ: belâlar. belde: memleket, büyük köy. belî: evet. belîğ: düzgün ve adamına göre söylenmiş söz. belîğâne: beliğ biçimde. beliyyât: belâlar. beliyye: belâ. Belkıs: bir kadın hükümdar. belki: şüphesiz, kesinlikle. benâm: namlı, ünlü, seçkin. benât: kızlar. bend: bent, bağlanmış. bende: bağlı, esir, köle, hizmetçi, kul. benî: oğullar. benîâdem: ademoğulları, insanlar. Benîisrâil: israiloğulları, Yakub aleyhisselâmın neslinden gelenler. ber: "alan, dinleyen, yeden, götüren" mânâsında son ek. ber: "üzeri, üzerine, yukarı" mânâsında ön ek. berâ: için, dolayı. berâat: güzellik, parlaklık, üstünlük. berâatülistihlâl: güzel bir başlangıç. berâet: arınma, kurtulma. Berâhime: berehmenler, bazı batıl dinlerin önderleri. berâhin: bürhanlar, kuvvetli deliller. berât: nişan, ayrıcalık fermanı. berâyımâlûmât: bilgi için. berbâd: harap, pis, fena, kirli. berceste: seçme, iyi mısra. berd: soğuk. berdevam: devam eden, sürüp giden. berekât: bereketler. bereket: bolluk, çokluk, feyiz. berendâz: kaldırıp atan. bergüzâr: hatırlanmak için hediye verme. bergüzîde: seçkin, seçilmiş. Berham: Yahudi ismi. berhava: boşa gitme. berhayat: yaşayan. berhudâr: saadete erişen. berî: temiz, arınmış, kurtulmuş. berk: şimşek. berkarar: kararlı. berkâsâ: şimşek gibi. berr: yer, toprak, kara. berrak: duru, safi, arı. berrî: karacı, karada olan. berrîye: karalara ait olan. bertaraf: çıkarılıp bir yana atılan. bervech: şeklinde, biçiminde. berzah: dünya ile âhiret arasındaki âlem. berzahî: kabirle ilgili. bes: yeter, kâfi. besâit: basit şeyler. besâtet: basitlik, sadelik, yalınlık. besâtin: bostanlar. besmele: Bismillahirrahmanirrahim. besmelekeş: besmele çeken. beste: bağlanmış, şarkı ahengi. beşârât: beşaretler, müjdeler. beşâret: müjde. beşâretkâr: müjdeci. beşâretkârâne: müjdelercesine. beşâşet: güleryüzlülük. beşer: insan. beşerî: insanî, insanla ilgili. beşeriyet: insanlık. beşîr: müjdeci. beşûş: güleryüzlü. betâlet: işsizlik, durgunluk. betül: erkekten sakınan namuslu kadın. bevl: sidik. bevvâb: kapıcı, men edici. bey': satma, satış. beyâbân: çöl, kır. beyân: açıklayıp bildirme. beyânât: açıklayıp bildirmeler. beyânî: açıklanıp bildirilen. beyannâme: açıklama yazısı, bildiri. beyder: harman. beyhûde: boşuna, faydasız. beyn: ara, arasında. beynelenbiya: peygamberler arasında. beynelevliya: evliyalar arasında. beynelislâm: müslümanlar arasında. beynelmilel: milletlerarası. beynelulema: âlimler arasında. beynennâs: insanlar arasında. beyt: beyit, şiirde iki mısra. beyt: ev, bina. Beytülharam: Kâbenin etrafı. Beytülmakdis: Kudüsteki büyük mabet. beytülmal: devletin hazinesi. beyyin: apaçık, kesin delil. beyyinât: apaçık olanlar. beyyine: apaçık, kesin delil. beyzâ: beyaz, parlak. bezirgân: tüccar. bezletme: esirgemeden bol bol verme. bezm: sohbet meclisi. Bezmielest: Allahın, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğu, ruhların da "Evet," diye cevap verdikleri hâdise. bî: "siz, sız" mânâsında ön ek. bi: "ile" mânâsında ön ek. bîaman: amansız. biat: kabul etme, seçme. biaynelyakîn: gözle görürcesine kesin bilerek. bîbahâ: pahasız. bîbehre: nasipsiz. bibliyografya: kitaplar hakkında bilgi. bîçâre: çaresiz. bidâ: bidatlar, sonradan çıkan şeyler. bidâkârâne: dinde olmayanı dine sokarcasına. bidât: dinde olmayıp da dine sonradan giren âdetler. bidâtkâr: bidatçı, dinde olmayanı dine sokan bozguncu. bidâtüzzaman: zamanın görülmemiş ve harika olanı. bidâyet: başlangıç. bidâyeten: başlangıçta. bidîyât: bidatlar, dine sonradan sokulanlar. bîfütûr: fütursuz, gevşemeyen, çekinmeyen. bîgâne: ilgisiz. bîgünah: günahsız. bîhaber: habersiz. bihakkalyakîn: yaşayıp bizzat tecrübe edercesine bir kesinlikle. bihakkın: hakkıyle, tam olarak. bihâr: denizler. bîhemta: benzersiz. bîhicap: perdesiz, gizlemeksizin. bîhûş: şaşkın, sersem. biilmelyakîn: şüphesiz ve kesin bir ilimle. bîiştibah: şüphesiz. biiznillah: Allahın izniyle. bîkarar: kararsız, rahatsız. bîkes: kimsesiz. bikr: bozulmamış, temiz. bil: "ile" mânâsına ön ek. bilâ: "sız, siz" mânâsında ön ek. bilâbedel: bedelsiz. bilâd: beldeler, memleketler. bilâfasıla: aralıksız. bilâhare: sonra, sonradan. bilâihtiyar: elinde olmayarak. bilâistisna: istisnasız. bilâkaydüşart: kayıtsız şartsız. bilakis: aksine, tersine. bilâmübalâğa: mübalağasız, abartmasız. bilâmüreccih: tercih edici biri olmaksızın. bilânço: topl*** özet. bilâperva: korkusuz. bilasâle: aracısız, vasıtasız. bilâsebeb: sebepsiz. bilâşek: şeksiz. bilâşüphe: şüphesiz. bilâtefrik: ayırmaksızın. bilâtereddüt: tereddütsüz. bilâteşbih: benzetmesiz. bilâtevakkuf: duraksamadan. bilbedâhe: açık seçik. bilcümle: bütün, toptan. bilfarz: varsaymakla. bilfiil: fiilen, çalışarak. bilhads: hızlı bir kavrayışla. bilhadsissâdık: doğru bir sezgi ile. bilhassa: özellikle. bilicma: üstünde birleşmekle, topluca. bilihtiyar: istemekle. bililtizam: taraftar olmakla. bilîman: îman ile. bilintikal: intikal etmekle, naklederek. bilirâde: iradeyle, istemekle. bilistidad: yetenekle. bilistihkak: hak etmekle. biliştiyak: iştiyakla, arzu etmekle. bilittifak: ittifakla, hep birlikte. bilkabul: kabul etmekle. bilkasd: kasıt ile, gaye edinerek. bilkuvve: düşünce halinde. bilkülliye: büsbütün. billah: billahi, Allah için. billur: pırıl pırıl cam. bilmecburiye: mecburen. bilmukabele: karşılık vermekle. bilmüşâhede: şahit olmakla. bilumum: genel olarak, bütün, hep. bilvasıta: vasıta ile. bilyakîn: kesin bir bilişle. bimüdânî: eşsiz, benzersiz. bin: "e, de, ile" mânâsında ön ek. bîn: "gören" mânâsında son ek. bin: oğul, oğlu. binâ: ev, yapı. binâen: dayanarak, bu sebeple. binâenalâhâzâ: bunun üzerine, bundan dolayı. binaenaleyh: bundan dolayı, bunun üzerine. binâimechûl: öznesi belirsiz fiil. bînamaz: namazsız. bînaz: nazsız. bînazîr: benzersiz. binefsihi: kendisiyle. bînisyan: unutmazlık. binnefs: nefsiyle. binnetice: neticeyle. binnisbe: oranla. binniyet: niyetle. binniyye: niyetle. bint: kız. bîpâyan: tükenmez. bîperva: korkusuz. bîr: kuyu. birâder: kardeş. birâderzâde: kardeş oğlu. birr: temizlik, iyilik. biryân: kebap. bîset: gönderme, peygamberliğin başlangıcı. Bismark: ünlü bir devlet adamı. Bismillah: Allahın adıyla. bissavab: doğru olarak. bittâb: tabiatıyla. bitamâm: büsbütün. bitamâmiha: tamamıyle. bîtaraf: tarafsız. bîtarafâne: tarafsızca. bittabî: tabiatıyle. bittakdir: takdirle. bittecrübe: tecrübeyle. bîvefa: vefasız. biyedî: elimi. biyografi: bir kimsenin hayatını anlatan eser. bîzâr: bıkmış. bizâtihi: kendiliğinden. bîzeval: sona ermez. bizzarure: zaruri olarak. bizzât: kendisi. bolşevik: Rus komünisti, dinsiz. bolşevizm: Rus komünizmi, dinsizlik. bostân: sebze bahçesi. boşboğaz: yerli yersiz konuşan. boykotaj: boykot. bûd: uzaklık. Buda: Budizmin kurucusu. Budeî: Buda dininden olan. bûdiyet: uzaklık. buğz: sevmeme, nefret. buhâr: buğu. Buharî: en önemli hadîs kitabının yazarı. buhl: cimrilik. buhrân: bunalım. buhûr: bahirler, denizler. bukalemun: bulunduğu yerin rengine giren bir hayvan. Burak: Peygamberimizin miraçta bindiği binek. burc: güneşle dünya arasındaki hayâlî dilimlerin her biri. burjuva: hayatını emek vererek kazanmayan zengin kimse. bûse: öpücük. butlân: batıllık, temelsizlik, çürüklük. bûy: koku. bühtân: iftira. bükâ: ağlama. bülegâ: adamına göre güzel söz söyleyenler. bülend: yüksek, yüce. bülûğ: erginlik. bünyân: yapı. bünye: yapı. bürde: hırka. bürhan: kuvvetli delil. bürhanî: delil cinsinden. bürûc: burçlar. bürûdet: soğukluk. büşrâ: müjde. büzr: tohum. büzûr: tohumlar. ........................................ C cadde: geniş yol. câh: makam. Câhız: ünlü bir edebiyatçı. câhid: din için savaşan. câhil: bilgisiz. câhilâne: bilgisizce. cahîm: cehennem. câil: yapan. câiz: dine uygun olan. câl: yapma, kılma. câlî: yapmacıktan. câlib: çekici. Calinos: eski bir filozof. Câmî: büyük bir âlim ve yazarı. câmi: toplayan. câmia: topluluk. câmid: cansız, donuk. câmidât: camidler, cansızlar. câmidiyet: cansızlık. câmiiyet: toplayıcılık. câmiülkelîm: zengin mânâlı söz. camus: manda. cân: hayat, ruh, gönül. cânân: sevgili. canavar: can alıcı. cânhıraş: tüyler ürpertici. cânî: cinayet işleyen. cânib: yön, taraf, yan. câniyâne: canicesine. cann: cinler. cansiperâne: canını verircesine. car: Arapçada bir edat. cârî: akan, yürüyen. câriye: esir kadın. câsus: ajan. câvid: devam eden. cây: değer, layık. caymak: kararından dönmek. câzib: çekici. câzibe: çekicilik. câzibedâr: çekici. câzibedarâne: çekici bir biçimde. câzibekârane: çekici biri gibi. cebâbire: zorbalar. cebânet: korkaklık. Cebbâr: istediğini mutlaka yaptıran Allah. cebbar: cebreden, zorba. cebbarâne: zorbaca. cebel: dağ. ceberût: zorla her istediğini yaptırabilme kudreti. ceberûtiyet: her dilediğini yaptırabilme kudreti. cebhe: cephe, alın, yön, yüz, savaş bölgesi. cebîn: korkak. cebir: zor, zorlama. cebr: cebir, zor, zorlama. Cebrâil: Peygamberimize vahiy getiren büyük bir melek. cebren: zorla. Cebrî: insan iradesini inkâr eden batıl bir mezhebe inanan kimse. cebrî: zorla, zorlamalı. Cebriye: insandaki iradeyi inkâr eden batıl bir mezhep. cedâvil: cedveller, kanallar, listeler. cedd: ata, dede. cedel: tartışma, münakaşa. cedîd: yeni. cedvel: liste, kanal, cetvel. cefâ: eziyet. cefâkâr: eziyet çeken. ceffelkalem: düşünmeksizin. cefne: büyük su kabı. cehâlât: cahillikler, bilgisizlikler. cehâlet: cahillik, bilgisizlik. cehâletperver: bilgisizliği seven. cehd: çaba, çabalama. cehele: cahiller, bilgisizler. cehennem: azgınların öldükten sonra gidecekleri ceza yeri. cehennemî: cehenneme özgü. cehennemnümun: cehennemi hatırlatan. cehil: bilgisizlik. cehl: bilgisizlik. cehlistân: bilgisizlik yeri. cehr: açıktan söyleme. cehren: açıktan. cehrî: açık sesle. cehûl: pek cahil. celâdet: ululara karşı gösterilen cesaret. Celâl: sonsuz azamet ve kibriya, büyüklük ve ululuk. celâldarâne: celâlli bir biçimde. celâlet: büyüklük, ululuk. celâlî: büyüklükle ilgili. celb: kendine çekme, getirtme. celbkârâne: kendine çekercesine. celbnâme: çağırma kağıdı. Celcelîtiye: Hazreti Ali radıyallahu anhın önemli bir eseri. celevât: cilveler, görünümler. celî: belli, açık. celîl: büyük, ulu. cellâd: ölüm cezası verilenleri öldüren kişi. celle: "yüce ve aziz oldu" mânâsında söylenir. celse: oturum. cem: toplama. cemaat: gayeleri bir olan topluluk. cemâd: cansız cisim. cemâdât: cansız cisimler. cemâdiyet: cansızlık, donukluk. cemâhir: cumhuriyetler. cemâl: güzellik. cemâlî: güzellikle ilgili. cemâlperest: güzelliğe düşkün. cemâlperverâne: güzelliği severcesine. cemel: deve cemî: bütün, hepsi. Cemîl: sonsuz güzel olan ve bütün güzelliklerin sahibi bulunan Allah. cemîl: güzel. cemîlâne: güzelce. cemîle: güzel olan. cemiyât: cemiyetler, toplumlar. cemiyet: toplum. cemiyyet: cemiyet, toplum, genişlik. cemm: çokluk. cemmigafir: ekseriyet, çoğunluk. cemre: ısı. cenâb: saygı sözü. cenâbet: cünüp. cenâh: kanat. cenâheyn: iki kanat. cenân: cennetler. cenaze: henüz gömülmeyen ölü. cendere: baskı aleti. cengâver: savaşçı. Cengiz: zâlim bir hükümdar. cenin: ana karnındaki çocuk. cenk: savaş. cennât: cennetler. cennet: inananların dünyadaki güzel amellerine mükafaten sonsuza kadar kalacakları güzellikler âlemi. cennetâsâ: cennet gibi. cennetmekân: yeri cennet olası. cennetmisâl: cennet gibi. cenûb: güney. cenûbî: güneydeki. cerâhat: irin, akıntı. cerâid: gazeteler. cerbeze: süslü sözlerle aldatma. Cercîs: büyük eziyetlerle şehit edilen bir peygamber. cereyân: akma, akım. cerh: yaralama, çürütme. cerhetmek: yaralamak, çürütmek. cerîde: gazete. cerîha: yara. cerr: para alma. cerrah: operatör. cerrâr: tedirgin edici davranışlarla para koparan. cesâmet: irilik. cesâret: yüreklilik, korkusuzluk. cesed: ceset, cansız vücut. cesîm: iri, kocaman. cessâs: casusluk eden. cesurâne: cesurca, korkusuzca. cevâb: cevap, soruya verilen karşılık. cevâben: cevap olarak. cevâbî: cevapla ilgili. cevâd: çok cömert. cevâhir: değerli taşlar. cevâmî: toplayıcı olan şeyler. cevâmid: cansızlar. cevâmiülkelîm: zengin mânâlı sözler. cevânib: yanlar, taraflar. cevârih: organlar. cevâsis: casuslar, ajanlar. cevaz: izin. cevelân: dolaşma. cevelangâh: dolaşma yeri. cevf: boşluk. cevher: öz, kıymetli taş, atom. cevherbahâ: mücevher gibi değerli. cevhere: tek cevher. cevherî: cevherle ilgili. cevir: eziyet. Cevşen: "zırh" mânâsında Peygamberimizin emsalsiz duası. Cevşenülkebîr: Peygamberimize vahiy ile gelen büyük bir dua. cevv: atmosfer. Cevvâd: sınırsız cömertlik sahibi Allah. cevvâl: pek hareketli. cevvifezâ: uzay. cevvihava: atmosfer. ceyb: cep. ceyş: asker, ordu. cezâ: suça karşılık verilen acı. cezâen: ceza olarak. cezâlet: sözde kelimelerin düzgün dizilişinden doğan güzellik. cezb: kendine çekme. cezbe: Allah sevgisiyle kendinden geçme hâli. cezbedarâne: Allah sevgisiyle kendinden geçercesine. cezbekârâne: cezbeye tutulmuşçasına. cezîre: ada, yarımada. Cezîretülarâb: Arap Yarımadası. cezm: kesin karar. cezmiyet: kesin kararlılık. cezrî: köklü. cibâl: dağlar. cibillî: yaradılıştan, mayadan, soydan. cibilliyet: yaradılış, maya, soyluluk. Cibrîl: Cebrail aleyhisselâm. cidâl: uğraşma, savaş. cidar: duvar, çeper. cidden: gerçekten. cîfe: leş. cifir: harflere verilen sayılarla mânâlar çıkarma ilmi. cifrî: cifirle ilgili. ciğerpâre: ciğer parçası, sevgili yavru. ciğersûz: ciğer yakan. ciğerşikâf: ciğer parçalayan. cihad: din uğrunda savaş. cihân: dünya, âlem. cihânbahâ: cihan değerinde. cihândeğer: dünya kıymetinde. cihângîr: cihanın büyük bir kısmını elde eden savaşçı. cihânkıymet: dünya kadar değerli. cihânpesendâne: dünyanın beğeneceği şekilde. cihânşümûl: dünya ölçüsünde. cihâr: dört. cihât: yanlar, yönler. cihâz: aygıt, çeyiz. cihâzât: aygıtlar. cihet: yön, yan. cihetiyet: yönlülük, yanlılık. cild: deri, ten. cilve: görünme, belirme, naz. cilveger: cilve eden. cimâ: cinsî münasebet. cimri: kimseye bir şey vermeyen eli sıkı kimse. cin: göz ile görülemeyen ruhani varlıklar. cinân: cennetler. cinas: birçok mânâya gelebilen söz. cinâyet: adam öldürme, ağır suç. cinnet: delilik. cinnî: cinlerden olan. cins: tür, çeşit. cinsî: cinsle ilgili. cinsiyet: cinslik, tür olma. cirm: oylum, yıldız. cisim: uzayda yer dolduran varlık. cism: cisim. cismanî: cisimle ilgili. cismaniyet: cisim olma hâli. cismen: cisimce. cismiyet: cisimlik. civan: yakışıklı genç. civanmert: yüce gönüllü, mert. civâr: yöre, yakın yer. cîz: hurma ağacının kökü. cizye: müslüman olmayanlardan alınan vergi. cûd: cömertlik. Cûdi: bir dağ adı. cumâ: önemli bir namaz. cumhur: topluluk. cumhurî: cumhuriyetle ilgili. cumhuriyet: devlet başkanı yönetilenler tarafından seçilen yönetim biçimi. cumhuriyetperver: cumhuriyeti seven. cûş: coşma, kaynama. cûşuhurûş: coşup taşma. cûyem: ararım. cübbe: namazda giyilen bol elbise. cüdâ: ayrı, ayrılmış. cühelâ: bilgisizler. cühûd: bilerek inkâr etme. cülûs: tahta çıkma. cümle: bütün, hüküm bildiren söz. cümûd: cansız, donuk. cümûdet: cansızlık, donukluk. cümûdiye: buzul. cümûdiyet: donukluk, katılık. cüneyd: askercik. cünûd: askerler. cünûdullah: Allahın askerleri. cünûn: delilik. cünüb: gusletmesi gereken kimse. cüret: ataklık, kendini bilmezlik. cüretkâr: atak, kendini bilmez. cüretkârâne: atakça. cürm: suç. cürmümeşhud: suçüstü. cürüm: suç. cüsse: gövde, kalıp, beden, cüz: bölüm, parça. cüzî: pek az, ferdi. cüziihtiyar: az bir seçme hürriyeti. cüziirâde: insanın azıcık iradesi. cüziyyât: cüziler. cüziyyet: azlık, küçüklük. ................................... Ç çah: kuyu, çukur. çâk: çatlak, yarık. çal: alnında ve ayaklarının üstünde beyazlık bulunan hareketli at. çalab: ilâh, Rab. çalâk: atik, çabuk. Çamular: Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi. çâr: dört. çar: Rus imparatoru. çâre: çıkar yol, kurtuluş yolu. çarh: çark, felek, talih. çarıyâr: dört büyük halife. çariçe: Rus imparatoriçesi. çark: dönen, felek, talih. çarmıh: suçluyu bağlamak için kurulmuş haç şeklinde ağaç. çarnâçar: ister istemez. çehre: yüz. çelebi: efendi. çeleçepe: sağa sola. çemen: çimen, yeşillik. çemenzâr: çimenlik. çendan: gerçi. çerağ: çıra, lamba. çeşm: göz. çeşme: pınar. çeşmidîl: gönül gözü. çeşmigiryân: ağlayan göz. çevik: çabuk davranan. çevikçalâk: çevik ve hızlı. çığır: patika, ince yol. çî: ne? çiçekdanlık: çiçeklik. çiçekdâr: çiçekli. çile: nefsi ıslah için bir yere kapanıp ibadet etmek. çilehane: çile evi. çimengâh: çimenli yer. çîn: buruşukluk. çînicebîn: alın buruşuğu. Çinimaçin: Çin ve Çinin güney kısmı. çirkef: pis su. çîz: şey. çiznök: dane. çorak: verimsiz toprak. çuha: sık dokunmuş yün kumaş. ............................................ D dâ: hastalık. daavât: dualar. dâbb: kertenkele. dâbbe: yürüyen yaratık. dâbbetülarz: âhirzaman alâmeti olan bir yaratık. dâcin: bir nevi kuş. dâd: vergi, ihsan. dâdıezel: Allah vergisi. dâdıhak: Hak vergisi. dâfi: defeden, savan. dâfia: defetme, savma. dâğdağa: gürültü patırtı. dâğdâr: yanık, yaralı. dağvârî: dağ gibi. dâhî: üstün yetenekli. dâhil: iç, içeri, içinde. dahîl: yabancı, sığıntı. dahîlek: sana sığınırım. dâhilî: içe ait, içle ilgili. dâhiliye: içle ilgili olan, iç işleri. dâhiyâne: dahice, gayet zekice. dahiye: felâket, büyük belâ. dahiye: üstün yetenekli kimse. dahl: girme, etki. dâî: duacı, çağıran. dâil: sapıtmış, azgın. dâim: devam eden, süren. dâima: devamlı olarak. daimî: devamlı, sürekli. dâir: ilgili, devreden. dâire: saha, alan, geometrik şekil, resmi kurum. dâirevârî: daire gibi. dâirevî: daire şeklinde. dakik: pek ince. dakika: pek ince olan, zaman birimi. dalâl: sapıklık, haktan ayrılık. dalalet: sapkınlık, islâmdan ayrılma, şaşkınlık. dalaletâlûd: sapkınlık karışık. dalaletpîşe: sapkınlık yolunu tutmuş. dalkavuk: menfaati için hoş görünmeye çalışan, yağcılık ve soytarılık eden. dâll: delil olan, yol gösteren. dall: sapan, sapıtan. dalle: sapanlar, sapıtanlar. dallîn: sapkınlar. dâlliyet: delil olma, yol gösterme. dâm: tuzak, hile, tavan. damar: kan borusu, yaradılış, huy. dâmen: etek. damga: işaret, bellik. dânâ: bilgili, âlim. dâne: tane, tohum. dantela: tentene, dantel. dâr: yer, ev, yurt. darağacı: idam sehpası. darb: vurma, çarpma. darbe: tek vuruş. darbhane: para basılan yer. darbımesel: atasözü. dâreyn: her iki dünya. dârıharb: savaş yeri, düşman ülkesi. dâri: acı bir bitki. dârib: vuran, döven. dârülfünûn: fenler yeri, üniversite. dârülharb: savaş yeri, düşman ülkesi. Dârülhikmet: Osmanlılar zamanında fetva ile vazifeli ilmi bir kuruluş. dârülhizmet: hizmet yeri. dârülikab: azap yeri, cehennem. dârülislâm: Müslümanların huzur içinde yaşadığı yer. Dârüsselâm: kurtuluş ve güven yeri, cennet. dâsıtân: destan, meşhur hikâye. dâsıtâne: destan gibi olan. dâussılâ: vatan hasreti. dâva: savunulan düşünce, hak talebi, önemli mesele. dâvet: çağrı. dâvetname: davet mektubu. Dâvûd: büyük bir peygamber. Dâvûdvârî: Davut alehisselâm gibi. dâye: dadı, çocuk bakıcısı. debdebe: gösteriş gürültüsü, görkem. debretmek: kımıldatmak. deccâl: kıyametten önce ortaya çıkarak yandaşlarıyla birlikte dini yıkmaya çalışan azgın kimse. deccâlâne: deccal gibi. deccâliyet: din yıkıcı deccalın ilkeleriyle hareket edenlerin oluşturduğu mânevî şahsiyet. def: savma, savuşturma. defâ: kez, kere. defâât: defalar, kereler. defâin: defineler. defâten: birdenbire. defî: bir anda. defîne: yere gömülmüş kıymetli eşya. defn: gömme. defnetmek: gömmek. defterdâr: defterci, defter tutan. dehâ: üstün zekâ. dehâlet: girme, sığınma. dehân: ağız. dehlîz: dar ve uzun geçit. dehr: zaman, devir. dehrî: zamanla ilgili, kıyamete inanmayan îmansız felsefeci. dehriyye: dünyanın sonsuzluğuna inanan felsefecilerin yolu. dehriyyûn: zamanı tanrılaştıran îmansız felsefeciler. dehşet: ruhu birden kaplayan korku. dehşetengiz: korku verici. dejenere: bozulma, soysuzlaşma. dek: hile, oyun. dekaik: incelikler. dekk: ufalanma. delâil: deliller, kanıtlar. delâlat: delâletler, delil olmalar. delâlet: delil olma, yol gösterme. delâleten: delil olarak, yol göstererek. delîl: yol gösterici, kanıt. dellâl: yüksek sesle ilan eden, duyuran. delv: kova burcu. dem: kan, zaman, konu, kıvam. demâ: her zaman. demâdem: zaman zaman. demagoji: güzel sözlerle halkı kandırma siyaseti. dembedem: zaman zaman. demdeme: vızıltı, ses. demode: modası geçmiş. demokrasi: yöneticilerin halk tarafından seçildiği idare şekli. demvurmak: söz etmek. denâet: alçaklık. denî: alçak. deniye: alçak olan. depresyon: ruhî çöküntü. der: "içine, içinde" mânâsında ön ek. derâkab: hemen, derhâl. derârî: parlak yıldızlar, renkli şeyler. derc: içine alma, sokma. dercân: canına sokma, içine alma. derd: dert, hastalık, üzüntü, dilek, mesele. derdmend: derdi olan. derecât: dereceler, yukarı katlar. derece: gitgide yükselen durumların her biri, kerte. derekab: hemen ardından. derekât: derekeler, aşağı katlar. dereke: gitgide alçalan durumların her biri. dergâh: mak*** tekke. derhâtır: hatırlama. derk: anlama, kavrama. derketmek: anlamak, kavramak. dermân: ilaç, çare, güç. dermeyân: ortada, ortaya. derpey: ardı sıra. Dersaadet: istanbul. dershane: ders okunan yer. dersiâmm: herkese ders verebilen hoca. deruhte: üzerine alma, yüklenme. derûn: iç, gönül. derûnî: içle ilgili, içten. derviş: yaşayışını tarikatının edeplerine uyduran kalender kimse. derya: deniz. desâis: desiseler, hileler, oyunlar. desâtir: düsturlar, ilkeler. desîse: hile, oyun. dessas: hileci, oyuncu, aldatıcı. dessasâne: hileci, aldatıcı gibi. dest: el. destan: kahramanlık hikâyesi. destbedest: el ele. deste: demet, tutam. destek: dayanak. destgâh: tezgâh, işyeri. destûr: izin. dev: masallarda geçen korkutucu varlık. devâ: ilaç. devâen: ilaç olsun diye. devâhî: büyük belâlar, üstün zekâlılar. devâir: daireler, işyerleri. devam: sürüp gitme. deverân: dönme, dolaşım. devir: dönme, dolaşma, aktarma. devlet: ülkeyi yönetmek için örgütlenmiş siyasî topluluk. devr: devir, dönem, dönme, dolaşma, aktarma. devran: felek, talih. devre: dönem. devriye: dönen, dolaşan. deyn: borç. Deyyan: herkesin hakkını en iyi bilen ve veren Allah. Dıhye: bir sahabe. dırahşan: parlayan. dıyk: darlık. dibâce: önsöz, başlangıç. didar: göz, görme, görünme. dîde: göz. dîdebân: gözcü, gözleyen. dîk: ince, dar. dikkat: duygu ve düşünceyi bir noktada toplama, uyanıklık, incelik. dikta: zorbalık. diktatör: devleti keyfine göre idare eden "ulu" önder. dil: gönül, kalb. dilber: gönül alan güzel. dilşâd: gönlü hoş olmuş. dimağ: beyin. dimdik: gaga. din: peygamberin bildirdiği biçimde kulluk görevlerini belirleyen ilâhî nizam. dinamik: hareketli. dinar: eskiden kullanılan bir para. dindarâne: dindarca. dindaş: aynı dinden olan. dinperver: dini seven. dinsizdârâne: dinsizce. diplomat: ülkenin dış işleriyle uğraşan memur. dirâyet: yetenek, beceri, sezgi. direktif: yönlendirici emir. direm: dirhem. dirhem: üç gramlık ağırlık ölçüsü. diritnavt: diritnot. diritnot: büyük savaş gemisi. disiplin: uyulması gereken kuralların tamamı, sıkı düzen. divan: şiir kitabı, yüksek idare meclisi, mahkeme, sedir. divâne: aklı tam olmayan, kaçık. divânece: divane gibi. divanhâne: geniş sofa, salon. divânıharb: askeri mahkeme. diyânet: dindarlık, din işleri. diyâneten: dindarlık bakımından. diyar: ülke, yer. diyet: kan bedeli, can pahası. diyk: darlık, sıkışıklık. dogma: tartışılmayan kesin fikir. dogmatizm: bazı fikirleri her zaman doğru ve değişmez kabul eden felsefe. doktrin: bir sistem meydana getiren fikirlerin hepsi, öğreti. donanma: kendini donatma, deniz kuvveti, ışıklı şenlik. dost: samimi arkadaş. dostâne: arkadaşça. duâ: Allaha yalvarma, yakarış, isteme, dileme. dûçar: tutulmuş, yakalanmış. duhâ: kuşluk vakti. duhan: duman. duhûl: girme. dumûr: körelme, kuruma. dûn: aşağı. dûnhimmet: gayreti az. dûr: uzak. dûrendiş: ilerisi için kaygılanan. dûrendişâne: ilerisi için kaygılanırcasına. durûbuemsâl: atasözleri. dûş: omuz. dûşâb: pekmez. dü: iki. düello: şahitler önünde iki kişinin silahlı çarpışması. dühât: dahiler, üstün zekalılar. dükkân: öteberi satış yeri. Düldül: Peygamberimizin Hazreti Aliye hediye ettiği binek hayvanı. dülger: marangoz. dümdâr: ordunun arkasında giden gurup. dünyâ: içinde yaşadığımız âlem. dünyâdâr: dünyalı. dünyâperest: taparcasına dünyaya yönelen. dünyevî: dünya ile ilgili, dünyalı. dürbîn: dürbün. dürer: inciler. dürr: inci. Dürriyetim: Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm. dürûs: dersler. dürüst: doğru, düzgün. düstûr: ilke, kural. düşâb: pekmez. düşeş: iki altılık. düşvâr: zor, güç. düvel: devletler. düyûn: borçlar. ................................ E eâmm: pek umumi, en genel. eâzım: büyükler. eb: baba. ebâbil: bir kuş türü. ebâd: boyutlar, uzaklıklar. ebâtıl: boş inanışlar. ebced: Arap harflerinin diziliş sırası, bu harflerin rakam olarak değerlerinden yola çıkılarak yapılan hesap. ebcedî: ebcedle ilgili. ebdâ: en güzel, en bedi. ebed: sonsuz gelecek zaman. ebeden: sonsuza dek. ebedî: sonsuzla ilgili. ebediyet: sonsuzluk. ebediyyen: sonsuza kadar. ebedperest: sonsuzluğu sevip arzulayan. ebedülâbâd: sonsuzlar sonsuzu. ebeveyn: ana ile baba. ebkem: dilsiz. eblağ: yerinde adamına göre güzel söz söylemenin en üstünü. ebleh: alık, budala. eblehâne: alıkça, budalaca. ebnâ: oğullar. ebnâyıcins: aynı türden olanlar. ebrâr: hayırlılar, iyiler. Ebrehe: Kâbeyi yıkmak isteyen kumandan. ebrû: kaş, dalga dalga kırmızı yanak, bir süsleme sanatı. ebsâr: gözler. ebter: güdük, kesik. ebû: baba, ata. ebulâşey: hiçbir şeyi olmayan. ebvâb: kapılar, bölümler. ebyât: beyitler. ebyâz: en beyaz, parlak. ecânib: yabancılar. ecdâd: atalar, dedeler. ecel: ömrün sonu, vade. ecell: en büyük. echel: en cahil. echeliyet: aşırı bilgisizlik. ecinnî: tek cin. ecir: ücret, karşılık. ecîr: ücretle çalışan. ecirnâ: bizi koru. ecirnî: beni koru. eclâ: en parlak. ecliyet: sebeplik. ecmâ: en toplu. ecmâin: hepsi, cümlesi. ecmel: en güzel. ecnâs: cinsler, türler. ecnebî: yabancı. ecr: ücret, karşılık. ecrâm: cansız varlıklar. ecsâd: cesetler. ecsâm: cisimler. ecvibe: cevaplar. eczâ: cüzler, parçalar, kimyevi madde. eczâhâne: ilaç yapılıp satılan işyeri. edâ: yapma, ödeme, davranış, anlatım yolu. edat: "hem, için" gibi kendi başına mânâsı olmayan yardımcı kelime. eddâî: belli bir duacı, duacınız. edeb: terbiye, güzel ahlak, haya. edebî: edeple ilgili, güzel söz ve yazı. edebiyat: güzel ve etkili biçimde konuşma ve yazma sanatı. edebiyyûn: edebiyatçılar. edevât: âletler. edîb: edebiyatçı, edepli, terbiyeli. edîbâne: edebiyatçı gibi, edeplice, terbiyelice. edille: deliller, kanıtlar. ednâ: pek aşağı. edvâr: devirler, dönemler. edviye: devalar, ilaçlar. edyân: dinler. efâdıl: üstün nitelikli kimseler. efâl: fiiller, işler. efdal: daha üstün. efendi: sahip, saygın, terbiyeli. efgan: figanlar, inlemeler. efhâm: anlamalar, en iyi anlayan. efkâr: fikirler. efkârıâmme: umumun fikirleri, halkın düşünceleri. eflâk: gökler. Eflâtun: eski bir filozof efrâd: bireyler, insan tekleri. efsah: daha düzgün anlatım. efsâne: uydurulmuş hikâye, mitoloji. efsûn: sihir, büyü. efşan: "saçan" mânâsında son ek. efzâ: "artıran" mânâsında son ek. efzûn: fazla, çok. ego: ben, ene. eğerçi: gerçi. eğlenceperest: eğlenceye pek düşkün. Ehad: "bir, tek, benzersiz" olan Allah. ehâdîs: Peygamberimizin sözleri. ehadiyet: Allahın her bir eserindeki birlik tecellisi. ehaff: pek hafif. ehak: en hak, daha gerçek. ehass: en has. ehbâr: âlimler. ehemm: en önemli. ehemmiyet: önem. ehemmiyetkârâne: önem verircesine. ehevât: kardeşler. ehibbâ: ahbaplar, sevilenler. ehil: dost, sahip, usta. ehlen-sehlen: hoş geldiniz. ehlî: alışık olan, evcil. Ehlibeyt: Peygamberimizin neslinden olan. ehlibidâ: dine aykırı olanı dine sokanlar. ehlidalalet: islâmdan sapanlar, sapkınlar. ehlidünyâ: dünya adamı, âhireti düşünmeyen. ehlifelsefe: felsefeciler, felsefeye önem veren kimseler. ehlifen: fen ilimleriyle uğraşanlar. ehligaflet: gaflette olanlar, kul olduğunu hatırlamadan yaşayanlar. ehlihak: hak yolda olan. ehlihakîkat: hakikatı bulan kimseler. ehlihâl: inandıkları mânâları hâlleriyle yaşayanlar. ehlihidâyet: îman yoluna erenler, müminler. ehliîman: îmanlılar. ehliinsaf: insaflılar. ehliislâm: müslümanlar. ehlikalb: kalben ileri gidenler. ehlikeşif: perdeli olanı bilen velî. ehlikitab: ilâhî kitaplardan birine inanan. ehlikubûr: kabirdeki ölüler. ehliküfür: kâfirler. ehlinecat: kurtulanlar. ehlisefâhet: günahlara dalanlar. ehlisuffa: Peygamberimizin mescidinde kalan sahabeler. ehlisünnet: Peygamberimizin hak yolunda yürüyenler. ehlişirk: Allaha ortak koşanlar. ehlitakva: Allahtan korkup günahtan sakınan kimseler. ehlitarik: tarikat adamı. ehlitarikat: tarikata bağlı olan. ehlitevhid: Allahın birliğine inananlar. ehlivelâyet: velîler, erenler, kalbi nurlanmış müminler. ehlivukuf: iyi bilenler, bilirkişiler. ehliyyet: yeterlik, ustalık, yetki. ehlullah: Allah adamı, evliya, ermiş. ehram: firavun mezarı. Ehriman: ateşe tapanların kötülük tanrısı. ehülacâib: acayip şeylerin kardeşi. ehva: nefis arzuları, boş istekler. ehvâl: korkular. ehven: en zararsız, pek ucuz. ehvenüşşerreyn: iki şerden daha az zararlı olanı. ehya: ucuzluk, bolluk. eimme: imamlar, öncüler. ejder: büyük yılan. ejderha: iri yılan. ekâbir: büyükler. ekall: en az. ekalliyet: azlık, azınlık. ekânim: asıllar, rükünler. ekber: en büyük. ekdâr: kederler, üzüntüler. ekl: yeme. ekmel: en mükemmel. ekol: bir fikir üzerine kurulu okul, meslek. Ekrad: Kürtler. ekrem: daha kerim, en iyi. ekser: daha çok. ekserî: çoğunlukla. ekseriya: ekseriyetle, çoğunlukla. ekseriyet: çoğunluk. ekseriyetle: çoğunlukla. ekva: daha kuvvetli. ekvan: yaratılanlar. ekvanî: yaratılanlarla ilgili. ekvator: dünyayı ikiye ayıran hayâlî çizgi. el-amân: aman diliyorum! elân: şimdi, hâlâ. elâstik: esnek. elbette: kesinlikle. elcevab: cevabı şu. elem: acı. eleman: bir bütünün parçaları. elemkârâne: acılı bir biçimde. elemnâk: acı verici, acılı. elf: bin sayısı. elfâtiha: Fatiha sûresi. elfaz: lafızlar, sözler. elhak: hakikaten, doğrusu. elhamdülillâh: Allaha hamdolsun. elhannas: sinsice aldatan şeytan. elhâsıl: kısacası, özetle. elhubbulillâh: sevgi Allah içindir. elhükmülilekser: hüküm eksere göre verilir. elîf: alışan, alışkın. elîm: acı veren, acılı. elîmâne: acılı biçimde. elîme: acılı hâl. elîyâzübillâh: Allaha sığınırız. elkab: lâkaplar. elmas: değerli bir taş. elsine: lisanlar, diller. eltâf: lütuflar, en latîf, en hoş. elvah: levhalar, tablolar. elvan: renkler. elvanıseba: yedi renk. elvedâ: şu ayrılık! elyak: daha lâyık. elyevm: bugün. elzem: daha gerekli. elzemiyet: daha gereklilik. emam: ön taraf. eman: güven, güvenlik. emânât: emanetler. emânet: sonra alınmak üzere verilen şey. emâneten: emanet olarak. emâni: güvenlik. emârât: emareler, belirtiler. emâre: iz, belirti, bellik. emâret: beylik. emel: ümit, arzu. Emevîler: bir islâm devleti. emîn: güvenilir. emîr: bey, başkan. emirber: emir dinleyen. emirnâme: emir yazısı. emlâk: taşınmaz mallar. emmâbâdü: bundan sonra. emmâre: emreden, zorlayan. emn: eminlik, güvenlik. emniyet: güven, güvenlik. emperyalizm: bir ülkenin sınırlarını genişletme politikası. emr: emir, buyruk. emrâz: marazlar, hastalıklar. emsâl: misaller, eşler, benzerler. emsile: misaller, örnekler. emşac: nutfe, dağınık. emtar: yağmurlar. emvâc: dalgalar. emvâl: mallar. emvât: ölüler. emzice: mizaçlar, huylar. enam: yaratıklar, varlıklar. enâniyet: benlik, gurur. enbiyâ: nebîler, peygamberler. encam: son. encümen: meclis, komisyon. endad: benzerler, misiller. endâm: beden, boy. endaz: "atan, atıcı" mânâsında son ek. ender: içinde. ender: pek az bulunan. endîşe: kaygı. Endülüs: bir islâm devleti. ene: ben, benlik. enerji: güç. enfâ: daha faydalı. enfâs: nefesler. enfes: pek nefis, çok hoş. enfûs: nefisler, ruhlar. enfüsî: nefisle ilgili, insanlarının kendi iç âlemlerine ait. engiz: "koparan, veren" mânâsında son ek. engizisyon: kiliselerin işkenceci mahkemeleri. enhâr: nehirler, ırmaklar. enîn: inilti. enîndâr: inleyen. enîs: dost, arkadaş. enkaz: yıkıntı. enmûzec: nümune, örnek, model. ensâb: soylar, nesepler. ensac: dokumalar. ensâf: yarımlar. ensâl: nesiller, kuşaklar. ensâr: yardımcılar, Medineli sahabeler. enseb: en uygun. ente: sen. entrika: hile, düzen. envâ: neviler, türler. envâen: türler olarak. envâr: nurlar. enver: pek nurlu. enzâr: nazarlar, bakışlar. erâcif: uydurma sözler. erakk: pek ince. erbaa: dört. erbâb: sahipler, becerikliler, terbiyeciler. erbâin: kırk. erbâiyyet: dört olmak. Ercûze: Hazreti Alinin meşhur bir kasidesi. erhâm: döl yatakları, rahimler. erham: en merhametli. Erhamürrahimîn: merhamet edenlerin en merhametlisi olan Allah. erîke: koltuk, taht. erkân: esaslar, rükünler. ervâh: ruhlar, canlar. erzâil: reziller, alçaklar. erzâk: rızıklar, yiyecekler. erzan: pek ucuz. erzâl: reziller. erzel: daha rezil. esâbi: parmaklar. esâd: daha mutlu. esâdekümullah: Allah saadet versin. esahh: daha doğru. esâlib: üslûplar, tarzlar. esamî: isimler. esâret: esirlik, tutsaklık. esas: temel, kök. esasât: temeller, esaslar. esâtir: uydurulmuş hikâyeler, mitoloji. esbâb: sebepler, vasıtalar, vesileler, araçlar. esbâbperest: sebepleri yaratıcı sanan. esbak: daha önceki. esbât: torunlar. esdâf: sadefler, inci kabukları. esdikâ: sadıklar. esed: aslan. Esedullah: Allahın aslanı. esef: tasa, üzüntü, gam. esefâ: yazık! eser: yapı, iz, kitap. esfel: en aşağı. esfelisâfilîn: aşağıların en aşağısı. eshâb: sahipler. esham: hisseler, paylar. eshel: daha kolay. esîle: sorular, sualler. esîr: alemi kaplayan incecik madde. esir: savaşta teslim alınan kimse. Eski Said: Bediüzaman Hazretlerinin hayatında birinci dönem ismi. eslâf: selefler, öncekiler. eslâh: en iyi, en sâlih. eslem: en sağl*** en emin. esliha: silahlar. esmâ: isimler. esmaî: isimlerle ilgili. Esmaülhüsnâ: Allahın güzel isimleri. esmar: meyveler. esmer: rengi karaya çalan. esnâ: ara, vakit, sıra. esnâf: sınıflar, alım satımcı. esnam: sanemler, putlar. esrâ: pek çabuk. esrâr: sırlar, gizli mânâlar. esrârengiz: gizli ve sırlı olan. esrarkeş: esrar çeken. essebebükelfâil: sebep olan yapan gibidir. estağfirullah: Allah kusurumu affetsin. ester: katır. esvâb: giyecekler. esvât: sesler. esved: siyah, kara. eşâr: şiirler. Eşârî: itikadî bir hak mezhep kuran âlimin namı. eşbah: benzeyenler. eşcâ: daha yiğit. eşcâr: ağaçlar. eşedd: pek şiddetli. eşeff: en saydam. eşekk: pek şüpheci. eşfa: en çok şefaat eden. eşfâ: pek şifalı. eşfak: çok şefkatli. eşgal: işler, meşguliyetler. eşhas: şahıslar, kişiler. eşhûr: aylar. eşirrâ: şerliler, kötüler. Eşîya: bir peygamber. eşk: gözyaşı. eşkâl: şekiller. eşkıyâ: yol kesenler. eşmel: çok kaplayıcı. eşnê: en kötü. eşrâf: şerefliler, ileri gelenler. eşrâr: şerliler, kötüler. eşrât: şartlar, belirtiler. eşrâtısaat: kıyamet alâmetleri. eşref: en şerefli. eşrefimahlûkât: yaratılanların en şereflisi. eşşehîr: meşhur, ünlü, tanınmış. eşşükrülillah: şükür Allahadır. eşvâk: şevkler, aşırı istekler. eşya: nesneler, şeyler. etbâ: tâbî olanlar, bağlılar. etemm: en t*** noksansız. etfâl: tıfıllar, çocuklar. etıbbâ: tabipler, doktorlar. etîme: yemekler. etka: günah işlemekten çok çekinen. etkıyâ: çok takvalılar. etrâf: yanlar, taraflar. Etrâk: Türkler. etvâr: tavırlar, davranışlar. evâhir: âhirler, sonlar. evâil: başlangıçlar. evâmir: emirler. evânî: kaplar. evâsıt: vasatlar, orta hâlli olanlar. evc: doruk, yüce. evfak: en uygun. evhâm: vehimler, kuruntular. evkaf: vakıflar. evkat: vakitler. evkemâkal: söylendiği gibi. evlâ: daha iyi. evlâd: veledler, çocuklar. evleviyet: öncelik. evliyâ: kalbi nurlu müminler, erenler, velîler. evliyâullah: Allahın velîleri, sevgili kulları. evrâd: devamlı okunan dualar, zikirler. evrak: yapraklar, kağıtlar, belgeler. evride: toplardamar. evsâf: vasıflar, özellikler. evsat: orta, orta hâl. evtâd: direkler, kazıklar. evtâr: tek, eşsiz. evvâbin: tevbe edip günahtan dönenler. Evvel: herşeyden önce var olan ve yaratıkların önceki hâllerine de hükmeden Allah. evvel: ilk, önce, birinci. evvelâ: birincisi, önce. evvelbaba: ilk baba, her türün bir anda yaratılan ilk ferdi. evvelen: ilk olarak. evvelîn: öncekiler. evzâh: daha açık. ey: hitap sözü. eyâdi: eller. eyne: nereye, nerede? eynelmefer: nereye kaçmalı? eynesserâminessüreyya: yer nerede, Süreyya nerede? eytam: yetimler, babaları ölmüş çocuklar. eyvallah: peki, öyle olsun. eyvan: köşk, saray. eyyâm: günler. Eyyûb: hastalığına sabretmesiyle meşhur bir peygamber. eyyü: "ya, ey" mânâsında hitap edatı. eyyühelmünâfık: ey münafık, ey mümin görünen kâfir! eyzan: önceki gibi. ez: "den, dan" mânâsında ön ek. ezâ: üzme, incitme. ezahir: çiçekler. ezan: namaza davet için edilen nida. ezber: zihinde tutma. ezcümle: meselâ, bunun gibi. ezdâd: zıtlar. ezel: başlangıcı olmama, öncesizlik. ezelî: başlangıcı olmayan. ezeliyet: varlığının başlangıcı olmama. ezhân: zihinler. ezhâr: çiçekler. Ezher: Mısırda bulunan büyük bir üniversite. ezher: pek parlak. eziyet: büyük sıkıntı, incinme. ezkâr: zikirler, Allahı anmalar. ezkaza: kaza olarak. ezkiyâ: temiz ve iyi insanlar. ezkiya: zekiler. ezlem: en zâlim. ezman: zamanlar. ezmine: zamanlar. ezost: ondan. ezvâc: eşler. ezvâcıtâhirât: Peygamberimizin iffetli hanımları. ezvak: zevkler. ezyâl: zeyiller, ekler. ..................................... F faal: çalışkan, işleyen. faalâne: çalışkanca. faaliyet: çalışkanlık, çalışma. Faalünlimâyürîd: her istediğini yapabilen Allah. fâcia: acıklı olay. fâcir: günah işleyen. fâcire: günahkâr kadın. fâdıl: üstün nitelikli. fahâmet: anlayışlılık. fâhim: anlayışlı. fâhir: övünen, iftihar eden. fâhiş: ahlâksız, aşırı. fâhişe: büyük günahlar işleyen iffetsiz kadın. fâhişehâne: genelev. fahl: ileri gelen, üstün. fahm: kömür, karbon. fahr: övünme, iftihar etme. fahrî: karşılıksız, parasız. Fahriâlem: âlemin kendisiyle övündüğü Peygamberimiz. Fahrikâinat: kâinatın övüncü olan Peygamberimiz. fahriye: övünme. fahrüddeverân: devirlerin övüncü. fahşâ: büyük günahlar. fahûr: çok övünen. fâide: fayda, yarar. fâik: üstün. fâikiyet: üstünlük. fâil: iş yapan, özne. fâiz: paranın haram olan kârı. fakat: ama. fâkat: yokluk, bulunmama. fakd: bulunmayış. fakdülahbâb: sevilenlerin bulunmaması. fâkih: islâm hukukunu bilen. fâkihe: yaş meyve, yemiş. fakîr: muhtaç, yoksul. fakîrâne: fakirce. fakîrülhâl: fakir hâlde. fakr: yoksulluk, muhtaçlık. fakrıhâl: fakir hâllilik. fakrımutlak: tam ve sınırsız fakirlik. fakrpîşe: fakirlik yolunda. fakruzarûret: fakirlik ve yoksulluk. faktör: bir sonucu oluşturan unsurlardan her birisi. fakülte: meleke, üniversitenin bölümlerinden her biri. fâl: fal, belirti, uğur. Fâlık: büyümesi için tohumu çatlatan Allah. fâlihayr: iyilik belirtisi. familya: aile, soy. fanatik: aşırı taraftar. fânî: geçici, ölümlü. fâniyât: faniler, gelip geçiciler. fantâziye: yalandan gösteriş, boş debdebe. fantezi: hayâl ürünü, aşırı süs. fanus: süslü fener. Farâbî: Aristonun tesirinde kalan bir filozof. Faraklit: Peygamberimizin incildeki ismi. Fârân: Mekke dağlarının incildeki adı. faraş: süprüntü toplama aleti. farazâ: diyelim ki. farazî: farzedilen, varsayılan. faraziye: ispat edilmemiş düşünce, varsayım. farfara: gürültücü, övüngen. fâriğ: devreden, geçiren, çekilen. fârika: ayırıcı özellik. Fâris: iranlı. Fârisî: iran dili, iranla ilgili. farîza: kaçınılmaz ödev, boyun borcu. fark: ayrılık, başkalık. farmason: mason, islâm düşmanı. Fars: iranlı. fart: aşarılık. Fârûk: "hak ile batılı ayıran" mânâsında Hazreti Ömerin lâkabı. farz: her müslümanın şahsen yapmakla yükümlü bulunduğu ilâhî emir. farzetme: sayma, tutma. farzıayn: her müminin mutlaka yapması gereken vazife. farzıkifâye: bazı müminlerin yapmasıyla sorumluluktan kurtulunan vazife. farzımuhâl: imkânsızı bir an mümkün sayma. farziyet: farz oluş. fâsık: günahkâr. fâsıkımütecâhir: açıkça günah işlemekten utanmayan. fâsıl: ayıran, bölen. fasıl: mevsim, bölüm. fâsıla: ara, durak. fâsılasız: aralıksız. fâsid: bozuk, yanlış. fasîh: düzgün ve güzel konuşan. fâsih: fesheden, bozan, fasl: bölüm, mevsim. fâş: ortaya çıkmış. faşist: ırka dayalı baskı rejimine taraftar olan kimse. Fâtır: benzeri bulunmayan eserleri yaratan Allah. fâtih: açan, fetheden. fâtiha: başlangıç, birinci sûre. fâtihâne: fatihçe. fâtinülasr: asrın en akıllısı. faysal: hakkı batıldan ayıran. fayton: at ile çekilen binek arabası. fazâil: faziletler, üstünlükler. fâzıl: faziletli, üstün. fazîlet: üstün nitelik, meziyet. fazîletfuruş: üstünlük taslayan. fazîletkâr: faziletli, üstün nitelikli. fazîletmeab: üstün nitelikleri olan. fazîletperver: üstün nitelikleri seven. fazl: üstünlük, lütuf. fazlî: iyilik olsun diye. febiha: ne âlâ. fecâat: acıklı durum. fecere: günah işleyenler. fecet: acıklı hâl. fecî: çok acıklı. fecir: havanın ağarma zamanı. fecr: fecir, tan. fecrikâzib: yalancı fecir. fecrisâdık: gerçek fecir. fedâ: değerli nesi varsa verme. fedâî: feda eden, kendini adayan. fedâkâr: fedacı. fedâkârâne: fedakârca. fehim: anlama. fehm: anlayış. fehmen: anlama bakımından. fehmetmek: anlamak. fehva: mânâ, kavram. fekahet: fıkıh ilminde âlimlik, anlayışlılık. fekk: açma, ayırma. felâh: tam kurtuluş. felâhat: tarımcılık. felâket: büyük zararlar veren olay. felâketzede: felâkete uğramış. felâsife: felsefeciler, felsefeler. felç: inme. felek: gök, talih. felekiyyât: gök ilmi. felekiyyûn: gök ilimcileri. feletât: sürçmeler, falsolar. felillâhilhamd: Allaha hamdolsun. fellâh: ekinci, tarımcı. fels: bakır para, pul. felsefe: akıl yoluyla "niçin" sorusuna cevap arayan ilim. felsefî: felsefeyle ilgili. fem: ağız. fen: maddî ilim, bilim, hüner. fenâ: yokluk, geçicilik, kötü. fenâfilihvan: kardeşlerin varlığında erime. fenâfillâh: dünyayı kalben terkedip tamamen Allaha yönelmek. fenâfirresûl: kendi isteklerini terkedip peygamberde fani olmak. fenâfişşeyh: şeyhinde fani olmak. fennen: fence. fennî: fenle ilgili. fer: ışık, parıltı, süs. fer': ikinci derecede olan, kol, dal. ferâce: bütün vücudu kaplayan bir cins elbise. ferâgat: hakkı olanı bile istememe. ferah: geniş, iç açıcı, tasasız. ferâiz: farzlar, yapılması mecburi olan dinî emirler. ferâset: anlayış. ferc: yarık, dişi tenasül uzvu. ferd: fert, birey, tek, benzersiz. ferdâ: yarın. ferdaniyet: teklik, birlik, benzersizlik. ferdî: şahsî. ferdiferîd: benzeri görülmemiş, eşsiz. ferdiyet: birlik, teklik, eşsiz ve benzersiz oluş. ferec: ferahlık, genişlik, rahatlık. ferh: yavru. ferhan: sevinçli, rahat. ferî: ayrıntılarla ilgili. ferîd: eşi ve benzeri bulunmayan, yekta. ferik: general. ferikiyet: generallik. ferişte: melek. feriyye: ayrıntılar. fermâ: buyurucu. ferman: kesin emir, hüküm, bildiri. Ferraşin: Doğuda büyük bir ova. fersah: beş kilometrelik mesafe. ferş: yer, döşeme. feryâd: yüksek sesle yardım isteme. feryâdüfîzar: yüksek sesle yardım isteme ve yalvarma. ferzendâne: evlat gibi. fesâd: fesat, bozukluk, karışıklık. fesâdât: fesatlar, bozukluklar, karışıklıklar. fesâhat: düzgün ve güzel söz söyleme. fesh: bozma, kaldırma. fesl: ek yeri, hak söz. fesübhanallah: Allah bütün noksanlıklardan uzaktır. feşân: "saçan" mânâsında son ek. fetânet: zihin açıklığı, çabuk kavrayış. fetebârekallah: Allah mübarek etsin. fetevâ: fetvalar. feth: açma, fetih. fetih: açma, ele geçirme. fetişizm: bazı eşyaları putlaştırıp aşırı düşkünlük gösterme. fetk: ayırma, yarma. fetret: iki peygamber arasındaki bulanık zaman. Fettâh: her şeyi görülmedik biçimlerde açan Allah. Fettâhiyet: herşeyi uygun şekilde açma fiili. fetvâ: bir meseleyle ilgili dinî hüküm. fevâid: faydalar. fevâsıl: fasıllar, bölümler. fevâtih: başlangıçlar. fevc: gurup, topluluk. feverân: fışkırma, hızla çıkma. fevk: üst. fevkalâde: olağanüstü. fevkalbeşer: insanüstü. fevkalhad: sınırın üstünde. fevkalkanun: kanun üstü. fevkalkül: hepsinin üstü. fevkalmêmul: umulanın üstünde. fevkalzaman: zaman üstü. fevkaniyet: üstünlük. fevrî: hemen, düşünmeden. fevt: yitme, ölme. fevzâ: kargaşa. feya: ey! feyaacaba: hayret doğrusu! feyalilaceb: hayret ifadesi. feyezân: su taşkını. feyiz: bolluk, bereket, mânevî gıda. feyizdâr: feyizli. feyizkâr: feyizli. feyizyâb: feyiz alma, manen istifade etme. feylesof: filozof, felsefe ile uğraşan kişi. feylesofâne: filizofça. feylûle: ikindiden akşama kadar olan mekruh uyku. feyyâz: çok feyiz veren. feyz: bolluk, bereket, mânevî gıda. feza: artıran, çoğaltan. fezâ: uzay. fezâil: faziletler, üstün nitelikler. fezleke: özet. fıkdan: yokluk, bulunmama. fıkıh: ince anlayış, islâm hukuku. fıkra: kısa yazı, küçük hikâye, nükteli hikâyecik. fırâk: fırkalar, partiler, bölükler. fırfıra: topaç. fırka: parti, bölük. fırtına: şiddetli rüzgâr, korkutucu dalgalanma. fısk: günah, haktan sapma. fışkı: pislik, hayvan gübresi. fıtnat: yaradılıştan gelen iyi anlama kabiliyeti. fıtra: fitre, her zenginin vermesi gereken sadaka. fıtrat: yaradılış. fıtraten: yaradılıştan. fıtrî: yaradılışla ilgili. fî: içinde, içine, hakkında, üzere, dair. fidda: gümüş. fidye: bir suçtan veya esirlikten kurtuluş parası. figan: çığlık, inilti. figür: şekil. fîhinazarun: bir bakmak lâzım! fihrist: içindekiler listesi. fihriste: kitabın konularını gösteren liste. fihristevârî: fihrist gibi. fiil: iş, eylem, yüklem. fiilen: fiille, iş ile. fiilî: fiille ilgili. fiiliyât: fiiller, işler. fikir: düşünce. fikr: fikir, düşünce. fikren: fikirce. fikret: düşünme. fikretmek: düşünmek. fikrî: fikirle ilgili. filasl: aslı üzere. filcümle: genellikle, bütünüyle. filhakîka: gerçekten. fillah: Allah için. filvaki: olduğu gibi. firâk: ayrılık. firâr: kaçma. firârî: kaçak. firâset: hızlı kavrayış. firâş: döşek, yaygı. Firâvn: Firavun. Firâvun: ilâhlık davası güden ünlü bir ulu önder. Firâvunâne: Firavun gibi. Firâvuncuk: küçük bir Firavun. Firâvuniyet: Firavunluk. Firâvunmeşreb: Firavunun yolunda olan. Firdevs: cennette bir tabaka. Firdevsî: cennet gibi. firenk: Batılı. firenkmeşreb: Batılıların yolunda giden. firkat: ayrılık. fisâl: ayrılmışlar. fîsebîlillâh: sadece Allah için. fistan: hanım elbisesi. fiten: fitneler. fitne: kargaşa, karışıklık. fitneengiz: fitne sesebi olan. fîzâr: inilti, inleme. fobi: bazı şeylere karşı duyulan korku. fonoğraf: teyp. forma: bölüm, elbise. foya: aldatıcı süs, hile. Frengî: Batı dili, Batı ile ilgili. Frengistân: Batı ülkeleri. Frenk: Batılı. Frenkmeşreb: Batılıların izinde giden. fuâd: kalb, gönül. fudalâ: üstün nitelikli kimseler. fuhş: edebe aykırı hareket, har*** zina. fuhşiyât: çirkin işler, günahlar. fuhûl: büyükler, ileri gelenler. fuhuş: zina, haram fiil, günahlı iş. fukahâ: islâm hukuku âlimleri. fukarâ: fakirler. Furkân: hak ile batılı ayıran Kurân. fusahâ: düzgün ve güzel kanuşanlar. fustat: kıldan yapılan büyük çadır. fusûl: fasıllar, mevsimler, kısımlar. fuzlâ: en faziletli. Fuzûlî: büyük bir divan şairi. fuzûlî: gereksiz, fazlalık. fuzûlîyâne: gereksiz ve fazlalık olarak. füccâr: günahkârlar. fücêten: birdenbire. fücûr: günah, zina, sapma. fülûs: bakır paralar. fünûn: fenler, ilimler, hünerler. fürce: girecek yer, yarık. Fürs: doğu kavimleri. fürû: dallar, kollar, çocuklar, torunlar. fürûat: ayrıntılar. fürûş: döşemeler, yaygılar. füruş: "satan, taslayan" mânâsında son ek. füsehâ: güzel ve düzgün konuşanlar. füsûk: haktan sapma, doğrudan ayrılma. füsûn: büyüleyici güzellik. füsûnkâr: büyüleyici. fütûhât: fetihler, açmalar. fütur: bezginlik, gevşeklik. fütüvvet: iyi geçim, ihsan. füyûz: feyizler, mânevî ihsanlar. füyûzât: feyizler, mânevî gıdalar. füzûlât: gereksiz ve faydasız şeyler. ....................................... G gabâvet: anlayışsızlık, kalın kafalılık. gabî: anlayışı kıt. gabn: hileli alışveriş. gadab: öfke, gazap. gadabiye: öfkeyle ilgili. gaddâr: acımasız. gaddârâne: acımasızca. gadir: haksızlık etme. gadr: haksızlık. Gaffâr: günahları affeden ve bağışlayan Allah. gafil: habersiz, kul olduğunu hatırlamadan yaşayan. gafîr: kalabalık. gaflet: olup biteni sezmeme, kul olduğunu unutma hâli. gafletkârâne: gaflet edercesine. Gafûr: günahları daima ve pek çok affeden, Allah. gâh: arasıra, bazan. gâh: "yer" mânâsında son ek. gaib: görünmeyen. gaibâne: görünmeksizin. gaile: üzüntü veren belalı iş. gait: pislik. gaiyye: gayeye ait. galâ: pahalılık. galat: yanlış. galatât: yanlışlar. galebe: yenme, üstün gelme. galeri: sanat eserlerinin sergi yeri. galeyan: kaynama, coşma. galî: kıymetli. gâlib: galip, üstün, yenen. galibâ: sanılır ki. galibâne: galip şekilde. galiben: çok zaman, üstün olarak. galibiyet: üstünlük, yenme. galîz: çirkin. gam: tasa, kaygı. gamgama: haykırma. gamgîn: gamlı, kaygılı. gamız: derin ve gizli olan. gamıza: kolay anlaşılmayan, derin. gammaz: söz taşıyıcı. gamnâk: gamlı, tasalı. gamz: süzgün bakış. gamze: çene veya yanak çukuru. ganâim: savaşta elde edilen mallar. gangren: bulunduğu organı kullanılmaz hâle getiren bir hastalık. Ganî: sonsuz zengin olan Allah. ganîmet: savaşta elde edilen mal. gâr: "yapan, yapıcı" mânâsında son ek. gar: mağara. garâbet: gariplik. garâib: garip şeyler. garâibperest: garip şeylere pek düşkün. garâm: canlı duygu, arzu. gârât: yağmalar. garaz: gaye, kötü niyet. garazkâr: garazcı. garazkârane: garaz edercesine. garb: batı. gardiyan: hapistekileri bekleyen görevli. garet: yağma, talan, çapul. garetgîr: yağmacı. garetkâr: çapulcu. gareyn: alt ve üst çene, yani ağız. garib: batan. garîb: garip, yabancı, kimsesiz, yâd ellere düşmüş, yadırganan şey. garîbane: garipçe. garîbe: garip şey. garîbem: garibim. garîbüzzaman: zamanın garibi, yaşadığı zamanla uyumlu olmayan. garîk: batmış, boğulmuş. garîm: alacaklı. garîze: yaradılıştan olan. gark: batma, boğulma. garnizon: askerî birliklerin bulunduğu yer. garra: parlak. gars: fidan dikme. gasb: hakkı olmayanı zorla alma. gasıb: zorla alan. gasıbane: zorla alırcasına. gasl: yıkama, gusül. gaşiye: perde, kıyamet, bir sûre. gaşy: kendinden geçme. gavâmız: anlaşılması zor bilmeceler. gavî: çok azgın. gavr: çukurun dibi. Gavs: Abdülkadiri Geylanî hazretleri. gavs: büyük evliya. gavsiyet: büyük evliyalık. gâvur: kâfir, îmansız. gavvas: dalgıç. gâyât: gayeler. gayb: gizli, görünmeyen, belirsiz. gaybâşinâ: gaybı bilen. gaybbîn: gaybı gören. gaybet: orada bulunmama. 0cm;margin-bottom:0cm; margin-left:1.0cm;margin-bottom:.0001pt;mso-pagination:none'>gaybî: görünmeyenle ilgili. gaybîyâne: görünmeyenle ilgili olarak. gaybîyât: görünmeyenler. gaybîye: görünmeyen. gaybûbet: görünmeme, orada bulunmama. gaye: erişilmek istenen sonuç. gayet: pek çok. gayetsiz: sınırsız. gaylûle: sabah uykusu. gayr: diğer, başkası. gayret: çaba, çalışma arzusu, kıskanma duygusu. gayretullah: Allahın gayreti, hakkı koruma sıfatı. gayrimeşrû: helâl olmayan, yasak. gayrimüslim: müslüman olmayan. gayrimütenâhî: sonu olmayan. gayriresmî: resmî olmayan, sivil. gayrullah: Allahtan başkası, yaratılanlar. gayyâ: cehennem kuyusu. gayyur: gayretli, çalışkan. gayz: hınç, öfke. gazâ: din uğruna savaş. gazab: gazap, öfke, kızgınlık. Gazâlî: büyük bir islâm âlimi. gazanfer: kahraman, iri aslan. gâzât: gazlar. gazel: bir şiir türü. gazevât: gazalar. gazî: gaza eden. gazve: savaş. gedâ: fakir, kimsesiz. gem: idare etmek için atın ağzına takılan demir. genc: hazine, define. ger: eğer. ger: "yapan, yapıcı" mânâsında son ek. gerçi: her ne kadar. gerdân: boyunla göğüs arası. gerdendâde: boyun eğme. gergedan: vahşi bir hayvan. germ: sıcak, kızgın. geven: dikenli bir bitki. gevher: akıl, edep, asıl, cevher. Geylânî: kerametleriyle ünlü büyük bir velî. gıbta: imrenme. gıdâ: besin. gılâf: kılıf, kın. gıllugış: karar verememe, gönül sıkıntısı. gılman: cennet genci. gınâ: zenginlik. gıpta: imrenme. gıptakârâne: imrenircesine. gışâvet: göz perdesi. gıtâ: örtü, perde. gıyâb: göz önünde bulunmama. gıyâben: görmeyerek. gıyâbî: görmeziye. gıyâs: yardım isteyene yardım eden. gıybet: orada bulunmayan biri hakkında onun hoşuna gitmeyecek şeyler söyleyip ileri geri konuşma. gidişât: gidişler, işlerin yürüyüşü. gîr: "yapan, tutan" mânâsında son ek. gîrân: ağır, bıktırıcı. girdab: suların dönerek aktığı tehlikeli yer. girift: karışık, girişik, çapraşık. giriftâr: tutulmuş. girive: içinden çıkılmaz karışık durum. girizgâh: giriş yeri. giryân: ağlayan. girye: gözyaşı. Goethe: Almanların ünlü şairi. gonce: tomurcuk. görenek: görüp özenme. gramer: dilbilgisi. granit: bir çeşit sert taş. gubâr: toz. gudde: bez. gufrân: af. gulâm: genç, esir, çocuk. gulât: coşmalar, taşkınlıklar. gulûv: taşkınlık. gûlyabânî: masallarda sözü edilen hayâlî varlık, umacı, dev. gûnagûn: çeşit çeşit. gurbet: yabancı memleket, yâd el. gurbetzede: gurbete düşen. gurebâ: garipler. guremâ: alacaklılar. gurre: ışıldama. gurûb: batma. gurûr: kendini beğenme duygusu, böbürlenme. gurûrkârâne: gururlu bir biçimde. gusn: dal, budak. gusse: üzüntü, tasa, gam. gussedâr: gusseli, tasalı. gusül: bedenin her yerini yıkamak biçimindeki temizlik. gûyem: diyorum. guyûb: görünmeyenler, gizliler. guzât: gaziler, din için savaşanlar. güfte: şarkı sözü. güftügû: dedikodu. gülbank: toplulukça söylenen dua ve tekbir. güldeste: gül demeti, seçme. gülistân: gül bahçesi, güller ülkesi. gülle: top mermisi. gülşen: gül bahçesi. gülzâr: gül tarlası. güman: zan, şüphe. gümrah: günahkâr, gür, bol. günâh: dince suç olan şey. gürûh: topluluk. gürültühâne: gürültülü yer. güyâ: sanki. güz: sonbahar. güzâf: boş söz. güzerân: geçme, geçiş. güzergâh: geçilecek yer. güzeşte: geçen, geçmiş. güzîde: seçkin, seçilmiş. ................................... H hân: sofra. Hanbelî: bir mezhep, bu mezhepten olan kimse. hançere: gırtlak. handân: gülen. hande: gülüş. hâne: ev. hânedân: asil ve köklü aile. Hanefî: bir mezhep, bu mezhepten olan kimse. hânende: şarkıcı. hangâh: tekke. hanîf: islâmdan önce eski dinlerin kalıntılarıyla kulluk eden kimse. hanîn: arzudan gelen inleme, sızlanma. hanîs: yemini bozan. hankâh: tekke. Hannân: "çok acıyan, pek acıyıcı" mânâsında ilâhî isim. hannâs: şeytan. hanumân: ev, ocak. hanzale: meyvesi acı bir bitki. haps: hapis. har: diken. harâb: harap, yıkık. harâbe: yıkıntı. harâbegâh: yıkıntı yeri. harâbezâr: yıkılmış yer. harâbiyet: haraplık. harac: müslüman olmayanlardan alınan vergi. harâm: dince yasak edilmiş şey. harâmî: haydut, yolkesen. harâmiyet: haramlık, yasaklık. harârât: hararetler, sıcaklıklar. harâret: sıcaklık, ısı. harb: savaş. harbî: düşman. harbiye: harble ilgili, askeri okul. harc: gider, vergi. hardal: tohumları küçük bir bitki. hardale: hardal tanesi. harec: zorluk, sıkıntı. harekât: hareketler. hareke: Kurân harflerinin okunuşunu belirleyen işaretler. hareket: kımıldanma, davranma. harem: herkesin giremeyeceği yer, aile, eş. Haremeyn: Mekke ve Medine. Haremişerîf: kâfirlerin giremeyeceği Kâbe ve civarı. harf: alfabenin kendi başına bir mânâsı olmayan her işareti. harfiye: harf gibi olan şeyler. hârık: yakıcı, yakan. hâric: dış, dışarı, dışarıdan. haricen: dışarıdan. Haricî: Haricîler denilen asiler hareketine mensub kimse. haricî: dışa ait, dış ile ilgili. Haricîler: islâm tarihindeki asi ve sapık topluluklardan biri. hariciye: dışişleri. hârika: normalin üstünde olup hayret uyandıran şey. hârikanümâ: harika gösteren. hârikapîşe: harika eserler yapan. harikıyet: harikalık. hârikulâde: olağanüstü. harîm: herkesin girmesi yasak yer, harem. Harîrî: Makamât adlı eseri yazan ünlü edibin ünvanı. hâris: ekici. hâris: hırslı, açgözlü. harîs: aşırı hırslı. harita: bir yerin coğrafî durumunu bildiren çizgiler. hark: yakma. hârre: çok sıcak. hars: sürme, koruma, ekme, kazanma. Hârûn: Musa aleyhisselâmın kardeşi olan peygamber. Hârût: sihir belleten iki melekten birinin ismi. hâs: özel. hasâd: hasat, ürün kaldırma. hasâil: hasletler, huylar, nitelikler. hasâis: hasseler, nitelikler. Hasan: Peygamber Efendimizin büyük torunu. hasârât: zararlar. hasâret: zarar, ziyan. hasâset: yoksulluk, düşkünlük. hasb: göre, dolayı, için, cihetiyle. hasbelbeşeriyye: insanlık dolayısıyla. hasbelkader: kaderden dolayı. hasbetenlillah: Allah için. hasbî: karşılık beklemeyen. hasbihâl: görüşüp konuşma. hasbiye: "hasbünallahü ve nîmel vekil" sözü. hasbünâ: bize yeter. haseb: dolayı, sebebi, gereği. hased: haset, kıskançlık. hasen: güzel, güzellik. hasenât: güzel şeyler. hasene: güzel şey, sevap. hasf: ay tutulması. hâsıl: ortaya çıkan, ürün. hâsılât: ürün, gelir. hâsılıbilmasdar: masdarla oluşan fiilin uygulanmasından çıkan sonuç. hasım: düşman, muhalif. hâsid: haset eden, kıskanan. hasîn: sağlam. hasîr: hasret çeken. hasîr: zarara uğrayan. hasîs: basit, ufak, kötü. hâsiyet: özellik, özel fayda. haslet: huy, nitelik. hasm: düşman, muhalif. hasmâne: düşmanca. hasnâ: güzel kadın. hasr: yalnız biri için ayırma. hasret: özleyiş. hâss: özel. hassa: özellik, duygu. hassâs: duyarlı. hassâse: duyma melekesi. hassâsiyet: duyarlılık. hâssaten: özellikle. hasse: duyu, duygu. hasûd: kıskanan. hasûdâne: kıskanırcasına. hâşâ: asla. haşerât: böcekler. haşere: böcek. haşhaş: bir bitki türü. hâşî: huşûlu. Hâşimî: Peygamberimizin sülâlesinden. haşîn: kırıcı, katı. haşir: ölümden sonra dirilip toplanma. hâşir: toplayan, haşreden. hâşiye: sayfanın altındaki açıklama yazısı. haşmet: büyüklük, ihtiş*** görkem. haşmetkârâne: haşmetlice. haşmetnümâ: haşmet gösteren. haşr: ölümden sonra dirilip toplanma. haşruneşr: dirilip toplanma ve yayılma. haşv: fazladan söz, haşiv. haşyet: sevgiyle karışık korku. hat: yazı, çizgi, sınır. hatâ: yanlış, yanlışlık. hatab: odun. hatâender: hata içinde. hatâkâr: hatalı. hatâkârâne: hata edercesine. hatar: tehlike, uçurum. hatâyâ: hatalar. Hâtem: cömertliğiyle tanınan bir zengin. hatem: mühür, son. hatemiyet: hatemlik. Hâtemülenbiyâ: nebilerin sonuncusu olan Peygamberimiz. hatf: göz kamaştırma. hâtıf: göz kamaştıran. hâtır: akıl, zihin, hâl, gönül, değer. hâtırâ: anı, akılda kalan. hâtırât: hatıralar. hatiâ: hata, yanlış. hatiat: hatalar, yanlışlar. hatîb: konuşmacı, hatip. hâtif: sesi işitilen görünmez varlık. hâtime: son, son söz. hatip: konuşan, hitap eden. hatm: bitirme. hatme: baştan sona okuyup bitirme. hatt: sınır, çizgi, yazı, yol. hattâ: bile, hem, üstelik. hattab: oduncu. hattat: güzel yazı yazan kimse. hatve: adım, bölüm. havâdis: hâdiseler, olaylar, haber. havaî: hava ile ilgili. havâic: ihtiyaçlar. havâle: işin görülmesini başka birine bırakma. havâlî: yöre, taraf. havârık: harikalar. havârî: isa aleyhisselâmın yardımcısı. Havâric: sapık bir anlayışın sahibi olan Haricîler. havîriyyûn: havariler. havas: seçkinler. havâss: duyular, duygular. havâtıf: göz kamaştıran şeyler. havâtır: hatıralar. havâtim: mühürler, sonlar. havf: korku. havfullah: Allah korkusu. hâvî: kapsayan. hâviye: cehennem. havl: kuvvet, korku. havsala: kavrama kabiliyeti. havz: havuz. havza: sınırlı bölge. hayâ: utanma hissi. hayâl: insanın kafasında tasarladığı şey. hayâlâlûd: hayâlle karışık. hayâlât: hayâller. hayâlen: hayâl olarak. hayâlet: gerçek olmayan görüntü. hayâlî: hayâl ürünü olan. hayâliyyûn: hayâl edilen şeyleri gerçek kabul edenler. hayâlperest: hayâl peşinde koşan. hayat: dirilik, canlılık. hayatâlûd: hayatla karışık. hayatdâr: hayatlı. hayatfeşân: hayat saçan. hayatî: hayatla ilgili, önemli. hayatiyet: canlılık. hayatkârâne: hayatlı bir şekilde. hayatperest: yaşamaya pek düşkün olan. hayatperverâne: hayatı severcesine. haybet: elde edememe, mahrumluk. haydar: cesur, yiğit, Hazreti Ali. haydût: yol kesici. hayfâ: yazık! hayhay: baş üstüne. hayırhâh: iyilikçi. hayız: kadınlarda her ayın belirli günlerinde kanama ile kendini gösteren özel bir hâl, âdet hâli, hayz. haylaz: yaramaz, aylak. hayli: oldukça. haylûlet: araya girip perde olma, kapama. hayme: çadır. haymenişîn: çadırda oturan. hayr: iyilik. hayrân: çok beğenmiş, şaşıp kalmış. hayrât: hayırlar, iyilikler. hayret: şaşma. hayretâlûd: hayretle karışık. hayretbahşâ: hayret veren. hayretefzâ: hayret artıran. hayretengiz: hayret veren. hayretfezâ: hayret artıran. hayretkâr: hayretli. hayretkârâne: hayret edercesine. hayretnümâ: hayret içinde bırakan. hayretnümûn: hayret veren, şaşırtan. hayriyet: hayırlılık, iyilik. hayrülhalef: bırakılan yeri dolduran hayırlı kimse. haysebeyse: kararsızlık, karışıklık, darlık. haysiyet: değer, saygınlık. haysiyetiyle: bakımından. haysülâyeşûr: hissedilmeksizin. hayt: ip, bağ. hayvân: hayatlı, canlı, diri. hayvânât: hayvanlar, canlılar. hayvânî: hayvanla ilgili. hayvâniyet: hayvanlık. Hayy: ezelden beri hayat sahibi olan Allah. hayy: diri, canlı. hayye: gel, haydi! hayyealelfelâh: tam bir kurtuluşa gelin! hayyiz: yer, yön, hacim. hayz: hayız. hâzâ: bu, şu, o. hazâin: hazineler. hazâkat: ustalık, uzmanlık. hâzâminfadlırabbî: bu Rabbimin fazlındandır. hazân: sonbahar, güz. hazar: barış zamanı. hazer: çekinme. hazerat: büyükler. hazf: çıkarma, silme. hâzık: işini iyi bilen, uzman. hâzım: sindirici. hâzır: hazırda, huzurda olan. hâzırâne: orada gibi. hâzırûn: orada olanlar. hazîn: hüzünlü, üzüntü verici. hazînâne: hüzünlü bir hâlde. hazîne: altın, para ve mücevher gibi kıymetli şeylerin saklandığı yer. hazînedâr: hazine görevlisi. hazm: düşünceli hareket, sabır, sindirme. hazmınefs: kendi adına sabretme, içine sindirme. hazravât: yeşillikler. hazret: saygı ifadesi. hazz: haz, hoşlanma. hebâ: boşa gitme. hebâenmensûrâ: boşuboşuna. Hebenneka: ahmaklığı ile tanınmış bir adam. hecâ: ses artıran harfler, harflerin dizilişi. hecâî: heca ile ilgili. heccâv: hicveden, yeren. hedâyâ: hediyeler. hedef: gaye, nişan tahtası. heder: boşa gitme. hediye: armağan. hedm: yıkmak. hegemonya: üstünlük ve baskı. hekîm: doktor, hikmet sahibi. helâk: mahvolma, yıkılma. helâket: helâk olma, yıkılma. helâl: dinin izin verdiği şey. helezon: gittikçe daralan iç içe daireler. helminmezîd: daha yok mu? helümmecerrâ: çek beri getir, var kıyas eyle! hem: aynı, birlikte. hemcins: aynı cinsten. hemdest: el ele, birlikte. hemec: at sineği. hemeezost: hepsi ondandır. hemeost: hepsi odur. hemheme: rüzgârın tesiriyle çıkan yaprak sesi. hemşehri: aynı şehirden. hemşîre: kız kardeş, bacı. hemtâ: eş, benzer. hemze: elif harfi. hendek: kazılan uzun ve derin çukur. hendese: geometri, mühendislik. hendesevârî: geometrik. hendesî: geometri ile ilgili. hengâm: an, sıra, zaman. hengâme: gürültü patırtı. henîenleküm: afiyet olsun, helâl olsun, tebrik ederim. hercâî: yanar döner, gelgeç. hercümerc: karmakarışık. herçibâdâbâd: her ne olursa olsun. herdem: her zaman. herîf: âdi adam. Herkül: kuvvetiyle meşhur bir Yunanlı. herze: boş söz. herzegû: saçmasapan konuşan. herzekârâne: saçmasapan konuşarak. hesâbât: hesaplar. hevâ: nefsin istekleri, kötü arzular, hava. hevâî: uçarı, nefsine düşkün, sorumsuz. hevâiye: hava gibi olan lâtif şeyler. hevâmm: böcekler. hevâperest: yasak arzuları peşinde koşan. hevâperestâne: yasak arzuların peşinde koşarcasına. hevâtif: seslenen görünmez cinler. heves: gelip geçici istek, arzu. hevesât: hevesler, geçici arzular, yasak istekler. hevesî: hevesle ilgili. heveskâr: hevesli. heveskârâne: heves edercesine. hevesperverâne: hevesine düşkün bir biçimde. hevheve: yaprakların sesleri. heyâkil: heykeller, putlar. heyât: biçimler, görünüşler, topluluklar. heybet: hürmetle karışık korku uyandıran hâl. heyecân: coşkunluk, şiddetli hislenme. heyecânât: heyecanlar. heyelân: toprak kayması. heyêt: şekil, duruş, görünüş, topluluk, gök ilmi. heyhât: yazık, ne yazık! heykeltıraş: heykel yapan. heylûlet: araya girme, perdeleme, kapama. heyûla: korkutucu hayâl, felsefede eşyanın aslı kabul edilen şey. hezâr: bin. hezârân: binler. hezecât: ezgiler. hezeliyât: ciddi olmayan sözler. hezeyan: saçmalık, saçmalama. hezeyanvârî: saçmalarcasına. hezîmet: bozgun. hezl: saçma, uydurma. hıfz: saklama, koruma, ezber. hıkd: kin, intikam arzusu. hıllet: candan arkadaşlık. hınsıyemîn: yemin bozma. hınzır: domuz. Hırâ: Peygamberimize ilk vahyin geldiği mağara, Hira. hırka: kalınca kumaştan yapılmış elbise. hırkat: yanma. hırs: aç gözlülük, aşırı düşkünlük. hırz: koruma, saklama. hırzıcân: canı gibi koruma. hısâl: güzel huylar. hısâs: hisseler, paylar. hısn: kale, sığınak. hısset: düşüklük, adilik, küçüklük. hışm: öfke, hiddet. hıyâbân: iki tarafı ağaçlık yol. hıyânet: hainlik. hızân: hazine. Hızır: Kurânda adı geçen mübarek bir zatın ismi. hızlân: zarar, rahmetten mahrumiyet. hibe: bağış. hicâb: perde, utanma. Hicaz: Mekke ve Medinenin bulunduğu yer. hicrân: ayrılık, ayrılık acısı. hicret: göç, Peygamberimizin Medineye göçü. Hicrî: Hicretle başlayan takvime göre. hicv: hiciv, yerme, taşlama. hiç: boş, değersiz. hiçâhiç: bomboş. hidâyet: islâm yolu. hidâyetbahş: hidayet veren. hidâyetedâ: hidayet verici. hiddet: öfke. hidemât: hizmetler. hiffet: hafiflik. hikâyât: hikâyeler. hikâye: öykü. hikâyet: hikâye. hikem: hikmetler. hikemiyât: hikmetler, hikmetli sözler. hikmet: gaye, felsefe, gizli sebep, faydalı söz, bilgi. hikmetdârâne: hikmetlice. hikmetedâ: hikmetli. hikmetfeşân: hikmet saçan. hikmetmedar: hikmet kaynağı. hikmetnümâ: hikmet gösteren. hikmetperverâne: hikmetsevercesine. hilâf: karşı, zıt, aykırı. hilâfet: halifelik, Peygamberimizin mânevî mirası. hilâfî: ihtilaf sebebi olan. hilâfiye: ihtilaf konuları. hilâl: ara, aralık. hilâl: incecik yeni ay. hilât: süslü elbise, kaftan. hîle: düzen, aldatma. hîlebâz: hile yapan. hîlekâr: hileci. hîlekârâne: hile edercesine. hilkat: yaradılış. hilkaten: yaradılışça. hill: helâl. hilm: yumuşaklık, kızmama. hilye: güzel sıfatlar, Peygamberimizi tasvir eden yazılar. himar: eşek. himâye: koruma. himâyegerde: korunmuş. himâyet: koruma. himâyetkâr: koruyucu. himayetkârâne: korurcasına. himem: himmetler. himmet: kayırma, yardım, emek. hîn: zaman, vakit. hînâ ki: vakta ki, ne zaman ki. Hirâ: Peygamberimize ilk vahyin geldiği mağara. hisâr: kale. hiss: duygu. hisse: pay. hissedâr: hisseci, pay alan. hissen: duygu bakımından. hissetmek: sezmek. hissî: hisle ilgili, hissedilen. hissikablelvukû: önsezi. hissiyât: duygular. hitâb: hitap, konuşma. hitâbât: konuşmalar. hitâbe: konuşma. hitâben: konuşmakla. hitâbet: konuşma, nutuk. hitam: son. hitap: konuşma. hizâ: sıra, düzlük. hizb: bazı duaların ve ayetlerin bir araya getirilmesiyle oluşan kitap. hizb: parti, topluluk, gurup. hizbullah: Allaha îman eden topluluk. hizbüşşeytan: şeytana uyan topluluk. hizlân: ilâhî rahmetten mahrum kalmak. hizmet: emir dinleyip iş görme. hizmetkâr: hizmet eden. hoca: ilim öğreten kimse. hocavârî: hoca gibi. hod: kendi. hodbîn: bencil, kendini gören. hodbînâne: hodbince, bencilce. hodendiş: kendini düşünen. hodfikir: kendi fikrini beğenen. hodfurûş: kendini öven. hodfurûşâne: kendini övüp beğendirmeye çalışarak. hodgâm: kendini beğenmiş, bencil. hodperest: kendine düşkün. hodpesend: kendini beğenen. hodpesendâne: kendini beğenmişcesine. hokka: mürekkep kabı. hor: değersiz, adi. Horhor: Bediüzzaman Hazretlerinin medreselerinden biri. hoş: gönül okşayan. hoşâmedî: hoşgeldin. hoşnud: memnun. hoşsohbet: sohbeti tatlı. hû: o, Allah. hubâb: daneler, tohumlar. hubb: sevgi. hubbucâh: makam sevgisi. hubûb: tohumlar. hubûbât: tohumlar, tahıl. Hûd: Ad kavminin peygamberi. Hudâ: Rab, Allah. hudâ: hile, düzen. Hudâbîn: hakkı gören, Allahı tanıyan. Hudâperest: Allaha tapan. huddam: hizmetçi, hizmet eden cin. hudr: yeşillik. hudûd: sınır. hudûs: sonradan var olma. huffaş: yarasa. huffâz: hafızlar. hufre: çukur. hukuk: haklar, haklarla ilgili ilim. hukukî: hukukla ilgili. hukukiyyûn: hukukçular. hukukullah: Allahın hakları. hulâsa: özet. hulâsaten: özetle. hulâsatülhulâsa: özetin özeti. hulefâ: halifeler. hulel: hulleler, güzel elbiseler. hulf: dönme, aykırılık. hulfülvaad: sözden dönme. hulk: huy, tabiat. hulkî: yaradılışla ilgili, yaradılıştan gelen. hulle: değerli elbise. hulûd: ebedîlik, ölmezlik. hulûk: ahlâklar, ahlakî özellikler. hulûl: girme, geçme. hulûs: halislik, saflık, arılık. hulûsiyet: halislik, samimilik, temizlik. hulyâ: hülya, kuruntu, hayâl. humarî: sarhoşluktan gelen sersemlik hâli. humk: ahmaklık. humma: bir ateşli hastalık. humret: kırmızılık. hums: beşte bir. humûd: şehvet yokluğu, soğukluk, isteksizlik. Huneyn: Peygamber Efendimizin savaşlarından biri. hunhâr: kan dökücü. hunnes-künnes: bir kısım yıldızlar. hurâfât: hurafeler. hurâfe: uydurma. hurâfetkârâne: hurafeli gibi. hurâfevârî: hurafe gibi. hurdebîn: mikroskop. hurdebînî: mikroskobik. hurfe: mahrumluk. hûrî: cennet kızı. hûrilîyn: tarifsiz güzellikte cennet kızı. hurmet: haramlık, yasaklık. hurmetiribâ: faizin haram olması. hûrşîd: güneş. hurûc: çıkma, çıkış. hurûf: harfler. hurûfât: harfler. hurûfumukattaa: sûre başlarındaki şifreli harfler. hurûş: coşma, bağırma. hurûşân: coşmalar, şamatalar. husûf: perdelenme, ay tutulması. husûfât: perdelenmeler, ay tutulmaları. husul: olma, oluş. husulpezîr: meydana gelen. husûmet: düşmanlık. husûmetefzâ: düşmanlık saçan. husûmetkârâne: düşmanca. husûs: iş, konu, özellik. hususan: hususca, özellikle. hususât: hususlar, konular. hususen: özellikle. hususî: özel. hususiyet: özellik. huşû: sevgiyle karışık korku. huşûnet: kabalık, kırıcılık. hût: balık. hutame: cehennem. hutbe: dinî konuşma. hutebâ: konuşmacılar. hutûr: hatırlama. hutut: çizgiler, yazılar. hutuvât: adımlar. huveynât: hayvancıklar, mikroplar. huveyne: hayvancık, mikrop. huy: insandaki yerleşmiş özellik. huz: al, tut. huzmâsafâdâmâkeder: safa vereni al keder vereni bırak. huzme: ışık demeti. huzû: tevazu hâli. huzûr: birinin yanında bulunma, rahatlık. huzûrî: huzurda olarak. huzûrkârâne: huzurda gibi, huzur duyarak. huzûz: hazlar. huzûzât: hazlar, hoşa giden şeyler. hüccet: senet, belge, delil. Hüccetülislam: "islâmın delili" mânâsında Gazalînin namı. hücciyet: hüccetlik. hüceyrât: hücreler. hüceyre: hücre. hücre: odacık, canlıların en küçük yapısı. hücûm: saldırı. hücumât: saldırılar. hüddam: hizmet edenler, hizmet eden cin. Hüdhüd: Süleyman aleyhisselâmın haberci kuşu. hükemâ: hakîmler, düşünürler. hükkâm: hâkimler, söz sahipleri, devlet adamları. hükm: hüküm, yargı. hüküm: yargı, egemenlik. hükümdâr: hüküm sahibi, devlet başkanı. hükümet: hükmetme, ülkeyi idare eden kimseler topluluğu. hükümfermâ: hüküm süren. hükümrân: hükmeden, sözü geçen. Hülagû: kan dökücü bir hükümdar. hülyâ: hayâl, kuruntu. hümâ: devlet kuşu, saadet. hümanizm: insancılık iddiasıyla insanı tanrılaştıran sapık bir felsefe. hümâyun: kutlu, mutlu. hüner: ustalık, beceri. hünerver: hünerli. hünkâr: padişah. hünsâ: cinsiyeti belli olmayan. hürmet: saygı, haramlık. hürmeten: saygı duyarak. hürmetkâr: saygılı. hürmetkârâne: hürmet edercesine. hürr: hür, serbest. hürriyet: hürlük. hürriyetperver: hürriyetsever. hürriyetşiken: hürriyet kırıcı. Hüseyin: Peygamberimizin torunu. hüsn: güzellik. hüsnüniyet: güzel niyet. hüsnüzân: güzel sanma. hüsrân: zarar, umduğunu bulamama acısı. hüsûf: ay tutulması, sönme. hüsün: güzellik. hüsünperest: güzellik düşkünü. hüsünşiken: güzellik bozucu. hüşyâr: uyanık. hüvallah: o Allahtır. hüve: o, Allah. hüvehüvesine: aynen. hüvelbâkî: baki olan Allahtır. hüviyet: öz, kimlik. hüzn: üzüntü. hüznengiz: hüzün veren, üzen. hüznengizâne: üzüntü veren bir hâlde. hüzün: üzüntü. hüzüngâh: hüzün yeri. Hâdî: hidayet veren Allah. hâdî: hidayete ermiş, mürşit. hadîd: demir. hadika: bahçe. hâdim: hizmet eden. hâdim: yıkan, mahveden. hâdimüllezzât: lezzetleri bozan. hadîs: Peygamberimizin sözü. hâdis: sonradan var olan. hâdisât: olaylar. hâdise: olay. hadîsibilmânâ: anlam bakımından doğru hadîs. hadîsikudsî: mânâsı ilâhî sözü peygamberî olan hadîs. hadîsişerîf: Peygamberimizin şerefli sözü. hadra: yeşillik, yeşil. hadravat: yeşillikler. hads: birdenbire sezilen bilgi. hadsen: birdenbire sezmekle. hadsî: birdenbire sezilen. hadsiz: sınırsız. hafâ: gizlilik. hafakan: yürek oynaması, sıkıntı. hafâyâ: sırlar. hafaza: koruyucu. haffâr: kazıcı. hâfız: Kurânı ezberlemiş kimse. hâfıza: ezberleme yeteneği. hafî: gizli, saklı. hafîd: torun, oğul. hafiye: biri hakkında gizlice bilgi toplayan kimse. Hafîz: her şeyi koruyan ve saklayan Allah. hafîz: koruyan. hafîzâne: hafîzce. hafîziyet: hafîzlik, koruyuculuk. hafriyât: kazılar. hahambaşı: Musevîlerin dinî lideri. hâhem: isterim. hâhiş: fazla arzu. hâhişger: arzulayan. hâib: nasipsiz, ümitsiz, utanan. hâif: korkan, korkak. hâil: perde. hâin: emanete hıyanet eden. hâinâne: haince. hâiz: sahip, içine alan. hâize: sahip olan. hak: adalet, pay, doğruluk, emek, ücret, doğru. hâk: toprak. hakâik: hakikatlar, gerçekler. hakâikâşinâ: hakikatlere alışık. hakâiknümâ: hakikatları gösteren. hakaret: küçüklük, küçük görme. hakaretâmiz: hakaretle karışık. hakaretkârâne: hakaret edercesine. hakbîn: hakkı gören. Hakem: haklı ile haksızı ayıran Allah. hakendiş: hak için kaygılanan. hakeza: bunun gibi. hâkî: toprakla ilgili. hakîkat: öz, asıl, gerçek. hakîkatbîn: hakikatı gören. hakîkatfeşân: hakikat saçan. hakîkatmedâr: hakikatın kaynağı. hakîkatperest: hakikata pek düşkün. hakîkatperestâne: hakikata düşküncesine. hakîkatşiken: hakikatı kıran. hakîkatdâr: hakikatlı. hakîkî: gerçek, asıl, öz. Hakîm: her fiilinde hikmet ve gayeleri gözeten Allah. Hâkim: "hüküm veren, hak ve adalet üzere hükmeden, başkasını müdahale ettirmeden idare eden" mânâsında ilâhî isim. hakîmâne: hikmetlice. hâkimâne: hükmedercesine. hakîmiyet: hakîmlik. hâkimiyet: hâkimlik. hakîr: aşağı, küçük, önemsiz. Hakk: Allah. hakk: doğru, gerçek, pay, adalet, din. hâkk: kazma, oyma. hakkalyakîn: kendisi yaşamışcasına en yüksek seviyede bilme. hakkan: gerçekten, doğrusu. hakkaniyet: gerçeklik ve doğruluk. haknümâ: hakkı gösteren. hakperest: hakka pek düşkün. hakperestâne: hakka pek düşkün biri gibi. hakşinas: hakkı tanıyan. hâl: durum, görünüş, nitelik, şimdi, tâkat. hal: yapıp bitirme, indirme. hâlâ: şimdi, henüz. halâs: kurtuluş. halâskâr: kurtarıcı. hâlât: hâller. halâvet: tatlılık, şirinlik. halâyık: hizmetçi. hâle: ay çevresinde görülen parlak daire, ayla. halecân: kalbin çarpıntısı. hâledâr: hâleli. halef: birinin yerine geçen. halel: bozukluk, zarar. haleldâr: bozulmuş, zarar görmüş. hâlen: durumca, şimdi de. hâlet: hâl, durum. hâletinezi: can çekişme. half: arka. Hâlık: yaratıcı. Hâlıkıyet: yaratıcılık. hâlî: boş, tenha. hâlî: hâlle ilgili. halîc: liman, koy. haliçe: küçük halı. hâlid: sonsuz. hâlif: yeminli, sözleşen. halîfe: öncekinin yerine geçen, Peygamberimizin vekili. hâlihâzır: şimdiki durum. hâlik: helâk olan, yıkılan, bozulan, silinen. halîl: samimi dost. halîliye: dostane münasebet ve samimi kardeşlik. Halîlullah: "Allahın dostu" mânâsında ibrahim aleyhisselâmın namı. halîm: yumuşak huylu, kızmayan. halîme: yumuşak huylu kadın, Peygamberimizin süt annesi. hâlis: saf, duru, katışıksız. hâlisâne: halisçe. hâlisen: halis olarak. hâlisiyet: halislik, saflık, duruluk. halita: karışık olan, karma. hâliyet: hâl oluş. halk: insan topluluğu. halk: yaratma. halka: daire, çember. halkışer: kötüyü yaratma. hallâc: pamuğu didik didik eden. Hallâk: yaratan. hallâkiyet: yaratıcılık. hallisnâ: bizi kurtar. hallüakd: çözme ve düğümleme. hallüfasl: çözme ve ayırma. hallüsinasyon: olmayanı varmış gibi hissetme. halt: karıştırma, hata. halûk: iyi huylu. halvet: tenha yerde yalnız kalmak. halvethâne: yalnız kalınan yer. Halvetî: gizliliğe önem veren bir tarikatın mensubu. hamâkat: ahmaklık, bönlük. Hâmân: Firavunun veziri. hamâset: kahramanlık. hamd: medih ve şükür. hamdele: Elhamdülillah sözü. hamdüsenâ: medih, şükür ve övgü. hâme: kalem. hamele: taşıyanlar, yüklenenler. hâmızıkarbon: karbondioksit. hâmî: himaye edici, koruyucu. hâmîd: hamdeden. hâmie: çamurlu, dumanlı. hâmil: yüklenen. hâmile: yüklü, gebe. hâmisen: beşinci olarak. hamiyet: din ve millet gibi önemli değerleri koruma ve bunlara hizmet etme duygusu. hamiyetfurûş: hamiyetlilik taslayan. hamiyetkâr: hamiyetli. hamiyetperver: hamiyetsever. haml: yük, yüklenme, yükleme. hamle: yüklenme, saldırma. hamletme: yükleme. hamr: şarap. hamrâ: kırmızı. hamse: beş. hamûle: yük. hamûş: susmuş. han: eski zaman oteli. hân: hükümdar. han: "okuyan" mânâsında son ek. ...................................... I ırak: uzak. ırâka: akıtma. ırk: kök, soy. ırz: namus, iffet. ırza: razı etme. ıskat: düşürme. ıslâh: iyileştirme. ıslâhât: iyileştirmeler. ıslâhhâne: ıslahevi. ısrar: ayak direme. ıstıfâ: ayıklanma, saflaşma. ıstılâh: bir kelimenin belli bir ilim dalında kazandığı anl*** terim. ıstılâhât: ıstılahlar, terimler. ıtlâk: sınırlandırmama, salıverme. ıtnab: sözü uzatma. ıtr: ıtır, güzel koku. ıtriyyat: güzel kokular. ıttılâ: bilgi, bilme. ıttırad: düzenli gidiş. ıyâdet: hastayı ziyaret edip hatırını sormak. ıyâl: bir kimsenin geçindirmek zorunda olduğu kişiler. ıyaz: sığınma. ızdırabat: ızdıraplar, acılar, darlıklar, sıkıntılar. ızrar: zarar verme. ıztırâb: acı, darlık, sıkıntı. ıztırâr: zorda kalma. ıztırâren: zorda kalarak. ıztırârî: mecburi. ........................................ İ iâde: geri verme. iâdeten: geri vererek. iânât: yardımlar. iâne: yardım. iâşe: geçindirme, besleme. ibâ: çekinme. ibâd: kullar. ibâdât: ibadetler. ibâdet: Allahın emirlerini yerine getirmek. ibâdetgâh: ibadet yeri. ibâdethâne: ibadet evi. ibâdetkâr: ibadetli, ibadet eden. ibâdullah: Allahın kulları. ibâhât: haram olmayanlar. ibâhe: helâl kılma. ibâhiyye: haramı helâl sayan sapkınlar. ibârât: ibareler, metinler, yazılar. ibâre: metin, yazı. ibâret: meydana gelmiş, kadar. ibdâ: yoktan örneksiz yaratma. ibhâm: kapalı bırakma, açıklamama. ibkâ: sürekli kılma, bakileştirme. iblâğ: ulaştırma. iblis: şeytan. iblisâne: şeytanca. ibn: oğul, oğlu. ibnullah: "Allahın oğlu" mânâsında sapkınlık ifade eden bir tabir. ibnüzzaman: zamanın oğlu, devrin adamı. ibrâ: temize çıkarma. ibrâhimvârî: ibrahim aleyhisselâm gibi. ibrânî: Yahudi sülalesi, o sülaleden olan kimse. ibrâz: gösterme. ibre: ölçü aletlerindeki iğne. ibret: bir hâdiseden alınan ders. ibretâmiz: ibret öğreten. ibretfeşân: ibret saçan. ibretnümâ: ibret gösteren. ibrik: bir su kabı. ibrişim: ipekten yapılmış iplik. ibtâl: bozma, boşa çıkarma, uyuşturma. ibtâlihis: duyguları uyuşturma, anestezi. ibtidâ: başlangıç. ibtidâî: ilkel. ibtilâ: tiryakilik, düşkünlük. ibtizâl: çokluktan dolayı değer kaybı. îcâb: lüzum, gerek. îcâbât: gerekler, cevap vermeler. icâbet: cevap verme. icâbî: icapla ilgili, gerekli. îcad: yoktan yaratma. îcadî: yaratmayla ilgili. îcâr: kiralama. îcâre: kira, gelir. icâz: az sözle çok mânâ anlatma. îcâz: benzerini yapmakta insanı âciz bırakan. icâzât: izinler, diplomalar. icâzdârâne: az sözle çok mânâ anlatırcasına. icâzet: izin. icâzetnâme: diploma. îcâzî: icazla ilgili, mûcize olan. icâzkâr: icazlı, sözü az mânâsı çok. îcâzkârâne: benzerini yapmakta insanı âciz bırakırcasına. îcâzvârî: mûcize gibi. icbâr: zorlama. icl: dana. iclâ: cilalama. iclâl: saygı göstermek, büyüklük. iclâs: oturtma, tahta çıkarma. icmâ: toplama, büyük âlimlerin bir mesele üzerinde birleşmeleri. icmâen: topluca, birleşerek. icmâkârâne: topluca. icmâl: özetleme. icmâlen: kısaca, özetle. icmâlî: kısa, özlü. icrâ: uygulama, yapma. icrâât: uygulamalar, yapmalar. ictihâd: âyet ve hadîslerden hüküm çıkarma, içtihat. ictihâdât: hüküm çıkarmalar. ictihâdî: içtihatla ilgili. ictihâdîye: içtihatla ilgili olan. ictimâ: toplanma, içtima. ictimâât: toplanmalar. ictimâî: toplumla ilgili. ictimâiyyât: sosyoloji, toplumbilim. ictimâiyyûn: toplumbilimciler. ictinâ: meyve toplama. ictinâb: içtinap, sakınma, kaçınma. îd: bayram. îdâd: hazırlama. îdâdî: hazırlıklık devresi. îdâdiye: hazırlamayla ilgili, eskiden lise seviyesindeki okul. îdam: yok etme, öldürme. idâme: devam ettirme. idâre: yönetme, yönetim. idbâr: düşkünlük. iddet: kocası ölen kadının bekleme süresi. iddia: tez, direnme. iddiaen: iddia ederek. iddianâme: iddiaların toplandığı yazı, metin. iddihâr: biriktirme. iddihârât: biriktirmeler. ideâl: gaye, ülkü. ideoloji: fikir sistemi. idgam: gizleme. idhâl: içeri alma, ithal. idhâlât: dışarıdan alımlar, ithalat. idlal: saptırma, sapma. idman: alıştırma. idrâk: kavrayış. idrâr: sidik. idris: ilk elbiseyi diken peygamber. îfâ: ödeme, yerine getirme. ifâdât: anlatımlar. ifâde: anlatım. ifâkat: iyileşme. ifâza: feyizlendirme. iffet: namusluluk. ifhâm: anlatma. ifhâm: susturma. ifk: iftira. iflâh: kurtulma. iflâs: fakirleşme. ifnâ: yok etme. ifrağ: dönüştürme. ifrat: aşırılık. ifratâlûd: aşırılıkla karışık. ifratkâr: aşırı giden. ifratkârane: aşırı gidercesine. ifratperver: aşırılığı seven. ifratperverâne: aşırılığı severcesine. ifrâz: ayrılma, akma, salgı. ifrâzât: akıntılar, salgılar. ifrit: tehlikeli cin. ifsâd: bozma. ifsâdât: bozmalar. ifşâ: gizli olanı açıklama. ifşâât: ifşalar. iftihar: övünme, kıvanma. iftiharkârane: övünürcesine. iftikar: fakirliğini bilip gösterme. iftikarat: fakirliğini bilip göstermeler. iftira: birine aslı olmayan bir suç yükleme. iftirak: ayrılma. iftiraname: iftira yazısı. iftiras: parçalama. iftitah: namaza başlarken alınan tekbir. iğbirar: kırılma, gücenme. iğdab: öfkelendirme. iğdiş: burulmuş. iğfal: aldatma, ayartma. iğfalât: iğfaller, aldatmalar. iğlak: kapalılık, anlaşılmazlık. iğtinam: yağmalama. iğtişaş: karışıklık. iğva: azdırma, baştan çıkarma. ihafe: korkutma. ihâle: işi uygun olana verme. îhâm: vehme düşürme. ihânet: hainlik. ihânetkâr: ihanetçi, hain. ihânetkârâne: ihanet edercesine. ihâta: çevirme, kuşatma, kavrayış. ihâtât: ihatalar, kuşatmalar, kavrayışlar. ihbar: haber verme. ihbarât: haber vermeler. ihdâ: îman yolunu gösterme, hediye etme. ihdâs: yeni bir şey ortaya çıkarma. ihfa: gizleme. ihkak: hakkı yerine getirme. ihkakıhak: hakkı sahibine vermek. ihkâm: sağlamlaştırma. ihlâf: yemin ettirme. ihlâk: helâk etme, yok etme. ihlâl: bozma, sakatlama. ihlâs: her işi Allah için yapmak. ihmâl: boşlama, savsaklama. ihrâc: ihraç, çıkarma, dışarı atma. ihrâcât: dışarıya mal satma. ihrak: yakma. ihram: hacıların elbisesi. ihrâz: kazanma, erişme. ihsâ: sayma. ihsan: güzelce verme, iyilik. ihsanât: ihsanlar. ihsanperver: ihsan etmeyi seven. ihsâs: hissetme, hissettirme. ihtar: hatırlatma. ihtarât: hatırlatmalar. ihticâc: delil gösterme. ihtidâ: îman yoluna girme. ihtifâ: gizlenme. ihtifâl: tören. ihtifâlât: törenler. ihtikâr: malı kıymetlensin diye saklama. ihtilâc: çırpınma, seğirme. ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık, ayrılık. ihtilâfat: anlaşmazlıklar, ayrılıklar. ihtilâfî: anlaşmazlık konusu. ihtilâl: ayaklanma, kargaşalık. ihtilâlât: ihtilâller, ayaklanmalar. ihtilâlkârâne: ihtilâl yaparcasına. ihtilâm: uyurken cenabet olma. ihtilât: karışma, görüşme. ihtilâtat: karışmalar, görüşmeler. ihtimal: olabilirlik. ihtimalat: ihtimaller. ihtimam: özen, özenme. ihtimamât: ihtimamlar, özenmeler. ihtimamkâr: ihtimamcı, özen gösteren. ihtimamkârâne: ihtimam gösterircesine, özenerek. ihtirâ: yepyeni bir şey ortaya çıkarma. ihtiram: hürmet etme. ihtiras: aşırı istek. ihtirasât: ihtiraslar, aşırı istekler. ihtiraz: çekinme. ihtisar: kısaltma. ihtisaren: kısaltarak. ihtisas: hissetme, duyumsama. ihtisas: uzmanlık. ihtisasat: hislenmeler, duygulanmalar. ihtisasat: uzmanlıklar. ihtişam: görkem, etkileyici görünüş. ihtiva: içine alma, kapsama. ihtiyacât: ihtiyaçlar. ihtiyac: gerek duyma, gerek duyulan şey. ihtiyar: seçme, isteme, yaşlı kimse. ihtiyare: ihtiyar hanım. ihtiyarem: ihtiyarım, yaşlıyım. ihtiyaren: seçerek, isteyerek. ihtiyarî: isteğe bağlı, istemekle. ihtiyarsız: istek dışı, istemeden. ihtiyat: ilerisini düşünerek davranma. ihtiyaten: ilerisini düşünerek. ihtiyatî: ihtiyatla ilgili. ihtiyatkâr: ihtiyatlı. ihtiyatkârane: ihtiyatlı bir biçimde. ihtizâr: çekinme, sakınma. ihtizaz: titreme, hoşlanma. ihtizazât: titremeler, hoşlanmalar. ihvân: kardeşler. ihvânî: kardeşlikle ilgili. ihvetî: kardeşim. ihyâ: canlandırma. ihzâr: hazırlama. ihzârât: hazırlamalar. ihzâriye: hazırlama. îka: yapma, etme. îkaât: yapıp etmeler. ikab: azap, eziyet, ceza. ikame: yerine koyma. ikamet: oturma, yerleşme. ikametgâh: oturulan yer, adres. îkan: kesin biliş. îkaz: uyarı. îkazât: uyarılar. îkazkâr: uyarıcı. îkaznâme: uyarma yazısı. ikbâl: yönelme, talihlilik, saadet. iklim: bir yerin hava durumu. ikmâl: tamamlama. iknâ: inandırma. ikra: oku! ikrâh: zorlama, tiksinme. ikrâm: ağırlama. ikrâmât: ikramlar. ikrâmiye: armağan olarak verilen para. ikrâr: söyleme, dile getirme. ikrâz: borç verme. iksir: çok tesirli ilaç. iktibas: alıntı, söz nakletme. iktibasen: alıntı yaparak. iktidâ: uyma. iktidâen: uyarak. iktidar: güçlülük. iktifa: yetinme. iktifaen: yetinerek. iktiham: dayanma, katlanma. iktiran: iki şeyin bir arada gelmesi, yakınlık. iktisa: giyinme. iktisâb: kazanma, edinme. iktisâd: tutum, harcamada aşırıya kaçmama, ekonomi. iktisar: kısaltma. iktiza: gerekme, gereklik. ilâ: "kadar" mânâsında ön ek. îlâ: yüceltme, yayma. ilââhir: sonuna kadar. ilââhirilâyet: âyetin sonuna kadar. ilâh: tanrı. ilâhe: tanrıça. ilâhî: Allaha dair. ilâhiyat: Allahtan bahseden ilim. îlâm: bildirme. îlâmnâme: bildirme yazısı. ilân: duyurma, duyuru. ilânât: ilanlar, duyurular. ilânihaye: sona kadar. ilânnâme: duyurma yazısı. ilâve: ek. ilâveten: ek olarak. îlâyıkelimetullah: Allah kelâmını yayma. ilbâs: giydirme. ilca: gereklilik, zorlama. ilcaât: gereklilikler, zorlamalar. ilel: sebepler, hastalıklar. ilelebed: sonsuza kadar. îlem: bil! îlemeyyühelazîz: bil ey azîz! ileyh: ona. ilga: kaldırma. ilhâd: dinsizlik. ilhâh: zorlama. ilhak: katma, ekleme. ilhâm: Allah tarafından kalbe gelen mânâ. ilhâmât: ilhamlar, kalbe gelen mânâlar. ilhâmen: ilham olarak. ilhâmî: ilhamla ilgili. ilka: ekme, bırakma. ilkaât: ilkalar, ekmeler. ilkah: dölleme, aşılama. illâ: ille, ne olursa olsun, özellikle. illallah: Allahdan başka. ille: sebep, illa. illet: hastalık. illet: asıl sebep. illiyet: sebeplik. illiyyîn: cennetin en yüksek yeri. illüzyon: cisimleri yanlış idrak etmek. ilm: ilim. ilmelyakîn: ilim yoluyla kesin biliş. ilmî: ilimle ilgili, ilme uygun. ilmihâl: "hâl ilmi" mânâsında herkese gerekli olan dinî hükümleri bildirmek maksadıyla yazılan kitaplara verilen isim. ilmiye: âlimler yolu. ilsâk: yapışma, bitişme. iltibas: karıştırma, ayıramama. ilticâ: sığınma. ilticâgâh: sığınak. ilticâkârâne: sığınırcasına. iltifât: lütfetme, gönül alma, güzel sözle okşama. iltifâtât: iltifatlar, gönül almalar, lütfetmeler. iltifâtkârâne: iltifat edercesine. iltihâb: yanma, kızışma. iltihak: katılma. iltihâm: kaynaşma. iltika: kavuşma. iltimas: kayırma. iltisak: kavuşma. iltiyâm: kaynaşma. iltizam: kayırma, taraf tutma, gerekli bulma. iltizamkârâne: taraf tutarcasına. iltizamperverâne: taraf tutmayı severcesine. ilyâs: Kuranda adı geçen bir peygamber. ilzâm: susturma, sözle üstün gelme, yenme. îmâ: dolayısıyle anlatma. imâd: direk. îmâen: ima ederek. îmâî: ima şeklinde. îmâl: yapma, yapım. îmâlât: yapmalar, yapımlar. imâle: meylettirme, uzun okuma. imam: namaz kıldıran kimse, büyük âlim, önder. imame: sarık, tesbih başı. imamet: imamlık, önderlik. imamımübîn: bir nevi kader defteri. imân: çok dikkatli olma. îmân: inanma. îmânî: îmanla ilgili. îmânperver: îmanı seven. îmar: yapma, onarma, şenlendirme. îmarât: imarlar, yapmalar, onarmalar. imâret: bayındırlık, fakirlere yemek verilen yer. îmarkârâne: imar edercesine. imâte: öldürme. imbik: süzme aleti. imdâd: imdat, yardım. imdâdât: yardımlar. imdi: şimdi. imha: bozma, yıkma, yok etme. imhâl: erteleme. imkân: olabilirlik. imkânât: imkânlar, olabilmeler. imkânî: olabilen. imlâ: doldurma, yazma bilgisi. imrân: Hazreti Meryemin babası. imrâr: geçirme. imsâk: el çekme, oruca başlama zamanı. imtidâd: uzama. imtihan: sınama. imtihanât: sınamalar. imtinâ: çekinme, yanaşmama, imkânsız olma. imtinân: minnet etme. imtisâl: misal edinme, benzemeye çalışma. imtisâlen: misal edinerek, uyarak. imtiyaz: ayrıcalık. imtiyazât: ayrıcalıklar. imtizâc: uyuşma, kaynaşma. imtizâcât: kaynaşmalar, uyuşmalar. imtizâckâr: uyuşan, kaynaşan. imtizâckârâne: kaynaşarak, uyuşarak. inâbe: günahı terkedip hakka yönelme. inâd: ayak direme, inat. inâdî: inada dayanan. inâm: nimetlendirme. inâmât: nimetlendirmeler. inâmperver: nimetlendirmeyi seven. inâs: kadınlar. inaş: hareketlendirme. inâyât: yardımlar. inâyet: yardım. inâyethâh: yardım isteyen. inâyetkâr: yardım eden. inâyetkârâne: yardım edercesine. inâyetnâme: yardım yazısı. inâyetperver: yardımsever. inbât: otun bitmesini sağlama. inbik: imbik, süzme âleti. inbisât: genişleme. incil: dört büyük ilâhî kitaptan biri. incilâ: cilâlanma, parlama. incilâb: celbedilme, çekilme. incimad: donma, katılaşma. incirar: çekilme, sona erme. incizâb: cezbedilme, çekilme. incizâbât: cezbedilmeler, çekilmeler. incizâr: çekilme. ind: yan, kat. indallah: Allah katında. indelbüleğa: adamına göre güzel söz söyleyenler yanında. indelhâce: gerek duyulduğunda. indî: kendince, keyfî. indifâ: def olma, püskürme. indimaç: kenetlenme. indiras: bozulma, silinme. ineb: üzüm. infâk: nafaka verme. infâz: yerine getirme. infiâl: hareketlenme, kızma. infiâlât: infialler. inficâr: tan yerinin ağarması, tohumun çatlaması. infikâk: ayrılma, ayrışma. infilâk: patlama. infirad: teklik, benzersizlik. infisah: bozulma, dağılma. infisal: ayrılma. rgin-top:0cm;margin-right:1.0cm;margin-bottom:0cm; margin-left:1.0cm;margin-bottom:.0001pt;mso-pagination:none'>infitar: yarılma. inhidam: yıkılma. inhilâl: ayrışma, dağılma. inhimak: kapılma, düşkünlük. inhinâ: bükülme, eğrilme. inhirâf: sapma. inhisaf: tutulma. inhisar: bir şeyin sadece bir kişiye verilmesi, tekel. inhitat: düşme, çökme. inhizam: bozulma, dağılma, yenilme. inîdam: yok olma. inîkad: kurulma, gerçekleşme, bağlanma. inîkas: yansıma. inkâr: inanmama. inkârî: inkârla ilgili. inkıbâz: tutukluk. inkılâb: inkılâp, değişme, dönüşme. inkılâbât: değişmeler. inkılâbvârî: inkılâp gibi. inkıraz: sönme, tükenme. inkısam: bölünme. inkısar: kısalma. inkısarât: inkısarlar. inkıtâ: kesilme, tükenme, tıkanma. inkıyâd: boyun eğme, bağlanma. inkıza: olup bitme. inkisar: kırılma. inkisarat: kırılmalar. inkişâ: açılma. inkişaf: açılma, gelişme. inkişafat: açılmalar, gelişmeler. innî: eserlerden eser sahibine götüren delil. ins: insan. insâ: unutma. insâf: merhamete dayalı adalet. insâfkârâne: insaflıca. insaniyet: insanlık. insaniyeten: insanlık bakımından. insaniyetkârâne: insanlığa yakışırcasına, insanca. insaniyetperver: insanlıksever. insî: insanla ilgili, insan cinsinden. insibab: dökülme, katılma. insibağ: boyanma. insicâm: düzgünlük. insilâh: soyulma, sıyırılma. insiyak: sevkedilme. inşâ: yapma, kurma. inşâallah: Allah dilerse. inşâd: şiir okuma. inşât: ferahlandırma. inşiâb: bölümlenme. inşikak: yarılma. inşirâh: ferahlanma, açılma. intâc: netice verme. intâk: konuşturma. intâkıbilhak: Allahın konuşturması. intâniye: mikrobik. intiaş: dinlenip canlanma. intibâ: izlenim. intibâh: uyanma. intibâhkârâne: uyanmışçasına. intibak: uyma. intifâ: faydalanma. intifâ: sönme. intihâ: son, sona erme. intihâb: seçme. intihal: çalma. intikal: geçme, anlama. intikam: öç. intikamkârâne: intikam alırcasına. intisab: bağlanma, kapılanma. intişâr: yayılma. intişârât: yayılmalar. intizam: düzgünlük, düzen, yerli yerindelik. intizamât: intizamlar. intizamkârâne: düzgünce. intizamperver: düzensever. intizamperverâne: düzensevercesine. intizar: bekleme, gözleme. intizaren: bekleyerek. inzâl: indirme, inme. inzâr: korkutma. inzibât: sıkı düzen. inzimâm: eklenme. inzivâ: bir köşeye çekilme. inzivâgâh: inziva yeri ipnotizma: telkinle uyutma. îrâb: düzgün söz söyleme. irâd: gelir, kazanç. îrâd: söyleme, dile getirme. irâde: seçme ve isteme kabiliyeti. irâdet: irade. irâdî: iradeyle ilgili, istemekle. irâe: gösterme. irâs: verme, miras bırakma. îrâz: yüz çevirme. ircâ: indirme, döndürme. irfân: bilme, anlama, zihni olgunluk. irhâsât: Efendimizin peygamberlikten önceki harika hâlleri. irs: miras, kalıtım. irsâ: sağlamlaştırma. irsâl: gönderilme. irsâlât: göndermeler. irsiyet: kalıtım. irşâd: hak yolu gösterme. irşâdât: irşatlar. irşâdgâh: irşat yeri. irşâdî: irşatla ilgili. irşâdkâr: irşatçı. irşâdkârâne: irşat edercesine. irtibât: bağlılık, ilgi. irticâ: geri dönücülük. irticâc: çalkalanma. irticâkârâne: geri dönercesine. irticâlen: hazırlıksız söyleme. irticâlî: hazırlıksız konuşma. irtidâd: dinden dönme. irtidâdkâr: dininden dönen. irtifâ: yükseklik. irtihâl: göçme, ölme. irtikâb: işleme. irtisam: resmedilme. irtişâ: rüşvetçilik. irzâ: razı etme. irzâk: rızık verme. isa: dört büyük peygamberden biri. isâbet: yerini bulma, rast gelme. isâbetiayn: göz değmesi. isâd: yükseltme, mesut etme. isâet: kötü iş işleme. îsâf: yardıma koşma. âsal: ulaştırma. isâle: akıtma. îsâr: kendisi muhtaç olduğu hâlde başkasına verme ahlâkı. isbât: delil göstererek hakikatı ortaya koyma. isevî: isa aleyhisselâmın dininden olan kimse. isevîlik: isa aleyhisselâmın dini. iska: sulama. iskân: yerleştirme. iskât: susturma. iskender: sayısız beldeler fethetmiş bir hükümdar. islâm: Hazreti Muhammed aleyhisalâtü vesselâmın getirdiği din. islâmiyet: islâmlık. ism: günah, suç. ismar: meyve verme. ismet: masumluk, temizlik. ismiâzam: en büyük ilâhî isim. ismifâil: kimin iş yaptığını bildiren isim, özne. ismullah: Allah adı. isnâaşer: on iki. isnâd: dayandırma. isnâdât: dayandırmalar. ispirtizma: cinlerle konuşup da ruhlarla konuştuklarını sananların fikri. isrâ: geceleyin götürme. isrâf: gereksiz yere harcama. isrâfât: gereksiz harcamalar. isrâfil: sur borusunu üflemekle görevli büyük bir melek. isrâfilmisâl: israfil gibi. isrâfilvârî: israfil aleyhisselâm gibi. isrâil: Hazreti Yakubun lâkabı. isrâiliyyat: Yahudilikten kalma bilgiler. istahrabat: ateşe tapanların ünlü ateşlerinin bulunduğu yer. istasyon: demiryollarında durak. istatistik: hüküm çıkarmak için bilgi toplama ve sınıflandırma ilmi. istiâb: içine alma, kaplama. istiânât: yardım istemeler. istiâne: yardım isteme. istiâre: bir kelimeyi başka anlamda kullanma. istiâze: sığınma. istibâd: akıldan uzak görme. istibdad: baskıcı yönetim. istibdadât: baskılar. istibka: kalıcı kılma. istibrâ: küçük abdestten sonra idrarın iyice kesilmesini beklemek. istibşâr: müjdeleme. istibşârkârâne: müjdelercesine. istîcâl: acele etme. isticvâb: sorup cevap isteme. istîdâ: dilekçe. istidad: istidat, yetenek. istidadat: yetenekler. istidadî: yetenekle ilgili. istidlâl: delil getirme, delile dayanarak hüküm çıkarma. istidrâc: derece derece yükselme, hayırsız başarı. istidrâcî: istidracla ilgili. istidrâdî: başka konu anlatılırken arada söylenen söz. istif: yığma. istifâ: işten ayrılma. istifâde: faydalanma. istifâdeten: faydalanma bakımında. istifâza: feyizlenme, manen gıdalanma. istifâzaten: feyizlenme bakımından. istifhâm: soru, sorma. istifra: kusma. istifsâr: anlamak için soru sorma. istifta: bir meselede dinin hükmünü sorma. istigase: yardım isteme. istiğfar: Allahtan af dileme. istiğna: gönül tokluğu, nazlanma, uzak durma. istiğrâb: yadırgama, garipseme. istiğrâbkârâne: yadırgarcasına. istiğrâk: ilâhî aşka dalıp coşarak kendinden geçme, esrime. istiğrâkî: istiğrakla ilgili. istiğrâkkârâne: kendinden geçercesine. istihâl: temizleme. istihâle: başkalaşma. istihâre: bir işin iyi olup olmadığını anlamak için rüya görmek niyetiyle uykuya yatma. istihâza: âdet kanı. istihbâb: güzel sayma. istihbâr: haber alma. istihbârât: haber almalar. istihdâf: hedef edinme. istihdâm: hizmet ettirme. istihfâf: hafife alma. istihkak: hak etme. istihkâm: sağlamlık, siper. istihkâr: hor görme. istihlâk: tüketim. istihrâc: çıkarma, çıkarım. istihrâcât: çıkarmalar, çıkarımlar. istihsâl: üretim. istihsân: güzel sayma. istihsan: korunma. istihsânât: güzel saymalar. istihsânkârane: beğenircesine. istihyâ: haya etme, utanma. istihzâ: ince alay. istihzâkârâne: alay edercesine. istihzar: hazırlama. istihzarât: hazırlamalar. istikamet: doğrultu, yön. istikbâl: gelecek zaman, yönelme. istikbâlbîn: geleceği gören. istikbâlî: gelecekle ilgili. istikbâliyât: gelecek zamanda olacaklar. istiklâl: bağımsızlık. istiklâldârâne: bağımsızca. istiklâliyet: bağımsızlık. istikmâl: tamamlama. istikrâ: ayrı ayrı olaylardan genel bir hüküm çıkarma. istikrâen: istikra bakımından. istikrah: tiksinme. istikrâr: karar kılma, yerleşme. istikrâz: borçlanma. istikzâr: pis görme. istilâ: kaplama. istilâkârâne: kaplarcasına. istilhak: kendine alma. istilzâm: gerektirme. istilzâz: lezzet alma. istimâ: dinleme. istimâl: kullanma istikrâ: ayrı ayrı olaylardan genel bir hüküm çıkarma. istikrâen: istikra bakımından. istikrah: tiksinme. istikrâr: karar kılma, yerleşme. istikrâz: borçlanma. istikzâr: pis görme. istilâ: kaplama. istilâkârâne: kaplarcasına. istilhak: kendine alma. istilzâm: gerektirme. istilzâz: lezzet alma. istimâ: dinleme. istimâl: kullanma. istimdâd: yardım isteme. istimdâdgâh: yardım isteme yeri. istimdâdkârâne: yardım istercesine. istimlâk: kamulaştırma. istimrâr: devamlılık. istimsâl: örnek alma. istimzâc: kaynaşma, karışma. istinâbe: başka yerde bulunan şahidin ifadesinin alınması. istinad: dayanma. istinaden: dayanarak. istinadgâh: dayanak. istinaf: başlangıç, mahkeme. istinâs: alışma, ısınma. istinbât: bir sözden gizli bir mânâ çıkarma. istincâ: helada temizlenme. istinkâf: çekinme, katılmama. istinkâr: inkâr etme. istinsâh: sayfaları yazarak çoğaltma. istintak: konuşturma. istirâhât: dinlenme. istirâhâtgâh: dinlenme yeri. istirâhâthâne: dinlenme evi. istirâk: hırsızlık. istirdâd: geri alma. istirhâm: merhamet dilenme. istirhâmnâme: merhamet dilenme yazısı. istîsâb: güç sayma. istîsal: kökünü kazıma. istiskal: yüz vermeyerek kovma. istismâr: menfaatine alet etme. istisnâ: ayrılık, kural dışı. istişâre: danışma, konuşma. istişfâ: şifa isteme. istişhâd: şahit gösterme. istişmâm: koklama. istitafkârane: merhamet isteyen gibi. istitar: örtünme. istitrad: ara söz. istivâ: düzelme, güneşin tepeye gelmesi. istizâh: açıklama istemek. istizâm: büyütme. istizân: izin isteme. istizhâr: birinden yardımcı olmasını isteme. isyân: ayaklanma, başkaldırma. isyânkârâne: başkaldırırcasına. îşâ: yatsı. işâa: haber yayma. işâl: alevlendirme. işâr: sezdirme. işârât: işaretler. işârâtülîcâz: mûcizelik işaretleri. işâret: anlamlı davranış, belirti. işâreten: işaret ederek. işârî: işaretle ilgili. işbâ: doyurma. işgal: oyalama, alma. işgüzar: çalışkan. işhâd: şahit gösterme. işkâl: güçleştirme, çetinleştirme. işkembe: hayvan midesi. işkil: vesvese, kuşku. işmâm: koklatma. işmar: anlamlı işaret. işrak: Allaha ortak koşma. işrâk: ışıklandırma, parlatma. işrâkiyye: batıl bir felsefe. işrâkiyyûn: işrâkiyyeciler. işret: içkili toplantı. iştiâl: alevlenme. iştibâh: şüphelenme, benzerlik. iştibâk: şebekelenme, örgülenme. iştigal: uğraşma. iştihâ: iştah. iştihar: ünlenme. iştikak: türeme. iştira: satın alma. iştirak: ortaklık, katılma. iştiyak: şiddetli istek. iştiyakât: şiddetli istekler. iştiyakâver: pek istekli. iştiyakengiz: istek veren. îta: verme. itâat: söz dinleme. itâatkârâne: söz dinleyerek. itâb: azarlama. itâm: yemek yedirme. itfa: söndürme. ithaf: yazılan kitapta birinin adını anma. ithâm: suçlama. ithâmnâme: suçlama yazısı. îtibar: saygınlık. îtibarî: var sayılan. îtidâl: orta hâllilik. îtidâlidem: soğukkanlılık. îtikâd: gönülden inanma. îtikâdât: inanmalar. îtikâden: inanma bakımından. îtikâdî: inanmakla ilgili. îtikaf: bir yere çekilip ibadet etmek. îtilâ: yükselme. îtilâf: anlaşma. îtimâd: güvenme. îtimâden: güvenerek. îtinâ: özen. îtiraf: saklamayıp söyleme. îtiraz: karşı çıkma, karşı söz. îtirazât: itirazlar. îtiraziye: cümlede ara söz îtirazkârâne: itiraz edercesine. îtiraznâme: itiraz yazısı. îtisaf: haksızlık. îtiyad: alışkanlık. îtizâl: ayrılma, sapma. îtizâr: özür bildirme. itkan: sağlam yapma. itlâf: öldürme. itlak: bağlama, asma. itmâm: tamamlama. itminân: tatmin olma. itminânbahş: tatmin eden. itminânkârâne: tatmin olurcasına. ittibâ: tabi olma, uyma. ittibâen: tabi olarak, uyarak. ittifâk: birleşme. ittifâken: birleşerek. ittifâkî: birleşmeye dair, üstünde birleşilen. ittifâkkârâne: birleşircesine. ittihâd: birlik. ittihâdıislâm: Müslümanların birlik olması. ittihâm: suçlanma. ittihâmkârâne: suçlanarak. ittihâmnâme: suçlanma yazısı. ittihâz: alma, sayma. ittika: sakınma. ittikan: sağlamlık. ittisâf: sıfatlanma. ittisâfkârâne: sıfatlanırcasına. ittisâk: düzenli diziliş. ittisâl: bitişme. ittizâh: açıklık. ittizân: ölçülülük. ityân: belirleme. ivaz: karşılık. îvicâc: eğrilik. îvicâcât: eğrilikler. îyanî: görünen. îyd: bayram. izâ: birdenbire. izâbe: eritmek. izâc: taciz etme, rahatsız etme. izâcât: taciz etmeler. izâe: aydınlatma. izâfe: bağlama, yükleme. izâfî: göreli, göreceli. îzâh: açıklama. îzâhât: açıklamalar. îzâhen: açıklama ile. izâle: giderme. izâm: büyükler. îzâm: büyütme. izân: anlayış. izânî: anlayışla ilgili. izâr: elbise. îzâz: ağırlama. izbe: kuytu. izdihâm: yığışma. izdivâc: evlenme. izdiyad: artma. izhâr: gösterme. izinnâme: izin belgesi. izmihlâl: bozulma. izn: izin. izzet: üstünlük, galibiyet. izzetâlûd: izzetle karışık. izzetinefis: insanın kendine saygısı. Kaynak: Alıntılar (Quote) | |
| ![]() |
![]() | #2 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Osmanlı Türkçesi - Sözlüğü Osmanlı Türkçesi zevkli bir dildir ama biraz meşakkatlidir. Eger merakı olan varsa Ferit Devellioglu'nun Osmanlı Türkçesi - Türkçe Ansiklopedik Lugatını tavsiye ederim. Gerçi giriş seviyesi için ne kadar uygundur bilemem ama orta ve ileri düzey için iş görecek bir lugat. |
| ![]() |
![]() | #3 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Osmanlı Türkçesi - Sözlüğü K kabahat: kusur, suç. kabaih: kabahatlar. kabâil: kabileler. Kâbe: namaz için yöneldiğimiz mukaddes mabet. Kabıkavseyn: Peygamberimizin mîraçta ulaştığı son nokta. kâbız: tutan, sıkan, kavrayan. kabîh: çirkin. kabil: olabilir, gibi, türlü. kabîle: aynı soydan olup beraber yaşayan insanlar. kabilîyet: yetenek, etkilenebilirlik. kabine: bakanlar kurulu. kabir: mezar. kabl: önce. kablelbülûğ: ergenlikten önce. kablelvukû: olmadan önce. kablelvücûd: var olmadan önce. kabr: kabir, mezar. kabristân: mezarlık. kabûlüadem: yokluk kabulü. kâbus: korkulu rüya. kabz: tutma, alma, tutukluk. kabza: sap, el, avuç. kabzıervah: ruhların alınması. kabzıruh: ruhun alınması. kaddesallahüesrarehüm: Allah onların sırlarını mukaddes kılsın. kade: namazda oturuş. kadem: ayak, adım. kademe: derece, sıra. kader: Allahın herşeyi ezelden bilip takdir etmesi. Kaderiye: "kul fiilin yaratıcısıdır" diyen sapık mezhep. kadî: kadı, hâkim. kadîb: kılıç. Kadîm: öncesiz olan Allah. kadîm: eski zaman. Kadîr: güçlü. kadîrâne: güçlü olarak. kadirdanlık: değerbilirlik. Kadirî: Abdülkadir Geylanî tarikatından olan. kadîriyet: güçlülük. kadirşinâs: değerbilir. Kadîülhâcât: ihtiyaçları veren, Allah. kadr: kadir, kıymet, değer. Kaf: hayâlî bir dağ. kâffe: bütün. kâfi: yeter. kâfil: kefil olan. kafile: yolculuk eden topluluk. kâfir: îmansız. kâfirâne: kâfirce. kafiye: mısra sonralarında ses bezerlikleri. kafiyeperest: aşırı kafiye düşkünü. kâfûr: bir madde ismi, cennette bir kaynak. kağnı: öküz arabası. kâh: bazen. Kahhâr: kahreden. kahhârâne: kahredercesine. kahır: derin üzüntü. kâhil: erişkin. kâhin: falcı. kahir: üstün gelen. kahr: zorlama, mahvetme, ezme. kahraman: büyük işler başarmış kişi. kahramanâne: kahramanca. kaht: kıtlık. kahtıricâl: adam kıtlığı. kahtügalâ: yokluk ve kıtlık. kaid: lider, kumandan. kaide: kural. kaideten: kural olarak. kail: inanmış. kaim: ayakta duran. kaime: para. kâin: olan. kâinat: evren. kal: konuşma. kal': koparma. kalâ: kale. kalade: gerdanlık. kalâk: gönül sıkıntısı. kalb: duyguların sultanı, gönül. kalben: gönülle. kalbetme: dönüştürme. kalbî: gönülden. kalbolma: dönüşme. kale: dedi. kale kîle: dedi denildi. kalen: konuşarak. kalî: konuşmakla. kalîl: az. kalkale: okurken harfi iki kere seslendirme. kalori: gıdaların vücuda ısı vermesi bakımından değeri. kalp: sahte. Kalûbelâ: Allahın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorması ve ruhların "evet" demeleri olayı. kâm: dilek, arzu. kamer: ay. kamervârî: ay gibi. kamet: boy. kamet: namazın farzından önce okunan ezan. kâmil: yetkin, erişkin, olgun, tam. kâmilâne: kâmilce. kâmilen: tamamen. kâmilîn: kâmiller. kamtarir: çatık kaşlı. kamu: halkın hepsi. kamûs: büyük sözlük. kanaât: kısmetine razı olma, kabullenme. kanaâtbahş: kanaat veren. kanaâtkârâne: kanaat edercesine. kanâdil: kandiller. kandil: idare lâmbası. kâne: oldu. kangren: hücrelerin ölmesiyle oluşan bir hastalık. kanî: kanaat eden, inanmış. kantar: tartı aleti. kantara: köprü. kanun: uyulması gereken kesin kural. kanunen: kanunca. kanunî: kanuna göre, uygun. kanuniyet: kanunluk. kanunnâme: kanun yazısı. kanunperest: kanun düşkünü. kâr: "yapan, eden" mânâsında son ek. kâr: para kazancı. karâbet: yakınlık. karakter: temel özellik. karar: hüküm, çare, düzenlilik, ölçülülük, tahmin. karardâde: düzelmiş. karargâh: karar yeri, askeriyede kurmayların yeri. kararnâme: kararların yazısı. karaşina: iş bilir. karavana: büyük yemek kabı. karbon: bir element, kömür. kardeşane: kardeşce. kârgir: taş yapı. kârıakıl: akla uygun. karındaş: kardeş. karî: okuyucu. karîb: yakın. karîben: yakında. karîha: düşünme melekesi. karîn: yan yana, yakın. karîne: belirti. Karlayl: ünlü bir tarihçi. karn: devre, asır. karulâsâ: doktorun bedene vurarak muayene etmesi. Karûn: azaba uğramış ünlü bir zengin. karye: belde. karz: ödünç. karzen: ödünç olarak. karzıhasen: Allah için verilen borç. kasâid: kasideler, övgü için yazılan şiirler. kasas: kıssalar, hikâyeler. kasâvet: katılık. kasd: niyet, istek. kasden: niyet ederek. kasdî: kasıtlı olarak, kasıtla ilgili. kâse: tas, çanak. kâselîs: çanak yalayıcı. kasem: yemin. kasemât: yeminler. kasıd: kasteden, niyetli. kasır: kusurlu. kasır: kısa. kasır: saray. kasî: katı. kâsib: kazanmaya çalışan. kasid: kesat olan, sürümü olmayan. kasîde: övgü şiiri. kasîdehân: kaside okuyan. kasir: kısa. kasirünnazar: nazarı kısa. kasîyye: katılık. kasr: kısalık, saray. kasvet: sıkıntı, katılık. kâşâne: gösterişli ev. kâşif: keşfeden. kat: kesme, geçme. katâ: asla. katarât: damlalar. katıa: kesin olan. katıüttarîk: yol kesen. katî: kesin. kâtib: yazıcı. kâtibâne: yazıcı gibi. kâtibe: yazıcı kadın. kâtibîn: insanın amelini yazan melekler. katil: öldüren. katîye: kesin. katîyyen: kesinlikle. katîyet: kesinlik. katl: öldürme. katliâm: herkesi öldürme. katmer: kat kat oluş. Katolik: Hıristiyanlıkta bir mezhep. katran: siyah bir madde. katre: damla. katuf: tembel hayvan. kavâid: kurallar. kavânin: kanunlar. kavî: kuvvetli. kavil: söz, sözleşme. kavim: aynı ırka mensub olanların oluşturduğu topluluk. kavis: yay, eğri. kaviyyen: kuvvetle. kavl: söz. kavlen: sözle. kavlirâcih: üstün bulunan söz. kavm: kavim, aynı ırka mensub olanların oluşturduğu topluluk. kavmiyet: kavimlik. kavmiyetçilik: ırkçılık, olumsuz milliyetçilik. kavmiyeten: kavim olma bakımından. kavs: yay, eğri. kavseyn: iki yay. kavsıkuzeh: gökkuşağı. kavvâd: günaha vasıta olan. kay: kusuntu. kayd: yazma, bağ. kayıt: yazma, bağ. kaylûle: öğle uykusu. kayser: Bizans imparatorunun lâkabı. kayyum: toplayıp ihsan eden. Kayyûm: yarattıklarını varlık âleminde tutan Allah. Kayyûmiyet: Kayyumluk. kazâ: kaderde yazılanın gerçekleşmesi. kazâ: vaktinden sonra kılınan namaz. kazâ: zarar veren olay. kazârâ: kaza olarak. kazasker: ilimde bir rütbe. kazâyâ: kaziyeler, hükümler. kazâzede: kazaya uğramış kazf: namuslu kadına iftira. kâzım: öfkesini yenen. kâzib: yalancı. kaziye: hüküm. kazurât: pislikler. kebâir: büyük günahlar. kebîr: büyük. kebîre: büyük günahlar. keder: üzüntü. keennehu: sanki o. kef-nûn: Allahın "ol" yani "kün" emrindeki harfler. kefâet: denklik. kefâlet: kefillik. kefe: terazinin bir gözü. kefere: kâfirler. keffâret: dini suçun affı ümidiyle dünyada çekilen ceza. keffâreten: kefaret olarak. keffâretüzzünûb: günahların kefareti. kefîl: "borcunu ödemezse ben ödeyeceğim" diyen. kehânet: gelecekten haber verme. kehânetfurûş: geleceği bilirim diyen sahtekâr. kehf: mağara. kehfmisâl: mağara gibi. kehkeş: samanyolu. kehkeşan: samanyolu. kehribar: çekme özelliği olan bir madde. kehrübâ: kehribar. kelâl: bitkinlik. kelâm: konusu îman olan bir ilim. kelâm: söz, ilâhî sıfatlardan biri. kelâmullah: Allah sözü. kelb: köpek. kelbiyet: köpeklik. kelbiyyûn: dünyadan el çekmeyi ilke edinen felsefeciler. keler: kertenkele. kelîle: az gören, çakal. kelîm: kendisine söz söylenen. kelimât: kelimeler. kelime: sözcük. kelimetullah: Allah sözü. kellâ: hayır, asla! kem: kötü. kemafissâbık: daha önce geçtiği gibi. kemâl: olgunluk, erginlik, tamlık. kemâlât: kemâller, olgunluklar. kemâlî: kemâlle ilgili. kemer: kavisli yapı, kuşak. kemerbeste: kuşak bağlamış, hazırlanmış. kemiyet: nicelik. kemiyeten: nicelik bakımından. kemter: âciz, fakir, hakir. kemterâne: acizce, aşağıca. kenz: hazine, define. Kenzülarş: önemli bir bir dua. kerâhet: çirkinlik. kerâmât: kerametler. kerâmet: Allahın izniyle velîlerin gösterdikleri harikalar. kerâmetkârâne: kerametli bir şekilde. kerâmetvârî: keramet gibi. Kerbelâ: Hazreti Hüseyinin şehit edildiği yer. kerem: iyilik, lütuf, ikr*** değer. keremkâr: keremli. keremkârâne: keremlice. keremnâmdâr: keremiyle tanınan. kerhen: istemeyerek. kerîh: tiksindirici. kerîm: kerem sahibi. kerîmâne: kerimce. kerime: kız evlat. kerîmiyet: kerîmlik. kerrât: defalar. kerre: defa. kerremallahuveche: Allah yüzünü ak etsin. kerrûbî: büyük melek. kerrûbiyyûn: büyük melekler. kerrüfer: çekilip yeniden saldırma. kervân: topluca yolculuk edenler kafilesi. kes: kimse. kesâd: durgunluk. kesâfet: yoğunluk. kesâlet: tembellik, uyuşukluk. kesân: kimseler. kesb: kazanma, edinme, işleme. kesbî: kesble ilgili. kese: kısa yol, para torbacığı. kesel: tembel. kesîf: katı, yoğun, mat. kesîr: çok, bol. kesir: kırılmış. kesr: kırma. kesret: çokluk, bolluk. keş: "çeken" mânâsında son ek. keşf: açma, bulma. keşfelkubûr: ölünün kabirdeki durumunu bilme. keşfirâz: sırrı ortaya çıkarma. keşfiyât: keşifler. keşide: çekilmiş. keşif: açma, bulma. keşiş: papaz. keşmekeş: karışıklık. keşşaf: keşfeden, açan, bulan. ketebe: yazıcılar. ketf: omuz. ketm: gizleme. ketmetmek: gizlemek. ketûm: sır saklayabilen. kevahin: kâhinler, falcılar. kevakib: yıldızlar. kevkeb: yıldız. kevn: yaratılan, âlem. kevneyn: iki âlem. kevnî: yaratılanlarla ilgili. kevniye: yaratılanlarla ilgili olan. kevser: cennette bir havuz. keyd: hile, düzen. keyfe: nasıl? keyfemâyeşâ: canı nasıl isterse. keyfen: nitelikçe. keyfî: keyfince. keyfiyât: özellikler, nitelikler, durumlar. keyfiyet: nitelik, özellik, durum. keyfiyeten: nitelik bakımından. keyif: hoş hâl. kezâ: bunun gibi. kezâlik: bu da öyle. kezzâb: yalancı. kıble: Kâbenin bulunduğu taraf. kıblegâh: kıble yeri. kıblename: kıbleyi gösteren yazı. kıblenümâ: kıbleyi gösteren. kıdem: öncelik, öncesizlik. kıllet: azlık. kıraat: okuma. kıraaten: okumakla. kırav: çorak tarla. kırba: deri su kabı. Kırgız: Türkî kavimlerden biri. kısas: kıssalar, hikâyeler. kısâs: öldüreni öldürme cezası. kısâsen: kısas olarak. kısım: bölüm. kısm: bölüm. kısmen: bir bölümü. kısmet: nasip. kıssa: ibretli hikâye. kıssât: kıssalar, hikâyeler. kıssîs: keşiş, papaz. kıstas: ölçü. kışır: kabuk. kışr: kabuk. kıtâ: kara parçası, şiir parçası. kıtal: birbirini öldürme. Kıtmîr: Ashabıkehfin köpeği. kıtr: erimiş bakır. kıvâm: olgunluk, tav, dik, direk. kıyâm: ayakta durma, ayaklanma. kıyâmet: dünyanın yıkılıp son bulması. kıyâs: karşılaştırma. kıyâsât: karşılaştırmalar. kıyâsen: kıyasla. kıyâsımaâlfârık: birbirine benzemeyenlerin karşılaştırılması. kıymet: değer. kıymetdâr: kıymetli, değerli. kıymetşinâs: değerbilir. kıyye: okka,1282 gram ağırlık. kızıl: kırmızı. kızılbaş: Alevilere verilen bir isim. kızılelma: eski Roma. kibar: ince, nazik. kibâr: büyükler. kibir: büyüklük, büyüklenme, büyüklük taslama. kibriyâ: büyüklük. kifâyet: yeterlik. kile: 40 litrelik tahıl ölçüsü. kîle: denildi. kilk: kalem. kîlükal: dedikodu. kimyâ: bir ilim kolu, ilaç. kimyâger: kimyacı. kimyâhâne: deneyevi. kin: gizli düşmanlık. kinâiyyât: kinayeler. kinâye: mânâyı dolayısıyla anlatan söz, üstü örtülü dokunaklı söz. kinâyeten: kinaye bakımından. kindâr: kinci. kinedâr: gizli düşmanlık besleyen. kirâm: ulular, cömertler, kerimler. Kirâmenkâtibîn: günahları ve sevapları yazan melekler. kisb: işleme, edinme, kazanma. kisbî: edinmeyle ilgili. kîse: kese. kisrâ: eski iran hükümdarı. kisve: kılık, elbise. kitâb: kitap. kitâbe: yazılı levha. kitâbet: yazma işi. kitâbeten: yazmakla. Kitâbımübîn: apaçık kitap, kaderin bir türü, Kurân. kitâbî: kitaba uygun, kitapla ilgili, ilâhî kitaplardan birine inanan. kitâbullah: Allahın kitabı, Kurân. kitle: kütle, yığın, öbek. kiyâset: akıllılık. kizb: yalan. klâsik: zamanın değerini yitirmeyen, sanatta kuralcı, alışılmış. klinik: hastaya bakılan yer. kof: içi boş. kolordu: ordunun bir bölümü. kombinezon: tertip, düzenleme. komisyon: özel bir maksad için kurulan heyet. komita: siyasi bir maksat için bir araya gelenlerin gizli cemiyeti. komite: bir iş için toplanan heyet. kompleks: karmaşık, şuur dışı meyillerin tümü. komplo: bir kimse aleyhine alınan gizli karar. komprime: hap. Konstantiniyye: istanbul. kontenjan: ilgililerin her birine düşen pay ölçüsü. kordon: zincir. kozmoğrafya: uzay ilmi. kozmoz: âlem, kâinat. köle: esir, alınıp satılan insan. kritik: tenkit, sıkışık durum. kubbe: yarım küre şeklinde bina damı. kubh: çirkinlik. kubûr: kabirler, mezarlar. kuddîsesırruhu: sırrı mukaddes olsun! Kuddûs: "temiz olan ve temizlikleri yaratan" mânâsında ilâhî isim. kudemâ: kadimler, eskiler, büyükler. kudret: güç. kudsî: kutsal, temiz, arınmış, yüce. kudsiye: kutsal. kudsiyet: kutsallık, yücelik, temizlik. kudûm: uzaktan gelme, ayak basma. kul: insan. kulûb: kalbler. kulunç: acı veren bir hastalık. kumandan: komutan. kumbiiznillah: Allahın izniyle kalk! kumistân: kumluk yer, çöl. kundak: bebek sargısı, yangın çıkaran ateş parçası. kurâ: ad çekme. Kurân: "okunan" mânâsında ilâhî kitabımızın adı. Kurânî: Kurânla ilgili, ait. kurb: yakınlık. kurbiyet: yakınlık. Kureyş: Peygamberimizin kabilesi. kurrâ: Kurân okuyucuları. kurûn: çağlar, asırlar, devreler. kusûr: eksiklik, pürüz, özür, kabahat. kusûrât: kusurlar. kusûriyet: kusurluluk. kûşe: köşe. kut: gıda, azık. kutb: büyük evliya. kutbiyet: büyük evliyalık. kutbuâzam: en büyük kutub, zamanın en büyük velîsi. kutr: çap. kutub: büyük evliya. kutulâyemût: ölmeyecek kadar yiyecek. kuvâ: kuvveler. kuvve: kuvvet, düşünce, duygu, yetenek. kuvvet: güç. kuvvetüzzahr: yardım kuvveti. kuyûd: kayıtlar, bağlar. kuzeh: renk renk çizgiler. kübra: en büyük. küdûret: koyuluk, kederlilik. küffâr: kâfirler. küfr: îmansızlık. küfrân: îmansızlık, nankörlük. küfrî: küfürle ilgili. küfriyât: küfürle ilgili şeyler. küfür: îmansızlık. küfürbaz: küfredici. küfüv: denk, eş. kühûlet: erginlik. külâh: tepesi sivri başlık. külfet: yük, zahmet, zorluk. külhân: hamam ocağı. küll: bütün. küllî: bütün fertleri ihtiva eden genel kavr*** genel, kapsamlı. külliyat: hepsi, bir yazarın bütün eserleri. külliye: bütünlük, ilgili bütün kısımların bir arada bulunduğu yapı. külliyen: bütünüyle. külliyet: bütünlük, genellik, kapsamlılık. kültür: bir milletin maddî ve mânevî varlıkları, yaşayış ve davranış şekli, kazanılan genel bilgi. kün: "ol" emri. küngân: su borusu. künh: asıl, öz, kök. künnes: gece görünen yıldızlar. künûz: hazineler. künye: kimlik. Kürdî: Kürdistânlı. küre: yuvarlak. küreiarz: yer yuvarlağı, dünya. kürevî: yuvarlak. küreviyet: yuvarlaklık. küreyvât: kürecikler. küreyvâtıbeyzâ: akyuvarlar. küreyvâtıhamrâ: alyuvarlar. Kürsî: arşı azamın altındaki makam. Kürt: Müslüman bir kavim, o kavimden olan kişi. küsûf: kararma, güneş tutulması. küsûfât: kararmalar, güneş tutulmaları. küsûr: artık. küsûrât: küsurlar, artıklar. küşâ: açan. küşâd: açma. küşâde: açılmış. küşâyiş: açıklık. küşûf: keşifler, açmalar, bulmalar. kütle: yığın, öbek. küttâb: kâtipler. kütüb: kitaplar. Kütübüsitte: güvenilir olan altı hadîs kitabı. kütük: bütün adların yazıldığı büyük defter. küvar: petek, kovan. .................................. L lâ: yoktur, hayır. lâakal: en azından. lâalettâyin: gelişigüzel. lâbis: giyinmiş. lâbüd: şüphesiz, kesin. lâdinî: din dışı, dinsiz. lâedrî: kendi varlığından bile şüphe eden felsefeci. lâfıgüzâf: boş söz. lâfız: söz. lâfz: söz. Lâfzaicelâl: "Allah" lafzı. lâfzen: sözle. lâfzî: sözle ilgili. lâfziye: sözle ilgili olan. lâfzullah: "Allah" lafzı. lağv: geçersiz, boş. lahd: mezar. lâhık: ulaşan, eklenen. lâhika: eklenen, katılan. lahm: et. lahn: güzel ses, kuralsız okuyuş. lâhut: ilâhî âlem. lâhutî: ilâhî âlemle ilgili. lahza: an, en kısa zaman. lâik: dini olmayan, din dışı. laîn: lânetli. lâin: lânet eden. lâkab: lâkap, takma ad. lâkayd: kayıtsız, ilgisiz. lâkaydane: kayıtsızca, ilgisizce. lâkin: ama, fakat. lâkita: buluntu. lâl: dilsiz. lâlezâr: lâle bahçesi. lâmeşrû: yasak. lâmise: dokunma duyusu. lânet: nefret, öfke. lâsiyyema: özellikle. lâşe: leş. lâşek: şüphesiz. lâşey: bir şey değil. lâtaknetû: kesmeyiniz. lâtenâhî: sonsuz. lâteşbih: benzetmek gibi olmasın! Lâtif: lütfedici. lâtif: yumuşak, güzel, şirin, ince. lâtifane: lâtifçe. lâtife: ince duygu, hoş söz, nazik şaka. Latin: eski bir kavim. lâubâlî: senli benli, saygısız, ilgisiz, umursamaz. lâubâlîyâne: saygısızca, ilgisizce. lâyemût: ölümsüz. lâyemûtâne: ölümsüz gibi. lâyenkatı: kesilmeksizin, aralıksız. lâyetecezzâ: bölünmez. lâyetefellel: kırılmaz, körelmez. lâyetenahî: sonsuz. lâyetezelzel: sarsılmaz. lâyezâl: yok olmaz. lâyezâlî: yok olmayan. lâyıha: tasarı. lâyık: uygun, yaraşır. lâyuad: sayısız. lâyuhsâ: hesapsız. lâyuhtî: hatasız. lâyutak: güç yetmez. lâyüsel: sorumsuz. lâzım: gerekli. lâzımâmed: lâzım gelir. lâzıme: gerekli olan. leb: dudak. lebâleb: dopdolu. lebbeyk: buyurunuz. lebbeykzen: "buyurunuz" diyen. Lebîd: ünlü bir şair. ledün: gizli ilim, marifetullah. ledünniyât: Allah vergisi olan gizli ilimler. leffen: ekli, bitişik. lehce: bir beldenin konuşma tarzı. leheb: ateş alevi. lehine: onun faydasına. lehiv: günahlı eğlence. lehülhamd: Allaha hamdolsun. lehviyât: günahlı eğlenceler. leim: alçak, kötü. lekedâr: lekeli. lema: parıltı. lemeân: parıldama. lemeât: parıltılar. lemha: göz atma. lemyezel: yok olmaz, devamlı. lenf: beyaz kan. lenfisâm: asla kırılmaz ve kopmaz. lenger: demir çapa. lengerendâz: demir atan gemi. lenterânî: beni asla göremezsin! lerzân: titrek. lerze: titreme. leşker: asker. letâfet: hoşluk, güzellik, incelik, yumuşaklık. letâif: ince duygular, incelikler, güzellikler. levâzım: gerekli olanlar. levâzımât: gerekli şeyler. levent: denizci asker, yakışıklı. levh: levha, yazı, resim, manzara. levha: manzara, yazı, resim. Levhimahfûz: olmuş ve olacaklarla ilgili bütün bilgilerin yazılı bulunduğu kader levhası. Levhimahv: varlıkların yazılıp silindiği levha. levm: kınama. levn: renk. levs: pislik. levvâme: kınayan. leyâl: geceler. leyl: gece. leylî: gececi. leys: yokluk. leyse: olmadı. leyte: keşke. leyyin: yumuşak. lezâiz: lezzetler. lezîz: lezzetli. lezîzâne: lezzetlice. lezzât: lezzetler. lezzet: tad. liân: lânetleşme. liaynihî: kendisiyle. libas: elbise. liberal: kişi hürriyetine önem veren. lieclillah: yalnız Allah için. ligayrihi: başkalarıyla. lihye: sakal. lika: kavuşma. lillah: Allah için. lillâhî: Allah için. lillâhilhamd: hamd Allaha mahsustur. lime: parça. limmî: açıklık. limmî: eser sahibinden eserlerine götüren delil, ateşin dumana delil olması gibi. limmîyet: açıklık. lisan: dil. lisanen: dil ile. lisanıhâl: hâl dili, meramını durum ve görünümüyle anlatma. livâ: sancak. livechillah: Allah namına. liyâkat: layıklık, uygunluk. lizatihî: kendisiyle. lohusa: yeni doum yapan kadın. Lokman: Kurânda adı geçen tıp bilgisiyle ünlü bir zat. lûb: oyun eğlence. lûgat: lügat, sözlük, kelimelerin anlamlarını kısaca bildiren kitap. Lût: Sodom halkına gönderilen bir peygamber. lüb: iç, öz. lüks: şatafat, aşırı süs. lülü: inci. lümeyâ: parıltıcık. lümme: vesvese, nokta. lütf: lütuf. lütfen: lütuf ile. lütuf: iyilik. lütufkâr: lütuf eden. lütufkârane: lütuf edercesine. lütufnâme: lütuf mektubu. lüzum: gereklilik. ...................................... M ma: su. maa: "beraber, birlikte" mânâsında ön ek. maabid: mabetler, tapınaklar. maâd: âhiret. maâdâ: başka. maadin: madenler, metaller. maahazâ: bununla beraber. maalesef: yazık ki. maalgayr: başkasıyla birlikte. maali: yücelikler. maaliftihar: iftiharla, seve seve. maaliyat: yüce bilgiler, yüksek mertebeler. maalkerâhe: kerahetle, çirkinlikle. maalkifaye: yeterli olmakla birlikte. maalmemnuniye: memnuniyetle. maamâfih: mamâfih, bununla beraber. maânî: mânâlar, anlamlar. maârif: marifetler, ilimler, tanımalar, eğitim. maârifperver: eğitimi seven. maâriz: sözün gizli mânâları. maâsi: günahlar, isyanlar. maaş: geçinilecek şey, yaşayış, aylık para. maaşen: yaşayış ve geçim bakımından. maatteessüf: üzülerek, yazık ki. maâyib: ayıplar. maazallah: Allah korusun. mâbâd: sonrası. mâbâdettabiîye: fizik ötesi, metafizik. mâbed: mabet, ibadet yeri. mâbeyn: arası. mâbihiliftihar: kendisiyle iftihar olunan. Mâbûd: kendisine ibadet edilen Allah. Mâbûdiyet: Mabutluk. mâcerâ: serüven. mâcid: yüce, şerefli. mâcun: maddelerin ezilmiş hâli. madalya: başarılı kimselere takılan madeni nişan. madalyon: boyuna takılan süs eşyası. madde: uzayda yer dolduran varlık. maddeperest: maddeye taparcasına düşkün olan. maddeperver: maddeyi seven. maddeten: maddece, madde bakımından. maddî: madde ile ilgili, maddece. maddîyât: maddî şeyler. maddîye: madde olan. maddiyyun: maddeciler, mâneviyata inanmayanlar îmansız felsefeciler. maddiyyunluk: maddecilik, materyalizm, maddeden başka her şeyi inkâr eden dinsiz felsefeciler. mâdele: adalet yeri. mâdelet: adalet etmek. mâdem: böyle olunca. mâden: metal, kaynak. mâdeniyat: madenler, metaller. mâder: ana. madrûb: vurulmuş, dövülmüş. mâdûd: sayılan. mâdûm: yok olan. mâdûmât: yok olanlar. mâdûmiyet: yok olma, yokluk. mâdûn: alt taraf. mâfât: telef olan, yiten. mâfevk: üst. mâfihâ: içindekiler. mafsal: eklem. mâfüvv: bağışlanmış. mağazî: gaza hikâyeleri. mağdûb: gazaba uğramış. mağdur: haksızlığa uğramış. mağfiret: Allahın affı. mağfûr: affedilen. mağlata: kafa karıştıran aldatıcı söz. mağlûb: yenilmiş, mağlup. mağlûbane: yenilmiş bir hâlde. mağlûbiyet: yenilgi. mağmûm: gamlı, tasalı, bulutlu. mağmûre: adı sanı silinmiş, yerinde yeller esen. mağrib: batı, akşam. mağrur: gururlu. mağrurâne: gururluca. mağruren: gururlanarak. mağz: öz, iç. mah: ay. mahal: yer. maharet: ustalık, beceri. maharim: mahremler, yasaklar, gizliler. mahbes: hapishane. mahbub: sevgili. mahbubâne: sevilerek. mahbubât: sevgililer. mahbubiyet: sevilirlik. mahbus: hapsedilmiş. mahbusîn: hapsedilenler. mahbusiyet: hapsedilmişlik. mahcûb: utangaç, sıkılgan. mahcûbiyet: utangaçlık. mahcûr: kısıtlı. mahdûd: sınırlı. mahdûdiyet: sınırlılık. mahdum: oğul, kendisine hizmet edilen. mahdumiyet: mahdumluk. mahfaza: koryucu kap. mahfel: kapalı yer, camilerde yüksek yer. mahfî: gizli. mahfîyât: gizlilikler, gizli olanlar. mahfûz: korunmuş. mahfûzât: hafızadakiler, korunanlar. mahfûziyet: korunurluk. mâhî: balık. mâhir: maharetli, becerikli. mâhirâne: ustaca, beceriklice. mahiyet: öz, nitelik, kendilik. mahiyyat: mahiyetler, özler. mahkeme: davaların görülüp hükme bağlandığı yer. mahkî: hikâye olunan. mahkîanh: kendisinden bahsedilen. mahkûm: hükümlü, cezalı, mecbur. mahkûmiyet: mahkûmluk. mahlâs: yazarın takma adı. mahlûk: yaratık. mahlûkat: yaratıklar. mahlûkiyet: yaratılmışlık. mahmil: deve üstündeki sepet, bir söze yüklenen mânâ. mahmûd: övülmüş. mahmûl: yüklenilen. mahmûle: yük. mahmûr: baygın göz. mahrec: çıkış yeri. mahrek: yörünge. mahrem: gizli, yasak, başkasına haram olan, evlenilmesi haram olan akraba. mahremâne: mahremce, gizlice. mahremiyet: mahremlik, gizlilik, yasaklık. mahrûkat: yakıtlar. mahrûm: yoksun. mahrûmiyet: yoksunluk. mahrût: koni. mahrûtî: konik. mahsub: hesaplanmış. mahsûd: kıskanılan. mahsûl: ürün. mahsûlât: ürünler. mahsûldâr: ürünlü. mahsûr: kuşatılmış. mahsûs: hissedilmiş, birine ayrılmış, bile bile. mahsûsât: mahsuslar. mahsûsiyet: mahsusluk. mahşer: ölülerin dirilip toplanacakları yer. mahşernümâ: mahşeri andıran. mahşûş: içine girilmiş, lekelenmiş. mahtûmâne: bitirircesine, bir kitabı bitirince verilen ziyafet gibi. mâhud: bilinen, sözü edilen. mâhudiyet: bilinirlik. mahuf: korkulu. mahv: benlik bakımından silinme. mahvetme: silme. mahviyet: silinme hâli. mahviyetkâr: benliğini silen. mahviyetkârane: benliğini silercesine. mahz: sadelik. mahzâ: sade. mahzân: sadece. mahzen: hazine odası. mahzeniyet: mahzenlik. mahzûf: çıkarılan, kaldırılan. mahzûn: üzgün. mahzûnâne: üzgünce. mahzûr: sakınca. mahzûrât: sakıncalar. mahzûz: hoşlanan. mahzûzât: hoşlanılan şeyler. maî: su cinsinden, su ile ilgili, mavi. mâide: sofra. mâil: eğilmiş, meyilli, istekli, andırır, yörünge. mâile: eğri, eğik. mâilikamer: ayın yörüngesi. maîşet: yaşayış, geçim. maiyyet: yanındakiler. makabir: mezarlar. mâkabl: öncesi. makad: oturak yeri, arka. makalât: makaleler. makale: söz, gazete yazısı. makalid: kilitli yerler. makam: yer, mertebe, müzikte usul. makamât: makamlar. Makâmımahmûd: Peygamberimize verilen yüksek makam. makamperest: makam düşkünü. makarr: karar yeri, durulan yer. makasıd: maksatlar, gayeler. makber: mezar. makberistân: mezarlık. makbûl: kabul edilen, geçerli. makbûliyet: kabul edilebilirlik, geçerlilik. makdis: kutsal yer. makdûrat: takdir edilenler, kudret eserleri. mâkes: yansıma yeri, ayna. makhûr: kahredilmiş, ezilmiş. mâkis: karşılaştırma. makrû: okunan. makrûn: yakın, ulaşmış. maksad: istenen. maksûd: istenen şey. maksûm: bölünmüş. maksûr: kısaltılmış. makta: kesit. maktel: öldürülen yer. maktûl: öldürülmüş. mâkûd: bağlı. mâkûl: akla uygun. mâkûlâne: akla uygun biçimde. mâkûlât: akla uygun olanlar, akılla ilgili bulunanlar. mâkûle: akla uygun olan. mâkûliyet: akla uygunluk. mâkûs: ters. mâkûse: tersine çevrilmiş. mâkûsen mütenâsib: ters orantılı. makûsen: tersine olarak. makzî: kaza olunan, ödenen. mâl: bir kimsenin eli altında bulunan değerli şey. mâlâmal: dopdolu. mâlâyanî: faydasız, boş, saçma. mâlâyanîyât: faydasız şeyler. mâlâyutak: dayanılmaz, güç yetmez. mâlihülyâ: boş hayâller, kara sevda. mâlik: mülkün sahibi. mâlikâne: büyük ev, sahip gibi. Mâlikî: dört hak mezhepten biri. mâlikiyet: sahiplik. mâliye: mal ile ilgili olan. mâlûl: hasta. mâlûliyet: hasta olma. mâlûm: bilinen. mâlûmât: bilinenler. mâlûmiyet: bilinirlik. mamâfih: bununla beraber. mâmelek: olanca malı. Mamhuran: bir aşiret ismi. mâmûl: yapılmış. mâmûlât: yapılmış şeyler. mâmûr: bayındır, şenlikli. mânâ: anl*** öz. mancınık: eski bir silah, taş atma aleti. Mançur: Asyada yaşayan bir kavim. manda: sömürge, camız. mânde: kalmış, yaramaz. mânen: mânâca, anlamca. mânend: benzer, eş. mânevî: maddî olmayan, ruhanî. mânevîyât: madde üstü hâller. mânevîye: mânâ ile ilgili. manevra: hareket kabiliyeti, harp oyunu. mânî: engel. mânîâ: engel olan. mânidâr: anlamlı. mânidârâne: anlamlıca. mansıb: makam. mansub: atanan. mansûr: yardım görmüş, zafere ulaşmış. mansûs: iyice kesinleşmiş, âyetle sabit. mantık: düşünen akla kurallarıyla yol gösteren ilim. mantıkî: mantıkla ilgili, mantıklı. manyetizma: başka üzerinde uyuşukluk verici tesir. manzar: bakış yeri. manzara: görünüş. manzûm: nazımlı, dizili, düzenli, şiir. manzûme: şiir, sistem. manzûmeişemsiye: güneş sistemi. mâr: yılan. mâraz: sergi. maraz: hastalık. mâreke: çarpışma yeri, çarpışma. mârez: sergi. mârık: dinsiz. mârife: belli, bilinen. mârifet: ilim, hüner, tanıma. mârifetâşinâ: marifetin yabancısı olmayan. mârifetnâme: marifet yazısı. mârifetullah: Allahı bilme, tanıma. marîz: hasta. mâruf: bilinen, güzel. mârufiyet: bilinirlik. Mârût: sihir belleten iki melekten biri. mâruz: arzolunan, verilen, anlatılan, karşı karşıya kalan. mâruzât: anlatılanlar. marzî: arzu edilen, razı olunan. marzîyât: razı olunan şeyler. mâsadak: bir sözü onaylayan, doğrulayan. masârif: masraflar, giderler. masârifât: masraflar. masdar: kök, kaynak. masdariyet: masdarlık. masdûk: tasdiklenen. mâsivâ: yaratıklar. mâsivâullah: Allahın yarattıkları. mâsiyet: isyan, günah. maskara: kendisine gülünen. maskaraâlûd: maskaralı. maskat: düşülen yer, doğum yeri. maslahat: fayda, iş. maslahatdâr: faydalı. maslahaten: faydaca. maslahatkâr: faydalı. maslahatkârâne: faydalı biçimde. masnû: sanatla yapılmış eser. masnûât: sanatlı yapılmış eserler. masnûiyet: sanat eseri olma hâli. mason: "masonluk" denilen kökü dışarıda gizli ve tehlikeli bir örgütün üyesi, islâm düşmanı. masraf: gider, harcama. masrûf: harcanmış. mass: emme. mâsum: günahsız, suçsuz. mâsumâne: masumca. mâsume: suçsuz kadın veya kız. mâsumiyet: masumluk. mâsûn: korunan. mâsûniyet: korunurluk. mâşâallah: Allah korusun! mâşer: topluluk. mâşerî: topluluğun olan. maşraba: su kabı. maşrık: doğu. mâşûk: sevilen. mâşûka: sevilen kadın. matbaa: basımevi. matbah: mutfak. matbû: basılmış. matbûât: basın, basılanlar. mâtem: yas. mâtemâlûd: yasla karışık. mâtemhâne: yas evi. materyalist: maddeci, sadece maddeye inanan îmansız. materyalizm: maddecilik, maddeden başka varlık tanımayan îmansız felsefe. matiyye: binek. matlâ: güneşin doğduğu yer. matlab: istenen. matlûb: istenilen. matlûbât: istenilenler. matmah: tamah ile bakılan. matrûd: kovulan. mâtûf: yöneltilen. matûmât: yemekler. Mâtüridî: itikadda hak mezhep imamı olan âlim. matvî: dürülen, içine tıkılan. maûn: yardım. maûnet: yardımlar. mâverâ: perde arkası. mâvudieleh: varlık gayesine uygunluk. mavzer: bir çeşit tüfek. mâye: maya, öz. mâyî: sıvı. mazâhir: görünme ve ortaya çıkma yerleri. mazanne: zanlı yer veya kimse mazarrât: zararlar. mazbata: tutanak. mazbût: tutulan, derli toplu. mâzeret: elde olmayan özür. mazhar: ortaya çıkma ve görünme yeri. mazhariyet: mazharlık. mâzi: geçmiş zaman. mâziyât: geçmiş zamanlar. mazlûm: zulüm görmüş, sessiz. mazlûmâne: zulüm görmüşcesine. mazlûmen: zulmedilerek. mazlûmîn: zulmedilenler. mazlûmiyet: zulme uğramışlık. mazmaza: abdestte ağzı yıkamak. mazmûm: eklenmiş. mazmun: ince anlamlı söz. maznun: zanlı, sanık. mazrûf: zarfa konan. mâzûr: özürlü. mâzûriyet: özürlülük. meâb: sığınak, dönüş yeri. meâd: varılacak yer, âhiret. meâl: sözün kısaca anlamı. meânî: anlamlar. mearic: çıkılacak yerler. meâsi: isyanlar, günahlar. meâyib: ayıplar. mebâdi: başlangıçlar. mebâhis: konular. mebde: başlangıç. mebğuz: sevilmeyen. mebhas: bölüm. mebhût: şaşkın. meblağ: tutar, miktar. mebnî: kurulan, dayanan. mebsût: genişleyen. mebsûten: genişleterek. mebûs: gönderilen, milletvekili. mebûsân: mebuslar, milletvekilleri. mebzûl: bol, çok, ucuz. mebzûliyet: bolluk, çokluk, ucuzluk. mecâl: tâkat. mecâlis: meclisler. mecâz: sözün başka mânâda kullanılması. mecâzî: mecazlı. mecbûr: zorlanmış, zorunlu. mecbûriyet: mecburluk. meccânen: bedava, parasız. mecelle: dergi, kanun dergisi. mechul: bilinmeyen, meçhul. mechure: nefesin tutulup sesin çıkarılmasıyla okunan harfler. mecid: yüce, şerefli. meclis: bir mesele için toplanmış insan topluluğu. meclûb: çekilen, celbolunan. mecmâ: toplanılan yer. mecmû: toplam. mecmua: yazılar topluluğu, dergi. mecnûn: deli, çılgın. mecrâ: su yolu, kanal. mecrûh: yaralı. mecrûr: son harfi esre olan kelime. mêcul: yapılmış. mêcur: ücretlenme. mecûsî: ateşe tapan. meczûb: cezbeli, kendini kaptırmış, başkasının etkisiyle davranan. meczûbane: cezbeye kapılmışcasına. medâr: sebep, vesile, kaynak, yörünge. medâris: medreseler. medayih: övgüler. medd: kabarma, uzatma. meddâh: öven. medde: uzatma işareti. meded: yardım. mededkâr: yardım eden. mededres: yardımcı. medenî: terbiyeli, kibar, şehirli. medeniyet: düzenli ve ileri hayat seviyesi, şehirlilik. medeniyetperest: medeniyete aşırı düşkün olan. medeniyetperver: medeniyeti seven. meder: çakıl taşı. medfen: mezar. medfûn: gömülmüş, defnedilmiş. medh: medih, övme. medhal: giriş, etki. medih: övme. medîha: övgü. medîne: şehir. medlûl: kendisine delil getirilen, mânâ, anlatılan. medlûliyet: kendisine delil getirilme. medrese: dershane, okul. Medresetüzzehrâ: parlak medrese. medyum: cinci. medyun: verecekli. mefâhim: mefhumlar, kavramlar. mefâhir: övünülecek şeyler. mefâsid: bozguncular. mefatih: anahtarlar. mefhar: övünme sebebi. mefhum: kavram. mefkud: bulunmayan. mefkûre: ülkü. meflûc: felçli, inmeli. mefrûş: döşeli. mefsedet: fesatlık, bozukluk. mefsûh: hükmü kaldırılan. meftûn: tutkun, vurgun. meftûniyet: tutkunluk, vurgunluk. meftûr: bezgin. mefûl: fiilden etkilenen. mefûliyet: fiilden etkilenmişlik. meh: ay. mehâbet: heybet, büyüklük. mehâfet: korku. mehâfetullah: Allah korkusu. mehâlik: tehlikeler. mehâsin: güzellikler. mêhaz: kaynak. mehbît: inilen yer. mehbût: korkudan şaşıran. mehcûr: ayrılmış. mehd: beşik. Mehdî: hidayete eren ve hidayete vesile olan, âhirzamanda eserleri ve talebeleriyle îmana hizmet ederek yeryüzünü nurlandıran büyük ve nuranî âlim. Mehdîmisâl: Mehdî gibi. mehenk: ölçü taşı. mehîb: korkulan. mehmâemken: olabildiğince. mehmûse: fısıltıyla okunan harfler. mehr: mehir, erkeğin kadına verdiği evlenme bedeli. mehtâb: mehtap, ay ışığı. mehter: Osmanlılarda askerî müzik takımı. mekâdir: miktarlar. mekân: yer, ev. mekânî: mekânla ilgili. mekanik: hareket ilmi. mekanizma: makine kısmı, işleyiş. mekârim: iyilikler. mekatı: duraklar. mekâtib: okullar. mekâyis: ölçütler. mêkel: yemek yenilen yer. mekîk: bir dokuma âleti. mekîn: sakin, vakarlı, saygın. mekkâr: hileci, düzenci. Mekke: Kabenin bulunduğu mukaddes şehir. meknun: örtülü, gizli. meknûz: gizli define. mekreme: ikram yeri. mekruh: kötü, çirkin. meksûb: kazanılmış. meksûbe: kazanılan. mekşûf: keşfedilen, açılan. mekteb: mektep, okul. mektûb: mektup, yazılan. mektûbât: mektuplar. mektûbe: yazılmış. mektûm: gizli, saklı. mêkûlât: yiyecekler. melâb: oyun yeri. melâbe: oyun yeri. melâbegâh: oyun oynanan yer. melâhat: yüz güzelliği. melâhim: savaş yerleri. melâib: oyunlar, oyun yerleri. melâik: melekler. melâike: melekler. melâiketullah: Allahın melekleri. melâl: can sıkıntısı. melâmet: kınanmışlık. melâmî: kınanmış, melamilik tarikatından olan. Melâmîlik: kendini kınamayı esas alan bir tarikat. melâne: lânete lâyık olan. melbûsât: giyecekler. melcê: sığınak. meleiâlâ: büyük meleklerin âlemi. melek: nurdan yaratılmış masum varlık. melekât: melekeler. meleke: zihnin anlama, kavrama, hatırlama gibi özellikleri, tekrar tekrar yapmaktan dolayı kazanılan beceri. melekî: melekle ilgili, melek gibi. melekiyet: meleklik. meleksimâ: melek yüzlü. melekût: melekler âlemi, varlıkların ilâhî isimlere bakan iç yüzü. melekûtî: melekutla ilgili. melekûtîyet: melekutluk. melekülmevt: ölüm meleği. melez: ırkı karışık. melfûf: paketlenip gönderilen. melfûfât: paketlenip gönderilenler. melfûz: söylenmiş. melhûz: düşünülebilen. melîh: güzel, şirin. melîk: hükümdar. melîke: kadın hükümdar. melîl: üzgün. melsûk: yapıştırılmış. mêlûf: alışılmış. melûl: usanmış. melûn: lânetli. melûnâne: melunca. melzum: lüzumlu. memâlik: memleketler. memât: ölüm. memduh: övülmüş. memduha: övülmüş. memer: geçit. memlû: dolu. memlûk: köle. memnû: yasak. memnûn: hoşnut. memnûnâne: memnunca. memnûniyet: memnunluk. mêmûl: umulan. Mêmûn: felsefe kitaplarını tercüme ettirmesiyle meşhur bir halife. mêmûn: emin, korkusuz. mêmûr: emir altında olan. mêmûrîn: memurlar. mêmûriyet: memurluk. memzûc: karışık. men: kim. men: yasaklama. menâbî: kaynaklar. menâfî: menfaatler. menâfiz: delikler. menâhî: yasaklananlar. menâhic: metodlar. menâkıb: hayat hikâyeleri. menâm: uyku. menâmen: uykudayken. menâr: ışık tutucu. menâsık: ibadet yerleri. Menat: bir putun adı. menâtık: mıntıkalar, bölgeler. menâzır: manzaralar. menâzil: inilen yerler. menbâ: kaynak. mencê: kurtuluş yeri. mendûb: emredilmediği hâlde yapılan güzel amel, iş. mendûbiyet: mendupluk. menend: eş, benzer. menfâ: sürgün yeri. menfaat: fayda, çıkar. menfaatperest: menfaatına çok düşkün. menfaattar: menfaatli. menfez: delik, gözenek. menfî: olumsuz, sürgün. menfûr: nefret edilen. menhî: yasaklanan. menhiyat: yasaklananlar. menhûs: uğursuz. meni: döl suyu. menkıbe: hayat hikayesi. menkûha: nikâhlı kadın. menkul: anlatılan, taşınabilen. menkulât: taşınanlar, anlatılanlar. menkûr: inkâr edilen. menkûs: tersine çevrilmiş. menkuş: nakışlı. menkuz: bozulmuş. Mennân: kullarına bol nimet ve ihsanlarda bulunan Allah. mensub: bağlı, ait, ilgili. mensubât: bağlılar, ilgililer. mensubiyet: bağlılık, aitlik. mensûc: dokunmuş. mensûcât: dokunanlar. mensûh: hükmü kaldırılmış. mensur: nesirli. mensûs: âyet ve hadîs gibi kesin delillerle tesbit edilmiş olan. menşê: esas, kök, kaynak. menşûr: yayılmış. mênûs: alışılmış. menvî: niyetlenen. menzil: inilen yer. menzilgâh: inme yeri. merâ: otlak. merak: öğrenme isteği. merakâver: merak verici. merâkib: binekler. merâm: maksat, niyet, istek. merâsim: tören. merâtib: mertebeler. merâyâ: aynalar. merbût: bağlı, irtibatlı. merbûtiyet: bağlılık. mercan: denizden elde edilen bir süs maddesi. mercî: mak*** dönülecek yer, başvurulacak yer, kaynak, makam. mercîiyet: başvurulacak makam olma özelliği, kaynaklık. mercû: ümit edilen, rica olunan. mercûh: tercih edilmeyen, başkası ona tercih edilmiş. merd: mert, sözünün eri. merdâne: mertçe. merdûd: reddedilmiş. merdümgiriz: insanlardan sıkılan, yalnızlığı seven. merdümgirizane: kalabalıktan sıkılıp yalnızlık isteyerek. merfû: yükseltilmiş. merğûb: rağbet edilen, istenilen. merhaba: rahat olun, hoş geldiniz. merhale: kademe, aşama. merhamet: acıma. merhameten: merhamet ederek. merhametkâr: merhametli. merhametkârâne: merhamet edercesine. merhem: yara ilacı. merhûm: rahmetli, ölmüş. merhûme: ölmüş kadın. merhûn: rehin edilmiş. merî: görünür olan, yürürlükte olan. meridyen: boylam. Merih: bir gezegen. merîyyet: yürürlükte oluş, görünürlük. merkeb: binek. merkez: orta mekân, idare yeri. merkezî: merkezde olan. merkeziyet: merkezlik. merkûb: binek. mermi: kurşun. mermuze: dolaylı anlatılan. mersiye: ölüm şiiri. mert: üstün karakterli. mertebe: derece, aşama. Merve: Mekkede bir mübarek tepe. mervî: rivayet edilen, anlatılan. merzûk: rızıklanmış. merzûkiyet: rızıklanmışlık. mesâbe: yerinde, değerinde. mesâbih: lambalar. mesâcid: namaz kılınan yerler. mesâfe: ara, uzaklık. mesağ: izin. mesâha: yüz ölçümü. mesâhif: mushaflar, Kurânlar. mesâi: çalışmalar, emekler. mesâib: musibetler. mesâil: meseleler. mesaj: haber. mesâk: sevkedilen yer. mesâkin: meskenler, evler. mesâkin: miskinler, fakirler. mesâlih: maslahatlar, işler. mesâlik: meslekler, ekoller, yollar. mesâmât: gözenekler, delikler. mesâme: gözenek. mesâne: sidik torbası. mesânî: bir şeyin tekrarı. mesarr: sürurlu, sevinçli. mesâvî: kötü hâller. mesbûk: geçmiş, geri kalmış. mescid: secde yeri, küçük cami. mesel: atasözü, küçük hikâye. mesêle: düşünülecek husus, konu. meserret: sevinç, şenlik. mesh: el sürme, silme. Mesîh: olumlu mânâda isa aleyhisselâm için söylenen bir tabir. Mesîh: "silen, bozan" mânâsında deccalın bir adı. mesîl: kanal, benzer. mesîre: gezinti yeri. mesîregâh: gezinti yeri. meskat: doğum yeri. mesken: oturulan yer, ev. meskenet: yoksulluk, miskinlik. meskûn: oturulan yer. meslek: yol, usûl, ekol. mesmû: işitilen. mesmûat: işitilenler. mesmûm: zehirlenmiş. mesned: dayanak. mesnevî: bir şiir türü. mesnûn: sünnet olan. mesrûk: çalınmış. mesrûr: sevinçli, sürurlu. mesrûrâne: sevinçli bir şekilde. mesrûriyet: sevinçlilik. mest: ayakkabı, hazla kendinden geçen. mestûr: örtülmüş. mestur: satırlanmış, çizilmiş. mestûre: örtülü kadın. mesûd: saadetli, mutlu. mesûdâne: saadetle. mesûdiyet: mesutluk. mesûk: sevk olunan. mesûl: sorumlu. mesûliyet: sorumluluk. meşâgil: meşguliyetler. meşâhir: meşhurlar, ünlüler. meşakkat: zahmet, zorluk, sıkıntı. meşâle: ucu alevli değnek. meşârib: meşrepler, anlayışlar, gidişatlar. meşayih: şeyhler, pirler. meşbû: doymuş. meşegâh: meşelik. meşême: sol, kötü, uğursuz. meşgale: iş, uğraş. meşgul: işli, iş üstünde olan. meşguliyet: işlilik. meşher: sergi. meşhûd: görülen. meşhûdât: görülenler. meşhûdiyet: görünürlük. meşhûn: sevinçli. meşhûr: ünlü. meşîet: dileme. meşîhat: din işleri merkezi. meşk: alıştırma, örnekleme. meşkûk: şüpheli. meşkûr: şükre lâyık olan. meşmeşiye: normal göze görünmeyen misalî bir âlem. meşreb: meşrep, gidişat. meşreben: gidişatça. meşrık: doğu. meşrû: dine uygun. meşrûbât: içecekler. meşrûh: açıklanmış. meşrûhât: açıklananlar. meşrûiyet: dine uygunluk. meşrût: şarta bağlı. meşrûta: şarta bağlanmış. meşrûtiyet: devletin bir hükümdarın başkanlığı altındaki millet meclisi tarafından idare edildiği yönetim biçimi. meşrûtiyetperver: meşrutiyeti seven. meşşâiyyun: akla güvenip peygambere inanmayan felsefeciler. meşşata: süsleyen, tarayan. meşûm: uğursuz. meşûmâne: uğursuzcasına. meşûme: uğursuz. meşûr: şuurlu. meşveret: danışma, fikir alışverişi yapma. metâ: ticaret malı. metâlî: güneş ve ayın doğduğu yerler ve zamanlar. metâlib: istenenler. metanet: dayanıklılık. metbû: kendisine uyulan. metbûiyet: metbuluk. metfuh: açılmış. methetme: övme. methiye: övgü, övme. metîn: metanetli, dayanıklı. metin: yazının tamamı. metînâne: dayanıklı biri gibi. metod: usûl, yöntem. metrûk: terkedilmiş. metrûkât: terkedilenler. Metta: Yunus aleyhisselâmın annesi. meûnet: geçimlik. mêvâ: yer, mekân. mevâcid: kalbe zevk veren hâller. mevâdd: maddeler. mevâhib: karşılıksız verilenler, ihsanlar. mevâkıf: duraklar. mevâki: yerler. mevâlid: mevlidler, doğmalar. mevâlîd: varlıklar. mevâni: maniler, engeller. mevâsim: mevsimler. mevhat: cansızlar. mevc: dalga. mevce: dalga. mevcûd: mevcut, var olan. mevcûdat: varlıklar. mevcûdiyet: varlık. meveddet: dostluk, sevgi. mevhibe: verilmiş. mevhûbe: verilen. mevhum: kuruntu ürünü. mevîza: öğüt, nasihat. mevkıf: durak, bölüm. mevki: yer. mevkib: kafile, topluluk. yle='margin-top:0cm;margin-right:1.0cm;margin-bottom:0cm; margin-left:1.0cm;margin-bottom:.0001pt;mso-pagination:none'>mevkuf: durdurulan, tutulan. mevkufen: tutularak, durdurularak. mevkute: süreli yayın. Mevlâ: sahip, efendi, Allah. Mevlânâ: Mesnevî adlı kitabın da yazarı olan ünlü velî ve şair. mevlânâ: efendimiz. Mevlevî: Mevlânanın tarikatından olan. Mevlevîvârî: dönerek zikreden mevleviler gibi. mevlid: doğum. mevlûd: doğan. mevrid: varılan yer, yol. mevrûs: mirasla gelen. mevsûf: vasıflı, sıfatlanan. mevsûk: vesikalı, belgeli, sağlam. mevsûkan: belgeli bir biçimde. mevsûl: kavuşan, ulaşan, bitişen. mevsûle: bitiştirilmiş. mevt: ölüm. mevta: ölü. mevtâlûd: ölümle karışık. mevûd: söz verilmiş. mevzî: bir şey konulacak yer. mevzû: konu. mevzû: uydurulmuş hadîs. mevzûat: kurallar, kanunlar. mevzûbahis: söz konusu. mevzun: ölçülü, tartılı. mevzunen: ölçülü ve tartılı olarak. mevzuniyet: ölçülülük, tartılılık. mey: şarap, meyâdin: meydanlar. meyân: orta, ara. meydân: saha, alan. meyelân: eğilim, istek. meyil: istek, yönelme. meyl: istek, yönelme. meymene: sağ, iyilik, uğur. meymenet: bereket, uğur, kutluluk. meymûn: uğurlu, kutlu. mêyûs: ümitsiz. mêyûsane: ümitsizce. mêyûsiyet: ümitsizlik. meyvedâr: meyveli. meyyâl: meyilli, istekli. meyyit: ölü, cansız. mezâd: mezat, artırmalı satış. mezâhib: mezhepler. mezâhim: zahmetler, zorluklar. mezâhir: görünme yerleri, çiçekli yerler. mezâk: tadma. mezâlim: zulümler. mezâmir: Zebur kitabının süreleri. mezâr: kabir, ziyaret yeri. mezâristân: mezarlık, ölüler ülkesi. mezâyâ: meziyetler. mezbaha: hayvan kesim yeri. mezbele: çöplük. mezbûr: sözü edilen. mezc: karıştırma, katıştırma. meze: çerez. mezellet: alçaklık. mezheb: gidilen yol, dinin esaslarında aynı ayrıntılarında farklı görüşler. mezher: çiçeklik. mezhere: çiçeklik. meziyet: güzel özellik. meziyyât: meziyetler. mezkûr: anılan. mezmûm: yerilmiş. mezraa: tarla. mezrûat: ekilenler. mêzûn: izinli. mıh: çivi. mıknatıs: bazı metalleri çeken madde. mıntıka: bölge. mısrâ: şiirin her bir satırı. mıstar: cetvel. mızrâk: ucu sivri savaş aleti. miâd: vade. midâd: mürekkep. midevî: mide ile ilgili. miftah: anahtar. mihâl: kuvvet. mihânikiyyet: mekaniklik. mihenk: deneme taşı. mihmân: misafir. mihmândâr: misafiri olan. mihnet: sıkıntı, tasa. mihrâb: imamın namaz kıldırdığı yer. mihrâk: odak. mihver: eksen. Mikâil: dünya işlerini düzenlemekle görevli melek. mikdâr: miktar, nicelik. mikyas: ölçü, ölçek. mikyasvari: ölçü gibi. mil: ince metal, sel birikintisi. milâd: doğum günü. milâdî: milada dayanan. milel: milletler. milis: sivil ordu. millet: aynı dinden olanlar topluluğu. milletdaş: aynı milletten olan. milletperver: milletini seven. millî: milletle ilgili. milliyet: aynı milletten olma hâli. milliyetperver: milliyetçi, milletini seven. mîmar: bina tasarımcısı. mimsiz medeniyet: deniyet, yani alçaklık. minâ: c*** billur, sırça, parlak. minârât: minareler. minber: camide hutbe okunan yer. minhâc: yol, meslek, metod. minindillah: Allah katında. minnet: iyiliğe karşı duyulan şükür hissi, başa kakma. minnetdâr: minnet eden. minnetdârâne: minnet duyarak. minnetdârlık: minnet hissetme. mintarafillah: Allah tarafından. minvâl: tarz, yol, gidiş. mîr: bey, amir. mîrâc: merdiven. Mîrâc: Peygamberimizin semaya çıkma mucizesi. Mîrâciye: Mevlidin mîraçla ilgili bölümü. mîrâcvârî: mîraç gibi. miralay: albay. miras: ölen kimsenin yakınlarına kalan malı. mirât: ayna. mîrî: devlet malı. mirkat: mertebe, derece. mirlivâ: tuğgeneral. mirsâd: gözetleme yeri. mirzâ: reis, bey. misafirhâne: misafir evi. misafirperver: misafiri seven. mîsak: sözleşme. misâl: örnek, bir alem adı. misâlî: misâl hâlinde, misâlle ilgili. misâlîye: misâlle ilgili olan. misbah: lamba, kandil. misdâk: onaylayıcı delil. misil: eş, benzer. misillü: benzeri, gibi. misk: güzel koku. miskal: 4,5 gram ağırlık. miskin: yoksul, uyuşuk, tembel, zavallı. mislen: benzer olarak. misliyet: benzerlik, eşlik. mismar: çivi. mistar: cetvel. mistik: içle ilgili. misvâk: sünnet olan diş temizleme aleti, bir ağacın kökü. misyon: vazife. misyoner: Hıristiyanlığı yaymakla görevli kimse. mîşâr: onda bir. mişkât: lamba konan yer, kandil. mişvâr: davranış, gidişat. miting: bir gaye uğruna yapılan büyük toplantı. mitoloji: efsane ilmi. mitralyöz: makinalı tüfek. miyan: orta, ara. mîyâr: ölçü. mizâc: huy, yaradılış. mizâh: komedi, gülmece. mîzan: terazi, tartı, ölçü. mîzancık: küçük terazi, ölçücük. mîzenend: söylüyorlar, vuruyorlar. model: örnek, misal. Moğol: Asyada bir kavim. molla: büyük âlim, medrese talabesi. moral: ruh gücü. muaccel: acele, peşin. muacciz: sıkıntı verici, rahatsız edici. muâddel: düzeltilen. muâddil: düzeltici. muâdil: denk, dengeli. muâf: affolunmuş, ayrı tutulmuş. muâhede: antlaşma. muâheze: sorgulama, azarlama. muahhar: sonraki. muâhid: antlaşma yapan. muâkıb: cezalandıran. muâkıd: sözleşen. muakkib: izleyen. muâlece: işe girişme. muallâ: yüce. muallak: boşlukta, askıda. mualleka: asılan. muallekât: asılanlar. muallekatısebâ: Kâbe duvarına asılan yedi ünlü şiir. muallem: talimli, eğitilmiş. muallim: ilim belleten, öğretmen. muallime: hanım öğretmen. muamelât: muameleler, işlemler. muamele: davranış, işlem. muammâ: bilmece. muammââlûd: bilmeceli. muammer: uzun ömürlü. muânaka: sarılma. muânân: ananeli, belgeli. muânid: aykırı, direnen. muannid: inatçı. muannidane: inat edercesine. muanven: ünvanlı, namlı. muâraza: çekişme, tartışma, muhalefet. muârefe: tanışma. muâreke: kavga. muârız: muarazacı, muhalif, çekişen, tartışan. muarrâ: temiz, arınmış. muarreb: Araplaşmış. muarref: tanıtılmış. muarrif: tanıtıcı. muâsır: çağdaş. muâşaka: sevişme. muâşeret: iyi geçinme, görgü. muâteb: azarlanmış. muattal: işlemez, işsiz. muattar: ıtırlı, güzel kokulu. muattıl: îmansız, tanrıtanımaz. muattıla: îmansız, tanrıtanımaz. muâvenet: yardım. muâvenetdârâne: yardım edercesine. muâveneten: yardım olarak. muâvenetkârâne: yardımcı olurcasına. muâvin: yardımcı. Muâviye: Emevi Devletinin kurucusu olan bir sahabe. muâyene: gözden geçirme. muayyen: belli, ölçülü, tartılı. muazzam: pek büyük. muazzeb: eziyet çeken. muazzez: izzetli, şerefli. muazzib: azap eden. mubâh: işlenmesinde sevap ve günah olmayan. mubassır: gözcü, bakıcı. mûbik: helak edici, büyük günah. mubsır: görünen. mubsırât: görünenler. mûcib: gereken, gerektiren. mûcib: hayrete düşüren. mûcibe: hüküm, gerektiren. mûcibibizzat: her şeyi yapmaya mecbur olan. mûcid: yeni bir şey yapan, "yoktan var eden" mânâsında ilâhî isim. mûciz: insanı aciz bırakan. mûciz: kısa, fakat çok mânâlı, özlü. mûcizane: aciz bırakırcasına. mûcizât: mûcizeler. mûcize: insanların yapamadığı harikalar. mûcizekâr: mûcizeli, mûcize gösteren. mûcizevârî: mûcize gibi. mûcizevî: mûcizeli biçimde, mûcize ile ilgili olarak. mûciznümâ: mûcize gösteren. mudarebe: dövüşme. mudga: et parçası. mudhike: gülünecek şey, komedi. mudıll: saptıran. mûdil: büyük, çetin, zor. mufaddıl: üstün eden, yükselten. mufassal: ayrıntılı. mufassalan: ayrıntılı biçimde. mugaddi: besleyici. mugalata: yanıltıcı için söz söyleme. muganni: nağmeyle okuyan. mugayeret: aykırılık. mugayir: aykırı. mugayyebât: bilinmeyenler. mugayyebâtıhâmse: beş bilinmeyen şey. mugis: yardım isteyene yardım eden. muğlak: kapalı, anlaşılması zor. muğnî: zengin edici. muhabbet: sevgi. muhabbetdâr: seven, sevgili. muhabbetdârâne: severcesine. muhabbethâne: sevgi evi. muhabbetkârâne: severcesine. muhabbetullah: Allah sevgisi. muhâberât: haberleşmeler. muhâbere: haberleşme. muhâbir: haberci. muhâcerât: göç etmeler. muhâceret: göç etme. muhacim: saldıran. muhâcir: göç eden, göçmen. muhâcirîn: Medineye göç eden sahabeler. muhaddis: hadîs âlimi. muhaddisin: hadîs âlimleri. muhafaza: koruma. muhafazakâr: koruyucu. muhaffef: hafifletilmiş. muhâfız: koruyan. muhâkât: taklit etme. muhhakemât: akıl yürütmeler, hüküm çıkarmalar. muhâkeme: düşünme, akıl yürütme, hüküm çıkarma, yargılama. muhâkî: benzer. muhakkak: kesin, gerçekleşmiş. muhakkik: araştıran, inceleyen. muhakkikâne: araştırırcasına. muhakkikîn: araştırmacılar, büyük âlimler. muhâl: imkânsız, olması mümkün olmayan. muhâlât: muhaller, imkânsız olmalar. muhâlefet: karşı gelme, ayrı düşünme, uymama. muhâlif: karşı, zıt, aykırı, uymaz. muhâliyet: imkânsız oluş. muhalled: sürekli. Muhammed: Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâmın "medhedilen" mânâsındaki ismi. Muhammediye: Peygamberimizle ilgili. muhammen: tahmin edilen. muhannes: kadınlaşmış erkek. muhârebât: savaşmalar. muhârebe: savaşma. muhârib: savaşan. muharref: değiştirilmiş, bozulmuş. muharrem: Arabî ayların ilki. muharremât: haram edilen şeyler. muharrer: yazılı, yazılmış. muharrık: yakan, susatan. muharrib: tahrip eden, yıkan. muharrif: değiştiren, bozan. muharrik: hareket ettiren. muharrir: yazar. muhâsama: düşmanlık. muhâsamet: düşmanlık besleme. muhâsara: kuşatma. muhâsebe: hesaplaşma, hesap görme. muhâsım: düşman. muhâsib: hesapçı. muhassal: netice, sonuç, ürün. muhassala: elde edilen sonuç. muhassıl: hasıl eden, neticelendiren. muhassıs: hususileştiren, ayıran. muhassısa: hususileştirici. muhât: kuşatılmış. muhâtab: kendisine söz söylenilen. muhâtabâne: kendisine söz söylenilen kimse gibi. muhâtabîn: kendisine söz söylenenler. muhâtara: korkulu durum. muhâverât: konuşmalar. muhâvere: konuşma. muhavvef: korkulu. muhavvel: ısmarlanmış, değiştirilmiş. muhavvif: korkutan. muhavvil: değiştiren. muhayyel: hayâl edilmiş. muhayyer: seçmeli. muhayyile: hayâl kuvveti. muhayyir: hayret ettiren. muhbir: haberci. muhdes: sonradan meydana getirilmiş. Muhdis: her şeyi sonradan var eden Allah. muhib: seven. muhill: bozan. mûhin: hor ve hakir eden. mûhiş: korkutan. muhit: kuşatan, çevre. muhita: kuşatıcı. muhkem: sağlam. muhkemât: sağlam ve mânâsı açık olanlar, kuvvetliler. muhles: ihlası devamlı olan. muhlis: ihlaslı, samimi, işini sadece Allah için yapan. muhlisâne: muhliscesine. muhlisen: muhlisce. muhrib: tahrip eden, yıkan. muhrik: yakıcı. Muhsî: herşeyin sayısını bilen Allah. Muhsin: "ihsan eden, güzel davranan" mânâsında ilâhî isim. muhsin: yaptığı işi en güzel yapan, Allahı görür gibi ibadet eden. muhsinîn: işini güzel yapanlar, Allahı görür gibi ibadet edenler. muhtâc: ihtiyacı olan. muhtar: kendi iradesiyle hareket edebilen. muhtariyet: hareket serbestisi olan. muhtasar: kısa. muhtasaran: kısaca. muhtedî: îmana gelen. muhtefi: gizlenen. muhtekir: kıymetlensin diye mal saklayan vurguncu. muhtelif: çeşit çeşit, birbirine uymayan. muhtelife: başka başka. muhtelit: karışmış. muhtell: bozuk, hasta. muhtemel: olabilir. muhtera: yoktan var edilmiş. muhterem: hürmet edilen, saygın. muhterik: yanan. muhteris: ihtiraslı. muhteşem: ihtişamlı, görkemli. muhtevâ: iç, öz, mânâ. muhtevî: içine alan. muhteviyat: içindekiler. muhtıra: hatırlatma. muhtî: hata yapan. Muhyî: hayat veren, dirilten, Allah. muin: yardımcı. mukabele: karşılık verme. mukabeleten: karşılık vererek. mukabil: karşılık. mukaddem: önceki. mukaddemât: öncekiler, başlangıçlar. mukaddeme: önsöz, başlangıç. mukadder: kader ile belirlenmiş. mukadderât: kader ile belirlenenler. mukaddes: kutsal olan. mukaddesât: kutsal olanlar. mukaddime: başlangıç, önsöz. Mukaddir: "takdir eden, kıymet biçen" mânâsında ilâhî isim. mukaffa: kafiyeli. mukallid: taklitçi. mukannen: kanunla belirlenmiş, düzenli. mukannin: kanun koyan, düzenleyen. mukarenet: bitişiklik, yakınlık. mukarin: bitişik, yakın. mukarreb: yakın olan. mukarrebin: yakın olanlar. mukarrer: kararlaşmış. mukarrib: yaklaştıran. mukatele: birbirini öldürme. mukattaa: sûre başlarında bulunan şifreli harf. mukattaat: sûrelerinin başlarında bulunan şifreli harfler. mukavele: sözleşme. mukavemet: dayanma, direnme. mukavemetsûz: dayanma gücünü bitiren. mukavim: dayanıklı. mukavves: kavisli, eğrilmiş. mukavvis: kavisli, eğri. mukayese: karşılaştırma. mukayyed: kayıtlı, bağlı, sınırlı. mukîl: hataları affeden. mukîm: oturan, yerleşik. muknî: ikna eden, inandıran. muknîyâne: ikna edercesine, inandırarak. muksit: haklı hareket eden. muktazi: gerekçe, gerektiren. muktebes: bir yerden alınan. muktedâ: kendisine uyulan. muktedâbih: kendisine uyulan kimse. muktedî: birine uyan. muktedir: iktidarlı, gücü yeten. muktedirâne: gücü yeter biçimde. muktesid: iktisadlı, tutumlu. muktesidane: iktisadlı şekilde, tutumlu biçimde. muktezâ: gereken, gerekirlik. muktezî: gerektiren, gerekçe. muktezîyât: gerektirenler, gerekçeler. mumaileyh: adı geçen. mumatala: sohbet eder gibi karşılıklı konuşma. mumdar: mum tutan, aydınlatan. mumya: çürümesin diye ilaçlanmış ölü. munâtıf: bir tarafa yönelmiş, meyletmiş. munazzam: düzenlenen. munazzım: düzenleyen. munfasıl: ayrılmış. mûnis: alışılmış, evcil, sevimli. munkabız: sıkıntılı, büzülmüş. munkalib: dönüşmüş, değişmiş. munkarız: bitmiş, batmış. munsarıf: geri dönen. munsıf: insaflı. munsıfane: insaflıca. muntabık: uygun. muntasır: öç alan. muntazam: düzenli. muntazaman: düzenli olarak. muntazar: beklenen. muntazır: bekleyen. muntazıran: bekleyerek. muntazırâne: beklercesine. munzam: eklenen. murabba: kare. murabıt: bağlı. murâd: arzu, istek, dilek. murafaa: duruşma. murahhas: delege, devlet adına görevli kimse. murâkabe: denetleme. murâkıb: denetleyici. murassâ: süslü, mücevherli. murassâât: süsler, mücevherler. murdar: pis, kirli. murdia: süt anne. mûris: miras bırakan, veren. murtabıt: irtibatlı, bağlı. murteza: kendisinden razı olunan. musâb: kendine bir şey isabet eden. musaddak: tasdiklenmiş, onaylanmış. musaddık: tasdik eden, onaylayan. musaddıkane: onaylayarak. musâfaha: tokalaşma. musaffa: safileşmiş, arıtılmış. musaffi: safileştiren, arıtan. musağğar: küçültülmüş. musâhabe: sohbet etme. musâhale: kolaylaştırma. musâhere: akrabalık. musahhah: düzeltilmiş. musahhar: emir altında, esir alınan. musahharane: emir altında gibi. musahhariyet: emir altındaymışcasına. musahhih: düzelten. musahhihane: düzeltircesine. musahhir: ele geçiren. musâhib: sohbet arkadaşı. musâlâha: barışma, anlaşma. musâlâhakârâne: barışarak, barışırcasına. musallâ: namaz yeri. musallat: sataşan. musalli: namaz kılan. musammem: hakkında karar verilmiş, kararlaştırılmış. musanna: sanatlı. musannif: derleyip düzenleyen. musarrah: açıklanmış. musavver: resimlenmiş. musavvibe: tasvip edilen. Musavvir: sûret veren, biçimlendiren, Allah. musavvire: sûretlenen, biçimlenen. musaykal: cilali. Musevî: Musa aleyhisselâma tabi olan, Yahudi. mushaf: sahife, kitap, Kurân. musıka: musıki, müzik. musıki: müzik. musır: ısrar eden. musırrane: ısrarla. mûsî: vasiyet eden, tavsiye eden. musîb: isabetli, doğru. musîbât: musibetler. musîbet: başa gelen acı verici olay. musîbetzede: musibet gören. musika: mızıka. muslih: düzelten. Mustafa: Peygamberimizin "arınmış, seçilmiş" mânâsında bir ismi. mustatil: uzayan, diktörtgen. muta: kimseden bir şey istemeyen. mutaassıb: kendi tarafını aşırı tutan. mutaassıbane: kendi tarafını aşırı tutarcasına. mutâbaat: tabi olma, uyma. mutâbakat: uygunluk. mutâbık: uygun. mûtad: alışılmış, adet. mutaffifin: alışverişte muhatabının hakkını tam vermeyenler. mutahhar: temizlenmiş. mutantan: tantanalı, gösterişli. mutasallıf: bilgiçlik taslayan, şarlatan, gösterişçi. mutasarrıf: kendinde kullanım hakkı bulunan. mutasavver: tasarlanmış, düşünülmüş. mutasavvıf: tarikat adamı. mutasavvıfane: tasavvuf ehline benzer şekilde. mutasavvıfin: tarikatta ilerleyenler. mutasavvife: tarikatta ilerleyen. mutasavvire: sûretlendiren. mutavaat: itaat etme. mutavassıt: ortalama. vasıtalık eden. mutavattın: yerleşmiş. mutazammın: içine alan. mutazarrır: zarar görmüş. mûteber: inanılır, güvenilir, saygın. mûtedil: ılımlı, ölçülü. mutekadât: inanılan şeyler. mutekid: inanmış. mûtekif: ibadet için bir köşeye çekilen. mûtell: hasta. mûtemed: kendisine güvenilen. mûtemid: güvenen. mûtemidâne: güvenerek. mûtena: özenilmiş. mûteriz: itiraz eden, karşı çıkan. mûterizane: itiraz edercesine. Mûtezile: akla haddinden fazla önem veren sapık bir mezhep. mutî: itaat eden. mutlak: sınırlandırılmamış, salıverilmiş. mutlakıyyet: kayıtsız şartsız bir hükümdarın idaresi altında bulunan hükümet şekli. mutmain: tatmin olmuş. mutmainane: tatmin olarak. mutmainne: tatmin olan. muttala: bilgilenme noktası. muttalî: meseleyi bilen. muttarid: düzenli, sıralı. muttasıf: sıfatlanan, özellik kazanan. muttasıl: bitişik, aralıksız, sürekli. muvâcehe: karşı, ön, yüzleşme. muvâfakat: uygunluk, uygun bulma. muvaffak: başarılı. muvaffakiyat: başarılar. muvaffakiyet: başarı. muvaffakiyetkârâne: başarılı biçimde. muvâfık: uygun. muvahhid: Allahın birliğine inanan. muvahhidin: Allahı bir kabul edenler. muvahhiş: korkutup ürküten. muvakkat: vakitli, geçici. muvakkaten: geçici olarak. muvakkit: vakit bildiren. muvâsal: ulaşan, kavuşan. muvâsala: ulaşma, kavuşma. muvâsalât: kavuşmalar, ulaşmalar. muvâzaa: danışıklılık, bahse girişme. muvâzenât: muvazeneler, dengeler. muvâzene: denge, tartıda eşitlik. muvâzenet: dengelilik, eşitlik. muvâzi: paralel, aynı sırada. muvazzaf: vazifeli, görevli. muvazzah: açıklanmış. muzââf: iki kat, kat kat. muzâf: bağlanmış. muzaffer: zafer kazanmış. muzafferen: zafer kazanarak. muzafferiyet: zafer kazanma. muzahrefat: süprüntüler, atıklar. mûzam: en büyük kısım, büyütülmüş. muzari: Arapçada hem şimdiki zamanı hem de geniş zamanı ihtiva eden fiil kipi. muzdarib: ızdırap çeken. muzhir: gösteren, ortaya koyan. muzır: zararlı. muzî: ışık veren, aydınlatan. muzîe: ışık verici, aydınlatıcı. muzlim: karanlıklı. muzmahil: çökmüş, dağılmış. muzmer: gizli, saklı. muztar: zorda kalmış. mübâdele: değiştirme. mübâh: haram edilmeyen. mübâhât: haram edilmeyenler, güzellikler. mübâhesât: söz etmeler, konuşmalar. mübâhese: söz etme, konuşma. mübâlağa: abartma. mübâlağacûyâne: abartırcasına. mübâlağakârâne: abartırcasına. mübârek: bereketli, hayırlı, uğurlu. mübârekât: mübarekler. mübârekiyet: mübareklik. mübâreze: çarpışma, dövüşme. mübârezekârâne: çarpışarak, dövüşerek. mübâşeret: başlama, girişme, dokunma. mübâşir: müjdeleyen, mahkemede çağırıcı. mübâyaa: satın alma. mübâyenet: ayrılık, uymazlık, tutmazlık. mübâyin: aykırı, uymaz, ayrı. mübdî: yeni şeyler ortaya koyan. mübeccel: yüceltilmiş, yüce. mübeddil: değiştiren. mübelliğ: tebliğ eden, bildiren. müberhen: delilli, ispatlı. müberrâ: arınmış, temize çıkmış. mübeşşer: müjdelenmiş. mübeşşir: müjdeci. mübeyyen: açıklanan. mübeyyin: açıklayan. mübeyyiz: temize çeken. mübezzir: israfçı. mübhem: belirsiz. mübhîc: sevindiren. mübîn: apaçık. müblâ: dağıtılmış, yenilmiş. mübrem: kaçınılmaz, vazgeçilmez. mübtedâ: başlangıç, isim cümlesinde özne. mübtedî: dinde olmayanı dine sokan. mübtedi: yeni, acemi, ilkel. mübtediyane: mübtedice. mübtelâ: düşkün, tutkun. mübtezel: bol, ucuz, değersiz. mübtil: iptal eden. mücâb: kabul cevabı alan. mücâdele: savaşma, çarpışma. mücâhedât: din için savaşmalar. mücâhede: din için savaşma. mücâhid: din için savaşan, çalışan. mücâhidane: mücahide yakışır şekilde. mücâhidîn: din için savaşanlar, çalışanlar. mücânebet: çekinme. mücânis: cinsi aynı olan. mücâveret: komşuluk, yakınlık. mücâvir: komşu, yakın. mücâzât: cezalandırmalar. mücâzefe: söz ile karşısındakinin hakkını örtme, aldatma. mücbir: zorlayan, mecbur eden. mücedded: yeni. müceddid: yenileyici, hadîste her asırda geleceği müjdelenen ve îman hakikatlarını asrın anlayışına uygun olarak anlatmakla görevlendirilen nurlu âlim. müceddidiyet: mücedditlik, yenileyicilik. mücehhez: cihazlı, donanmış. mücellâ: parlak, cilâlı. mücelled: ciltlenmiş. mücellid: ciltçi. Mücemmil: güzelleştiren, güzel yaratan, Allah. mücerreb: tecrübe edilmiş, denenmiş. mücerred: maddî varlıklardan ayrı olarak sadece zihinde düşünülen kavr*** soyut mücerredat: mücerretler, soyutlar. mücessem: cisimlenmiş, cisimli. mücessime: Allahı bir cisim gibi tasavvur eden sapkın. mücevher: kıymetli taş. mücevherat: kıymetli taşlar. mücîb: duaya cevap veren, Allah. mücîr: himaye eden, Allah. mücmâ: toplanma. mücmel: kısa. mücmelen: kısaca. mücrim: suçlu. müctebâ: seçilmiş, kıymetli. müctehid: âyet ve hadîslerden hüküm çıkaran büyük âlim. müctehidîn: müctehidler. müctemî: toplu. müctemiân: topluca. müctenibâne: kaçınırcasına, sakınırcasına. müczil: çoğaltan, bollaştıran. müdâfaa: savunma. müdâfaanâme: savunma yazısı. müdâfaât: savunmalar. müdâfî: savunan. müdâhale: karışma, girme. müdâhene: dalkavukluk. müdahhâr: depolanmış, birikmiş. müdâhil: içeri giren. müdâhin: dalkavuk. müdakkik: inceleyen. müdakkikâne: incelercesine. müdakkikîn: incelemeciler. müdârâ: yüze gülme, yüze gülücülük. müdavele: alıp verme, konuşma. müdavemet: devamlılık. müdâvim: devamlı. müdâyene: ödünç alıp verme. müdd: 875 gram ağırlık. müddea: iddia edilen, dâvâ. müddehar: biriken. müddeharât: birikenler. müddeî: iddiacı, davacı. müddeîiumumî: savcı. müddet: süre, zaman. müdebbir: işinin sonunu gözeterek iş yapan. müdebbirane: müdebbirce. müdellel: delilli, ispatlı. müderris: ders veren âlim. müderrisîn: ders veren alimler. müdevven: derlenip düzenlenmiş. müdevveriyyet: yuvarlaklık. müdhiş: müthiş, korkutan. müdîr: müdür. müdrik: anlayan, kavrayan. müdrike: anlama kabiliyeti. müebbed: ebedî, sonsuz, ömür boyu. müeccel: ertelenmiş. müeddeb: edeplendirilmiş. müeddî: ödeyen, sebep olan. müehhirîn: sonrakiler. müekked: kuvvetli, sağlam. müekkel: vekil edilmiş. müekkid: sağlamlaştıran. müekkil: vekil eden. müellefât: yazılmış eserler. müellefe: alıştırılmış, yazılmış. müellif: kitap yazan. müennes: dişil. müesses: kurulu. müessese: kurum. müessif: üzücü. müessir: tesirli, etkili. müessiriyet: tesirlilik, etkinlik. müessis: kuran, kurucu. müeyyed: desteklenen, doğrulanan. müeyyid: kuvvet veren, destekleyen. müeyyide: destekleyen, yaptırım. müezzin: ezan okuyan. müfad: anlatılan anlam. müfahere: üstünlük yarışı. müfarakat: ayrılmalar. müfehhimane: anlayarak. müfekkire: düşünme kabiliyeti. müferrah: ferahlanmış. müfesser: tefsir edilmiş, açıklanmış. müfessir: âyetleri tefsir eden, açıklayan, yorumlayan, yorumcu. müfessirîn: müfessirler, Kuranı açıklayıp yorumlayanlar. müfettiş: teftiş eden. müfîd: ifadeli, faydalı. müflih: kurtulan. müflis: iflas etmiş. müfred: tek, yalnız. müfredat: ayrıntılar, parçalar. müfreze: askerî birlikten ayrılan kol. müfrit: aşırıya kaçan. müfritane: aşırı gidercesine. müfsid: bozan. müftehir: iftihar eden, övünen. müftehirâne: iftihar ederek, övünerek. müftereyat: iftiralar. müfteri: iftira eden. müfteris: yırtıcı. müfteriyane: iftira edercesine. müfti: fetva veren, müftü. mühakat: benzerini yapma, taklit. mühdî: hidayete getiren. mühec: ruhlar, canlar. mühefhef: narin, ince. mühendis: hendeseci, geometrici. mühevvil: korkunç. mühevvin: kolaylaştıran. müheykel: heykelleşmiş. müheymin: koruyan. müheyyâ: hazır, amade. müheyyic: heyecanlandıran. mühezzeb: düzeltilmiş, temizlenmiş. mühezzib: temizleyen. mühîb: heybetli. mühim: önemli. mühimmât: lüzumlu şeyler. mühimme: mühim, önemli. mühlet: belli zaman, vade. mühlik: helâk eden, öldüren. mühmel: ihmal edilmiş, bırakılmış. mühr: mühür, damga. mühtedî: îman eden. mühür: imza yerine kullanılan damga. müizz: izzet veren, yükselten. müjde: güzel, sevindirici haber. müjdekârane: müjdeli biçimde. müjgân: kirpik. müjik: Rus köylüsü. mükâbere: münakaşada ağız kalabalığı ile karşısındakini yenmeye çalışma, yanlışta direnme, büyüklenme. mükâfât: ödül. mükâfâten: ödül olarak. mükâleme: konuşma. mükâşefe: sırların açılması. mükâtebe: yazışma. mükebbir: tekbir getiren, "Allahuekber" diyen. mükedder: kederli, acılı. mükellef: yükümlü, yüklenmiş, aşırı süslü. mükellefîn: mükellefler, yükümlüler. mükellefiyet: mükellef olma, yükümlülük, görevli oluş. mükemmel: ergin, tam*** olgun. mükemmelen: mükemmel bir biçimde. mükemmeliyet: mükemmellik, tamamlık. mükemmil: tamamlayıcı. mükerrem: kerîm olan, kendisine değer verilen, saygıdeğer. mükerrer: tekrarlı. mükerreren: tekrar tekrar. mükesser: çoğaltılmış. mükevvenât: yaratılmışlar. mükezzib: yalanlayan. mükreh: zorlanan. mükrim: ikram eden. mükrimane: ikram edercesine. mükteseb: kazanılmış. mülâbeset: karışma, bulaşma. mülâebe: oynaşma. mülâene: lânetleşme. mülâet: bir örtü adı. mülâhaza: dikkatle bakma, iyice düşünme. mülâhhas: özet, hulâsa. mülâkat: kavuşma, konuşma. mülâki: buluşan, kavuşan. mülâtefe: lâtifeleşme, şakalaşma. mülâyemet: yumuşaklık. mülâyimane: yumuşakça. mülâzemet: bağlanma, devam. mülâzım: gerekli, lüzumlu, teğmen. mülevven: renkli. mülevves: kirli, pis, bulaşık. mülga: kaldırılmış. mülhak: katılmış. mülhem: ilham olunmuş, kalbe doğmuş. mülhemane: ilham alarak, ilham olunurcasına. mülhid: dinsiz. mülhik: ekleyen. mülhim: ilham eden. mülk: bir şeyin dış yüzü. mülk: mal, sahip olunan şey. mülkiye: ülkenin idaresi için çalışanların bulunduğu daire. mülkiyet: mal sahipliği. mülsak: yapıştırılmış, bitiştirilmiş. mültebis: karıştırmış, yanılmış. mülteci: iltica eden, sığınan. mültefit: iltifat eden, iyi davranan. mültefitane: iltifat ederek, iyi davranarak. mültehab: yaralı, iltihaplı. mülteka: kavuşma yeri, kavşak. mültekit: yerden alan. mülûk: melikler, hükümdarlar. mülzem: ilzam edilmiş, susturulmuş. mülzim: susturan. mümaileyh: kendisinden söz edilen. mümâlata: karşılıklı şiir söyleme. mümânaât: engelleme. mümânea: karşılıklı engelleme. mümârese: uzmanlaşma. mümas: temas eden, dokunan. mümaselet: misil olma, benzerlik. mümasil: benzeri, misli, dengi. mümaşaat: maslahat namına hoş geçinme, anlaşma yolunu seçme. mümaşaatkâr: hoş geçinen, anlaşma yolunu seçen. mümatala: savsaklama, borcu uzatma. mümehhed: hazırlanmış, serilmiş. mümessel: temsil getirilen. mümessil: temsilci. mümevveh: vehmî, hayâlî. mümeyyiz: ayıran, ayırd eden. mümeyyize: ayıran, temyiz eden. mümidd: yardım eden, uzatan. mümin: îman eden. müminane: mümine yakışır şekilde, inanarak. müminât: kadın müminler. müminîn: müminler, îman edenler, inananlar. müminûn: erkek müminler. Mümît: ölümü yaratıp öldüren Allah. mümkin: mümkün, olabilir. mümkinât: mümkün olanlar. mümkine: mümkün olabilen. mümsike: tutan, yapışan. mümtâz: seçkin, üstün. mümtâzâne: seçkin bir biçimde. mümtâze: seçilmiş, ayrılmış. mümtâziyet: seçkinlik, üstünlük. mümted: uzayan. mümtenî: olması imkânsız. mümtenîa: olması imkânsız olan şey. mümteniât: olması imkânsızlar. mümtezic: birleşen, kaynaşan. mümtezicen: birleşerek. münâcât: dua, kurtuluş için Allaha yalvarma. münâdi: seslenen, çağıran. münâdim: yok olan. münâfât: aykırılık, birbirinin aksine olma. münâferet: karşılıklı nefret. münâfık: iki yüzlü, fitneci, görünüşte Müslüman gerçekte kâfir. münâfıkane: münafıkça. münâfi: zıt, aykırı. münâkale: taşıma. münâkaşa: sert tartışma. münâkaşât: sertçe tartışmalar. münâkaza: zıtlık, uymazlık. münâkız: birbirine zıt. münâkis: yansıyan. münakkaş: nakışlı. münâsebât: uygunluklar, ilgiler. münâsebet: uygunluk, ilgi. münâsebetdâr: münasebetli, ilgili. münâsebetdârâne: münasebetli bir biçimde. münâsib: uygun, yakışır. münavebe: nöbetleşme. münavebeten: nöbetleşe, sırayla. münâzaa: niza etme, çekişme, kavga. münâzara: tartışma. münâzarât: tartışmalar. münâzaünfih: niza sebebi, çekişme vesilesi. münazır: tartışmacı. münbais: ileri gelen, çıkan. münbasıt: yayılan, genişleyen. münbit: verimli. münceli: parlayan. müncelib: celbedilen, çekilen. müncemid: donmuş. müncer: sürüklenen, sonuçlanan. müncezib: çekilen, cezbedilen. müncezibane: cezbedilircesine, çekilircesine. müncî: kurtarıcı. mündefî: defetme, giderme. mündemic: içine bırakılmış. münderecât: içindekiler. münderic: içine konulmuş. münderis: izi kalmayan. münebbih: uyandıran, dalgınlıktan kurtaran. müneccemen: parça parça, kısım kısım. müneccim: yıldızlarla uğraşan, falcı. münekker: bilinmeyen, meçhul. münekkid: tenkid eden, eleştiren, değerlendiren. münevver: nurlanmış, aydın. münevvil: nimet veren. münevvim: uyutucu. münevvir: nurlandıran. münezzeh: temiz, arınmış. münezzehiyet: temizlik, kusursuzluk, noksansızlık. münfail: etkilenen. münfasıl: ayrılmış. münfekk: ayrılan. münferid: tek, yalnız. münferiden: tek olarak. münfesih: bozulmuş, hükümsüz. münhal: boş, işsiz. münhani: eğri. münhaniye: eğri, çarpık. münharif: yoldan çıkmış, çarpık. münhasır: yalnız birinin olan, özel olarak ayrılan. münhasıran: yalnız birine özgü olmak üzere, özel olarak. münhasif: sönükleşen, parlaklığını yitirip görünmez hâle gelen. münhezim: bozguna uğramış. münib: pişman olup dönen. münîf: meşhur, yüce, büyük. Münîm: nimet veren, nimetlendiren, Allah. Münîmane: nimet vererek. münîr: nurlandıran. münkabız: sıkıntılı, tutuk. münkad: inkıyad eden, uyan, boyun eğen. münkalib: dönüşen, değişen. münkasım: bölünen. münkatı: kesilen. Münker: kabirdeki sual meleklerinden biri. münker: har*** günah. münkerat: haramlar, günahlar. münkesif: tutulmuş. münkesir: kırılmış. münkeşif: açılmış, bulunmuş. münkız: kurtaran. münkir: inkâr eden, dinsiz. münkirane: inkâr edercesine. münsed: set çekilmiş, engellenmiş. münşaib: kollara ayrılan. münşakk: yarılan. münşi: inşa eden, yapan. müntabık: uygun. müntafi: sönen. müntakil: nakledilen, taşınan. müntakim: intikam alan, öc alan. müntebih: uyanık. müntec: sonuçlanmış. müntefi: sönen. münteha: son, en son derece. müntehab: seçilmiş. müntehi: sona eren. müntehib: uyanık. müntehib: yağmacı. müntehir: kendini öldüren. müntesib: bağlı, ilgili. müntesibîn: bağlananlar, ilgililer. münteşir: yayılmış. münteşire: yayılan. müntic: netice veren. münzel: indirilmiş. münzevi: yalnız yaşayan. münzeviyane: yalnız yaşayarak. münzil: indiren. münzir: korkutan, sakındıran. mürâât: uyma. mürââten: uyarak. müracaat: başvurma. mürâdif: eş mânâlı. mürâfaa: duruşma. mürâi: iki yüzlü, riyakâr. mürcie: sapık bir topluluk. mürcif: fitneci, yalancı. mürebbi: terbiye eden, eğiten, terbiyeci. mürebbiyane: terbiye edercesine. mürebbiye: terbiyeci kadın. müreccah: tercih edilen, seçilen. müreccih: tercih eden, tercih ettiren sebep. müreffeh: refah ile yaşayan, rahat. mürefref: gerçek gibi ağaç resmi. mürekkeb: terkib edilmiş, birleşik, boya. mürekkebat: terkipler, bileşikler. müretteb: sıralanmış, dizilmiş. mürettebat: iş ekibi, personel, gemide çalışanlar. mürettib: tertib eden, sıraya koyan. mürevvic: geçerli kılan, değer veren. Mürîd: irade eden, isteyen, Allah. mürîd: isteyen, tarikata girip şeyhe bağlanan. mürîdane: irade ederek, isteyerek. mürsel: gönderilmiş. peygamber. mürselîn: gönderilenler, peygamberler. mürşid: irşad eden, îman yolunu gösteren. mürşidane: mürşit gibi. mürtecâ: umulan. mürteci: geri dönmek isteyen, geri dönen, gerici. mürtecî: rica eden, ümit eden, ümitli. mürted: dinden çıkan. mürtedane: dinden çıkarcasına. mürtefî: yükselen. mürtehil: ölen. mürtesem: resimlenmiş. mürteşi: rüşvetçi. mürtezık: rızıklanan. mürûr: geçme. mürüvvet: insaniyet, mertlik. mürüvvetkârâne: insanca, mertçe. müsâade: izin. müsâadekâr: izin verici, müsaade eden. müsâbaka: yarışma. müsâbakât: yarışmalar. müsâbık: yarışmacı. müsademat: çarpışmalar. müsademe: çarpışma, vuruşma. müsadere: toplama, elden alma. müsâdif: rastlayan. müsadim: çarpışan. müsait: uygun. müsâlâha: barışma. müsâlemet: barışıklık. müsâmaha: hoş görme, kusuru görmezlikten gelme. müsâmahakâr: hoş gören. müsâmahakârâne: hoş görerek. müsamere: eğlence, piyes. müsâraa: acele, teşebbüs. müsâvât: eşitlik, denge. müsâvi: eşit, dengeli. müsbet hareket: yapıcı ve düzeltici hareket. müsbet: isbat olunan, pozitif, olumlu. müsbit: isbat eden. müsebbeb: sebeplerin sonucu. müsebbebât: sebelerin sonuçları. müsebbib: sebep olan. müsebbih: tesbih eden, Allahı anan. müsebbihane: tesbih ederek, Allahı anarcasına. müsebbit: tesbit eden. müseccel: sicilli, kayıtlı. müsehhil: kolaylaştıran. müsekkin: yatıştırıcı. müsellah: silahlı. müsellem: doğruluğu kabul edilen, teslim edilmiş. müsellemât: doğruluğu kabul edilen şeyler. müselsel: zincirleme, ard arda gelen. müsemmâ: isimlendirilen. müsemmeât: isimlendirilenler. müsemmem: zehirli. müsemmim: zehirleyen. müsennâ: kat kat. müsevvid: müsveddeyi yazan. müsevvik: sevk eden. Müseylime: peygamberlik dâvâ eden yalancının adı. müseyyeb: tembel, uyuşuk, üşengeç. müsî: teselli veren. müsi: yaramaz. müsîn: yaşlı, ihtiyar. müskir: haram içki. müskirât: haram içkiler. müskit: susturan. Müslim: ünlü hadîs kitaplarından biri, bu kitabı yazan âlimin namı. müslim: islâm olan. müsliman: islâma girmiş, Müslüman. müslimât: kadın Müslümanlar. müslimûn: erkek Müslümanlar. müsmî: işittiren. müsmir: meyveli, verimli. müsned: isnat edilmiş, dayandırılmış. müsrif: israfçı. müsrifane: israf edercesine. müstâcel: acele yapılması gereken. müstâcil: acele yapan. müstâfi: istifa eden, ayrılan. müstağfir: günahları için af dileyen. müstağni: tok gözlü, çekingen, başkalarından bir şey beklemeyen. müstağniyane: müstağnice müstağrak: dalmış, batmış. müstahak: hak eden. müstahdem: hizmet eden. müstahkem: sağlamlaştırılmış. müstahrec: çıkarılmış. müstahsen: beğenilen. müstahsil: üretici. müstahsin: beğenen. müstahsinane: beğenerek, güzel bularak. müstaid: yetenekli, uygun. müstain: yardım isteyen. müstakar: kararlı. müstakbel: gelmesi beklenen zaman. müstakil: kendi başına, bağımsız. müstakillen: bağımsız olarak. müstakim: doğru, düzgün. müstakimane: istikametle, dosdoğru, düzgün biçimde. müstâmel: kullanılmış. müstantık: sual soran, sorgu hakimi. müstârib: Araplaşmış. Müstean: kendisinden yardım istenen, Allah. müstear: takma. müstebîd: uzak gören. müstebîdane: diktatör gibi, baskı yaparcasına. müstebşir: müjdeleyen. müstecab: kabul gören. müstêcir: kiracı. müstecir: korunma dileyen. müstedir: daire şeklinde olan. müstedlel: delillendirilmiş, kanıtlı. müstefad: isifade olunan. müstefid: faydalanan. müstehab: sevilmiş, sevaplı. müstehak: hak eden, layık. müstehan: değersiz. müstehcen: açık saçık, ayıp, edepsizcesine. müstehlek: tüketilmiş. müstehlik: tüketici. müstehzi: alay eden, alaycı. müstehziyane: alay edercesine. müstekar: karar kılan, yerleşen, sabit. müstekbir: büyüklenen. müstekreh: tiksinilen. müstelzim: gerektiren. müstemi: dinleyici. müstemidd: yardım isteyen. müstemir: devamlı, sürekli. müstemirane: devamlı, aralıksız. müstemirre: devam eden, sürüp giden. müstemirren: devamlı, yerleşmiş. müstemlekât: sömürgeler. müstemleke: sömürge. müstenid: dayalı, dayanmış. müsteniden: dayanarak. müstenife: müstakil olan ara cümle. müstênis: alışık. müstenkif: çekimser, kaçınan. müstenkifane: çekimser kalarak. müstensih: yazarak çoğaltan. müsterhimane: istirham ederek, merhamet dilercesine. müsterih: istirahat eden, rahat. müsterihane: rahatlıkla, gönül rahatlığıyla. müstesna: kural dışı, ayrı, sıra dışı. müsteşar: kendisiyle istişare edilen. müsteşrik: doğu kültürünü inceleyen Batılı. müstetbeât: sözün yan mânâları, söze tabi olan mânâlar. müstetir: örtülü. müstevî: düzlem. müstevlî: istilâ eden, kaplayan. müstevlîyane: istilâ edercesine, kaplayarak. müsül: misaller, temsiller. müsvedde: ilk yazılış, karalama. müşabbih: benzeten. müşâbehet: benzeyiş. müşâbih: benzer. müşâğabe: aldatıp kötülük etme. müşâhedât: gözlemler. müşâhede: gözlem. müşâhedeten: gözlemle. müşahhas: şahıslanmış, somut. müşahhat: kavga, niza, çekişme. müşâhid: gören, şahid olan. müşâkelet: şekilce benzeyiş. müşâkil: şeklen benzer. müşâreket: ortaklık. müşârünileyh: işaret edilen, kendisinden söz edilen. müşâşâ: parlayan, debdebeli. müşâvere: danışma, konuşma. müşâvir: danışılan, danışman. müşebbeh: benzetilen. müşebbehühbih: kendisine benzetilen. müşebbıt: ayak kaydıran, tehlikeye atan. müşebbihe: Allahı insana benzeten sapık görüş. müşedded: şiddetlendirilmiş. müşerref: şereflenen. müşerrefiyet: şereflenme. müşerrî: şeriatın kurucusu. müşevveş: düzensiz, karışık. müşevveşiyet: karışıklık, dağınıklık. müşevvik: teşvik eden, isteklendiren. müşevvikâne: teşvik edercesine, isteklendirircesine. müşeyyed: kuvvetlendirilmiş, sağlamlaştırılmış. müşfik: şefkatli. müşfikâne: şefkatlice, acıyıp severek. müşfikkârâne: şefkat edercesine. müşir: bildiren. müşîr: mareşal, askeriyede yüksek bir makam. müşîriyet: mareşallik. müşkil: zor, zorluk, müşkül. müşkilât: müşkiller, zorluklar. müşkilküşâ: zorluğu gideren. müşkilpesend: zor beğenen. müşrik: Allaha ortak koşan. müştak: iştiyaklı, çok istekli. müştakane: çok isteyerek, iştiyakla. müştakk: türemiş. müştebih: birbirine benzeyen. müştehi: iştahlı. müştehir: ünlü. müştehiyane: iştahlı bir şekilde. müştehiyat: nefsin hoşuna giden şeyler. müştekâ: şikayet olunan. müştekî: şikayet eden. müştekiyane: şikayet edercesine. müştemil: içine alan. müştemilât: kaplanan şeyler, içeriye alınanlar. müşterek: birlikte, beraber, ortak. müştereken: ortaklaşa, beraberce. Müşteri: bir gezegen. müşteri: alıcı. mütâ: haram nikah. mütabaat: uyma. mütahaccir: taşlaşmış. mütâlââ: inceleme, düşünme, okuma. mütâlââgâh: inceleme yeri. mütâlî: inceleyen. mütâreke: anlaşma. müteaccib: şaşıp kalan. müteaccibane: şaşıp kalırcasına. müteaddi: sataşan. müteaddid: birçok, birkaç, adetli, sayılı. müteaffin: kokuşan. müteafir: birbirinden nefret eden. müteahhid: işi üzerine alan. müteahhir: sonraki. müteahhirîn: sonrakiler. müteâkib: takip eden, izleyen. müteâkiben: hemen arkasından, peşi sıra, daha sonra. müteâl: yüce. müteallik: alâkalı, ilgili. müteallikat: alâkalılar, ilgililer, yakınlar, akrabalar. müteanik: birbirinin boynuna sarılmış durumda olan. müteannid: inat eden, direnen. mütearife: açıkça bilinen. müteassıb: aşırı taraftar, mutaassıb. müteassife: hak yoldan sapan. müteassir: zor. müteavin: yardımlaşan. müteazzir: zor, özürlü. mütebâdir: birdenbire akla gelen. mütebahhir: derya gibi ilmi olan büyük âlim. mütebahhirin: deryalar gibi geniş ilim sahibi âlimler. mütebâid: uzaklaşan. mütebâkî: geri kalan kısım. mütebâriz: açığa çıkan. mütebasbıs: yaltaklanan. mütebâyin: uymaz, zıt, aykırı. mütebeddil: değişen, değişken. mütebessim: gülümseyen. mütecâhil: bilmez görünen. mütecâhir: açıktan günah işleyen. mütecânis: cinsi aynı olan. mütecâviz: saldıran, haddini aşan. mütecâvizane: tecavüz edercesine, saldırırcasına. mütecebbir: cebreden, zorba, zorlayan. müteceddid: yenilenen. mütecelli: görünen, beliren. mütecerrid: tecerrüt etmiş, soyutlanmış. mütecessid: cesetlenen. mütecessim: cisimlenen. mütecessis: gizlice araştıran. mütecezzi: parçalanan. mütedâhil: iç içe olan. mütedâir: dolayı, için, üzerine. mütedâvil: ellerde dolaşan, kullanılan. mütedenni: gerileyen. mütederric: derece derece ilerleyen. mütedeyyin: dinli, dindar. müteeddib: edeplenen. müteeddibe: edep kazanmış, terbiyeli. müteehhil: evli, evcilleşen. müteellim: acı duyan. müteellimane: acı hissedercesine. müteemmil: derin derin düşünen. müteessif: üzüntülü. müteessifane: üzülürcesine. müteessir: etkilenen, üzülen. müteessirâne: üzüntü duyarak, etkilenerek. müteevviğ: ağa olmaya çalışan. müteezzi: incinen. mütefârık: ayrı ayrı. mütefâvit: çeşitli, farklı. mütefekkir: düşünen, fikir üreten. mütefekkirâne: düşünerek. mütefelsif: filozoflaşmış, felsefe ile fikri bulanmış. mütefennin: fen adamı. müteferrik: ayrı ayrı, parça parça. müteferrikan: ayrı ayrı bir hâlde. mütefeyyiz: feyizlenen, manen gıdalanan. mütegallib: zor kullanarak galip gelen, zorba. mütegallibe: zorba. müteganni: ırlayan. mütegannim: koyun şeklinde görünen, ganimetçi. mütegayir: birbirine zıt. mütegayyir: başkalaşan, değişken. mütehaccir: taşlaşmış. mütehâcim: saldıran. mütehakkık: doğrulanan. mütehakkim: hükmeden, zorba. mütehakkimane: hükmedercesine, zorlayarak. mütehâlif: birbirine karşı, uymaz. mütehallik: huy edinen. mütehammil: yüklenen, dayanan, tahammül eden. mütehammilâne: tahammül ederek, dayanarak. mütehammir: ekşiyen, mayalanan. müteharri: araştıran. müteharrik: hareket eden. müteharrike: hareketli. mütehassıl: meydana gelen. mütehassıs: uzman, işin ustası. mütehassir: hasret çeken, özleyen. mütehassirane: özleyerek, hasret çekerek. mütehassis: duygulanan. mütehavvif: korkan. mütehavvil: değişen, değişken. mütehayyel: hayâl edilen. mütehayyer: şaşılacak. mütehayyil: hayâl kuran. mütehayyir: şaşmış, şaşırmış. mütehayyiz: yer tutan. mütehevvisane: heveslenerek. müteheyyic: heyecanlı. mütekabil: karşılıklı. mütekabile: karşılıklı olan. mütekaddim: önceki. mütekaddimin: öncekiler. mütekaid: emekli. mütekalkıl: deprenen, sarsılan. mütekallid: bir görevi üzerine alan ve yapan. mütekâmil: olgun. mütekâsil: tembel, üşenen. mütekatı: kesişmiş, kesik kesik. mütekebbir: büyüklenen, büyüklük taslayan. mütekebbirane: kibirlenerek, büyüklenerek. mütekeffil: kefil olan. mütekellif: külfetli, zorlu. mütekellim: söyleyen, konuşan. mütekellimane: konuşarak, söz söylercesine. mütekellimimaalgayr: başkaları adına da konuşan. mütekellimîn: îman konularındaki âlimler. mütekellimivahde: sadece kendi adına konuşan. mütekerrir: tekrarlanan. mütekeyyifane: keyiflenerek. mütekkeffil: kefil olan. mütelebbis: giyinmiş. mütelemmi: parıldayan. mütelevvin: renk değiştiren. mütelezziz: lezzet duyan. mütelezzizane: lezzet alarak. mütemadi: devamlı. mütemadiyen: devamlı, sürekli. mütemasil: benzer, eş. mütemayil: meyili, taraftar. mütemayiz: ayrı, seçkin. mütemeddin: medenileşmiş. mütemehhil: büyüyüp gelişmek için zamana ihtiyacı olan şey. mütemekkin: yerleşen. mütemerkiz: merkezleşmiş. mütemerrid: inat eden, direnen. mütemerridane: direnircesine. mütemessik: sımsıkı yapışan. mütemessil: benzeyen, sûretlenen. mütemmim: tamamlayan. mütenâfir: birbirinden nefret eden. mütenâhi: tükenen, biten. mütenaîm: nimetlenen. mütenâkıs: noksanlaşan. mütenâkız: birbirine zıt. mütenâsık: dizili, birbirine uygun biçimde. mütenâsib: uygun, birbirine yakışan. mütenâvil: yiyen. mütenâzır: simetrik. mütenazilen: inerek, inmekle. mütenebbih: uyanmış. müteneccis: pislenmiş. mütenevvi: türlü, çeşitli. mütenevvir: nurlanan. mütenezzih: tenzih eden. mütenneffir: nefret eden, tiksinen. müterâdif: eş anlamlı. müterâfık: arkadaşlık eden. müterakim: birikmiş. müterakki: yükselmiş. mütercim: tercüme eden. mütereddi: soysuzlaşmış. mütereddit: tereddüt eden, kararsız. müterennim: şarkı söyleyen. müterettib: sıralı, rütbeli. mütesâdif: rastlayan. mütesâfile: alt alta gelen. mütesâide: yükselen. mütesallib: katılaşmış. mütesânid: dayanan. mütesânidane: dayanırcasına. mütesâvi: eşit, denk. müteselli: teselli bulan. müteselsil: zincirleme. müteselsilen: zincirleme olarak. müteşââb: şubelere ayrılan. müteşâbih: birbirine benzer, mânâsı kapalı âyet ve hadîs. müteşâbihât: edebî sanatlarla ifade edilmesi sebebiyle mânâsı kapalı olan sözler, âyet ve hadîsler. müteşâbike: birbirine girmiş, örgülenmiş, karışık. müteşâib: şubelenen, kollara ayrılan. müteşâkil: şakelce benzer. müteşebbih: benzeyen. müteşebbis: teşebbüs eden, işe girişen. müteşekki: sızlanan, şikayetçi. müteşekkil: şekillenmiş, oluşmuş. müteşekkir: şükreden, teşekkür eden. müteşekkirâne: şükrederek, teşekkür edercesine. müteşeyyih: şeyhlik taslayan. mütetâbık: birbirine uygun olan. mütetâbıkan: birbirine uyarak. mütetahhir: temizlenen. mütevafık: birbirine uyan. mütevaggıl: bir işle pek fazla meşgul olan. mütevahhiş: ıssız, kimsesiz, korkutucu, ürkütücü. mütevakkıf: bağlı olan. mütevâkki: sakınan. mütevâli: devamlı. mütevâtir: yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluğun bir olay hakkında verdikleri kesin haber. mütevâtiren: kesin ve şüphesiz bir haber olarak. mütevattın: vatan edinmiş. mütevâzı: alçakgönüllü, tevazu sahibi. mütevâzıane: alçakgönüllü bir biçimde. mütevâzî: vezinli, tartılı. mütevâzin: tartıları aynı olan. müteveccih: yönelik, yönelen. müteveccihen: yönelerek. müteveffa: vefat etmiş, ölmüş. mütevehhim: kuruntulu. mütevekkil: vekil eden, tevekkül eden. mütevekkilane: tevekkül edercesine, Allaha güvenerek. mütevelli: vakıf idarecisi. mütevellid: doğan, ortaya çıkan. mütevessî: genişleyen. müteyakkız: uyanık. mütezâhim: kalabalıktan sıkıntı çeken. mütezâyid: artan. mütezellil: alçalan, zillete katlanan. mütezellilâne: zelil olarak, alçalarak, zilletini bilip göstererek. mütezelzil: sarsılan. mütezelzile: sarsılmış. mütezeyyin: süslenen. mütezeyyine: süslenmiş. müttaki: günahtan çekinen, takva sahibi. müttebi: tabi olan, uyan. müttefekunaleyh: üstünde birleşilen mesele. müttefik: birleşmiş, kendisiyle birleşilen kimse. müttefikan: hep birlikte. müttefikane: birleşerek. müttehem: suçlanan. müttehid: birleşmiş, kaynaşmış. müvazi: aynı ağırlıkta, denk, eşit. müvekkil: vekil tayin eden. müvellid: doğuran. müvellide: doğuran, meydana getiren. müvellidülhumûza: oksijen. müvellidülmâ: hidrojen. müverrih: tarihçi. müvessî: genişlettiren. müvesvis: vesvese veren. müvezzi: dağıtıcı. müvvellide: doğurtan. müyesser: nasip olma. müyul: meyiller, yönelmeler. müzafünileyh: belirtili isim tamlamasında belirtilen isme denir. müzâheme: sıkışıklık. müzâhemet: karşılıklı olarak sıkıntı ve zahmet verme. müzâheret: koruma, yardım. müzâhir: koruyan, yardımcı. müzahref: süprüntü, dışı süs içi pis şey. müzahrefât: süprüntüler, dışı süs içi pis şeyler. müzahrefiyet: dışı süs içi pis olma, fıtri olmama, yapmacık. müzâkere: bir konuyu anlamak için karşılıklı konuşma, ders çalışma. müzâyaka: darlık, yokluk. müzâyede: artırma, satış. müzdad: artırılmış, çoğaltılmış. Müzdelife: Kâbede mukaddes bir yer. müzehheb: yaldızlı. müzehher: çiçekli. müzehhib: yaldızcı. müzekkâ: temizlenmiş. müzekker: erkek. müzekki: temizleyen, ıslah eden. müzekkir: hatırlatan. müzevver: uydurma, düzme. müzevvir: yalancı, arabozucu. müzeyyen: süslü. müzeyyenât: süslüler. müzeyyene: süslü, süslenmiş. müzeyyifane: tezyif ederek, aşağılayarak. Müzeyyin: süsleyen, her eserini harika nakışlarla süsleyen Allah. müzhir: gösterici. müzîc: taciz eden, rahatsız eden. müzil: izale eden, gideren. Müzill: indiren, alçaltan, zillete düşüren, Allah. müzmahil: perişan olmuş, dağılmış. müzmin: yerleşmiş, eski. müznib: günahkâr. müznibîn: günahkârlar. ................................... N nâ: olumsuz yapan ön ek. naarât: naralar, gürlemeler. naat: Peygamberimizi övmek için yazılan şiir. nabız: atardamarın vuruşu. nâbit: yerden biten. nâbüdü: biz ibadet ederiz. nâcî: kurtulan. nâçiz: değersiz. nâdân: cahil, haddini bilmez. nâdide: az bulunur, değerli. nâdim: pişman. nâdir: az bulunan. nâdirât: az bulunanlar. nâdire: nadir olan. nâdiren: nadir olarak. nâehil: işin adamı olmayan. nafaka: geçim için gereken para. nâfık: geçer akçe. nâfî: faydalı. nâfia: faydalı olan. nâfile: isteğe bağlı ibadet, boş. nâfiz: nüfuz eden, içe işleyen. nâgâh: birdenbire. nâğamât: nağmeler, ezgiler. nâğme: ezgi. nâhak: haksız. nahîf: cılız. nahîfe: cılız olan. nahiv: dilbilgisinin konusu cümle olan kısmı. nâhiye: belde. nahl: balarısı. nahnü: biz. nâhoş: hoş olmayan. nahr: boğazlama. nâhu: öyle ise, şöyle ki, işte. nahv: dilbilgisinin konusu cümle olan kısmı. nahvî: nahivle ilgili. nâib: vekil. nâil: erişen, kavuşan. nâiliyet: erişme. nâim: uyuyan. naîm: cennet, bolluk. nâk: "lı, li, lu, lü" mânâsında son ek. nâka: dişi deve. nakarât: tekrar. nakd: para. nâkıs: noksan, eksik. nakış: süs, bezek. nakızeyn: iki zıt. nâki: takva sahibi, günahtan arınmış. nakîb: vekil. nakil: nakletme, taşıma. nâkil: nakleden, taşıyan. nâkile: ileten. nâkise: noksanlık, eksiklik. nâkiz: nakzeden, çelişen. nâkize: zıt olan. nakkad: doğruyu yanlıştan ayıran kimse. nakkaş: nakış yapan. nakl: taşıma, nakil. nakliyât: taşımalar. nakliye: taşımayla ilgili olan. naks: noksanlık, eksiklik. nakş: nakış, bezek. nakşetmek: nakışlamak, bezemek. Nakşî: Nakşibendi tarikatına mensub olan. Nakş–bendî: bir tarikat, bu tarikatı kuran zat. nakz: bozmak, bir hükmü yok saymak. nâlân: inleyen, sızlayan. nâlâyık: lâyık olmayan. nâle: inilti. nâm: lâkap, ün, ad. nâmâdud: sayısız. nâmağlub: yenilmez. nâmahrem: mahrem olmayan, nikâh düşen. namaz: en mühim ibadet. namazgâh: namaz kılınan yer. nâmdâr: namlı, ünlü. nâme: mektup. nâmerd: korkak, alçak. nâmeşrû: dine uymayan, yasak. nâmi: büyüyüp gelişen. nâmiye: büyüyen. nâmus: ırz, ahlâklılık, kanun, melek. nâmuskâr: namuslu. nâmuskârâne: namusluca. nâmusşikenâne: namusu kırarcasına. nâmuvâfık: uygun olmayan. nâmüsâid: elverişsiz. nâmütenâhi: sonsuz. namzed: namzet, aday. nankör: iyilik bilmez. nâpâk: temiz değil, kirli. nâr: ateş, cehennem. nâra: bağırma. narh: resmî fiyat. nârin: ince. nâs: insanlar. Nasâra: Hıristiyanlar. nasâyih: nasihatlar, öğütler. nasb: atama, dikme. nâsezâ: lâyık olmayan. nâsır: yardım eden. nasib: nasip, kısmet. Nâsibe: Haricilerden olan sapkın bir zümre. nâsih: hükmünü kaldıran. nasîh: öğütçü, nasihat eden. nasihat: öğüt. nâsir: nesir yazarı. nasîr: zafere ulaştıran. nâsiye: alın, yüz. nasl: ok demiri. nasr: yardım. Nasrânî: Hıristiyan. Nasrâniyet: Hıristiyanlık. nass: kesin, tartışılmaz olan, âyet ve hadîs. nassen: kesin olarak. nasûh: kesin, halis. nâş: tabuttaki ölü. nâşâd: şâd olmayan, üzgün. nâşî: dolayı. nâşir: neşreden, yayan, yayıncı. nâşize: kocasına üstünlük taslayan kadın. natakte: söyledin. nâtaman: tamamlanmamış. nâtık: konuşan. nâtıka: konuşabilme. nâtuvan: kuvvetsiz, çaresiz. nâvâkıf: bilmeyen, anlamayan. nây: ney, ölüm haberi. nâz: kendini ağıra satma. nazâir: benzerler. nâzan: nazlı. nazar: bakış, görüş, göz değmesi. nazaran: göre, bakarak. nazarendaz: nazar eden, bakan. nazargâh: bakış yeri, bakılan yer. nazarî: henüz düşünce hâlinde olan. nazariyât: kitabî bilgiler, görüşler, ispatlanmamış düşünceler. nazariye: görüş, ileri sürülen fikir. nâzdâr: nazlı. nâzdârâne: naz edercesine. nâzen: nazik, ince. nâzenin: nazlı, ince, edalı. nâzeninâne: nazlı nazlı. nâzım: düzenleyen. nâzır: nazar eden, bakan. nazif: temiz. nâzik: ince, kibar. nâzikâne: nazikçe. nâzil: nüzul eden, inen. nazîr: eş, benzer. nazîre: eşi, benzeri. nazm: düzen, şiir, nazım. nazmşiken: düzeni bozan. nazzam: düzenleyen, dizen. neâm: evet, olur. neba: kaynak olma, fışkırma. nebat: bitki. nebatat: bitkiler. nebatî: bitki ile ilgili, bitki cinsinden. nebatiyet: bitki olma hâli. nebê: haber. nebeân: kaynayıp çıkma. nebevî: peygamberle ilgili. nebî: peygamber. nebiyy: nebi, peygamber. nebze: azıcık miktar. necâbet: soyluluk. necâset: pislik. Necaşî: Habeş hükümdarı. necât: kurtuluş. neccinâ: bizi kurtar. necib: soylu, asil, temiz. Necid: Arabistanda bir bölge adı. necim: yıldız. necis: pis. necisülayn: pisliğin ta kendisi. necm: yıldız. necmisakıb: karanlığı delen parlak yıldız. nedâmet: pişmanlık. nedâmetkârâne: pişman olurcasına. nef: fayda. nefaset: hoşluk, güzellik. nefer: er, asker. neferât: neferler, erler. nefes: soluk. neffâs: üfleyen. nefh: üfleme. nefha: esme, esinti, üfürük. nefis: can, maddî arzuların kaynağı olup sınır tanımayan bir duygu. nefisperest: nefsine aşırı düşkün olan. nefisperver: nefsini seven. nefisperverâne: nefsini severcesine. nefiy: olumsuzluk, yok sayma, sürme, sürgün. nefret: tiksinme. nefretkârâne: nefret ederek, tiksintiyle. nefrin: lânet. nefs: can, kendi, istek duygusu, nefis. nefsanî: nefsin hoşuna giden. nefsaniyet: nefsine düşkünlük. nefsî: nefisle ilgili, nefsim! nefsiemmâre: insanı kötülüğe sürükleyen nefis. nefsülemir: işin kendisi, hakikatı. nefy: nefiy, yok sayma, sürme, sürgün. nefyetmek: yok saymak, sürgün etmek. nehâr: gündüz. nehârî: gündüzcü. nehiy: yasaklama. nehr: nehir, ırmak. nehrüssema: samanyolu da denilen yıldızlar kümesi. nehy: nehiy, yasaklama. nehyianilmünker: kötülükten sakındırma. nekahet: hastalıktan sonraki zayıflık. nekais: noksanlıklar. nekâl: şiddetli azap. Nekîr: kabirdeki sual meleklerinden biri. nekkad: iyiyi kötüden ayıran. nekre: belirsiz. nema: artma, çoğalma, büyüme, uzama. nemîme: söz taşıma. neml: karınca. nemmam: söz taşıyıcı. Nemrud: dinsiz ve zâlim bir hükümdar, ülkesinin "ulu önder"i. Nemrudane: Nemrut gibi. nergis: bir çiçek. nesc: dokuma, örme. neseb: soy, sülale. neseben: soyca, soy bakımından. nesebî: soy yönünden, neseble ilgili olarak. nesh: kaldırma, hükümsüz bırakma. nesîm: hoşa giden rüzgâr. nesir: düz yazı. nesl: nesil, soy, kuşak. neslen: nesil bakımından, soyca. nesne: şey, tamlayıcı, tümleç. Nesr: arş ve sema ile ilgili meleklerden biri. nesr: nesir, düz yazı. nessac: dokuyucu. neşat: sevinç. neşe: keyif, sevinç. neşê: yeniden meydana gelme, dirilme. neşebem: gece değilim. neşêt: meydana gelme, çıkma. neşîde: şiir. neşir: yayım, dağıtım. neşr: yayma, dağıtma, ölülerin mahşerde dirilip toplanmasından sonra yayılması. neşretme: yayımlama. neşriyât: yayınlar, yayıncılık. neşter: ameliyat bıçağı. neşv: yeşerme. neşve: sevinç. neşvünemâ: büyüme ve gelişme. netâic: neticeler, sonuçlar. netice: sonuç. neûzübillah: Allaha sığınırız. nev: çeşit, tür, yeni. nevâ: ses, nağme, çekirdek. nevâbit: bitkiler. nevadir: az bulunanlar. nevafil: isteğe bağlı ibadetler, nafileler. nevahi: nahiyeler, taraflar, yanlar. nevahî: nehiyler, yasaklar. nevakıs: noksanlıklar, eksiklikler. nevale: yiyecek içecek. nevâmis: namuslar, kanunlar. nevân: tür bakımından. nevâz: okşayıcı, hoş ses. nevâziş: okşayış. nevbet: nöbet, sıra. nevcivan: delikanlı. nevha: ölüye sesli ağlamak, güvercin ötmesi. nevi: tür, çeşit. nevî: türle ilgili. nevibeşer: insan cinsi, insanlık. neviyet: aynı türden olma. nevm: uyku. nevmâlûd: uyku ile karışık. nevmîd: ümitsiz, üzgün. nevmiye: uyku ile ilgili. nevnihâl: taze fidan. nevresîde: genç, taze. nevrûz: bahar başlangıcı. nevvar: nurlu, aydınlık. nevvare: aydınlatan. nevzad: yeni doğmuş bebek. ney: üflemeli bir çalgı. neyyir: nurlu, parlak. neyyirat: nurlular. nez: can çekişme. nezâfet: temizlik. nezâhet: temizlik, incelik. nezâir: benzerler. nezâket: naziklik, incelik, zariflik. nezaret: bakma, gözetme. nezih: temiz, pak, hoş. nezîr: korkutan, adak. nezr: adak. nezzâre: gözcü, seyirci. nıkmet: şiddetli ceza, intikam alma. nısf: yarı. nısfıarz: yeryüzünün yarısı. nısfıkutr: yarı çap. nısfiyet: yarı olma, yarılık. niâm: nimetler. niâmât: nimetler. nidâ: seslenme, ünleme, ünlem. nidd: eş, misil, aynı. nifak: içi dışı başka olma, inanır görünüp inanmama. nifâs: lohusalık. nigâh: bakış. nigâr: resim, sevgili. nihâd: huy, yaradılış. nihaî: sona ait, sonuncu. nihâl: fidan, taze. nihân: gizli, saklı. nihâyât: nihayetler, sonlar. nihâyet: son. nihâyetpezir: sona erme. nihâyetsiz: sonsuz. nikab: perde. nikâh: meşru evlenme. nikal: şiddetli işkence. nikât: nükteler, incelikler. nikbîn: iyimser. Nil: Mısırda bulunan büyük bir nehir. nîm: yarı. nîmbedevî: yarı bedevi, yarı medeni. nîmelvekil: ne iyi vekil! nîmet: iyilik, ihsan, rızık. nîmetdîde: nimet gören. nîmetiyet: nimet oluş, nimetlik. nîmetperverâne: nimet vermeyi severcesine. nîmmanzum: yarı şiir. nîmnurânî: yarı nurlu. nîmresmî: yarı resmî. nîmşeffaf: yarı saydam. nîran: nurlar, ateşler. nisâ: kadın, hanım. nisab: zekat ölçüsü. nisâen: kadın olarak. nisâr: saçmak. nisbet: ilgi, bağlantı, oran. nisbeten: nisbetle, oranla, göre. nisbî: diğerine göre. niseb: nisbetler, oranlar, ölçüler. nisyan: unutma. nişân: iz, bellik. nişâne: iz, alâmet, bellik. nişîn: oturan. niyâz: yalvarma, yakarış. niyâzdâr: yalvaran. niyet: kalbin bir işe yönelmesi. niyeten: niyetçe. nizâ: çekişme, kavga. nizam: düzen, düzenlilik. nizamât: nizamlar, düzenler, sistemler. nizamnâme: düzen yazısı, düzenleme ile ilgili belge. noksan: eksik. noksaniyet: noksanlık, eksiklik. nokta: benek, konu. noktainazar: bakış açısı, görüş. nota: özlü düşünce, not. nöbetdâr: nöbetçi. Nuh: tufan için gemi yapan büyük bir peygamber. nukat: noktalar. nukûd: nakitler, paralar. nukuş: nakışlar, bezekler. nur: ışık, aydınlık. nurânî: nurlu, ışıklı. nurâniyet: nurluluk, aydınlık. Nurcu: Nur Risalelerini okuyan, yaşayan ve yayan kimse. nurefşân: nur saçan. nuristân: nur ülkesi, cennet. Nurulenvar: nurlara nur veren Allah. nurunâlânur: nur üstüne nur. nush: nasihat, öğüt. nusret: zafer için yardım. nusûs: nasslar, kesin hükümler, âyet ve hadîsler. nûş: içici, şerbet. nûşe: şerbet içen, sevinçli. nutfe: döl suyu, meni. nutk: konuşma. nutukhân: konuşmacı. nübüvvet: nebilik, peygamberlik. nübüvvetdârâne: peygamberlik şeklinde. nübüvvetkârâne: peygamberce. nücûm: yıldızlar. nücûmperest: yıldızlara tapan. nüfûs: nefesler. nüfûs: nefisler. nüfûz: içe geçme, sözü geçer olma. nühas: bakır. nühûset: uğursuzluk. nüket: nükteler, ince mânâlar. nükhet: koku. nüks: geri dönme. nükte: dikkat edilince anlaşılabilen ince mânâ. nümâ: "gösteren, gözüken" mânâsında son ek. nümâyan: görünen. nümayiş: gösteri. nümûne: örnek, model. nümûnegâh: örneklerin bulunduğu yer. nümüvv: büyüyüp gelişme. nüsah: nüshalar, sayfalar. nüsha: dualı kağıt, sahife, yazılı şey. nüsûc: dokumalar. nüşûr: yaymalar, dağıtmalar. nüşûz: kadının kocasına itaat etmemesi. nüşûze: asi kadın. nüvat: nüveler, çekirdekler. nüvaz: okşayıcı. nüve: çekirdek. nüvid: müjde. nüvis: yazıcı. nüzhet: neşe, eğlence, ferahlık. nüzhetgâh: seyir ve eğlence yeri. nüzûl: inme, iniş. nüzûr: nezirler, adaklar. ................................... Ö ömr: ömür, yaşama. örf: âdet, gelenek. örfen: âdet bakımından, gelenekçe. örfî: gelenekle ilgili, âdet olan. örfî idare: sıkıyönetim. agination:none'>örfünas: insanlar arasındaki genel anlayış. öşrümişar: yüzde bir. öşür: tek yıllık ürün veren buğday gibi mallardan alınan onda bir ölçüsünde zekât. özür: geçerli bahane, kusur, eksiklik. |
| ![]() |
![]() | #4 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Osmanlı Türkçesi - Sözlüğü P pâ: ayak. pâdişah: ülkeyi idare eden devlet başkanı. paha: değer, fiyat. pâk: temiz. pâkize: temiz olan. pakt: andlaşma. palaska: asker kemeri. pan: "bütün, hepsi" mânâsında ön ek. panislâmizm: islâm birliği ülküsü. panzehir: zehire karşı ilaç. papa: büyük papaz. papaz: kilisenin önde gelen din adamı. parafe: kısa imza. paragraf: yazı bölümü. pâre: parça. paşa: general. pâyân: son, uç. paydos: dağılma, tatil. pâye: rütbe, basamak, derece. pâyidâr: kalıcı, kalımlı. pâyimâl: ayak altında kalmış. pâyitaht: başşehir. peder: baba. pederâne: baba gibi. pehlivan: güreşçi. pejmürde: dağınık. penâh: sığınak. perçem: kakül, zülüf. perdâz: düzelten, yönlendirici. perdebirûnâne: edep perdesini yırtarcasına, hayasızca. perdedâr: perdeci, perdeleyen. perest: taparcasına düşkün. perestiş: aşırı düşkünlük, tapınış. perestişkâr: tapınan. perestişkârâne: taparcasına. pergâr: pergel. perîşan: dağınık. perîşaniyet: dağınıklık. pertevefşan: ışık saçan. pervâ: çekinme, sakınma, korku. pervâne: ışık etrafında dönen küçük kelebek. pervâsız: korkusuz. pervâz: uçuş. perver: koruyan, besleyen, seven. perverde: beslenmiş, korunmuş, sevilmiş. pes: arka, geri, öyle ise. pesend: beğenen. pest: alçak, yavaş. pestpaye: pespaye, alçak. peşkeş: saçıp savurma. pey: iz, art. peyam: taze haber. peydâ: var olan, açık, meydanda. peygamber: ilâhî hakikatları insanlara bildirmek ve onlara örnek olmak üzere Allah tarafından tayin edilen, vahiy yoluyla sahip olduğu ilmini yaşayıp neşreden mübarek zatların umumî ismi. peygamberân: peygamberler. peyk: uydu. peyke: tahta sedir. peymân: yemin. peymâne: kadeh. peyrev: izleyen. pezir: "eden, edici, alan" mânâsında son ek. pırlanta: işlenmiş elmas. pırlantamisal: pırlanta gibi. pinhan: gizli. pîr: ihtiyar, öncü, şeyh. pîrifâni: çok yaşlı kimse. piş: ön. pişdâr: öncü, önder. pîşe: alışmış, huy edinmiş. plân: tasarı. polat: çelik, sert. politika: siyaset. post: tüylü hayvan derisi. pot: falso, dokunaklı söz. pota: bir çeşit tas. poz: duruş. pozisyon: durum. pozitif: müsbet, ispatlı. pozitivizm: gerçeğe erişmek için sadece deneye güvenen sapık felsefe. pratik: uygulama. prensip: düstur, ilke. program: düzenli niyetler. proje: tasarı, layıha. propaganda: bir fikrin tanıtılması faaliyeti. Protestan: Purut mezhebinden olan. Protestanlık: Purutluk, Hıristiyanlıkta bir mezhep. psikolog: ruh ilmiyle uğraşan. psikoloji: ruh ilmi, ruhiyat. psikoz: akıl hastalığı. Purutluk: Hıristiyanlıkta bir mezhep, protestanlık. pusula: yön bulmaya yarayan âlet, kısacık mektup. pûşîde: örtülü, gizli. put: heykel, büst. puthane: putların konulduğu yer. putperest: puta tapan. pür: çok dolu. pürcemâl: pek güzel. püremvat: ölülerle dolu. pürheves: hevesle dolu. püriştiyak: arzu ve istekle dopdolu. pürkemâl: tam anlamıyle olgun. pürmerak: merakla dolu, pek meraklı. pürniyaz: dua ve yakarış ile dopdolu. pürnur: çok nurlu. pürrahm: pek merhametli. pürsevda: sevda dolu. pürşaşaa: çok gösterişli. pürşer: çok şerli, kötülüklerle dolu. ................................. R raad: gök gürültüsü. Rabb: varlıkları eksik bir hâlden mükemmel bir hâle doğru götürürken bütün ihtiyaçlarını veren Allah. Rabbanî: Rabbimize ait. Rabbenâ: ey bizim Rabbimiz. Rabbülâlemîn: âlemlerin Rabbi. râbıta: bağ, ilgi, irtibat. râbıtaimevt: ölümü düşünmek. rabian: dördüncüsü. rabt: bağlama. râci: geri dönen. râcî: rica eden, ümit eden. râcih: üstün, seçilen. râcihane: üstün olurcasına. râd: gökgürültüsü. râdde: derece, sıra. radıyallahuanh: Allah ondan razı olsun! râdmisâl: gökgürültüsü gibi. radyumvârî: ışık saçan radyum elementi gibi. Râfızî: hak mezheblerden ayrılıp sapan kimse. râfi: yükseltici, kaldırıcı. rağabât: rağbetler, istekler. rağbet: istek, ilgi. râğıb: istekli. rağm: tersi, aksi. rağmen: inadına, zıddına. râh: yol. rahat: sıkıntısız, üzüntüsüzlük. râhib: Hıristiyan din adamı. râhibe: kadın rahip. Rahîm: merhametli, acıyan. rahim: döl yatağı, akrabalık. rahîmane: acıyarak. rahîmehullah: Allah merhamet eylesin. rahîmiyet: merhamet edicilik. rahle: küçük masa. rahm: acıma, esirgeme. Rahmân: sonsuz merhametli, Allah. Rahmânî: Rahmanla ilgili. Rahmânirrahîmîn: Rahman ve Rahîm olan Allah. rahmâniyet: Allahın kullarına merhamet etmesi. Rahmânürrahîm: dünyada da âhirette de âcizlere merhamet eden Allah. rahmet: acıma, esirgeme, şefkat. Rahmetenlilâlemîn: âlemler için rahmet olan Peygamberimiz. rahmetfeşân: merhamet saçan. rahmetullahialeyh: Allahın rahmeti üzerine olsun! rahmımâder: ana rahmi. rahne: yara. rahnedâr: yaralı. rahve: harf cezimli olarak söylenirken sesin akması hâli. râic: sürümlü, revaçta olan. râif: merhametli. râik: sade. raiyyet: idare edilenler, halk. raiyyetperver: halkını seven. râkım: kod, denizden yükseklik. rakîb: gözetleyen, denetleyici. râkib: rakip, rekabet eden, yarışan. rakîbane: denetlercesine. râkibane: rakip gibi. râkid: durgun. rakik: ince, duygulu. rakkas: dans eden, sarkaç. rakkasane: dansöz gibi. rakraka: suyun akması. raks: dans, oyun. râm: boyun eğme. ramâd: kül. ramak: az şey. Ramazan: oruç ayı. rân: "süren, sürücü" mânâsında son ek. rânâ: güzel, hoş. rapor: inceleme sonucunu bildiren yazı. rasad: gözetleme, bakma. rasânet: sağlamlık. rasâs: kurşun. rasathâne: gözlem evi. râsih: iyice oturmuş, yerleşmiş, sağlam. râsihane: derinlemesine, sağlamca. rasin: sağlam. rasyonalizm: aklı tek ölçü kabul eden sapkın felsefe. rasyonel: akla uygun. râşe: titreme. râşet: titreme, ürperme. râşid: erişkin, doğru yola erişen. raşidin: raşidler, erenler, ermişler. ratb: rutubetli, yaş. Rauf: acıyan ve esirgeyen, Allah. ravh: rahatlık. râvî: rivayet eden, söz nakleden, ravza: bahçe. Ravzaimutahhara: Peygamberimizin pak ve mübarek kabri. rayb: şüphe. rayiha: koku. râz: sır. râzı: hoşnud, memnun. Râzık: rızık veren, Allah. realist: gerçekçi. realite: gerçek. realizm: gerçekçilik felsefesi. reâyâ: idare edilenler. reca: dönüş. recâ: ümit. Receb: Arabî ayların yedincisi. recez: bir nevi şiir. recm: taşa tutma, taşlama. recûliyet: erkeklik. recül: erkek. recülifâcir: günahkâr adam. red: kabul etmeme. redâ: süt emme. reddiye: red için yazılan yazı. ree: akciğer. reel: gerçek. ref: kaldırma. refah: bolluk, rahatlık. refakat: eşlik etme, arkadaşlık. refet: merhamet, acıma. refetkârane: merhamet edercesine. refetmek: kaldırmak. refik: arkadaş, eş. refika: eş, arkadaş. refikaihayat: hayat arkadaşı, eş. reform: düzeltme, ıslah. Refref: Peygamberimizi Mîraçta en yüksek makama götüren binek. reftâr: gidiş. regaib: rağbet edilenler, mübarek bir gece. reha: kurtuluş. rehâ: gevşeklik, kurtuluş. rehâvet: tembellik, gevşeklik. rehber: yol gösteren. rehgüzâr: yol üstü. rehin: bir şeyin yerine garanti olarak tutulan. rehnüma: yol gösteren. reis: başkan. reisiâlem: âlemin reisi, Peygamberimiz. reisicumhur: cumhurbaşkanı. rejim: bir devletin yönetim biçimi. rekabet: yarışma. rekabetkârâne: yarışırcasına. rekât: namazın bir bölümü. rekz: dikme, saplanıp kalma. remâd: kül. remil: bir fal türü. remiz: kapalı söyleyiş, işaretle anlatma. remz: remiz. remzen: remizle. remzî: remizle ilgili. remzünâz: remiz ve naz. rencide: kırılmış, incinmiş. rençber: tarım işi yapan kimse. rende: düzeltme aleti. rendeçlenme: rendelenme, düzeltilme. rendeleme: düzgün hâle getirme. rengârenk: renk renk, güzel renklerle bezenmiş. rengin: süslü, güzel, parlak. rês: baş, kafa. resail: risaleler, küçük kitaplar, mektuplar. resan: "yetişen, getiren" mânâsında son ek. rêsen: kendi başına. resm: resim. resmigeçit: özel günlerde yapılan geçit töreni. resmiküşâd: açılış töreni. resmiyet: resmîlik. resûl: yeni bir kitapla gönderilen peygamber. Resûliekrem: "en kerim peygamber" mânâsında Peygamberimiz. Resûlullah: Allahın resulü, Peygamberimiz. rêsülmal: sermaye, ana para. reşad: doğru yolda olma. reşadetpenah: doğru sığınak. reşahat: sızıntılar. reşha: sızıntı. reşid: hak yolda giden, ergin, olgun. revâ: uygun, lâyık. revâbıt: rabıtalar, bağlılıklar. revac: geçerlik, değer, sürüm. revak: sundurma, çardak. revan: giden, akan. revâtib: vazifeler, maaşlar. revâyih: rayihalar, kokular. revh: rahat. revnak: parlaklık, tazelik, süs. revnakdâr: parlak, taze, hoş. rey: oy, görüş, fikir. reyhan: güzel bir koku, hoş kokulu bir bitki. reyyan: suya kanmış, tatmin olmuş. rez: üzüm, asma. rezâil: rezillikler, utanılacak şeyler. rezâlet: utanılacak hâl ve iş. rezil: utanmaz, alçak. rezilürüsva: ayıpları meydana çıkmakla alçalıp kötü hâle düşmek. Rezzak: bütün yaratıkların rızkını veren, Allah. Rezzakane: rızık verircesine. Rezzakıyet: Allahın rızık vermesi. rıbh: kâr, kazanç. rıdvan: memnunluk. rıfk: yumuşaklık, tatlılık. rıhlet: yolculuk, göç. rızâ: memnunluk, hoşnutluk. rızâdâde: hoşnut olmuş. rızâenlillah: Allah rızası için. rızık: Allahın ihsanı olan maddî ve mânevî nimetler. rızk: maddî ve mânevî nimetler. rızkıfıtrî: yaşamak için gereken normal rızık. rızkımecazî: alışkanlık sebebiyle ihtiyaç hâline gelen anormal rızık. riayet: uyma, uygunluk. riayetkâr: riayet eden, uyan. ribâ: faiz, haram para. ribh: kazanç. rica: ümid etme, isteme. ricakârâne: rica edercesine. ricâl: erkekler. ricâlen: erkek olarak. ricânâme: rica yazısı, ümit ifade eden yazı. ricat: geri dönme, kaçma. ridâ: örtü. rifât: yükseklik. rîhireyhan: hoş kokulu rüzgâr. rikkat: acıma, yumuşaklık, yufka yüreklilik, kalb inceliği. rind: aldırışsız, kalender. Risale-i Nur: Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin îman ve islâmiyet hakikatlarını izah ve ispat eden çok değerli kitaplarının umumî adı. risale: küçük kitap, mektup. risalet: resullük, peygamberlik. Risaletpenahi: peygamberlik kendisinde noktalanan Peygamberimiz. riş: kabuk, yara. ritm: ahenk. rivâyât: rivayetler. rivâyet: hikâye edilen, anlatılan, hadîs nakli. riyâ: gösteriş, ihlassızlık. riyâkâr: gösterişçi. riyâkârâne: gösteriş yaparcasına. riyaset: başkanlık. riyâzât: riyazetler. riyâzet: nefsi ıslah için az gıda ile yaşama. riyâzetkârâne: az gıda ile yaşayıp nefsi terbiye edercesine. riyazî: matematikle ilgili. riyaziyat: matematik ilmi. riyaziye: matematik. romanvârî: roman gibi. rovelver: tabanca. röntgen: ışın, ışın aleti. rub: dörtte bir. Rubûbiyet: ilâhî terbiye, Allahın bütün varlıkları eksik bir hâlden mükemmel bir hâle doğru götürmesi, bu esnada her nevi ihtiyaçlarını vermesi ve onları emrine itaat ettirmesi. rubûbiyetperver: terbiye etmeyi seven Allah. Rufaî: Rufailik diye bilinen bir tarikatı kuran, bu tarikattan olan. rûh: can, his, öz. rûhanî: ruh ile ilgili, görünmez varlık, ruh, melek, cin. rûhaniyat: ruhanîler. rûhaniyet: ruh hâli, ölen insanın devam eden ruhî kuvveti. rûhaniyyûn: ruhlar âleminden olanlar. rûhban: Hıristiyan din adamı. rûhefzâ: ruhu okşayan. rûhen: ruh bakımından, ruhça. rûhî: ruhla ilgili. rûhiyat: ruh ilmi. ruhsat: izin, müsaade. Rumî: bir nevi takvim. rumûz: gizli anlamlar. rumûzât: remizler, gizli mânâlar. runümâ: yüzünü gösteren. rusül: resuller, peygamberler. rûşen: parlak, aydın. rutubet: nem, ıslaklık. ruyizemin: yeryüzü. rûz: gün. rûznâme: günleri gösteren yazı, takvim, günlük yazı. rûzumahşer: öldükten sonra dirilip toplanma günü. rübâ: "alan, çalan, kapan" mânâsında son ek. rübai: dörtlük. rüchan: üstünlük. rüchaniyet: üstünlük. rücû: geri dönme. rüesa: reisler, başkanlar. rüfeka: refikler, arkadaşlar. rükn: rükün, direk, sütun. rükû: namazda eğilme. rükün: direk, sütun. Rüstem: kuvvetiyle meşhur bir efsane kahramanı. rüsûb: tortu. rüsûbât: tortular. rüsûh: ustalık, sağlamlık, maharet. rüsva: rezil, maskara. rüşd: doğru yolu bilme, olgunluk. rüşeym: oğulcuk, embriyon. rüşvet: bir işin yapılması için haksız alınan veya verilen haram para. rütbe: derece, basamak. rütbeten: rütbece. rütebî: rütbelerle ilgili. rüûs: başlar, kafalar. rüyâ: uykudayken girilen misalî bir âlemde görülenler. rüyâyısâdıka: doğru rüya. rüyet: görme. rüyetullah: Allahı görme. rüzgâr: yel, zaman, dünya. ................................. Ş Şâbân: Arabî ayların sekizincisi. şâd: şen, memnun. şadırvan: etrafı musluklu kubbeli çeşme. şafak: tan zamanı. Şâfi: hastaya şifa veren Allah. Şafiî: hak mezheplerden biri, onu kuran büyük âlimin ünvanı. şâh: hükümdar, sultan. şahab: gökteki ışıklı cisim. şahâdet: şahitlik, Allah yolunda ölmek. şâhâne: şaha yakışır şekilde. şahbaz: doğan kuşu, çevik, yiğit. şâhenşâh: şahların şahı. şâheser: en üstün eser, baş eser. şahıs: kişi, kimse. şâhid: şahit, tanık, gören. Şâhid: bütün zamanlardaki yaratıkları ve onların her hâlini gören Allah. şâhik: yüksek, doruk. şâhika: yüksek, doruk, zirve. şahm: iç yağı. şahmpâre: içyağı parçası. şahs: şahıs, kişi, kimse. şahsımânevî: insanların bir araya gelip oluşturdukları mânevî kişilik. şahsî: kişiyle ilgili. şahsiyat: kişilikler. şahsiyet: kişilik. şâibe: leke, kusur. şaika: şevk verici, isteklendirici. şairane: şairce. şakî: yol kesen, haydut. şâkir: hâlinden memnun olup şükreden. şâkirâne: şükreden gibi. şâkird: talebe, öğrenci. şakk: yarık, yarılma, yarma. Şakkıkamer: Peygamberimizin ayı iki parçaya ayırması mûcizesi. şâkul: düşeyliği ölçme âleti. şâkulî: düşey. şâm: akşam. şamar: tokat. şâmil: kaplayan. şamme: koklama duyusu. şân: şeref, n*** hâl, iş. şap: tuza benzer bir madde. şape: çığ. şarab: şarap, içki, bu isim helâl içkileri de kapsar. şâre: saç, kıl. şârık: doğudan çıkan, doğan, parlayan. Şârî: şeriatı ortaya koyan, Allah. şârih: şerheden, açıklayan. şark: doğu. şarkışimâlî: kuzeydoğu. şarkiyât: islâm dünyasında araştırma yapma çalışması. şarlatan: yalancı, aldatan, yüksekten atan. şart: mutlaka gerekli olan, durum, yemin. şartiye: şart olan. şaş: şaşı. şâşaa: parlaklık, gösteriş. şâşaapâş: gösterişli görünen. şatâhat: mânevî sarhoşluk hâlindeyken söylenen dengesiz sözler. şavk: ışık, parıltı. şâyân: yaraşır, uygun, layık. şâyeste: uygun, lâyık. şâyet: eğer, olur ki. şâyia: söylenti, yayılma, duyulma. şâz: kaide dışı, istisna. Şâzelî: Şazeliye tarikatını kuran büyük velî, bu tarikattan olan. şeâir: islâmî alâmetler, semboller, âdetler. şeâmet: uğursuzluk, kötülük. şeb: gece. şebab: genç. şebabet: gençlik. şebabiyet: gençlik, tazelik. şebeke: örgülenmiş, örgüt. şebih: benzer. şebnem: çiy, nem. şebnemmisâl: çiy gibi. şecâat: yiğitlik, öfke duygusunun normal derecesi. şecer: ağaç. şecere: ağaç, soy ağacı. şecî: yiğit, kahraman. şedâid: şiddetliler, şiddetli belâlar. Şeddâd: Ad kavminin ulu önderi olan ünlü bir kâfir. şedde: harfi iki kere okutan işaret. şedîd: şiddetli. şedîdâne: şiddetlice. şef: çift, baş. şefâat: af için vasıta olmak. şefâatçi: af için vesile olan. şefe: dudak. şeffaf: saydam. şeffafât: saydam olanlar. şeffafiyet: saydamlık. şefî: şefaatçı. şefik: şefkatli. şefikâne: şefkatlice. şefiülmüznibin: günah işleyenlerin şefaatçısı. şefkat: acıyarak karşılıksız sevme. şefkaten: şefkatten dolayı, şefkat bakımından. şefkatkâr: şefkatli. şefkatkârâne: şefkat edercesine. şefkatperver: şefkat etmeyi seven. şefkatperverane: şefkat etmeyi severcesine, severek. şehâdât: şahitlikler, şehitlikler. şehâdet: şehitlik, şahitlik. şehâdetnâme: diploma. şehâmet: akıllıca yiğitlik. şehbaz: çevik, cesur, beyaz doğan kuşu. şehd: bal. şehevânî: şehvetle ilgili. şehevât: şehvetler. şeheviye: şehvetle ilgili olan. şehîd: şahit olan, Allah için ölen. şehîk: hıçkırıkla karışık iç çekme. şehir: büyük yerleşim birimi, kent. şehîr: ünlü, tanınmış. şehlâ: elâ göz, tatlı şaşı. şehnâme: padişahların maceralarını anlatan eser. şehnâz: ışıldayan, parlayan. şehr: ay, şehir, kent. şehrâyin: şenlenmiş şehir, şenlik. şehrî: ay ile ilgili, aylık. şehristân: memleket. şehriyâr: hükümdar, padişah. şehvânî: şehvetle ilgili. şehvet: nefsin arzusu, cinsî istek. şehvetengiz: şehvet uyandıran. şek: şüphe. şekâvet: sıkıntı, azap, işkence. şekil: biçim. şekl: şekil, biçim. şekûr: çok şükreden. şekvâ: şikâyet, sızlanma. şekvânâme: şikâyet mektubu, yazısı. şelâle: çağlayan. şem: mum, ışık. şemâ: ışık, çıra. şemâtet: başkasının başına gelene sevinmek. şemâtetkârâne: başkasının başına gelene sevinircesine. şemm: koklamak. şemme: koklama. şems: güneş. şemsüşşümûs: güneşlerin güneşi. şemta: kocakarı. şên: iş, hâl, tavır, hâdise. şenâat: kötülük, alçaklık. şenî: kötü. şer': dinî kanunlar. şer: kötülük, kötü. şerâfet: şereflilik. şerâit: şartlar. şerân: şeriata göre, dinî kanunlar bakımından. şerârât: kıvılcımlar. şerâre: kıvılcım. şerâret: şerlilik, kötülük. şerâyi: şeriatlar, ilâhî emirler. şerâyin: atardamar. şeref: yücelik, büyüklük, değer. şerefbahş: şeref veren. şerefe: minarenin ezan okunan yeri. şerefşiar: şerefli. şerefyâb: şereflenen. şerh: açıklama. şerî: şeriatla ilgili, dinî. şerîat: din, ilâhî kanunlar, Allahın emirleri ve yasakları. şerîatıfıtrîye: Allahın tabiata koyduğu kanunlar. şerid: şerit, zincir. şerîf: şerefli. şerîfeyn: şerefli iki şey, Mekke ve Medine. şerik: ortak, rakip. şerir: şerli, kötü. şerriyet: kötülük. şerûr: çok şerli, pek kötü. şeş: altı. şetâret: şenlik. şetm: sövme, kötü söz söyleme. şevâhık: doruklar. şevâhid: şahitler. şevk: şiddetli istek. şevkengiz: isteklendiren. şevkengizane: isteklendirircesine. şevket: heybet, böyüklük. Şevval: Arabî ayların onuncusu. şey: nesne. şeyâtin: şeytanlar. şeydâ: tutkun. şeyh: pir, tarikat önderi, ihtiyar. şeyheyn: iki şeyh şeyhûhet: ihtiyarlık. şeyhülislâm: Osmanlılarda en büyük din görevlisi. şeyn: kusur. şeytân: insanı azdırmaya çalışan görünmez yaratık. şeytânât: şeytanlıklar. şeytânet: şeytanlık. şeytânî: şeytanca, şeytanla ilgili. şeytânkârâne: şeytanca. Şıkk: adeta yarım adam gibi olan ünlü bir kâhin. şıkk: yarı, yarım, şık. Şia: Şiiler, Hazreti Ali sevgisini meslek kabul edenler. şiar: timsal, sembol, parola. şiddet: sertlik, katılık, aşırılık. şifâ: hastalıktan kurtuluş. şifâbahş: şifa veren. şifâdâr: şifalı. şifâdârâne: şifalıca. şifâhen: ağızdan, sözle. şifâhî: sözlü. şifâkâr: şifalı. şifâresân: şifa veren. şifâyâb: şifa bulma. şifre: gizli işaretlerle yazılan yazı. şihâb: şahap, akanyıldız, gök cismi. Şiî: Hazreti Aliye aşırı taraftarlık gösteren kimse. şikâf: "yırtan, parçalayan" mânâsında son ek. şikâk: ayrılma, bölünme. şikâr: av. şikâyât: şikâyetler. şikâyet: yakınma, derdini söyleme. şikemperver: midesini seven, obur. şiken: "koparan, kıran" mânâsında son ek. şimâl: sol, kuzey. şimâligarbî: kuzeybatı. şimâlişarkî: kuzeydoğu. şimendifer: tren. şinik: on litrelik kap. şîr: aslan. şirâ: alım satım. şirin: tatlı, sevimli. şirk: Allahtan başka ilâh kabul etme. şirkâlûd: şirk bulaşmış. şirket: ortaklık, ortaklaşa kurulan iş kurumu. şirret: geçimsiz, huysuz. şita: kış. şitab: koşmak. şîve: söyleyiş, naz. şöhret: ün, tanınırlık. şöhretgîr: ün salma. şöhretperest: şöhret düşkünü. şöhretperverâne: şöhretsevercesine. şöhretşiar: meşhur, ünlü. şuâ: ışın, ışık teli. şuâât: ışınlar. şuarâ: şairler. şûbe: bölüm, kısım. şuh: şen, oynak. şuhûd: şahit olma, gözlemleme. şuhûdî: görme ile ilgili, görülebilen. şuhûr: aylar. şuhûruselâse: üç aylar. şûle: alev, ışıltı. şûledâr: alevli, ışıltılı. şûlefeşân: ışık saçan. şûm: uğursuz. şûra: danışıp konuşmak için toplanılan yer. şûre: çorak. şûristân: çorak yerler. şurût: şartlar. şuûn: işler, fiiller. şuûnât: işler, hâller. şuûr: anlama, hissetme, farkında olma. şuûrâne: anlayarak, bilerek. şuûrdârâne: şuurlu bir biçimde. şuûren: şuur ile. şuûrkârâne: şuurlu bir biçimde. şuvaz: kızgın ateş. şübeh: şüpheler. şübehât: şüpheler. şühedâ: şehitler. şühübât: ateş parçaları. şükr: şükür, nimete karşı memnuniyetini gösterme. şükrân: şükür hissi. şükûfe: tomurcuk. şükûfmisâl: tomurcuk gibi. şükûk: şüpheler. şükür: şükr, nimete karşı memnunluk göstermek. şümûl: kapsam. şümûs: güneşler. şürb: içmek. şürekâ: şerikler, ortaklar. şürûr: şerler, kötülükler. şüyû: yayılma, yayılmış. şüyûhât: şeyhler. şüzûz: istisna, kural dışı. şüzûzât: istisnalar, kural dışı olanlar. ................................... T taabbüd: ibadet etmek. taabbüdî: ibadet etmekle ilgili. taaccüb: şaşma. taaddüd: adetlenme, sayıca artma. taaddüdüzevcât: birden fazla evlilik. taaffün: kokuşma. taaffünât: kokuşmalar. taahhüd: yüklenme, söz verme. taakkul: akıl erdirme. taalluk: ilgili olma, münasebet. taallukât: ilgililer, yakınlar, akrabalar. taallül: bahane arayarak işten kaçınma. taallüm: ilim öğrenme. taam: yemek, gıda. taammüd: bilerek yapma. taammül: amel etme, çalışma. taammüm: umumileşme, genelleşme. taannüd: inat etme, direnme. taarruz: saldırma, sataşma. taarrüf: tanışma, tanıma. taarrüfât: tanıtmalar, tanımalar. taassub: şiddetli taraftarlık. taassubât: taassuplar. taaşşuk: âşık olma. taat: söz dinleme, ibadet. taattuf: acıma, esirgeme. taavvüz: sığınma. taayyün: belirme, görünme. taayyünât: belirmeler. taayyüş: geçinme, beslenme, yaşama. taazzum: büyüklenme. tab: basma, baskı. tâb: güç, tâkat. tab: huy, yaradılış. tabâbet: doktorluk. tabaka: kat, katman. tabakât: tabakalar. tâbân: ışıklı. tabân: yaradılıştan, yaradılış bakımından. tabasbus: yaltaklanma. tabasbusât: yaltaklanmalar. tabayi: tabiatlar, temel özellikler. tâbi: boyun eğen, uyan. tâbî: kitap basan. tabiat: yaradılıştan gelen temel özellik, yaradılış, huy, ilâhî kanunlar. tabiatperest: tabiatı yaratıcı zanneden kimse. tabib: doktor, hekim. tabiî: tabiatla ilgili, kendiliğinden. Tabiîn: sahabeleri görenler. tabiiyet: uyma. tabiiyyun: Allahın kanunu ve sanatı olan tabiatı ilâh sananlar. tâbir: deyim, söz, yorum, ifade, anlatım. tâbirât: tabirler. tâbiûn: sahabeleri görenler. tabla: kap, yiyecek sunulan kap. tabu: uğursuz, hakkında konuşmaktan korkulan. tabur: bölüklerden oluşan askerî birlik. taburmisâl: tabur gibi. tâbut: ölü konan sandık. tâbutiyet: tabut gibi olma hâli. tâc: taç. tâcil: çabuklaştırma, acele ettirme. tâcir: ticaret yapan. tâciz: rahatsız etme, âciz hâle getirme. tâdâd: sayma. tâdil: yumuşatma, düzeltme, ılımanlaştırma. tâdilât: düzeltmeler. tâdilierkân: namazı dikkat ederek ve hakkını vererek kılmak. tadlil: "azdı ve saptı" diye verilen hüküm, azdırma, saptırma. tafaddul: üstünlük iddiası. tafdil: üstün tutma. tafra: sıçrama, atlama, yukarıdan atıp tutma. tafsil: uzun uzadıya anlatma. tafsilât: geniş açıklamalar. tafsilen: ayrıntılı olarak, genişçe. tafsilî: ayrıntılı, geniş açıklamalı. Taftazanî: büyük bir kelâm âlimi. tagaddi: gıdalanma, beslenme. tagallüb: üstün gelme, zorbalık, baskı. taganni: zenginleşme. tagayyür: başkalaşma, dönüşme. taği: azgın, haktan sapan, saptıran. tağiyane: azgınca. tağlib: galip getirme. tağlit: yanıltma, bulandırma. tağşiş: karıştırma. tağut: azgın, sapkın, îmansız, ilâh gibi saygı gören, heykellerine bile saygı duyulan, sapan ve saptıran. tağutî: tağutla ilgili. tağyir: başkalaştırma, değiştirme, bozma. tağyirât: tağyirler. tahabbüb: sevgi gösterme. tahaccür: taşlaşma. tahaddi: meydan okuma. tahaddüs: var olma. tahaffuz: korunma. tahakkuk: gerçekleşme. tahakküm: hükmetme, zorbalık. tahakkümî: delilsiz dâvâ. tahalluk: ahlâklanma. tahallüf: geride bırakılma. tahallül: ayrışma. tahallüs: kurtulma. tahammuk: ahmaklaşma. tahammül: sabretme, dayanma. tahammülsûz: dayanma gücünü kıran. tahammür: ekşime, fermentasyon. tahannun: fazlaca acıma. tahannün: inleme. taharet: temizlik. taharrî: arama. taharriyât: aramalar. taharrüf: sapma. taharrük: hareketlenme. tahassul: üreme. tahassus: hususîleşme. tahassün: sığınma. tahassüngâh: sığınak. tahassür: özleme. tahassüs: duygulanma. tahattur: hatırlama. tahavvüf: korkma. tahavvül: değişme. tahavvülât: değişmeler. tahayyül: hayâl etme. tahayyür: şaşakalma. tahayyüz: yer tutma. tahazzün: birikme. tahdid: sınırlama. tahdîs: şükürle söyleme. tahdîsinîmet: şükür için kendine verilen nimeti söyleme. tahdiş: kurcalama. tahfif: hafifleştirme. tâhir: temiz. tâhirât: temiz olanlar. tahiyyât: hediyeler. tahiyye: hediye. tahkik: araştırma. tahkikât: araştırmalar. tahkikî: araştırmalı. tahkim: hakem tayin etme, kuvvetlendirme. tahkimât: tahkimler. tahkimen: tahkim ile. tahkir: aşağılama. tahkirât: aşağılamalar. tahkirkârâne: aşağılarcasına. tahkiye: hikâye etme. tahlil: çözümleme. tahlilî: çözümlemeli. tahlis: kurtarma. tahliye: boşaltma, bırakma. tahmid: hamdetme. tahmidât: hamdetmeler. tahmidnâme: medih ve şükür yazısı. tahmik: ahmaklaştırma. tahmil: yükleme. tahmin: aşağı yukarı belirleme. tahminî: tahminle ilgili. tahrib: yıkma, yıkım. tahribât: tahripler, yıkmalar. tahribkâr: tahrip edici, yıkıcı. tahribkârâne: tahrip edercesine. tahric: çıkarma. tahrif: bozma, harflerle oynayarak aslını değiştirme. tahrifât: tahrifler, bozmalar. tahrifkârane: tahrif ederek, bozarak. tahrifdârâne: bozarak, bozarcasına. tahrik: hareketlendirme, kışkırtma. tahrikât: tahrikler. tahrim: haram kılma. tahrir: yazma. tahriş: tırmalama, azdırma. tahsil: edinme, derleme. tahsilât: edinmeler, derlemeler. tahsildâr: vergi derleyen. tahsin: beğenme, güzel görme. tahsinât: tahsinler, beğenmeler. tahsinkârâne: beğenerek. tahsis: biri için ayırma. tahsisât: biri için ayırmalar. tahsisen: birine ayırmakla. tahşid: yığma, biriktirme, destekleme, kuvvetlendirme. tahşidât: tahşidler. taht: alt, aşağı. taht: hükümdar koltuğu. tahtelarz: yeraltı. tahtelbahir: denizaltı. tahtessıfır: sıfırın altı, eksi. tahteşşuûr: şuuraltı. tahtie: hatalı görme. tahtiyet: alt oluş. tahtnişin: tahta oturan. tahvif: korkutma. tahvil: değiştirme. tahvilât: değiştirmeler. tahzir: sakındırma. tâib: tövbe eden. tâife: bölük, gurup. tâk: bina kemeri. takaddüm: öncelik, öne geçme. takaddüs: pek temiz olma. takallüb: çevrilme, dönüşme. takallüs: kasılma. takarrüb: yaklaşma, yakınlaşma. takarrür: kararlaşma, yerleşme. takas: karşılıklı değişme. tâkat: güç, kuvvet. takattur: damlama. takavvüs: yay gibi kavislenme. takayyüd: bağlanma. takazâ: başa kakma. takbih: çirkin görme. takbihât: çirkin görmeler. takbil: öpme. takdim: sunma, öne geçirme. takdir: belirleme, ölçüleme, beğenme. takdirât: takdirler. takdirkâr: takdir eden. takdirkârâne: takdir edercesine. takdis: mukaddes tanıma. takdisât: takdisler. takdiskâr: takdisci. takıyye: sakınma, çekinme. takî: sakınan. tâkib: izleme. tâkibât: takipler, izlemeler. taklid: benzemeye çalışma, öykünme. takliden: taklit ederek. taklidî: taklide dayalı. taklidkârane: taklit ederek. taklil: azaltma. takrî: azarlama, telaşlandırma. takrib: yaklaştırma, yaklaşık. takriben: yaklaşık olarak. takribî: yaklaşık. takrir: anlatma, kararlaştırma. takriz: bir eserin medih yazısı. takriznâme: bir eseri metheden yazı. taksim: bölme. taksimât: bölmeler. taksimülâmâl: iş bölümü. taksir: kısaltma, kusur, günah. taksirat: kusurlar, günahlar. taktaka: tıktıka, taş sesi. takti: kesme, kesik kesik okuma. taktik: plânlı hareket. takvâ: günahlardan sakınma. takvâdârâne: günahlardan sakınırcasına. takvim: düzeltme, şekillendirme. takviye: kuvvetlendirme, destekleme. takyid: sınırlama, bağlama. takyidâd: sınırlamalar, bağlamalar. talâk: boşama. talâkat: düzgün sözlülük. tâlân: çapul, yağma. taleb: talep, isteme, istek. talebe: isteyen, öğrenci. tâlî: ikinci derecede. tâli: kısmet, talih. tâlia: öncü, kılavuz. tâlib: isteyen, istekli. thalik: asma, geciktirme. tâlikan: askıya alarak, bekleterek. tâlikât: kitap okurken hatıra gelen mânâları not ederek yazılan eser. tâlil: sebeplendirme, sebep gösterme. tâlim: öğretme, alıştırma. tâlimât: talimler, öğretmeler, idmanlar, emirler. tâlimgâh: talim yeri. tâlimhâne: öğrenme evi. tâlimiesma: isimleri öğretme. taltif: gönül okşama, lütuf etme. taltifat: gönül okşamalar. tamâ: açgözlülük, aşırı istek. tamah: açgözlülük. tamâkâr: tamahkâr, açgözlü. tamâkârane: açgözlü biri gibi. tamam: eksiksiz, bütün. tamamiyet: tam olma. tamik: derinleştirme, iyice inceleme. tâmim: genelleştirme, genelge. tamir: onarım. tamirât: onarımlar. tâmme: t*** bütün. tâmmen: tam olarak. tamsetmek: belirsiz kılma, silme. tân: yerme, ayıplama. tango: şarkılı bir dans. tânif: şiddetle azarlama. tanîn: tınlama, arı vız vızı. tanînendâz: tınlayan. tansif: yarı yarıya bölme. tansis: dinî temellere dayandırarak hüküm verme. tansiyon: kan basıncı. tantana: gösteriş, gürültü. tanzif: temizleme. tanzifât: temizlemeler. tanzim: düzenleme. tanzimât: düzenlemeler. tanzir: benzerini yapma. tarab: sevinçlilik. taraf: yan, yön. tarafdar: taraf tutan. tarafdarane: taraf tutarcasına. tarafeyn: iki taraf. tarafgîr: taraf tutan. tarafgîrâne: taraf tutar gibi. tarassud: gözetleme. tarassudât: gözetlemeler. tarâvet: tazelik. tarâvetdâr: taze. tard: reddetme, kovma. tardetmek: kovmak. tarf: göz, nazar, bakış. tarfetülayn: göz açıp kapayıncaya kadar. târık: belâ, yıldız. tarif: tanım, tanıtma. tarifat: tarifler, tanımlar. tarife: tanıtma yazısı. tarifename: tanıtma yazısı. tarifname: tanım yazısı. tarihçeihayat: hayat tarihi. tarihvari: tarih gibi. târik: terkeden. tarîk: yol, tarz, metod. tarîkât: ibadet ve zikirlerle kalben ilerleme yolları. târiküddünya: dünyayı terkeden. târiküssalât: namazı terkeden. târiz: dokundurma. târizen: dokundurarak. tarraka: gümbürtü. tarrar: yankesici. tarsin: sağlamlaştırma. târümâr: darmadağın. tarz: biçim, yol, metod. tarziye: özür dileme. tasadduk: sadaka verme. tasaffi: saflaşma, durulma. tasallub: katılaşma. tasallut: sataşma. tasannu: yapmacık. tasannuât: yapmacıklar. tasannuen: yapmacık olarak. tasannuf: yapmacık sınıflandırma. tasannukârane: yapmacıklı. tasarruf: kullanma, artırma. tasarrufât: tasarruflar. tasavvuf: kalbi dünyadan arındırma yolu, tarikat. tasavvufî: tasavvufla ilgili. tasavvur: tasarlama. tasavvurât: tasarlamalar. tasavvuren: tasarlayarak. tasaykul: cilâlanma. tasdî: sıkma, rahatsız etme. tasdîk: onaylama, doğrulama. tasdîkan: onaylayarak. tasdîkât: tasdikler, onaylamalar. tasdîkgerde: tasdik edilen. tasdîkkârâne: tasdik edercesine. tasfiye: saflaştırma, arındırma. tasgir: küçültme. tashih: düzeltme. tashihât: tashihler, düzeltmeler. tâsian: dokuzuncusu. taskil: cilâlama. taslit: musallat etme, sataştırma. tasnî: düzme, uydurma. tasnîât: düzmeler, uydurmalar. tasnif: sınıflandırma. tasnifât: sınıflandırmalar. tasrif: çekip çevirme, çekim. tasrih: açıkça anlatma. tasrihât: açıkça anlatmalar. tasrihen: açıkça belirterek. tastir: yazı yazıp satırlar oluşturma. tasvib: uygun görme. tasvir: resmini yapma, resim, zihinde canlandırma. tasvirât: tasvirler. Taşnak: Ermenilerin kurduğu bir örgüt. taşra: istanbul dışındaki yerler. Tatar: bir Müslüman Türk kabilesi. tatbik: uygulama. tathir: temizleme. tatil: çalışmaya ara verme. tâtil: inkâr, îmansızlık. tatilieşgal: işi bir yana bırakma, dinlenme. tatlik: boşama. tatmin: ikna etme, manen doyurma. tatminkâr: tatmin edici. tatvil: uzatma. tatyib: hoş etme. tâun: veba, salgın hastalık. tavaf: etrafını dolaşmak, ziyaret. tavaggul: bir işe kendini tamamen verme. tavâif: guruplar, bölükler. tavân: isteyerek. tavassut: aracılık, vasıtalık. tavattun: vatan edinme. tavazzu: su hâline getirme. tavazzuh: açıklanma, aydınlanma. tavır: hâl, sûret, davranış. tâvik: geciktirme, ilerletmeme. tavîl: uzun. tâviz: karşılık, bedel. tavk: güç, tâkat. tavla: ahır. tavr: tavır, davranış. tavren: tavırla, davranış olarak. tavsif: niteleme, özelliklerini söyleme. tavsifât: nitelemeler. tavsifnâme: özellikleri belirten yazı. tavus: süslü bir kuş. tavzif: görevlendirme. tavzifât: görevlendirmeler. tavzih: açıklama. tayerân: uçma. tayf: hayâlî görüntü. tayın: gıda, ekmek, yiyecek. tayınat: tayınlar, gıdalar. tâyib: ayıplama. tâyin: yerini belirleme, atama. tayinât: tayinler, belirlemeler. tayr: kuş. tayy: atlama, kaldırma. tayyar: uçucu. tayyare: uçak. tayyetmek: geçmek, atlamak, kaldırmak. tayyımekân: bir yerdeyken birdenbire başka yerde olmak. tayyızaman: bir zamandan birdenbire başka zamana geçmek. tayyib: iyi, hoş, güzel. tayyibât: tayyibler. tayyibe: iyi, güzel, hoş. tazammun: içine alma. tazarrû: yalvarmak, yakarış. tazarrûât: yalvarmalar. tâzib: azap etme. tâzif: artırma. tâzim: büyük tanıma. tâzimkârane: büyük tanıyarak. tâzir: azarlama. tâziyâne: eziyet edercesine. taziye: yakını ölen üzgün birini teselli etme. taziyenâme: taziye mektubu. tâziz: şereflendirme. tazmin: zararı ödeme. tazminât: zarara karşılık verilen para. class=MsoNormal style='margin-top:0cm;margin-right:1.0cm;margin-bottom:0cm; margin-left:1.0cm;margin-bottom:.0001pt;mso-pagination:none'>tazyîk: baskı, sıkıştırma. tazyîkât: tazyikler, baskılar, sıkıştırmalar. teahhur: geri kalma. teakub: birbirini izleme. teâlâ: namı büyük. teâlî: yücelme. teâmî: anlamaz gibi görünme. teâmül: alışılmış biçim. teânuk: sarılma. teanüd: inatlaşma. tearrüf: araştırarak öğrenme. teâruz: zıtlık, zıtlaşma. teâruzan: zıtlaşarak. tearüf: bilinme, tanınma. teâti: alıp verme. teâvün: yardımlaşma. tebâ: uyma. tebaa: uyruk, uyanlar. tebâdül: değişme. tebâdür: birdenbire aklına gelme. tebah: mahvolmuş, yıkılmış. tebahhur: buharlaşma. tebâiyyet: uyma. tebân: ikinci derecede. tebârek: mübarek etsin! tebârüd: soğuma. tebârüz: belirme, görünme. tebâud: uzaklaşma. tebâyün: uymazlık, zıtlık. tebcil: ağırlama, yüceltme. tebdil: değiştirme. tebe: tabi olanlar, uyanlar. tebean: uyarak. tebeddül: değişme, değişim. tebeddülât: değişmeler. tebeî: asıl olmayan, dolaylı. tebelbül: dil karmaşası. tebellüğ: anlayıp almak. tebellür: billurlaşma. teberri: arınma, uzaklaşma. teberrû: bağış. teberrûât: bağışlar. teberrük: bereket umma. teberrüken: bereket umarak. tebessüm: gülümseme. tebessümkârane: gülümsercesine. tebeyyün: belli olma, belirme. tebîd: uzaklaştırma. tebîz: ayırma, bölme. tebkit: azarlama, susturma. tebligât: tebliğler, bildiriler. tebliğ: ulaştırma, bildirme, ilâhî emirleri insanlara anlatma. tebliğnâme: tebliğ yazısı. tebrie: arındırma. tebrik: bereket dileme, kutlama. tebrikât: tebrikler. tebriknâme: tebrik mektubu. tebşir: müjdeleme. tebşirât: müjdelemeler. tebtil: hakka yönelme. tebyin: belirtme. tebyiz: temize çekme. tebzir: malı saçıp savurma. tecâhül: bilmezlikten gelme. tecânüb: sakınma. tecânüs: aynı türden olma. tecârüb: tecrübeler. tecâvüb: cevaplaşma. tecâvüz: sınırı aşma, saldırma. tecâvüzât: tecavüzler, saldırmalar. tecâzüb: karşılıklı çekicilik. tecdîd: yenileme, tazeleme. tecebbür: zorbalaşma. teceddüd: yenilenme. teceddüdî: yenilenmekle ilgili. teceddüdperver: yeniliksever. tecellî: görünme, belirme. tecellîdâr: görünen, beliren. tecellîgâh: belirme yeri. tecellîyât: görünmeler, belirmeler. tecellüd: cesur görünmeye çalışma. tecemmû: toplanma. tecemmüd: donma, katılaşma. tecemmül: güzelleşme. tecennüb: sakınma, uzak durma. tecennün: delirme. tecerrüd: soyutlanma, ayrılma. tecessüd: cesetlenme. tecessüdiyet: cesetlenme hâli. tecessüm: cisimleşme, cisim hâlinde görünme. tecessüs: gizlice araştırma. tecevvüf: içi boş olma. tecezzî: ayrışma, ufalanma. techil: cahil sayma. techiz: donatma, cihazlandırma. techizat: techizler, donatmalar. têcil: erteleme. teclid: ciltleme. tecrîd: soyutlama, yalnız bırakma. tecrîdât: tecritler, ayınmalar. tecrîdhâne: tek kişilik yer. tecrübât: tecrübeler. tecrübe: deneyim, deney. tecrübeten: tecrübeyle. tecrübevârî: tecrübe eder gibi. tecsim: cisimlendirme. tecvid: usûlüne uygun okuma. tecviz: caiz görme, izin verme. tecziye: cezalandırma. tedâbir: tedbirler, önlemler. tedâfü: savunma. tedâfüî: savunmayla ilgili. tedâhül: birbirine girme. tedâi: çağrışım. tedârik: edinme, ele geçirme. tedârikât: edinmeler. tedâvi: iyileştirmeye çalışma. tedâvül: dolaşım, sürüm. tedbir: önlem. tedebbür: sonunu düşünme. tedehhüş: korkma, ürperme. tedellî: inme, eğilme. tedenni: alçalma, inme. tedenniyât: alçalmalar. tederrüc: adım adım ilerleme. tederrüs: ders alma. tedhiş: korkutma. têdib: edeplendirme. têdiye: ödeme. tedkik: inceleme. tedkikat: tedkikler, incelemeler. tedlis: sattığı malın ayıbını gizleyerek aldatma. tedric: derece derece ilerleme. tedricen: derece derece. tedricî: derece derece olan. tedrîs: ders verme, öğretme. tedrîsât: ders vermeler. tedvîn: derleyip düzenleme. tedvîr: döndürme, yönetme. teehhül: evlenme. teehhür: gecikme, geriye kalma. teellüm: acı hissetme. teellümât: acı hissetmeler. teemmel: iyice düşün! teemmül: iyice düşünme. teennî: düşüne düşüne iş yapma. teennuk: kusursuz yapılış. teessüf: eseflenme, üzülme. teessür: etkilenme, üzülme. teessürât: etkilenmeler, üzülmeler. teessüs: kurulme, yerleşme. teeyyüd: desteklenme. teezzi: incitme. tefaddul: üstünlük taslama. tefâhur: iftihar etme. tefâni: birbirinde fani olma. tefârık: güzel bir koku. tefârik: ayırmalar, ufak şeyler. tefârikulasâ: bir olmakla beraber türlü faydaları bulunan. tefâsir: tefsirler, yorumlar. tefâul: birbirinin fiilinden etkilenme. tefâvüt: farklılık. tefehhüm: fehmetme, anlama. tefekküh: meyve. tefekkür: fikretme, düşünme. tefekkürât: tefekkürler, düşünmeler. tefekkürî: düşünmekle ilgili. tefekkürnâme: tefekkür yazısı. tefelsüf: filozoflaşma. tefennün: fen öğrenme. teferru: dallanma, ayrılma. teferruât: ayrıntılar. teferrüc: rahatlama, gezme. teferrüh: ferahlanma. teferrüs: iyice anlama. teferûn: firavunlaşma. tefessüh: bozulma, çürüme. tefeül: fal açma, uğur sayma. tefevvuk: üstünlük. tefeyyüz: feyizlenme. tefhim: anlatma. tefîl: fiilleri etken hâle getiren kalıp. tefrî: kısım kısım ayırma. tefrigat: kısım kısım boşaltıp yer açma. tefrîh: ferahlandırma. tefriî: ayrıntılamakla ilgili. tefrik: ayırma, seçme. tefrika: ayrılık, dizi yazı. tefriş: döşeme, yayma. tefrit: normalin altı. tefsik: günaha sürükleme. tefsir: yorum, açıklama, âyetlerin izahı. teftiş: kontrol etme. tefviz: işi birine bırakma. tegaddi: gıdalanma, beslenme. tegafül: bilmez görünme. tegalgul: çetinlik, güçlük. tegallüb: galip olma, zorbalık, kuvvete dayalı baskı. teganni: şarkı söyleme, bir metni müzik eserini andırır biçimde okuma. tegayür: uymazlık. tegayyür: başkalaşma, dönüşme. tegayyürat: başkalaşmalar. tehacüm: saldırma. tehacümât: saldırmalar. tehalüf: uymama, zıtlık. tehannün: merhametle nimetlendirme. teharrük: hareketlenme. tehâsüm: düşmanlık. tehattüm: pek gerekli olarak. tehavün: ağırdan alma. tehcir: zorla göç ettirme. tehdid: gözdağı varma. tehdidane: tehdit ederek. tehdidât: gözdağı vermeler. tehdidkâr: tehdit edici. tehditkârâne: tehdit edercesine. teheccüd: gece namazı. tehekküm: alay, azarlama. tehevvün: aşağılanma. tehevvür: düşüncesizce hareket. tehevvüs: heveslenme. teheyyüc: coşma. têhir: erteleme. tehlike: korkulan durum. tehlil: "lâilâhe illallah" demek. tehvil: korkutma. tehvin: kolaylaştırma. tehyic: coşturma, heyecanlandırma. tehzib: temizleme, düzeltme. tekabbel: kabul etsin. tekabül: karşılıklı olma. tekaddüm: öne geçme. tekâlif: teklifler, yükler. tekallüd: kuşanma, üzerine alma. tekallüs: kasılma. tekâmül: olgunlaşma. tekarüb: yakınlaşma. tekâsüf: yoğunlaşma. tekâsül: üşenme, tembellik. tekâsülî: üşenmekle ilgili. tekâsür: çoğalma. tekatû: kesişme. tekaüd: emeklilik. tekavvüs: eğilme, bükülme. tekbir: "Allahüekber" demek. tekbirat: tekbirler. tekdir: uyarma, azarlama. tekebbür: büyüklenme. tekebküp: köpekleşme. tekeddür: bulanıklık, kederlenme. tekeffül: kefil olma. tekellüf: zorlanma, özenme. tekellüfât: zorlanmalar, özentiler. tekellüfkârâne: gösterişe kapılırcasına. tekellüm: konuşma. tekellümât: konuşmalar. tekellümen: konuşarak. tekemmül: olgunlaşma. tekemmülât: olgunlaşmalar. tekerrür: tekrarlanma. tekessür: çoğalma. tekevvün: var olma. tekeyyüf: nitelik kazanma. tekfir: birine kâfir demek. tekid: kuvvetlendirme. tekke: zikir yeri, tarikat evi. teklif: görev yükleme, önerme. teklifât: teklifler. tekmil: olgunlaştırma, bitirme. teknik: maddî ilimlerin uygulaması. teknoloji: teknik bilgiler. tekrarât: tekrarlar. tekrim: ikram etme. tekrimât: ikram etmeler. tekrir: tekrarlama. teksif: koyulaştırma, yığma. teksir: çoğaltma. tekvin: var etme. tekvinen: var etmekle. tekvinî: yaratmakla ilgili. tekvir: sarma, toplama. tekye: zikir evi, tekke. tekzib: yalanlama. telâffuz: söyleyiş, diksiyon. telâfi: eksiği giderme. telâfif: lif lif olma, kıvrımlar. telâhuk: katılma, eklenme. telâkî: kavuşma. telâkkî: anlayış, anlama. telâkkîyât: anlayışlar, anlamalar. telâtum: vuruşma, çarpışma. telâzum: gerekirlik. telbis: giydirme. telbiye: lebbeyk demek. telebbüs: giyinme. telef: zayi olma, ölüm. telehhüf: ah etme. telêlü: parıldama. telemmû: ışıldama. telemmüz: talebelik. telepati: gelecekte veya uzaktaki bir hâdiseyi hissetme hâli. teleskop: gök dürbünü. televvün: renkten renge girme. televvüs: kirlenme, pislenme. telezzüz: lezzet alma. telezzüzat: lezzet almalar. telhis: özetleme. têlif: kaynaştırma, eser yazma. têlifât: telifler. telîn: lânetleme. telkib: lâkap takma. telkih: dölleme, aşılama. telkin: aşılama. telkinat: aşılamalar. telmih: metinde sözü edilmeyen bir şeye işaret etmek. telmihen: telmihle. telvih: açıklama, kinayeli söyleyiş. telvihât: telvihler, kinayeli söyleyişler. telvihen: açıklayarak. telvihî: açıklamalı. telvis: kirletme, pisletme. telyin: yumuşatma. telziz: lezzetlendirme. temâdi: sürüp gitme. temanü: çatışma. temas: dokunma, değme. temâsil: timsaller, semboller. temâsül: misil olma, benzeyiş. temâşâ: seyretme. temâşâgâh: seyir yeri. temâşâger: seyirci. temâyül: meyletme, eğilim. temâyülât: meyletmeler, eğilimler. temayüz: kendini gösterme. temazüc: kaynaşma. temcid: Allahın büyüklüğünü bildirme. temdid: devam ettirme. temdidâd: devamlar, uzatmalar. temeddüh: kendini övme. temeddühkârâne: kendini övercesine. temeddün: medenîleşme. temehhuz: bir şeyin safileşip olgunlaşması. temekkün: yerleşme. temelluk: yaltaklanma. temellukkârâne: yaltaklanırcasına. temellük: mal edinme, sahiplenme. temennâ: el selâmı. temennî: dileme, isteme. temerküz: merkezleşme. temerrüd: direnme. temessük: tutunma, yapışma. temessül: yansıma, görünme. temessülât: yansımalar. temevvüc: dalgalanma. temevvücât: dalgalanmalar. temevvücsâz: dalgalandıran. temeyyü: sıvılaşma, sulanma. temeyyüz: kendini gösterme. temhid: hazırlama, döşeme. temhir: mühürleme. têmin: edinme, güvenlik. têminât: güvence. temkin: ölçülü hareket. temlik: mülk edindirme. temme: bitti. temrin: alıştırma. temsil: misal verme. temsilât: temsiller. temsilî: temsile dair. temyiz: ayırma, seçme. temyizen: ayırarak, seçerek. temzic: kaynaştırma. tenâfür: karşılıklı nefret. tenaggum: nağme yapma. tenâhi: bitme, tükenme. tenâkus: eksilme. tenâkuz: çelişki. tenâkür: inkâr etme. tenâsi: unutma. tenâsüb: uygunluk. tenâsüh: ruhun bedenden bedene geçmesi, sapık bir inanç. tenâsühvârî: tenasüh gibi. tenâsül: türeme, üreme. tenâtüc: neticelenme. tenâum: nimetlenme. tenâvül: beslenme olayı. tenâzu: niza etme, çekişme. tenâzur: bakışma, simetri. tenbelkârâne: tembelce. tenbih: uyarma, nasihat. tenbihât: tenbihler, uyarmalar. tenebbüh: uyanış. tenebbüt: büyüme, yetişme. teneffür: nefret etme. teneffüs: soluk alma, dinlenme. tenevvü: çeşitlenme. tenevvüât: çeşitlenmeler. tenevvüm: uyuklama. tenevvür: nurlanma, parlama. tenezzüh: temizlik, gezinme. tenezzühgâh: gezinti yeri. tenezzül: isteyerek inme. tenezzülât: tenezzüller. tenezzülen: tenezzül ederek. tenfir: nefret ettirme. tenfiz: uygulama, etkileme. tenha: ıssız yer. tênis: ısındırma, okşama. tenkıs: noksanlaştırma. tenkid: eleştiri, değerlendirme. tenkidât: eleştiriler. tenkidkâr: eleştirici. tenkidkârâne: eleştirircesine. tenkil: tepeleme, sindirme. tenkir: belirsizleme, yadırgama. tenkirât: yadırgamalar. tenmiye: büyütme, yetiştirme. tenperver: rahatına düşkün, tembel. tensib: uygun görme. tensik: düzenli dizme. tentene: dantela, delikli örgü. tenvim: uyutma. tenvin: kelime sonunu "nun" ile bitiren işaret. tenvir: nurlandırma, aydınlatma. tenvirât: nurlandırmalar. tenzih: kusur kondurmama. tenzil: indirme. teradüf: eş anlamlılık. terahhum: merhamet etme. terahhumât: merhamet etmeler. terâhî: gevşeklik. terâkib: tamlamalar. terakki: ilerleme, yükselme. terakkivârî: terakki eder gibi. terakkiyât: ilerlemeler. teraküm: birikme. terâne: nağme. terâvih: oruç namazı. terbiye: eğitim, öğretim. terbiyegâh: terbiye yeri. terbiyegerde: terbiye eden. terbiyehane: terbiye evi. terbiyekârane: terbiye edercesine. terbiyename: terbiye yazısı. terbiyet: terbiye. terbiyevî: terbiye ile ilgili. terceman: tercüme eden. terceme: tercüme, çevirme. tercih: üstün tutma, seçme. tercihan: üstün tutarak, seçerek. tercihat: tercihler, seçmeler. tercüman: tercüme eden. tercüme: bir sözü bir dilden başka dile çevirme. terdâd: tekrar. tereccüh: üstün gelme. tereddi: gerileme, soysuzlaşma. tereddüd: kararsızlık. tereffu: yükselme. tereke: ölen kişinin bıraktıkları. terekküb: birleşme, karışma. terekküben: birleşmekle. terennüm: ötme, şarkı söyleme. terennümât: terennümler. teres: pezevenk. teressüb: süzülme, dibe inip birikme. teressüm: resimlenme. tereşşuh: sızıntı. tereşşuhât: sızıntılar, belirtiler. terettüb: sıralanma, gerekme. terfî: yükselme. terfîan: yükselerek. terfik: arkadaş etme. tergib: isteklendirme. tergibât: isteklendirmeler. terhib: korkutma. terhis: izin verme, salıverme. terhisât: terhisler. terim: özel anlamlı kelime. terk: bırakma, vazgeçme. terkib: birleştirme, tamlama. terkibât: terkibler, birleştirmeler. terkim: rakamlandırma. terör: yıldırma, korkutma. tersâne: gemi yapılan yer. tersib: tortulaştırma. tersim: resimleme. tersimât: resimlemeler. tertib: dizme, düzenleme. tertil: tane tane ve düşünerek okuma veya konuşma. tervic: revaç verme, değerini artırma, geçerli kılma. terzik: rızıklandırma. terzil: rezil etme. tesadüf: rast gelme. tesadüfî: tesadüfle ilgili, rast gele. tesadüm: çarpışma. tesâhub: sahiplenme. tesakutan: birbiri ardına düşerek. tesallüb: katılaşma. tesâmuh: hoş görme. tesânüd: dayanışma. tesavir: tasvirler. tesbih: "sübhanallah" demek. tesbihât: tesbihler, namazdan sonra okunanlar. tesbihhân: tesbih eden. tesbihî: tesbihle ilgili. tesbihkârâne: tesbih edercesine. tesbit: yerleştirme, görüp göstermek. tescil: sicile geçirme. teselli: avunma, avutma. tesellibahş: teselli bahşeden. tesellidar: teselli edici. tesellidârâne: teselli edercesine. tesellikâr: tesellici. tesellikârâne: teselli olurcasına. teselliyâtdârâne: teselli edercesine. tesellüm: verileni geri almak. teselsül: zincirleme, ard arda gelme. teselsülen: zincirleme olarak. tesemmüm: zehirlenme. tesettür: örtünme. tesêül: dilenme. teseyyüb: üşenme. tesfih: sefih görme, kıt akıllı sayma, eğlence düşkünü olarak tanıma. teshil: kolaylaştırma. teshilât: kolaylaştırmalar. teshîr: büyüleme, esir etme, emir altına alma. teshîrât: teshirler. tesid: kutlama. têsir: etki, iz bırakma. têsirât: tesirler, etkiler. têsis: kurma, kuruluş. teskin: sakinleştirme, yatıştırma. teslih: silahlandırma. teslim: tamamen verme. teslimat: teslimler, vermeler. teslimiyet: teslim olma. teslimkârâne: teslim olarak. teslis: Hıristiyanların üç ilâh inancı. teslisiyet: Hıristiyanların üç ilâha inanmaları. tesmim: zehirleme. tesmiye: isimlendirme, adlandırma. tesrî: hızlandırma. tesvi: genişletme, yayma. tesvid: müsvedde yazma. tesviye: düzleme, dengeleme. teşâbüh: birbirine benzeme, benzerlik. teşahhus: şahıslanma, belirme. teşahhusat: teşahhuslar. teşâub: şube şube olma. teşâur: şairlik taslama. teşbih: benzetme. teşbihât: benzetmeler. teşbihperest: benzetme düşkünü. teşcî: şecaatlandırma, cesaret verme. teşdid: şiddetlendirme. teşebbüh: benzeme. teşebbüs: bir işe girişme. teşebbüskârâne: işe girişircesine. teşeddüt: şiddetlenme. teşeffi: intikam alma, kalbi buz gibi olma. teşehhi: iştahla isteme. teşehhüd: şehadet getirme, namazda oturma. teşekki: şikayet etme. teşekkiyat: şikayet etmeler. teşekkük: kuşkulanma. teşekkül: şekillenme, oluşma. teşekkülât: şekillenmeler, oluşmalar. teşekkür: şükretme. teşekkürât: teşekkürler. teşekkürnâme: teşekkür yazısı. teşerrüb: içme. teşerrüf: şereflenme. teşettüt: dağınıklık, çatallaşma. teşêüm: kötüye yorma. teşevvüş: karışıklık, bulanıklık. teşevvüşât: bulanıklıklar. teşeyyû: şiîleşen. teşhir: serme, gösterme. teşhirgâh: sergi yeri. teşhis: şahıslandırma, tanıma. teşkik: kuşkulandırma. teşkikât: kuşkulandırmalar. teşkil: biçimlendirme, oluşturma. teşkilât: teşkiller, örgüt. teşmil: genelleştirme, kaplama. teşmiyet: aksırana dua etmek. teşne: susamış, pek istekli. teşniat: ayıplamalar, çirkin bulmalar. teşrî: kanun yapma. teşrif: şereflendirme. teşrifat: şereflendirmeler. teşrih: açma, açıklama. teşrihat: açıklamalar. teşriî: şeriatla ilgili. teşrik: ortak etme. teşrikimesâî: iş birliği. Teşrînievvel: Ekim ayı. Teşrînisani: Kasım ayı. teşt: büyük su kabı. teşvik: isteklendirme. teşvikhat: isteklendirmeler. teşvikkârâne: isteklendirircesine. teşviş: karıştırma, bulandırma. teşyî: uğurlama, yolcu etme. teşyid: sağlamlaştırma. tetâbuk: uygunluk. tetâbukât: uygunluklar. tetahhur: temizlenmiş olma. tetâvül: uzama. tetebbû: araştırma, inceleme. tetebbuât: araştırıp incelemeler. tetimmât: tamamlayan ekler. tetimme: tamamlama, tamamlayan ek. tevâbî: bağlı olanlar, uyanlar. tevâfuk: uygunluk. tevâfukât: uygunluklar. tevaggul: çokca meşgul olma. tevahhud: teklik, birlik. tevahhuş: korkma, ürkme. tevaif: taifeler, guruplar. tevâkki: çekinme, korunma. tevakkuf: durma, duraklama. tevâli: uzama, devam. tevârih: tarihler. tevârüs: miras intikali. tevâtür: yalan söylemez kimselerin ittifakla verdikleri kuvvetli haber. tevâzu: alçakgönüllülük, isteyerek mertebesinin altında görünme. tevâzukârâne: tevazu edercesine. tevâzün: dengelilik, tartılılık. tevbe: günahı için af dileyip bir daha işlememeye niyetlenme. tevbegâh: tevbe yeri. tevbekâr: tevbe eden. tevbih: azarlama. tevcih: yöneltme. tevcihât: yöneltmeler. tevdî: bırakma, emanet verme. teveccüh: yönelme, ilgi gösterme. teveddüd: kendini sevdirme. teveddüdât: kendini sevdirmeler. tevehhüm: kuruntu etme. tevehhümkârâne: kuruntu edercesine. tevehhün: gevşeme. tevekkelnâalallah: Allaha tevekkül ettik. tevekkeltüalallah: Allaha tevekkül ettim. tevekkül: vekil etme, gerekeni yaptıktan sonra neticeyi Allaha bırakma. tevekkülvârî: tevekkül ederek. tevellüd: doğum, doğma. tevellüdât: doğumlar, doğmalar. tevêm: ikiz. tevessü: genişleme, yayılma. tevessül: başvurma, sarılma. tevessüm: iyice anlatma. tevesvüs: vesvese etme. tevfîk: insan iradesiyle ilâhî iradenin birbirine uygunluğu. tevfîkan: uymakla. tevfiz: işi başkasına bırakma. tevhid: birleme, Allahın birliğine inanma. tevhidî: tevhidle ilgili. tevhidkârâne: birleyerek. tevhîş: ürkütme, korkutma. têvil: sözü çevirme, ayrı mânâ verme. têvilât: teviller. tevkif: alıkoyma, durdurma. tevkifhane: hapishane, tutukevi. tevkifname: tutuklama yazısı. tevkil: vekil tayin etme. tevlid: doğurma, ürün verme. Tevrat: Musa aleyhisselâma inen ilâhî kitap. tevsî: genişletme. tevsik: belgeleme. tevsim: adlandırma, mühürleme. tevsit: birini araya koyma. Tevvab: tevbeyi kabul eden, Allah. tevzî: dağıtma, paylaştırma. tevziat: tevziler, dağıtmalar. tevzin: dengeleme. tevziniyet: dengelilik. teyakkun: tam bilme. teyakkuz: uyanıklık. teyemmüm: su yoksa toprakla temizlenme. teyemmün: uğur sayma. têyid: destekleme, kuvvetlendirme. têyiden: desteklemekle. tezâd: zıtlık, aykırılık. tezâdî: tezatla ilgili. tezâhüm: sıkışma, yığılma. tezâhür: belirme, görünme. tezâhürât: görünmeler, gösterişler. tezâuf: kat kat oluş. tezâyüd: ziyadeleşme, artma. tezebzüb: kararsızlık. tezehhüd: dünyadan elini eteğini çeker görünme. tezekki: manen temizlenme. tezekkür: zikretme, anma. tezellül: zillete düşme, alçalma. tezelzül: sarsılma. tezevvüc: evlenme. tezevvücât: evlenmeler. tezeyyüd: çoğalma. tezeyyün: zinetlenme, süslenme. tezgâh: dokuma aleti, işyeri. tezhib: yaldızlama, süsleme. tezkâr: anma, zikretme. tezkere: pusula, izin belgesi. tezkir: hatırlatma. tezkire: hatırlatma yazısı, not. tezkiye: temize çıkarma. tezlil: zillete düşürme, aşağılama. teznib: ek, ilave. tezvic: evlendirme. tezvir: söze yalan karıştırma. tezvirât: söze yalan karıştırmalar. tezyid: arttırma. tezyif: çürütme, küçük düşürme. tezyifât: çürütmeler, küçük düşürmeler. tezyifkârâne: küçük düşürürcesine. tezyin: süsleme. tezyinât: süsler, süslemeler. tıbb: tıp, doktorluk. tıfl: tıfıl, çocuk. tılsım: gizli sır, şifre. tımar: bakım, hizmet. tıynet: huy, yaradılış. tibyan: beyan etme, açıklama. ticâret: alım satım işi. ticâretgâh: alım satım yeri. Tiflis: Gürcistanda bir şehir. tilâvet: okuma. tilka: yön, taraf. tilmiz: öğrenci. timsâl: sembol, model. tîn: incir. tinnîn: büyük yılan. tinnîneyn: iki büyük yılan. tip: örnek, nümune. tiryak: tesirli ilaç, panzehir. tiryaki: alışmış, tutkun. tiryakmisal: tiryak gibi. tisâ: dokuz. töhmet: birine isnat edilen suç. traj: baskı sayısı, tiraj. tûbâ: güzellik, cennet ağacı. tûfân: şiddetli yağmur, büyük su baskını. tufeylâne: asalakça. tufeylî: asalak. tufûliyyet: çocukluk. tuğra: padişaha has mühür, damga. tuğyan: azgınlık, sapkınlık. tuhfe: yeni şey, armağan. tuhr: temizlik, paklık. tûl: uzunluk, meridyen. tûlâ: çok uzun. tûliemel: bitmeyen istek. tullâb: talebeler. tulû: doğma, doğuş. tulûât: doğuşlar, kalbe doğan mânâlar. tuluk: deriden yapılmış su kabı. tulumba: su basma aleti. tûr: dağ. turâb: toprak. turâbî: toprakla ilgili. turra: tuğra, padişah imzası. turûk: tarikler, yollar, usuller. tûti: papağan. tuvâ: övülmüş. tuvan: güç, kuvvet. tuyûr: kuşlar. tüflî: posa. tünelvârî: tünel gibi. türbe: mezar. türbedâr: türbe bekleyen. ............................................ Ü ücrâ: uzak, pek uçta. ücret: işin karşılığı. üdebâ: edebiyatçılar. üftâde: düşkün, çaresiz. ülfet: alışma, alışkanlık. ümem: ümmetler, milletler. ümerâ: emirler, beyler. ümid: umut. ümidkârâne: ümit edercesine. ümidvâr: ümitli. ümm: anne. ümmehât: analar. ümmet: bir peygambere inanan topluluk. ümmetî: ümmetim! ümmî: okuma yazma bilmeyen. ümmîyet: ümmilik. ünsiyet: alışkanlık, dostluk. ünsiyetkâr: birbirine alışmış. ünsiyetkârâne: birbirine alışmışçasına. ünûset: dişilik. ünvân: n*** lâkap. üryan: çıplak. üserâ: esirler. üslûb: anlatım biçimi. üslûbperest: üslûba aşırı düşkün. üslûbşiken: üslûbu bozan. üss: esas, kök, temel. üssülesâs: esasların esası. üstad: ilimde ve sanatta üstün olan kimse, büyük muallim. üstadane: üstad gibi. üstûre: efsane, uydurma hikâye, mitoloji. Üzeyir: Kurânda adı geçen mübarek bir zat. .................................... V vaad: söz verme. vaaz: dini konuşma. vâbeste: bağlı. vâcib: mecburi, farza yakın hüküm. Vâcibülvücûd: varlığı zaruri olan Allah. vâcid: zaruri varlık. vâd: vaad, söz verme. vâde: belirli süre. vâdî: iki dağ arası uzun çukur. vâesefa: esefler olsun, yazık! vâfi: t*** yeter. Vâfî: vefalı, kendini seveni unutmayan, ilgisini kesmeyen. vaftiz: Hıristiyanların dine gireni kutsal suya sokma merasimi. vâha: çöl ortasında yeşillik. vahamet: güçlük, tehlike. vâhasretâ: ah özledim! vahdânî: "bir" olmakla ilgili. vahdâniyet: Allahın "bir" olması. vahdet: birlik, teklik. vahdetişuhûd: görüşte birlik. vahdetivücûd: varlıkta birlik. Vahhabîlik: dinin bazı konularında aşırılıkları olan bir anlayış. vâhî: mânâsız, saçma. vâhib: bağış yapan, veren. vâhid: yalnız, tek. vâhidikıyâsî: birim, "metre" gibi. vâhidiyet: birlik, teklik. vahîm: korkutucu, tehlikeli. vahîme: kuruntu veren his. vahiy: Alah tarafından peygambere bildirilen kesin bilgi. vahşet: ürkütücü yabanilik. vahşetâbâd: korku veren yabani yer. vahşetengiz: vahşet veren. vahşetgâh: korkutucu yer. vahşetzâr: vahşet yeri. vahşî: yabanî, ürkek, merhametsiz. vahşîyane: vahşice. vahy: vahiy, ilâhî makamdan peygambere inen yüce mânâlar. vaîd: cezalandıracağını söyleme. vâiz: vaaz eden, öğüt veren. vakâ: olup biten, hâdise. vakâhat: arsızlık, utanmazlık. vakahet: ibadet. vakânüvis: resmî tarih yazarı. vakar: ağırbaşlılık, ciddiyet. vakayi: olaylar, vakalar. vakf: alıkoyma, bağış. vakfe: durak. vakfetmek: Allah için vermek. vakıa: olmuş, var olan. vakıat: olanlar, olmuşlar. vakıf: hayır kurumu, malı. vâkıf: bilen, Allah için veren. vâkıfane: derinlemesine bilerek. vâki: olan, var olan. vakit: zaman. vakt: vakit, zaman. vaktaki: ne zaman ki. vakûr: ağırbaşlı. vâlid: baba. vâlide: ana, doğuran. vâlideyn: ana ile baba. vallâhi: Allah için. varak: yaprak. varaka: yaprak, kâğıt parçası. vâreste: affedilmiş, kurtulmuş. vârî: "gibi, benzer" mânâsında son ek. vârid: erişen, gelen, gelir. vâridât: gelirler. vâris: mirasa konan. varta: uçurum, tehlike. vasat: orta hâlli, normal. vasatî: ortalama. vasf: vasıf, sıfat, nitelik. vasfetmek: özelliklerini saymak. vasıf: sıfat, nitelik. vâsıl: kavuşan, ulaşan, erişen. vâsılîn: kavuşanlar, erişenler. vâsıt: ortada bulunan. vâsıta: araç. vasî: geniş. vasîa: genişçe. vasiyet: kişinin öldükten sonra yapılmasını istediği şey. vasiyetname: vasiyet yazısı. vasl: kavuşma. vassaf: özellikleri tanıtan. vatan: yurt. vatanperver: vatansever. vâveyla: çığlık, yaygara. vaz: koyma, bırakma. vâz: vaaz, dinî öğüt. vazetme: koyma, bırakma. vazıh: açık, belli. vazıhan: açık açık. vazife: görev, yapılacak iş. vazifedâr: vazifeli, görevli. vazifedârâne: vazifeli gibi. vazifeperver: görevini seven. vazifeşinâs: görevini seve seve yapan. vazifeten: görevli olarak. vaziyet: durum, hâl, duruş. vebâ: bir salgın hastalık. vebâl: şiddet, ağırlık, günah. vecd: ilâhî aşka dalarak kendinden geçme. vech: vecih, yüz, tarz, ön, alın, sebep, ilgi. veche: yan, taraf, yüz. vecîbe: borç hükmünde vazife. vecih: güzel, hoş, uygun. vecih: yön, yüz. veciz: zengin mânâlı kısa söz. vecîze: zengin mânâlı kısa söz. vêd: kız evladı diri diri toprağa gömüp öldürme âdeti. vedâ: ayrılık. vedânâme: veda yazısı. vedîa: emanet. Vedûd: çok sevilen, Allah. Vedûdiyet: sevilir olma, kendini sevdirme. vefa: sözünde durma, kendini seveni unutmama, ilgiyi kesmeme. vefadâr: vefalı, dostluğu devamlı. vefadârâne: vefalı olarak. vefakâr: vefalı. vefakârâne: vefa göstererek. vefat: ölüm. veffakakümüllah: Allah başarılı kılsın. vefik: arkadaş, uygun. vefiyât: vefatlar, ölümler. vehâmet: güçlük, tehlike. vehbî: Allah vergisi. Vehhâb: çok ihsan eden, bağışlayan, Allah. Vehhâbî: Vehhabilik anlayışından olan. Vehhâbîlik: bazı konularda aşırılıkları olan dinî bir anlayış. Vehhâbîyet: Allahın bol bol ihsan etmesi ve bağışlaması. vehham: vehimli, kuruntulu. vehim: belirsiz korku, kuruntu. vehm: vehim, kuruntu. vehmî: vehimle ilgili. vehn: gevşeklik. vekâlet: vekillik, bakanlık. vekâleten: başkası adına. vekâletnâme: vekil etme yazısı. vekayî: vakalar, olaylar. vekezâ: ve bu da öyle. vekîl: başkası adına iş gören. velâdet: doğma, dünyaya gelme. velâyât: velîlikler. velâyet: velîlik, ermişlik. veled: oğul, yavru, çocuk. velediyet: birinin çocuğu oluş, Hıristiyanların isa aleyhisselâma hata ile "Allahın oğlu" demeleri. velehresân: şaşkınlık veren. velev: olsa da, bile. velhâsıl: sözün kısası. velî: eren, ermiş, evliya. velî: sahip, gözetici, koruyucu. velîahd: padişah adayı. velîme: düğün yemeği. velînîmet: nimet veren. velîyyullah: Allahın velî kulu. velûd: pek verimli. velvele: gürültü, patırtı, şamata. verâ: günahtan şiddetle kaçınma hâli. verâ: öte, arka, geri. verâset: mirasçılık, irsiyet. verese: varisler, mirasçılar. vesâik: belgeler. vesâil: vesileler, araçlar. vesâir: ve diğerleri. vesâit: vasıtalar, araçlar. vesâyâ: vasiyetler, tavsiyeler. vesâyet: başkası adına iş yapma. Vesenî: yıldıza tapan. vesika: belge, senet. vesile: yol, hedefe ulaştıran şey. vesm: damga, işaret, dağlama. vesselâm: işte bu kadar! vesvas: vesvese veren. vesvese: kuruntu, gereksiz kaygı. veyl: vay hâline, yazık! vezaif: vazifeler, görevler. vezin: ölçü, tartı. vezir: padişah yardımcısı. vezne: para alınıp verilen yer. veznedâr: vezne memuru. vicâhen: yüz yüze. vicdân: insanın iyiyi kötüden ayırma hissi. vicdânen: vicdan bakımından. vicdânî: vicdanla ilgili. vicdâniyat: vicdanla hissedilenler. vicdânsûz: vicdanı rahatsız eden. vifak: birbirine uyma. vikaye: koruma. vilâdet: doğuş. vilâyât: iller. vilâyet: il. viran: yıkık, üzgün. virâne: yıkıntı. vird: devamlı okunan şey. virdizebân: dil ile devamlı okunan. visâl: kavuşma. vizr: günah, hata, ağırlık. vuhûş: yabanilik, yabaniler. vukû: oluş, meydana gelme. vukûât: oluşlar, hâdiseler. vukuf: bilme, biliş. vukufiyet: iyice bilme ve anlama. vuslat: kavuşma. vusta: orta. vusûl: ulaşma. vuzûh: açıklık, netlik. vücûb: sınırsız gereklilik. vücûd: vücut, varlık, gövde. vücûdî: varlıkla ilgili, var olan. vücûdpezir: var olma. vücûh: vecihler, yüzler, yönler. vükelâ: vekiller, bakanlar. vürûd: geliş, gelme. vürûd: toplardamarlar. vüsât: genişlik. vüskâ: sağlam. vüsûk: sağlam inanç, güvenme. vüsûl: kavuşma, erişme, ulaşma. vüzerâ: vezirler. ..................................... Y yâ: ey, hey! yaban: çöl, sahra. yabanî: alışmamış, yabansı. yâbis: kuru. yâd: anma, hatırlama. yâdigâr: hatıra, hediye. yafta: yakıştırma, damgalama. yağız: esmer, yavuz, yaman. yahu: ey falanca. Yahudi: lânetli bir ırk. yakaza: uyanıklık. yakîn: kesin biliş. yakînen: kesinlikle. yakînî: kesin, kesin bilmekle ilgili. yakînîyet: kesin olarak bilip inanma. yaktin: bir tür bitki. yakut: kıymetli bir süs taşı. yakza: uyanıklık. yakzan: uyanık. yaldız: parlak sarı boya ile yapılan süs. yâr: dost, sevgili. yârabbenâ: ey Rabbimiz. yârân: arkadaşlar, dostlar. yâsub: arı beyi. yatır: evliya mezarı. yâve: boş söz, saçma. yâver: yardımcı, memur. Yâveriekrem: en kerim yaver, Peygamberimiz. yavuz: şiddetli, pek sert. Yêcüc-Mêcüc: Kurânda sözü edilen düzen tanımaz bir topluluk. yed: el. yedibeyzâ: beyaz el. yedikudret: kudret eli. yegâne: tek, bir. Yehûd: Yahudiler. yeis: ümitsizlik. yek: bir. yekçeşm: tek gözlü. yekdiğer: bir başkası. yeknesak: tekdüze, monoton. yekpâre: tek parça. yeksan: dümdüz, yerle bir. yektâ: tek, eşsiz, yalnız. yekûn: toplam. yekvücud: tek varlık, bir kişi gibi. yeldâ: uzun. yelpez: yelpaze. yemin: and, sağ, bereket, hayır. yenabi: kaynaklar, çeşmeler. yês: ümitsizlik. yesar: sol el. Yesrib: Medine. yetim: babası ölmüş çocuk. yetimane: yetim gibi. yevm: gün. yevmî: günlük. yevmiye: gündelik. Yezdan: Cenabı Hak. yoldaş: yol arkadaşı. yörük: göçer, göçebe. Yunanî: Yunanlı. Yunusvârî: Yunus alehisselâm gibi. Yusûfiye: Yusuf aleyhisselâmın da hapis yatması ve mahpusların piri olması sebebiyle Bediüzzaman Hazretlerinin hapishaneye verdiği isim. yümn: uğur, bereket. yümün: uğur, bereket. Yürîd: her fiilini kendi iradesiyle yapan Allah. yüsr: kolaylık. yütm: yetimlik. .................................. Z zaaf: zayıflık. zaafiyet: zayıflık. zâbıta: emniyet görevlisi. zabıtnâme: tutanak. zâbit: subay. zâbitân: subaylar. zabt: alma, tutma, bağlama. zabtiye: polis veya jandarma. zabturabt: tutma ve bağlama, disiplin. zâd: azık. zâde: oğul, çocuk. zâdegân: asil, soylu. zâf: zayıflık, kuvvetsizlik. zafer: başarma, üstün gelme. zaferyâb: zafer kazanan. zâfiyet: zayıflık. zâhib: giden, gidici. zâhid: din için dünyayı önemsemeyen. zâhidâne: din için dünyayı önemsemeyen kimse gibi. Zâhir: "bütün varlıkların dış yüzünü yaratan ve dışına da hükmeden" mânâsında ilâhî isim. zâhir: görünen, belli. zahîr: yardımcı, arka çıkan. zahîre: ambardaki tahıl, azık. zahiren: görünüşe göre. zahirî: görünüşte. zahirperest: dış görünüşe kıymet veren. zahmet: sıkıntı, zor, güç. zahr: arka, sırt. zâid: artan, fazlalık. zâif: güçsüz, zayıf. zâife: zayıf, güçsüz. zâifem: zayıfım, güçsüzüm. zâika: tadma duygusu. zâil: geçici, son bulan. zâilât: zailler, gelip geçiciler. zâkir: zikreden, Allahı anan. zakkum: bir bitki türü, cehennem ağacı. zalâm: karanlık. zâli: eğri, eğimli. zâlik: bu, şu, o, böylece. zalil: gölgeli, koyu. zâlim: zulmeden, haksız. zâlimane: zâlimce. zâlimiyet: zâlimlik. zallâm: çok zulmeden. zalûm: pek zâlim. zalûmiyet: zâlimlik, zulmetme. zam: ekleme, artırma. zamanen: zaman olarak. zamanî: zamanla ilgili. zamir: ismin yerini tutan kelime. zân: sanma, sezme. zanî: zina eden, çiftleşen. zânnıgalib: kuvvetli zan. zann: sanma, sezme. zann: sanan, zanneden. zannî: zanla ilgili. zapt: tutma, alma, yazma. zaptiye: subaylık, subay. zarâfet: incelik, kibarlık. zarardîde: zarar gören. zarf: kab, kılıf. zarfiyet: zarf olma. zâri: ağlayıp sızlama. zarif: ince, nazik, narin. zarûret: çaresizlik, yoksulluk, mecburiyet. zarûrî: mecburiyetle, ister istemez. zarûriyât: zarurî olanlar. zarûrîye: zarurî olan. zarûrîyet: mecburiyet, zorda kalma. zât: hürmete lâyık kimse, kendi, asıl, öz. zâten: esasen, aslında. zâtî: zatla ilgili, özel. zâtîye: kendisiyle ilgili. zâviye: açı, tekke, dergâh. zâyî: elden çıkan, yitik. zayîât: kayıplar, zararlar. zebân: dil, lisan. zebânî: azap melaikesi. zebed: köpük. zeberced: kıymetli bir taş. zebh: kesme, boğazlama. zebîb: üzüm. zebîha: kesilecek hayvan. zebûn: güçsüz, aciz. zebûnküş: düşkünü ezen. Zebûr: Davud aleyhisselâma inen ilahi kitap. zecirkârâne: zorlarcasına. zecr: sakındırma, zorlama. zecren: zorlayarak. zede: "vurulmuş, çarpılmış, tutulmuş" mânâsında son ek. zefir: hıçkırarak nefes verme, ağlama. zehab: gitme, bir fikre kapılma. zeheb: altın. zehirbaz: zehirci, zehir yapan. zehr: zehir. zehrâ: parlak, berrak. zehrâlûd: zehirle karışık. zekâ: çabuk anlama kabiliyeti. zekât: zenginlerin kırkta bir oranında fakirlere yaptığı yardım. zekâvet: zekilik, anlayış çabukluğu. zekî: çabuk anlayışlı, temiz. zelîl: alçak, düşük. zelîlâne: alçalarak, alçakça. zelle: sürçme, yanılma. zelzele: yer sarsıntısı, deprem. Zemahşerî: Keşşaf isimli ünlü tefsiri yazan islâm âlimi. zemân: zaman. zembil: büyük sepet. zemherir: zemheri, şiddetli soğuk devresi. zemime: kötü hâl ve hareket. zemîn: yer, yeryüzü. zemm: kötüleme. Zemzem: Kâbedeki mukaddes su. zemzeme: hoş ses, nağme. zenadıka: zındıklar, dinsizler. zenav: havuz veya göl. zenb: suç, günah. zenberek: kurulan âlet. zenberekvârî: zemberek gibi. zencebîl: hoş kokulu bir baharat, zencefil. zencî: siyah ırktan olan. zendeka: dinsizlik. zeneb: kuyruk. zengâr: pas. zer: ekme. zerâfet: zariflik, incelik, güzellik. zerdüşt: ateşe tapan. zerk: hile, şırınga. zerrât: zerreler, atomlar. zerre: atom, molekül. zerrece: zerre kadar. zerrîn: altından yapılmış. zevâhir: çiçekler, görünüşler. zevâid: fazlalıklar. zevâl: sona erme, silinme. zevâlâlûd: zevalle karışık. zevâlî: sonu ermesi yakın. zevât: zatlar, kimseler. zevc: koca, eş. zevcât: zevceler, eşler. zevce: kadın, eş, karı. zevciyyet: karı kocalık. zevil: sahibi, sahipler. zevilervah: ruh sahipleri. zevilhayat: hayat sahibi. zevilidrâk: idrak sahibi. zevilihsas: hissedebilen. zevilukûl: aklı olanlar. zevk: tatma, tad, haz. zevkâlûd: zevkle karışık. zevken: zevk olarak. zevkî: zevkle ilgili. zevkperest: zevke düşkün. zevzek: geveze, münasebetsiz, hoppa. zeyil: zeyl, ek. zeyl: zeyil, ek, ilave, etek. zeylen: ek olarak. zeyn: süs, süsleme. zeynab: gölcük. zeyneb: gül. zeyt: zeytin yağı. zıd: zıt, aksi. zıddeyn: iki zıt. zıddiyet: zıtlık. zıhar: kocanın karısına "sen anam gibisin" demesi. zılâl: gölge. zıll: gölge. zıllî: gölgeli, gölge ile ilgili. zıllîye: gölgeli. zıllîyet: gölgelilik. zımn: iç yüz, dolaylı anlatılan. zımnen: dolayısıyle. zımnî: saklı, gizli, örtülü. zındık: dinsiz. zındıka: dinsizlik. zırh: savaş elbisesi. zıvana: küçük boru. zi: "den, dan" mânâsında ön ek. zî: "sahibi" mânâsında ön ek. zîakıl: akıl sahibi, akıllı. zîb: kurt. zibâ: güzel, süslü. zîcemâl: güzellik sahibi. zidergâh: dergahtan. zifaf: gerdek. zîfikir: fikir sahibi, düşünebilen. zîhaşmet: haşmet sahibi, görkemli. zîhayat: hayat sahibi, canlı. zîhimmet: himmet sahibi. zihin: "anlama, bilme, hatırlama, ezberleme" kabiliyeti. zihniyyet: düşünce, anlayış. zîidrâk: idrak sahibi, anlayabilen. zikir: anmak, Allahı daima hatırlamak. zikirhâne: zikir evi. zikr: zikir, anma. zikretmek: Allahı anmak. zikriye: zikirle ilgili. zikrullah: Allahı zikretmek, anmak. zîkudret: kudret sahibi, güçlü. zilâl: gölgeler. zilhicce: Arabî onikinci ay. zilkâde: Arabî onbirinci ay. zillet: aşağılık. zilliyet: bir malı elinde bulundurma hâli. zimam: tercih, seçme. zimmet: korumak zorunda kalma. zimmî: anlaşma ile islâm ülkesinde yaşayan kâfir. zinâ: nikâhsız cinsi münasebet, büyük bir günah. zindân: karanlık yer altı hapishanesi. zinde: dinç. zînet: süs, bezek. zinhar: sakın, asla. zînnûr: nurlu, ışıklı. zînnûreyn: iki nur sahibi. zînur: nurlu. zîr: alt, aşağı. zîrâ: çünkü. zirâ: kol uzunluğu, 75 santimetre kadar. ziraat: tarım. zîruh: ruh sahibi, ruhlu. zîrüzeber: altüst, darmadağın. zirve: doruk, tepe. zîşân: şanlı. zîşuûr: şuurlu, bilinci olan. zîvücûd: vücut sahibi. ziyâ: ışık, nur, aydınlık. ziyâdâr: ışıklı, parlak. ziyâde: artan, çok bol. ziyâfet: bolca yedirip içirme. ziyâfetgâh: ziyafet yeri. ziyân: zarar. ziyâret: görmeye gitme. ziyâretgâh: ziyaret yeri. ziyy: dış görünüş, kıyafet. zuafa: zayıflar. zuhr: öğle vakti. zuhûr: görünme, ortaya çıkma. zuhûrât: birden oluveren şeyler. zulm: zulüm, haksızlık. zulmânî: karanlık, sıkıntı. zulmen: zulüm ile, haksız biçimde. zulmet: karanlık. zulüm: haksızlık, eziyet, işkence. zulümât: zulmetler, karanlıklar. zulümâtâbâd: karanlıklarla dolu. zulümkâr: zulüm eden, zâlim. zûm: yanlış zan. zunûn: zanlar, sanmalar. zurafâ: zarifler, kibarlar, nazikler. zübde: öz, özet. zübeyr: yazılı şey. zücac: cam. zücace: c*** şişe. Zühal: bir gezegen. zühd: din için dünyadan el etek çekme. Zühre: Sabah Yıldızı, çiçek. zührevî: frengi gibi hastalıklar. zühûl: geciktirme, yanılma. zühûr: çiçekler. zükûr: erkekler. zükûret: erkeklik. zül: "sahibi" mânâsında ön ek. zülâl: berrak, tatlı, güzel, soğuk, su. zülcelâl: büyüklük sahibi. zülcenaheyn: iki kanatlı, iki taraflı. zülecniha: çok kanatlı, çok yönlü. zülf: zülüf, saç lülesi. Zülfikâr: Hazreti Alinin kılıcı. Zülfikârmisâl: Zülfikâr gibi. Zülkarneyn: eski bir hükümdar. Zülkarneynmisâl: Zülkarneyn gibi. züll: alçalma, horluk. zümre: bölük, gurup. zümrüt: bir süs taşı. zünnâr: papaz kuşağı. zünûb: günahlar, suçlar. zürefâ: zarif kimseler. zürriyet: soy, nesil. Kaynak: Alıntılar (Quote) |
| ![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Osmanlı Türkçesi Sözlüğü ‘T | Sarya | Osmanlı Türkçesi Sözlüğü | 0 | 18 Mayıs 2022 19:33 |
Osmanlı Türkçesi Sözlüğü ‘S’ | Sarya | Osmanlı Türkçesi Sözlüğü | 0 | 18 Mayıs 2022 19:32 |
Osmanlı Türkçesi Sözlüğü ‘P | Sarya | Osmanlı Türkçesi Sözlüğü | 0 | 18 Mayıs 2022 19:31 |
Osmanlı Türkçesi Sözlüğü ‘L’ | Sarya | Osmanlı Türkçesi Sözlüğü | 0 | 18 Mayıs 2022 19:30 |
Osmanlı Türkçesi Sözlüğü ‘Ö | Sarya | Osmanlı Türkçesi Sözlüğü | 0 | 18 Mayıs 2022 19:29 |