Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Hayat, hikâye!
Otobüsün camından zeytinlere, zeytinliklere bakıyor babanız. İki yanınızda dağlar, gümüş rengi zeytinlikler... Konuşmuyordunuz, önünüzdeki koltuğun arkasına yerleştirilen mini ekrandan bir film izliyordunuz.
Küçük kız çocuğu, abisine habire sorular soruyordu. Annelerinin mezarına su dökerken mesela: Annem ıslanmaz mı abi? Damda yatıyorlar geceleri, yıldızlara bakarak. Bir gün, zengin bir adam geliyor, kızı evlatlık alıp gidiyordu. Kızın arka camdan bakışı, gözyaşlarıyla ve çığlıklarla. Boğazınız düğümleniyordu; siz zaten her zaman, ağlamaya hazır... Babanızı konuşturmaya çalışıyordunuz. Bu zeytinleri bu dağlara dikmişler midir tek tek, yoksa kendiliğinden mi? Babanızın ağrısı vardı, kıvranıyordu, susuyordunuz.
Epeydir hep susuyorsunuz. Konuşmuyor, söylemiyor, yazmıyorsunuz. Ferit Edgü müydü? "Her başladığında, yazmayı yeniden öğreniyor insan..." diyordu. Yazmayı unutuyorsunuz her seferinde. "Yağmur Akşamları" çantanızdaydı. Çıkarıp okuyabilirdiniz otobüste, konuşmuyordunuz. Zeytinlikler, hızla akıp geçiyordu. "Ben İzmir yolunda okuyacağım kitabınızı." deyince Selim İleri, "Hayır" demişti, okumayın. "Acılar var. Daha neşeli şeyler alın yanınıza, Salâh Birsel mesela..." Eğlenceli şeyler almadınız yanınıza, ama otobüste de okumak gelmedi içinizden Yağmur Akşamları'nı. Sonra okudunuz, uçakta dönerken, evde... Şair arkadaşınız, en çok kitaba adını veren öyküyü beğenmişti, "En güzeli o" demişti. Siz onu da sevdiniz ama aklınız "Nerval Diye Biri"nde kaldı hep. Nerval'in ölümü intihar mı, cinayet mi? Bu değildi elbette sizi öyküye çeken. Kederdi. Bir de yazamamak, o ağulu iç sıkıntısı... "Yazamıyordum." diyor, öykü kişisi. "Aldanmıştım: Bu hep olurmuş. Tek yoldaşınız size küsmüşçesine uzaklaşır gider, ya da bir köşeye çekilir, uzak dururmuş..." Sonra yazı yine çıkageliyor öykünün kahramanına. "Mutluydum, yazabildiğim için." diyor. "Korkunç rüyalar azalmıştı." Size ne çok benziyor bu öykü kişisi. Siz, ona ne çok benziyorsunuz. "Güzel bir söz söylesem, bir cümle yazabilsem, keder azalacak, biliyorum." demiştiniz, "gülümseyeceğim." Sizin için de yazmak, kederleri azaltan bir şeydi, yazabildikçe kendinizi temiz, iyi, katlanılabilir hissediyordunuz. Yazamadığınız gün kirli, donuk ve anlamsız...
Yağmur Akşamları'nı okudunuz. "Gökyüzü Yıldızlarla Dolu"... Eski pikabında eski aşk şarkıları dinliyor öykü kişisi, üzülüyor, hayaller kuruyor. Saksıdaki karanfil sonbaharda hâlâ çiçek açıyor, sanki aşk gelecekmiş gibi. Karanfiller açar. Annemin karanfilleri de açmış kıpkızıl. Bahçedeki nar ağacı da çıldırmış kızıllıktan. Annem bir karanfil koparıp verdi vedalaşırken. Nerelere koyacağımı bilemedim. Nerelere koyacağınızı bilemediniz annenizin karanfilini. Hatta 'Annemin Karanfili' diye bir yazı yazmayı bile düşündünüz. Karanfille konuşuyor öyküdeki adam, tıpkı Peride Celal'in "Ağaç" öyküsündeki gibi. Yazar çok seviyor Peride Celal'i, "Ağaç" öyküsünü de. Başka yazılarına da konu etti, kaç kez kim bilir?
Yağmur Akşamları'nın kederi dalga dalga yayılıyor. Babanızın hastanedeki 308 No'lu odası, sıcak. "Gazeteni açıp okusana!" diyor. Okuyamam gazete bile okumuyorsunuz. "Beş dakika sürer en fazla" diyor radyoterapi uzmanı hanım. "Yan etkileri var mı bunun?" diyorum. "Rahatlatacak, ağrılarını azaltacak." Babanız, beş dakikalık bir tedavinin işe yarayacağından kuşku duyuyor. Selim İleri, telefonda hep dost: "Ne zaman isterseniz, konuşmak istediğinizde arayın olur mu?" Bazen konuşmayı, anlatmayı çok istiyorsunuz, ama kime? Haydar Ergülen nasıl derdi? "Bir şair bulsam da içimi döksem"... Şair dostunuz, Mehmet Aycı'nın bir dizesi yenilerde: "İnsan bir yorgunluktur sevgili babacığım..." Babam yorgunluk bilmezdi benim. Gece gündüz akşam sabah, dağlarda gezer, evde bulunmazdı. Oysa şimdi ah, "İnsan bir yorgunluktur sevgili babacığım"... Yazdınız siz babanızı, çok yazdınız. Yazacak ne çok şey var daha. Oysa babam susar hep, susuyor. Ağrıları konuşuyor şimdi de. Zeytinlere, dağlara bakıyor. Ekinleri düşünüyor. Bir ağrı kesici olsa! Keder, siz hep kederlisiniz. Mutluluklar anlık, babanızın sesi iyiyse telefonda, bir anlık sevinç. O gün güneşli yüzünüz, güleç. Kötüyse o ses, sizde cam kırıkları, iç boğuntusu, kara bulutlar. Hayat ve hikâye, akıp gidiyor, kederle...