13 Mart 2012, 23:52 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yorgun Çiftler - Elif Şafak Kadın baktı aynada kendine. Baktı uzun uzun, yüzündeki çizgilere. Parmaklarının ucuyla usulca değdi kırışıklıklara, pürüzlere, senelerin izlerine. Yüreği hop etti. Korktu. Yitirmekten endişe duydu. Çirkinleşmekten, sevilmemekten, yaşlanmaktan ve en çok da tek başına kalmaktan... Aşkı ve evliliği bir yarış gibi algıladığını fark edemeden, kaybeden taraf olmaktan korktu. Hiçbir sebep yoktu aslında böyle paniğe kapılması için. Elle tutulur, gözle görülür hiçbir neden yoktu, kendi zihninin paranoyalarından başka. Gene de çıkamadı bu ruh halinden. Atamadı üstünden. Kendine olan güveni bir tutam tuz gibi eriyiverdi. Sarıldı telefona. Randevular yaptı peş peşe. Kuaför, manikür, masaj, cilt bakımı, alışveriş... Takip eden üç gün boyunca arayan arkadaşlarına şaka yollu cevap verdi: “Hayatım buluşamam, bakımdayım valla; kendimi bakıma aldım.” Üç gün sonra cildi pırıl pırıl, saçları yapılı, üzerinde yepyeni bir kıyafetle çıktı kocasının karşısına. Parfümler süründü, rujunu tazeledi. “Hiç niyetim yok” dedi kendi kendine. “Niyetim yok sahip olduklarımı kaybetmeye!” Bundan böyle tüm varlığını mevcut halini korumaya adayacaktı. Ahdetti. Azimliydi. Kararlıydı. Güçlüydü. Ya da öyle sandı. Lakin yüreğindeki tedirginlik, zihnindeki şüphe gölge düşürdü yüzünün ışıltısına. Gözlerinde bir kara bulut dolaştı, ha yağdı ha yağacak. Sofrayı kurdu. Onun en sevdiği yemekleri hazırladı ya da hazırlattı. Tablo gibi bir masa donattı. Bekledi. Dudaklarını ısırarak, tırnaklarıyla oynayarak bekledi. Adam geldiğinde yorgundu, hem de çok. O kadar çok şey geçmişti ki başından bir gün içinde, elâlemin nazıyla uğraş, patronun kaprisiyle uğraş, onun bunun ağız kokusuyla uğraş. İpte yürüyen cambaz gibi görüyordu kendini bazen. Her gün baştan sona yürümesi gerekiyordu incecik bir ipi. Aşağısı boşluk. Konuşası yoktu. Susmak, susabilmekti tek isteği. Yemek yemek, rahat bir şeyler giymek, bir koltuğa çökmek, hiçbir şey düşünmeden, hiçbir sorumluluk üstlenmeden boş boş televizyona bakabilmek... Rollerden ve kimliklerden, vazifelerden ve yükümlülüklerden sıyrılmak birkaç saatliğine de olsa hesap vermeden, açıklama yapmadan sadece ve öylece durabilmek. Buydu istediği. Tek istediği. Kadın kendi dünyasındaydı. Dünyasında sadece iki kişiye yer vardı. Peçeteleri açıp açıp katladı. Bardakların yerini değiştirip salatayı nane yapraklarıyla süsledi. Yeter ki iş olsun. Göz ucuyla adama baktı. Ne diyecek, merak etti. Bekledi. Bir çift güzel söz, bir tatlı iltifat. Fark edilmeyi, önemsenmeyi bekledi. Birden yorgun hissetti kendini. Yaşının çok ötesinde üzerine çöküveren bir yorgunluk... Tüm enerjisi damarlarından çekilmiş gibi oturdu bir koltuğa. Sinirli, gergin bir sigara yaktı. “Bırakamadım ya şu mereti!” diye söylendi. Sonra kocasına yöneltti bakışlarını. Ve böylesine diken üstünde olduğu için sorduğu soru da ağzından sert çıkıverdi. Halbuki kavga etmek değildi niyeti. “Neredeydin?” dedi. “Bu saate kadar neredeydin?” “Nerede olabilirim?” dedi adam. Diken diken çıktı sesi, böyle anlamsız bir soruya maruz kalmanın hıncıyla. “Her gün mü meşgulsün? Bu kadar mı yoğunsun?” dedi kadın, incecik bir duman savurdu havaya. “Çocukların ne âlemde, karın ne yapıyor, hiçbir şeyden haberin yok.” Erkek derin bir nefes aldı. Konuşmak yerine beden dilini yeğlerdi oldum olası. Mimiklere kelimelerden daha fazla itimat edenlerdendi. İzahat etmek yerine iç çekmek, göz devirmek, ters ters bakmak, olmadı yürüyüp çıkmak, çekip gitmek, kapıyı çarpmak... Onun kendini anlatma biçimi bunlardı. Yemek yerken fazla bir şey konuşmadılar. Ara sıra ekrana takıldı gözleri. Neyse ki gündem yoğundu her zamanki gibi. Televizyonla oyalandılar bir müddet. Tabak çanakların, çatal bıçakların sesleri bastırdı aralarında biriken sessizliği. Aniden televizyonun sesini kısıp kumandayı fırlattı kadın. Ellerini yüzüne kapattı. Ağlamaya başladı, kontrolsüz. Şu anda ne güzel olmak, ne genç görünmek, hiçbir şeyin önemi yoktu. Ağlamayı sevenlerdendi. Akışa bıraktı kendini. Ağladıkça kendine acıdı, kendine acıdıkça daha çok ağladı. Çok büyük bir haksızlığa kurban gitmiş gibi hissetti. Ne olduğunu bilmediği bir haksızlık. Genç kızlığına, çocukluğuna, seçtiği ve seçmediği yollara, geride bıraktığı yıllara, tek seferde tüm bir hayata ağlamaya başladı. Erkek gergin yemeğini yemeye devam etti. Nefret ediyordu gözyaşlarının koz olarak kullanılmasından. Sırtı dik, tüyleri diken diken... “Ne var şimdi?” diye sordu çatalını bir kenara bırakarak. “Artık sevmiyorsun beni” dedi kadın. “Sevilecek durumda mısın sanki?” dedi adam, pişman oldu der demez. Kelimeler ok gibi çıkmıştı ya ağzından geri döndüremedi. Tartıştılar. Yanlış sözler çıktı ağızlarından. Peş peşe gelen ithamlar. Aslında söylemek istemedikleri şeyler söylediler, kastetmedikleri kelimeleri önce telaffuz edip sonra inatla sahiplendiler. Sırf geri adım atmamak için. Sırf eğilmemek, bükülmemek için. Eğilip bükülmeyen sonunda kırılır, düşünmediler. Eğilmeyen bükülmeyen sonunda kırar, düşünmediler. Elif Şafak | |
|
Etiketler |
ciftler, elif, yorgun, şafak |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Elif Şafak Resimleri | CORDON BLEU | Yerli Ünlü Resimleri | 0 | 05 Ağustos 2023 16:33 |
Elif Şafak | Ruj | Şairler / Yazarlar | 3 | 04 Ocak 2013 18:20 |
Elif Şafak/Aşk | Ruj | Ne Okumalıyım? | 2 | 29 Ekim 2011 00:15 |
Firarperest & Elif Şafak | Hesna | Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler | 0 | 04 Ocak 2011 18:47 |
Firarperest - Elif Şafak | AngeLus | Kültür ve Sanat | 0 | 24 Kasım 2010 13:46 |