Yitik bir harabeye döndü içimdeki kent… Gecede katlanılmazlığın kanıksamaları. Yok oluşların acısı kendiliğinden…
Biliyorum yaralısın şimdi, yaralıyız. Deniz altı tanrılarının suskunluğu işime yaramadı. Elimde son matineye bir bilet. Yırtıp atsam küçük harflerin (Büyüklerin değil ama) sevincine yazık. Ne Nazım, ne Edip, ne Oktay Rıfat, ne Behramoğlu yanımda. Murathan, sevgilisinin yatağında replik çalışmasında. Orhan Veli'nin gittiğini duymuşsundur. Bukowski, o deli, kaç gecedir sutyenimin askısında. Kazağımın kolunda orta yaşlı bir örümcek. Birazdan göbek deliğimden mideme girecek. Oradan da kalbime… 21. yy örümceği bu, tecrübeli olsa gerek. Yanlış yapıyorsun diyeceğim, "Sen sessizliğini bozma" diyecek. Masamda, kederi belli, boş bir teneke kutu "Soğuk içiniz!" diye sayıklıyor. Soğuğu içtik, acıyı da…
Sahi, bu sen misin? Mutsuz bir malzemeyi en özenli işleyiş bile kurtaramıyor yazık ki… Yürümeye her kalkışında bacağının kesik olduğunu hatırlıyorsun değil mi? Kaçış yok. O koltuğu terk ettiğin sürece, düşmeye mahkûm birisin sen. Ve orada otururken, kendini her biçimde ve her şeyi ile tam hisseden biri… Hadi, oyuna devam. Her gece defalarca yüzleştiğin bir gerçeğe, çığlıklardan kısılmış sesinle küfretmeye devam. Kızgınsın kendine, yarın gece yine ayağa kalkmaya çalışacağın için… En delikanlı intiharlar, yüzleşme seslerine kulaklarını tıkıyor, görmüyorsun.
Zihninde, benle ilgili bir sokaktan bahsediyordun. Bana zihninden bir sokak mı verdin? Çamurlu ayaklarını basarken kirletmekten haz duyacağın bir sokak mı bu? Köşe başlarını dönerken, sürekli uğultulu seslerin duyulacağı bir sokak… Her an tokat atabilir diye ellerim yanaklarımda yürüyeceğim bir sokak. Tam uykuya dalacağım anda "Kalk, uyuma!" diye bağırarak elindeki mızrağın ucunu orama burama değdirerek, beni bilmediğim zamanlara götürecek bir sokak… Durma, değdir hadi…
Kalaşnikofun ucunda sallanan kekliğin cesedi, bak ne anlattı bana. Korku -kor-dan türemiş. Yapım eki -ku-. Ateşten yani… Korku hayvanca sevişirmiş. Karısı korkucuklar doğurmuş binlerce. Gün gelmiş serpilmiş korkucuklar. Korku, korkucukların en büyüğünü dağ başına göndermiş. O da çaresiz gitmiş. Gece olunca korkmaya başlamış, büyük korkucuk. İnsanlar ondan sürekli kaçıyormuş. Mağaradaki eşkıyalar bile kaçmış ondan. Oysa o, sığınmak istemiş sadece; sıcak bir yuva, bir parça ekmek, hepsi bu… Korkuların en büyüğü ya bu, insanlara inat, her gece koyunlarına girmiş, yüreklerine derme çatma bir kulübe yapmış. Bir de gaz sobası koymuş, içindekiler soğuktan donmasın diye… Gel zaman, git zaman, zengin olmuş büyük korkucuk. Kocaman villalar yapmış, çocuk yüreklere bile. Kardeşlerine haber salmış, hepsini yanına çağırmış. Yiyip, içip dağıtıyor şimdi her biri… Benim onları izlediğimi bilmiyorlar. Hadi, değdir elinde ne varsa… Sözcüklerin rafta kalsın, unut gitsin her şeyi. Hem, düşler denizi kâşiflerini de kâhinlerini de yuttu… Çamaşır ipinde asılı geçmişi, ay ışığı kurutur mu hiç?