11 Mayıs 2011, 00:31 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Kinyas ve Kayra'dan ... Kinyas'ın ifade edişi; Benim adım Kinyas. Gün ağrıyor. Başım ağrıyor. İsmimi kendi-me ben verdim. Bitmeyen bir öfke ve bitmeyen bir mutsuzluğun ifadesi. Bütün insanlara kızgınım. Yaşadıkları için. Hayattan mi-dem bulanıyor... Ateşle oynarım. Yeterince benzin ve karşımda oturan adamın ceketinin iç cebindeki çakmakla dünyayı yakabili-rim. Benim adım Neron. Geceleri, çaldığım arabalarla gezerim. Tokyo'da doğdum. İki zenciye üç gram kokain karşılığında bilek-lerimi kestirttim. Sabah uyandığımda okyanus beni yıkadı. Benim adım Steve McQueen. Bütün bildiklerimi kusarak hayatta kalıyo-rum. David Bowie'yi rüyamda gördüm. Sabah bir gözüm yoktu. Şi-ir yazdım. Tam üç tane. Birini rendeleyip makarna sosuma kattım. Diğerini yakıp küllerini kum saatine koydum. Biraz zaman kazan-dım böylece. Sonuncusunu ise şimdi yazdım. İşte geliyor: Sözlerimin sonunu duymadığın zaman. Cümlelerimin sonunu duymadığın zaman. Değiştiriyorum son kelimelerimi. Değiştiriyorum sonumu. Kendimi ölümsüz olarak görüyorum. Mekân ve zamandan ko-palı yıllar oluyor. Bir kıza âşık olmuştum. Onu görmek için altı sa-at yol almam gerekiyordu. Bir sabah, treni kaçırdım. Âşık olmak-tan vazgeçtim. Kendinden vazgeçmenin ne olduğunu asıl ben bi-lirim. Benim adım Kaygusuz Abdal. Tanrı'dan vazgeçtim. Ölmek-ten vazgeçtim. Çünkü ölürsem ve eğer yukarıda beni ödül ve ceza sisteminin bekçileri bekliyorsa çok büyük kavgalar etmem ge-rekecekti. Ölmek istemiyorum, çünkü Tanrı'yı da öldürürüm diye korkuyorum. Ve böyle bir vefata benim dışımda kimse dayanamaz... Platon'un Mağara İstiaresi'ne karşılık, ben de Kuyu İstiaresi'ni yazdım: doğdukları andan itibaren düşen insanların, yanlarından hızla geçen fırsatlara ve başka insanlara tutunup tırmanmalarını, Ve bunu sadece doğdukları andaki yüksekliklerine erişe-bilmek için yaptıklarını anlattım. Ancak ellerini ağızlarına sokup, parmaklarını ısırıp hiçbir şeye tutunmamaya kararlı olanları da anlattım. Ve sordum, Tanrı'nın yukarıda mı yoksa aşağıda mı ol-duğunu. Eskiden poker oynardım. Şimdi de, Tanrı’nın aşağıda, kuyunun dibinde olduğuna oynuyorum. Hayatım masada, birkaç kırmızı oyun fişiyle. Az yedim, çok içtim. Hâlâ içiyorum, içki ayırmadım. Alkolü kendime yakıştırdım. Her türlü uyuşturucudan tattım. Bağımlılık-tan nefret ettim. Gitmemi, terk etmemi engeller diye. Ne bir mad-deye, ne de bir insana bağlandım. Sırf bunu kendime kanıtlamak için eroin kullandım, âşık oldum, ikisini de arkama bakmadan bırakıp gittim. Geçmişe tükürüp geleceği çiğnedim. Bugünü ise uyuyarak geçirdim. Benim adım Houdini. Dünyayı bir oyuncağa çevirdim. Ayak basmadığım yer kalmadı. Kalan varsa, onları da ----- kalkar geçerim! Duvarlara, bedenime resimler çizdim. Bir gün öyle gürledim ki önümde duran şarap kadehi çatladı. Benim adım Hitler. Kendi ordumu kurmak için bir sürü kadına tohumla-rımı bıraktım... Şimdiyse ağlıyorum. Hepimiz için. Çünkü hiçbiri işe yaramadı... Kendimi defalarca buldum, defalarca kaybettim. Gerçek adımı hatırlamıyorum. Kimliğimi bir çocuğa sattım. Çirkinleşmek için çok uğraştım. İsteyene ruhumu kiraladım. Vücudumdaki dikiş sa-yısını artık bilmiyorum. Hayatımı diktiler. Oysa yırtmak için çok uğraşmıştım... Bir psikiyatra tecavüz ettim, isminin ve unvanının üzerinde yazdığı, masasındaki mermer parçasıyla. Hapse girdim. Çıktım. Hayat bitmedi. Piyano çaldım. Sattım. Benim adım Deacn Moriarty. 140'ı geçince direksiyonun üzerine yattım. Bagajına ce-set sığdırabileceğim arabayı seçtim. Nargileyle sevişenleri seyrettim. Beş bin film seyrettim. Her şeyin farkına vardım. Farkına va-rılacak bir şey kalmayınca da "Sıradaki hayat gelsin!" dedim. Ne gelen var, ne de giden. Sadece Kinyas ve ben... Kendimi tanıya-madım. Zamanım olmadı. Binlerce dilim pizza yedim. Pepperonni ve siyah zeytinli. Benim adım Miss Piggy. Bütün hayatım bo-yunca kaçtım. Önüme okyanus çıktı. Daha ileri gidemedim. İçin-de boğulmak istedim. Gözlerimi sahilde açtım... Uyumadım. Pişman olmadım. Kendimden bile. Ben gerçektim. Dünyanın en gerçek adamı! Bana ait bir gezegen bulana kadar in-sanlara ve kendime zarar vermeye devam edeceğim... Biliyorum, beni linç edecekler. Beni bütün dünya öldürecek. En derinde be-nim cesedim olacak ancak bedenimi toprak bile kusacak... Ara-nızdayım her gece. Dolaşıyorum sokaklarda, sol elimde Şam'dan taşıyıp geldiğim yakutlu hançerimle... Gittim, caz dinledim. Duke Ellington'ın plağıyla kendilerini ke-sen kadınları gördüm... Benim adım yok. Çünkü ben yokum. Delir-dim. Yetmedi. Delirttim. İğrendirdim. Dünya bendim. Acıyı incele-dim üniversitelerde. Üç ayrı okulda, üç yıl. Sonra acıttım akademik kariyerleri ve tabiî ki kendiminkini. Ne çalışmak, ne de bir işe ya-ramak. Hiçbirine inanmadım. Tespihle adam boğdum. Ben doğ-dum ! Oysa güneş batıdaydı. Ben geceye geldim. Aya misafir ol-dum... Bunları söylüyorum çünkü anlatılacak başka bir hikâyem yok. Zaten yazma işlerinde de hiç başarılı olamadım. Ben daha çok, fırça ve boyalarla ilgilenendim. Ve dünyaya bırakabileceğim bir miras yok. Bütün değerleri iyi bir pizzanın üstüne içtim... Japonya'dan Suriye'ye taşındığımızda on iki yaşındaydım. Arapça öğrenmemek için elimden geleni yaptım. Ama yine de sar-maşık gibi dilime dolandı. A rap'ı ve Bedevi'yi T. E. Lawrence'tan öğrenmiştim. Ve Arap yarımadasında var olabilmek için ya ibne ya da silah kaçakçısı olmak gerektiğini anladım. Ben ikisi de değil-dim. Ama adına çöl denilen, küreğin batmadığı denizde yaşayan insanların hiç de hak etmedikleri bir tarihleri vardı. Bir zamanlar dünyaya hükmeden esmer savaşçıların düştükleri durumu görün-ce zamanın ne kadar nankör olduğunu anladım. Geçmiş hiçbir şeydi. Kuma kendini gömüp yeniden Arap medeniyetinin hüküm süreceği günleri beklemek ve o gün gelene kadar birbirlerini öl-dürmek yapabilecekleri tek işti. Ben de onları seyrediyordum. On altı yaşıma kadar hep seyrettim zaten. Hep iyi bir izleyici oldum. On altımda bozuk Arapça, pokerde kazanılmış bir hançer ve bronz bir tenle Avrupa'ya geldim. Eski kıta beni bekliyordu. Bir dejenere sürüsünden başka bir dejenere sürüsünün içine düşmüştüm. Burada silah kaçakçısı da yoktu. Hepsi ilk gruba dahildi. Ve daha yakınlaşmadan hiçbirine, nefret etmiştim hepsinden de. iki dünya savaşını da bu geri zekâ-lıların başlatmış olmasına hiç şaşırmamak gerekiyordu. Birbirle-rinden o kadar korkuyorlardı ki aynı metroda beş yüz kişi yolcu-luk yaparken duyulan tek ses makine gürültüsüydü. Halkı aptal ama azınlıkları var olma çabası içinde yarı tanrılar yaratmış bir toplum. Bu yarı tanrılar bugün üstünde yaşadığımız dünyanın ede-biyatını, müziğini, resmini, politikasını belirlemiş olanlardı. Ve ben onları sokakta göremiyordum. Kapalı kapılar arkasındaydı Avru-pa'yı yönetenler. Halkın karşısına çıktıkları anda çiğ çiğ yenecek-lerini bildiklerinden, ukalaca taktıkları yüksek kültür maskesini sadece birbirlerine gösteriyorlardı. Sömürmeye ve sömürülmeye hayatın amacı olarak bakan bu açık tenli ırk, belki de doğanın en büyük hatasıydı... Atom bombası oraya atılmalıymış. Deniz olma-lıymış oralarda Balıklar bile daha iyi geçinirmiş birbirleriyle! Ama bütün bunların ne önemi var? Entelektüel sapkınlıklarıyla ve dünyanın diğer bütün kıtalarına karşı hissettikleri korku ve nefret kokteyli duygularıyla, Son olarak da yeryüzünün görüp gö-rebileceği en salak turistleri olma unvanlarıyla Avrupa halkı ken-dini öldürmek ya da öldürtmek için bütün nedenlere sahiptir. Sosyal devlet dedikleri, bana kalırsa Gestapo düzeninden başka bir şey olmayan sistemleri, sokakta biri düştüğünde ambulans gelene kadar, yerde yatanın kendileri olmadığı için şükretmele-rinden ibarettir. Arap hiçbir sakınca görmeden hiç tanımadığı, kendinden geçmiş yerde yatan bir adamı sırtlayıp en yakın hasta-neye koştururken, Avrupa insanı aynı adama, adını yeni öğrendi-ği bininci mikrobu kapmamak için bir metreden fazla yaklaşamaz bile. Çünkü Avrupalının altına yapacak kadar korkması için bir şeyin ismini bilmesi yeter, isimsiz canavarlar sadece Arap'ı kor-kutur. Herkesin kendine göre bir paranoyası var. iklimden, saç renklerinden, el parmakları uzunluğundan ya da her neden kay-naklanıyorsa! Herkesin tercih ettiği bir ölüm var... Her neyse, zaten üzerinde yaşadıkları çirkin kara parçasına sı-kışmış, birbirini yiyen, Ortaçağ'dan beri gelen eş değiştirerek yaptıkları salon danslarından grup sekse kadar ahlak anlayışları-nı değiştirmemiş Avrupalıları; Hayatımın geri kalan kısmında da çok iyi tanıma fırsatım oldu. Genel olarak normal olmadığımı düşünerek kendimi meşrulaştırıyordum. Anormalliğim o yaşlarda herkesin istediği şeylerden farklı hayaller kurmamla sınırlıydı. Yani bir şeyleri arzulayabiliyordum o sıralar. Gitmeyi, siyah giymeyi, bir kamerayla izleniyormuşçasına yaşamayı, güzel kadınlarla yatmayı, dünyayı çözmeyi, haya-ta başlama vuruşunu yapanı keşfetmeyi Ve yaşıtlarımın çok azının kurgulayabildiği benzer kavramları hayal ediyordum... Her zaman yalnız oldum. Yalnızlığı kendimi geliştirmenin tek yolu olarak gör-düm. Ama çevremde olup biteni kaçırmak ve yanımdan akıp giden hayat nehriyle yüzümü yıkamamak da bana aptalca geliyordu. Bu nedenle evde çok az zaman geçirmeye ve sokaklarda yaşamaya başladım. Fahişeleri keşfettim. Silah kullanmayı öğrendim. Poker oynamaya devam ettim. Kitap okumayı bıraktım. Artık en ufak boş zamanımda kilometrelerce uzakta olan bir kasabaya trenle gidip, birkaç kadehten ve caddelerini arşınladıktan sonra evime dönüp uyuyordum. Rüyamda yüzleri, sokakları, tren camındaki pastel renkleri görüyordum, İnsanlardan istediğim ölçülerde, ilgilendiğim alanlarda yararlanıyordum. İlişkilerim kontrolüm altındaydı. Kim-seyi kendime fazla yaklaştırmıyordum. Dünyayı, hayatı olduğu gi-bi kabul ediyor ancak bütün bunların dışında da bir gerçeğin olma-sı gerektiğinin üzerine yoğunlaşıyordum. Yani bir şekilde, çok uzaklarda kimliğimi büyük bir seremoniyle yaktıktan sonra gözle-rimi kapatıp son nefesime kadar huzur içinde yaşayabileceğim bir yer olduğunu düşünüyordum. Aslında bu mümkündü. Ve bir ara çok yaklaşmıştım. Ama Kinyas hâlâ ortaya çıkmamıştı ve gerçek-ten böylesi bir hayat isteyip istemediğimi bilemiyordum. Bütün bunları yazmak o kadar zor ki. Şu an bulunduğum nok-tada hiçbirinin olmadığını görmek... Aslında bu kadar yükselmek ya da alçalmak, daha doğrusu bu kadar ileri gitmek istememiştim hiçbir zaman. Aynaya bakıp kendini tanıyamamak, insanın kendi anılarını bir başkası yaşamış gibi anlatması, Dünyanın kendisi da-hil üzerindeki hiçbir şeye kayda değer bir var oluş nedeni bulama-mak Ve zihnin bedenden binlerce kilometre uzakta olması o ka-dar korkunç ki! Hava aydınlanıyor. Kayra'nın yazdıklarını okuyormuş gibi ya-pıp ilgilendiğimi düşünmesini istemiştim. Oysa tek bir kelimesi-ne bile bakmadım. Şimdi kaçamak bakışlar atıyorum ona ve gö-rüyorum ki elinde başka bir votka şişesi, arkamdaki duvarda ası-lı olan afişleri seyrediyor. Ne yazdıklarıma bakıyor, ne de burada olduğumun farkında. Belki de dünyada sadece onun yanındayken kendimi hâlâ yalnız hissedebildiğim için böylesine garip bir dostluğumuz var. Birbirimize anlatacak hiçbir şey yok ve her şe-yimiz var. Ve aynı zamanda, o kadar da umursamıyoruz ki söyle-nenleri, olanları, aynı odada bulunduğumuzu bile unutabiliyoruz. Onu sevdiğimi söyleyemem çünkü duygularım yok ama hayatta-ki tek bağımlılığım olduğunu itiraf edebilirim... Yoruldum. Çok yorgunum... Yeryüzüne inme zamanı. "Kayra! Haydi çıkalım buradan. Biraz dolanalım." Kinyas ve Kayra Sayfa: 22-27 Hakan Günday.
__________________ Ey iki adımlık yerküre; senin tüm arka bahçelerini gördüm ben. | |
|
11 Mayıs 2011, 09:32 | #2 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Kinyas ve Kayra'dan ... kitabı okudun mu bilmiyorum ama, hakan günday'ın en güzel eseri bence "Az" ve "kinyas ve kayra", hiç sıkılmadan okudum, askerde iken tekrar okudum, bir kez daha bile okuyabilirim. ayrica hakan gündayın ilk kitabı bu. nihilizm üzerine yazılmış, "kinyas, kayra ve hayat", "kayra'nın yolu", "kinyas'ın yolu" şeklinde 3 bölümden oluşan, gündelik yaşamı ve psikolojiyi etkileyen bir kitap. kitabı okurken öyle bir psikolojiye sahip oluyorsunuz ki, kendinizi bir an kinyas'ın yerine koyuyor sonra vazgeçip kayra oluyorsunuz. hatta o kadar çok etlilenmiştim ki, kayra'nın zippo'sunun üzerine yazdığı "taedium vitae" (hayatın bezginliği, anlamsızlığı, hayata karşı nefret) anlamına gelen latince sözü zippo'mun üzerine kazıttırmıştım. aynı zamanda hakan günday'ın diğer okunmaya değer eserlerinden, "zargana, piς, ziyan ve az" 'ıda kesinlikle öneririm, tüm kitaplarını severek okudum, kendisini mizahını seviyorum. |
|
11 Mayıs 2011, 13:00 | #3 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Kinyas ve Kayra'dan ... Tabiki okudum kitabı, --- ve Zargana'yı da okudum. Az bu ay çıktı zaten sanırım yani Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Az; şiddet içerikli olduğu için pek ilgimi çekmedi ama Hakan Günday'ın kalemini seviyorum okuduğum kitaplar bitince bakacağım mutlaka. Yorumunuz için teşekkürler.
__________________ Ey iki adımlık yerküre; senin tüm arka bahçelerini gördüm ben. |
|
10 Ocak 2018, 09:32 | #4 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Kinyas ve Kayra'dan ... Ve nefesimi tuttum. En derine, en dibe inebilmek için. bıraktım kendimi hayat okyanusuna. Beni dibe çeken zihnimin ağırlığıydı. Ve dibe daha çok vardı ama gidiyordum. Yavaş yavaş. dünya yuvarlak. Hayat da öyle. en derini aynı zamanda da en yükseğidir hayatın nereden baktığına bağlı. Nerede doğduğuna. Doğduğun yerden ne kadar uzaklaştığına bağlı. Elindeki şişede ne kadar hayat kaldığına bağlı…
__________________ Ey iki adımlık yerküre; senin tüm arka bahçelerini gördüm ben. |
|
08 Şubat 2018, 09:41 | #6 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Kinyas ve Kayra'dan ... İnsanın tek gerçek özgürlüğü, yalnızlığıdır. Ve yalnızlığı küçük düşürense bağımlılıklardır. Aşklar, alkol, nikotin, ahlaki değerler, uyuşturucular... Hepsi de birer pranga olabilir her an, insanın ayağına. Zevk veren prangalar. Ortak özellikleri, varlıklarının verdikleri zevkin uzun bir süre sonra hissedilmemesi, yokluklarının ise derhal kalpte bir ağrı yaratmasıdır. Bağımlı insan atlı karıncaya binmiş gibidir. Ne bir varış noktası, ne de bir ilerleme vardır hayatında. Herkes ilk başladığı yerde, midesi kaldırana kadar döner durur... İnsanın kendiyle mücadelesi, bağımlılıklarını yok etmesiyle başlar.
__________________ Ey iki adımlık yerküre; senin tüm arka bahçelerini gördüm ben. |
|
08 Şubat 2018, 10:00 | #7 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Kinyas ve Kayra'dan ... Kayra'nın evinde bir gün yangın çıktı, Kayra'nın evi,dünyada yazılabilmiş en iyi kitap artık küllerden oluşan bir kaleydi. Ve bu külden kaleyi devirebilmem için sadece üflemem yetti. |
|
10 Şubat 2018, 20:35 | #8 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Kinyas ve Kayra'dan ... kendini normalleştirmenin ya da ters yöne at koşturmanın siyah beyaz bir dünyadaki resmi geçidini izledim. bizim grilerle dolu dünyamızda da bu eylemlerin aynı hissiyatı yarattığını bilmenin huzuruyla, hiç bir şeyle ve her şeyle yaşamaya devam edebileceğimi biliyordum, gizliden gizliye. artık eminim. onlar o kadarını yaptıysa birer roman kahramanı olarak gerçek hayatta, biz de kendimiz olmaya devam edebiliriz...
__________________ Ey iki adımlık yerküre; senin tüm arka bahçelerini gördüm ben. |
|
10 Şubat 2018, 20:38 | #9 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Kinyas ve Kayra'dan ... Yaşayarak intihar etmeyi seçenlere yardım edilemez. Bir stil meselesi. Ya ağzına sıktığın bir otuzsekizlik ya da ölene kadar oksijenle zehirlenmek, seçersin ölümü.
__________________ Ey iki adımlık yerküre; senin tüm arka bahçelerini gördüm ben. |
|
10 Şubat 2018, 20:41 | #10 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Kinyas ve Kayra'dan ... "dişlerimiz olduğu için ısırıyoruz
__________________ Ey iki adımlık yerküre; senin tüm arka bahçelerini gördüm ben. |
|
Etiketler |
kayradan, kinyas |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Kinyas ve Kayra - Hakan Günday | AftieL | Kitap Tanıtımları | 0 | 20 Mayıs 2014 23:02 |
Kinyas ve Kayra - Hakan Günday | Burce | Ne Okumalıyım? | 0 | 23 Mart 2012 19:37 |
Hakan Günday - Kinyas ve Kayra | Bab | Ne Okumalıyım? | 5 | 24 Kasım 2011 15:10 |
Kinyas & Kayra | Ocean | Ne Okumalıyım? | 2 | 05 Kasım 2011 19:53 |
Kinyas ve Kayra - Hakan Günday | AngeLus | Kültür ve Sanat | 0 | 20 Eylül 2010 15:26 |