24 Eylül 2010, 00:33 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Şiir Nedir? Şiirin Tanımı Unsurları \ Dünyada İlk Şiiri Kim Yazmıştır? Şiir Nedir? Şiirin Tanımı + Unsurları \ Dünyada İlk Şiiri Kim Yazmıştır?. Şiir, dilin anlam, ses ve ritim öğelerini belli düzen içinde kullanarak bir olayı, ya da bir duygusal ve düşünsel deneyimi yoğunlaşmış ve sıradanlıktan uzaklaşmış bir biçimde ifade etme sanatı olarak tanımlanabilirse de değişik sanat anlayışlarına göre farklı görüşler de dile getirilmiş hatta şiirin tanımlanamayacağı da öne sürülmüştür. Türkçe'de karşılığı koşuk, yır, özün gibi sözükler önerilmişse de hiçbiri yaygınlık kazanamamıştır. Günümüzde koşuk, nazım karşılığı olarak kullanılmaktaysa da nazım ve şiiri birbirine karıştırmamak gerekir. Birincisi yalnızca bir anlatım yoludur. Geçmişte şiirin uyak, ölçü, nazım biçimleri gibi biçimsel özelliklerden ayrı düşünülmemesi sebebiyle şiirle nazım eşanlamlı sayılmışsa da günümüzde bu düşünce aşılmışsa da edebiyatın şiirle birlikte başladığı düşüncesinde fikir birliği oluşmuştur. Yahya Kemal Beyatlı şiiri bildiğimiz musikiden farklı bir musiki" olarak tanımlarken,Cahit Sıtkı Tarancı'ya göre şiir "Kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır" Ahmet Haşim şiiri "Söz ile musiki arasında olan fakat sözden ziyade musikiye yakın olan bir lisan" olarak tanımlar. Necip Fazıl Kısakürek ise şiir için "Mutlak hakikati arama işidir" der. EDEBİYATIMIZDA ŞİİRİN GELİŞİMİ 1-) Halk Şiiri: İslamiyetten Önce başlayıp bugüne kadar devam eden bir şiir türüdür. Bu şiir türünde ritim, hece ölçüsüyle ve kafiyeyle sağlanmıştır. Ayrıca halk şiiri ürünleri olan Koşma, İlahi, Mani, Semai 'de ses ve ritmin kuralları saz ve kopuz la sınırlandırılmış, her nazım şeklinin kendisine ait bir ezgisi oluşmuştur. Halk şiirinde ezgi ve ahenk iç içedir. Hece ölçüsünün ve en çok yarım kafiye kullanılmasının sebebi ise ozanların şiirlerini saz eşliğinde irticaalen( hazırlıksız) söylemeleridir. Bu şiir türü hala canlılığını korumakta bir çok şairimiz ve ozanımız halk şiirini yöresel özelliklerle sürdürmektedir. 2-) Divan Şiiri: İslamiyetin kabulüyle ortaya çıkan ve 13. yüzyıldan 20. yy'a kadar şairleri etkilemiş bir şiir türüdür. Divan şiirinde ahenk unsurları ise aruz ölçüsü ve tam –zengin uyakla sağlanmıştır. İmgelerin arttığı, Arapça-Farsça sözcüklerin çokça kullanıldığı edebi kaygının ön planda tutulduğu bu şiirlerin şairleri, iyi eğitim almış(medrese tahsili) Arapça ve Farsça'yı çok iyi bilen şairlerdir. Divan şiirleri de yine ezgiyle söylenmiş bir çok gazel bugün Türk Sanat Musikisinin kaynağını oluşturmuştur. 3-) Modern Şiir: Batı etkisiyle gelişen bu şiir türü önce hem halk şiirinden hem de divan şiirinden etkisini kurtaramamıştır. Ancak 1940'tan sonra Garip Akımı'yla edebiyat hayatına girmiş olan Orhan Veli Kanı, şiirde tüm kuralları yok sayarak ses ve ritmin şiirin teması ve imgesiyle oluşması gerektiğini savunmuş. Böylece ilk kez ölçüsüz kafiyesiz şiir yazmanın da bir şiir türü olduğunu kabul ettirmiştir. Serbest şiirin ustaları ondan sonra artmıştır. Bugün Türk şiiri gelişimini halk şiiri ve modern şiir adı altında devam ettirmektedir. ŞİİRDE AHENK UNSURLARI AHENK UNSURLARI 1.Şiirde şekil ve muhtevanın ideal uyumudur. 2.Dizeleri oluşturan kelimelerdeki şiiri oluşturan dizelerdeki seslerin uyumu demektir. 3.Şiirle düz yazıyı birbirinden en önemli özellik ahenktir. 4.Ahenk unsurları armoni ve ritm olmak üzere iki başlık altında ele alınır. ARMONİ 1.Ard arda gelen dizelerdeki seslerin uyumu demektir. 2. Bu uyum birbirine yakın ünlü ve ünsüz seslerin tekrar edilmesiyle sağlanır. Aliterasyon: ünsüz seslerin ard arda tekrar edilmesiyle elde edilir. Bir büyük boşlukta bozuldu büyü Canımdan canına nice can aksın ey can Asonans: ünlü seslerin ard arda tekrar edilmesiyle elde edilen armonidir. Ayağın sakınarak basma aman sultanım Dökülen mey kırılan şişe-i rindân olsun RİTM 1.Şiirde uyak ve ölçünün ustalıklı kullanılmasıyla elde edilen ahenktir. Târik-i gülzâr-ı âlem / mâlik-i mülk-i âdem Münkirine mahz-ı mâtem / müminine sûrsun Itrî Ne sabahı göreyim ne sabah görüneyim Gündüzler size kasın verin karanlıkları Islak bir yorgan gibi sımsıkı bürüneyim Örtün üstüme örtün serin karanlıkları Necip Fazıl Kısakürek Yukarıdaki birinci şiirde ritim hem iç uyakla hem de aruz ölçüsüyle ikinci şiirde ise ritim hem uyakla hem de hece ölçüsüyle sağlanmıştır. Not: Armoni ve ritimle birlikte şiirde asıl ahenk şairin kattığı canlılık ve ruhla sağlanır. ŞİİR TÜRLERİ 1- LİRİK ŞİİR Lirik şiir duyguların coşkun bir dille anlatıldığı edebiyat eserlerinin genel adıdır. Latince lyricus, Yunanca lyricos, Fransızca lyrique kelimelerinden türemiştir. Sözlük anlamı ise; coşkun, ilhamla dolu demektir. Eski Yunan'da kullanılan lirik sözcüğü bugünkü anlamında kullanılmıyordu. Bireysel duyguların içten geldiği gibi, coşkulu, etkili bir dille anlatılmasına da lirizm denir. Sıfat olarak esin dolu, coşkun, içli bir dili bulunan anlamlarında kullanılan lirik sözü, bu niteliği taşıyan düzyazı ürünleri de niteler. Aynı genellik lirizm için de söz konusudur. Eski Yunan edebiyatında ozanlar şiirlerini lir denen telli bir sazla söyledikleri için, bu türlü şiirlere lirik denmiştir. Türk edebiyatında da âşık, ya da saz şairi adı verilen halk ozanları şiirlerini hâlâ sazla söylemektedirler. Lirik şiirde toplumsal mutluluk ya da felâketlerden duyulan sevinç ya da acı gibi ortak duygular; ya da aşk, ayrılık, özlem, ölüm acısı, vb. gibi bireysel duygular anlatılır. Lirik şiir dünya edebiyatında en çok işlenen ve sevilen şiir türüdür. Bugün lirik şiir, ozanın en içten duygularını dile getirdiği bir tür olarak bilinir. Yunan’da lirik şiirin özünde duygular vardır ama bunun yanı sıra lyra eşliğinde söylenen şiir anlamındadır. Lirik şiirde genellikle ozanın kendi duygularını yansıttığı görülür. Özellikle solo liriğinde kişinin iç dünyası ön plandadır. Lirik şiirin ilk örnekleri ege kıyılarında görülür ve ilk lirik şiirlerin konuları arasında hymnoslar(tanrılara övgüler) ve mitoloji vardır. Lirin icadının da mitolojik bir hikâyesi vardır tanrı Mercurius’un kaplumbağanın kabuğundan lir yaptığı ve ana karnında müzik öğrendiği söylenmektedir, bu sebepten lirik şiir müzikle iç içedir. Lirik şiirin işlevi, insana güzelliği, inceliği sunmak ve kişide müzik eğitiminin oluşumunu sağlamaktır. Türk edebiyatımızda halk âşıklarının (veya halk şairlerinin) söylediği şiirlerin çoğu liriktir. Batı edebiyatında Rönesans devri ozanlarının (Petrarca, Ronsard, vb.); daha sonra da, ilke olarak içe dönüklüğü benimseyen romantik ozanların (Lamartine, Hugo, Musset, vb.) duygusal ve öznel bir nitelik gösteren şiirleri bu türün başarılı örnekleridir. Lirik şiir, Türk edebiyatında da en çok kullanılan şiir türlerinden biri olmuş; Divan edebiyatında (Fuzuli, Nedim, vb.), Halk tasavvuf edebiyatında (Yunus Emre, vb.), din-dışı Halk edebiyatında (Karacaoğlan, vb.) ve yeni edebiyatta (Yahya Kemal, vb.) bu alanda büyük ozanlar yetişmiştir. Bu türe örnek olarak; Fuzûli'nin "Su" kasidesi, Yahya Kemal Beyatlı'nın "Hayal Şehir" ve Mehmet Akif Ersoy'un "Bülbül" isimli şiirleri verilebilir. 2- EPİK ŞİİR Epik şiir, kahramanlık, yurt sevgisi gibi liriklik bildiren şiirdir. Epik şiirler "Doğal Epik" ve "Yapay Epik" olarak ikiye ayrılır. Aynı anlamda hamasi şiir, kahramanlık şiiri, destani şiir adında da kullanılır.. Doğal Epik Bir halkın hayatını etkileyip, derin izler bırakan tarihi olayları, kahramanlık yönü ile işleyen manzum hikâyelerdir. Yunanlar'ın İlyada Destanı , Finler'in Kalevala Destanı , Hinduların Mahabharata Destanı doğal epiğe birer örnektir. Yapay Epik Yakın çağdaki milletlerin hayatlarına ait tarih ya da toplum olaylarını anlatan şiirlerdir. İtalyan Tasso’nun Kurtarılmış Kudüs'ü , Firdevsi’nin Şehnamesi , John Milton’un Kayıp Cennet'i yapay epiğe birer örnektir. Yakın dönem Türk şairlerinden Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Üç Şehitler Destanı ve benzeri eserler de yapay epik şiirlere örnek gösterilebilir.. 3- PASTORAL ŞİİR Pastoral şiir (fr. Pastorale) doğa güzelliklerini anlatan şiirlerdir. Kır, çoban hayatını, çıplak tabiat güzelliklerini tanıtıp sevdirmek gayesini taşıyan edebî eserlerdir. Doğaya karşı bir sevgi, bir imrenme söz konusudur. Bu söz için Türk Dil Kurumu çobanlama karşılığı önermektedir. Şiir, roman, hikâye, tiyatro, mektup, makale, seyahat; fıkra; hayrat; sohbet gibi edebî türlerin hepsi pastoral bir görüşle yazılabilir. Batıda, pastoral şiirlerden doğrudan doğruya tabiat manzaralarını canlandıran idil; karşılıklı konuşma tarzında yazılan pastoral manzumelere eglog denilir. Yunan edebiyatından Theokritos (M.Ö. III. yüzyıl), Lâtin edebiyatından Vergilius (M.Ö. 70 - 19) en büyük pastoral şiir örneklerini veren şairlerdir. Türleri: • İdil: Şairin doğa karşısında duygulanmasını anlatmasına idil denir. • Eglog: Şairin duygularını bir çobanla konuşuyormuş gibi anlatmasına Eglog denir. Edebiyatımızda idil denilebilecek pastoral şiirler varsa da eglog tarzı şiir yoktur. Bunu Tevfik Fikret denemiş ancak pek başarılı olamamıştır.[kaynak belirtilmeli] Recaizade Mahmut Ekrem, Yahya Kemal, Behçet Necatigil, Cahit Külebi başarılı pastoral şiir örnekleri vermişlerdir. Aşağıda Pastoral şiir örneği görülmektedir: Yanık bir kaval sesi geliyordu uzaktan Derdi dağlardan aşkın ak abalı bir çobandan Önünde sürüleri ardında sürüleri İniyordu yemyeşil, dumanlı bir yamaçtan 4- DİDAKTİK ŞİİR Didaktik Şiir belli bir düşünceyi aşılamak veya belli bir konuda öğüt, bilgi vermek, bir ahlak dersi çıkarmak amacıyla öğretici nitelikte yazılan, duygu yönü az olan şiir türüdür. Kısaca öğretici şiirdir. Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig, Aşık Paşa’nın Garibname, Nabi’nin Hayriye bu türün ünlü örnekleridir. Tanzimat’tan sonraki Türk Edebiyatında Ziya Paşa’nın Terkib-i Bend; Tevfik Fikret’in Haluk'un Defteri ve Şermin; Mehmet Akif’in Süleymaniye Kürsüsünde, Asım adlı eserleri de bu tarzda yazılmış ünlü eserler. Fabl türündeki eserler de örnek olarak gösterilebilir. 5- SATİRİK ŞİİR Satirik şiir eleştirici bir anlatımı olan şiirlerdir. Bir kişi, olay veya durum iğneleyici sözlerle, alaylı ifadelerle eleştirilir. Bunlarda Didaktik şiir özellikleri de görüldüğünden, Didaktik şiirler içinde de incelenebilir. Ancak açık bir eleştiri olduğundan ayrı bir sınıfa alınması daha doğrudur. Bu tür şiirlere Divan Edebiyatında Hiciv, Halk Edebiyatında Taşlama, Yeni Edebiyatımızda ise yergi adı verilir. Edebiyatımızda Nef'i, Seyrani, Ziya Paşa, Neyzen Tevfik, Orhan Veli Kanık bu tür şiir örnekleri vermişlerdir. Aşağıda satirik şiir örneği görülüyor. Bir arzuhal yazsan makama varsan Ağlasan derdini davanı sorsan Ağır hasta olsan hekime varsan Yarana bir ilaç sürmez parasız. 6- DRAMATİK ŞİİR Dramatik Şiir, acıklı ya da korkunç bir konuyu anlatan şiir; insanın gözünün önünde tiyatro gibi konuyu canlandırabilen şiir; opera için yazılan manzum dramlardaki şiir. Batı edebiyatında Corneille, Racine, Shakespeare; Türk edebiyatında Namık Kemal,ankaralı namık Abdülhak Hamit Tarhan, Faruk Nafiz Çamlıbel dramatik şiirin en güzel örneklerini verirler. DİĞER ŞİİR TÜRLERİ MESNEVİLER Arapça’da "müzdevice" denilen mesnevi türü ilk olarak 10. yüzyılda İran edebiyatında ortaya çıkmıştır. Türk edebiyatına girişi 11. yüzyılda Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig adlı yapıtıyla başlar. Kutadgu Bilig mesnevî nazım biçimiyle kaleme alınmış hacimli bir siyasetnâme örneğidir.Mesnevi kitap olarakta yazılmıştır. Mesnevi türünün temeli Arap ve İran edebiyatlarına dayanır. Diğer pek çok edebi türde olduğu gibi mesnevide de Divan şairlerimiz başlangıçta Arap ve İran edebiyatına ait belli başlı mesnevileri tercümeyle işe başlamışlar; ardından da müstakil ve orijinal mesneviler yazmışlardır. Özellikle 17. yüzyıldan sonra artık şairlerimiz, yapılarını milli kimliğimizin oluşturduğu mesneviler yazmaya başlamışlardır. Bu konuda Muhammed Kuzubaş'ın Mahzen-i Esrar ile Nefhatü'-l Ezhar Mukayesesi adlı çalışması, mesnevilerimizin İran ve Arap kültüründen çıkarak yerli kaynaklara yöneldiğini ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir. Her beytinin kendi arasında kafiyelenmesi hem yazma kolaylığı sağlar hem de daha uzun metinlerin bu şekle uygun olarak kaleme alınmasına imkân tanır. Diğer nazım şekillerindeki kafiye bulma zorluğu şairleri uzun metinlerde bu şekli kullanmaya teşvik etmiştir. Bu nedenle uzun aşk öykülerinde, destanlarda mesnevi kullanılmıştır. Klasik düzende bir mesnevi; tevhid, münacat, na’t, miraciye, eserin sunulacağı büyüğe övgü, mesnevinin niçin yazıldığını açıklayan sebeb-i nazm ve hikâyenin anlatımı(ağaz-ı destan) bölümlerinden oluşur. Konuları: Mesnevide konu ne olursa olsun , ilk dikkati çeken özellik olayın bir masal havasında anlatılmasıdır. Akıl ve mantık ölçülerini aşan bir sürü olay birbirini izler. Olayın geçtiği yer ve zaman belirsizdir. Konuda birlik sağlanamamıştır. Hikayenin bölümleri birbirine eklenmiş ilgisiz parçalar gibi görünür. Çevre tasvirleri gerçeğe uygun değildir, hikâye kahramanları doğaüstü davranışlarda bulunur. Hikayelerde cinler, periler, devler, cadılar, ejderhalar gibi masal motifleri sık sık işlenir. Divan şiirinde, her beytinin dizeleri kendi arasında uyaklı, aruzun genellikle kısa kalıplarıyla yazılan nazım biçimine ve bu biçimde yazılmış yapıtlara mesnevi denir. Mesneviler konularına göre üçe ayrılır: Destansı nitelikteki mesneviler (Firdevsi'nin Şehname'si) ; öğretici nitelikteki mesneviler (Nabi'nin Hayriye'si) ; din ve tasavvufla ilgili mesneviler (Mevlana'nın Mesnevi'si, Fuzuli'nin Leyla ile Mecnun'u, Şeyh Galip'in Hüsn'ü Aşk'ı) . Ayrıca, padişahların savaşlarını anlatan manzum yapıtlar (gazavatnameler) , kentleri ve kentlerdeki güzelleri anlatan yapıtlar (şehrengizler) , bazı yergi türündeki yapıtlar, mesnevi nazım biçimiyle yazılmıştır. Mesnevi İran edebiyatında ortaya çıkmış (İran edebiyatında Genceli Nizami ve Cami bu türün başlıca adlarıdır) . Genceli Nizami'nin beş mesnevisinden oluşan Hamse'si, sonradan Divan edebiyatı ozanları tarafından da örnek olarak alınmıştır. Türk edebiyatında ilk mesnevi Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig adlı yapıtıdır. Her beyti kendi içinde uyaklı uzun nazım biçimidir. Bir anlamda Divan edebiyatında manzum hikâyelerin yazıldığı bir biçim olarak da tanımlayabiliriz. Mevlânâ’nın ünlü tasavvufi mesnevisi 25.700 beyitten oluşmuştur. Mevlana eserine ayrı bir isim koymamıştır; eser, nazım türü olan mesnevi adı ile bilinir. Mesneviler aşk, dini ve tasavvufi, ahlaki-öğretici, savaş ve kahramanlık, bir şehri ve şehrin güzelliklerini anlatma, mizah gibi türlü konularda yazılmıştır. Divan edebiyatında roman ve hikâye gibi türler olmadığı için mesneviler bir bakıma bu türlerin yerini tutmuşlardır. On bölümden oluşur.Aynı şair tarafından yazılmış beş mesneviye “Hamse” adı verilir. Hamse sahibi olmak bir itibar kaynağıdır. Hamse sahibi olarak tanınmış önemli divan şairleri: Ali Şir Nevâi, Taşlıcalı Yahya, Nev’i-zâde Atâi’dir. SOMUT ŞİİR Her türlü tipografik gösterenin sayfa boşluğu üzerinde hiçbir biçimsel kural olmadan düzenlenmesiyle oluşan şiir türüdür. Somut şiirde aktarılmasına niyetlenilen duygu ve düşünceler sözcüklerin seslerinden tamamen kopmuş olmasalar da algılanımları çok büyük oranda şiirin görsel niteliği üzerinden gerçekleşir... Augusto De Campos 1956'da yayınlanan Somut Şiir Manifestosu'nda somut şiirin bir özelliği olarak 'sözselsesselgörsel' (verbivocovisual) terimini ortaya atar ve şöyle der: " Grafik ve sessel, işlevler ve bağıntılar("benzerlik ve yakınlık unsurları") ve bir kompozisyon öğesi olarak uzamın özgürce kullnımı, anlamın ideogramik sentezleriyle bağlaşık gözün ve sesin eşzamanlı diyalektiğini besler, sözselsesselgörsel bir bütünlük yaratır. DENEYSEL ŞİİR Deneysel edebiyatın bir kolu olan deneysel şiir,şairin daha önceki tarzından çok farklı kelime deneyleri üzerine kurulu yaptığı şiirdir. Deneysel şiir asla anlaşılamayan,üzerinde uğraşılmayan olarak algılanmamalıdır. Zira deneysel şiirde de önemli eserler verebilmek emek isteyen bir iştir. Arif Dino'nun "Düş ve Uykusuzluk" ,Asaf Halet Çelebi "Kitaplar" ,Nazım Hikmet "Kızkapan Oğlu Vehpi(orijinal yazımı p harfi ile)ve Çocuk Muhittine Dair. METAFİZİK ŞİİR 17. yüzyıl İngiliz Edebiyatı'nın bir dönemi. Bu dönem şiirleri daha ciddidir ve derin bir yoğunluk taşır. Türk edebiyatında metafizik gerilim Turgut Uyar ve Sezai Karakoç'ta hissedilirken, Edip Cansever'de metafiziklik bir dayatma şeklini almıştır. Şiir (ar. si'r, fr. poésie, ing. poem), en eski edebiyat türüdür. Değişik sanat anlayışlarına bağlı olarak çeşitli tanımları yapılmış, şiirin tanımlanamayacağı da öne sürülmüştür... Yine de genelde, şiirin ritime ve imgeye dayanan, kendine özgü dili ve söyleyiş özelliğiyle estetik etkilenmeler yaratıcı bir söz sanatı olduğunda birleşilmektedir. Geçmişte şiirin uyak, ölçü, nazım biçimleri gibi biçimsel özelliklerden ayrı düşünülemeyişi şiirle nazmın eşanlamlı sayılmasına yol açmış, giderek şiir «mevzuu ve mukaffa (ölçülü ve uyaklı) bir söz sanatı» olarak tanımlanmıştır. Günümüzde bu anlayış aşılmıştır. Nitekim şiirin doğuşunu, sanat olarak gelişimini açıklamaya çalışan aşağıdaki özet, bir bakıma şiirin ne olduğu konusunu da aydınlatmaktadır: «İnsan, doğayı denetim altına almak için kullanmaya başladı araçlarını. Bunu başarmaya uğraşırken, doğanın, insan iradesinin dışında, kendi yasalarına göre yönetildiğini anladı... zamanla doğadaki yasaların nesnel gerekliliğini tanıyarak onları kendi amaçları uğrunda kullanma gücünü elde etti. Bu yasaların kölesi olmaktan kurtulup onlara hükmetmeyi başardı, öte yandan doğal yasaların nesnel gerekliliğini anlıyamadığı sürece, çevresindeki dünyayı kendi isteğine kalmış bir hareketle değiştirebileceğini sandı. Büyünün temeli budur. Büyüyü, gerçek tekniğin eksiklerini tamamlıyan, aldatıcı bir teknik olarak tanımlayabiliriz... Üretim çalışmaları topluca iken bir ezginin eşliği olmadan iş yapılamıyordu. Böylece konuşma, asıl üretim tekniğinin bir parçası olarak ortaya çıktı... Vahşilerin bugün bile yaptıkları yansılama (mimetic) dansları, buna örnektir... Böylece bütün dillerde iki konuşma biçimi olduğunu görürüz: Biri, insanların birbirleriyle bildirişmelerine yarayan bildiğimiz günlük konuşma; öbürü de toplu olarak törenlerde kullanılan, daha yoğun, olağan dışı, ritimli ve büyüsel olan şiirsel konuşma. Bu açıklamaya göre şiir dili, genel olarak ritim, müzik ve düş niteliğini daha çok koruduğu için konuşma dilinden daha ilkeldir... İlkel insanların konuşmaları ancak şiir için düşündüğümüz ölçüde ritimli, ezgisel ve olağan dışıdır. Günlük konuşma şiirsel olunca, sür de büyüseldir. Bildikleri şiir türküdür, türkü söyleyişleri ise her zaman gövdesel bir hareket eşli-ğindedir ve bir başka büyü görevini yerine getirir. Dış dünyayı taklit yoluyla etkileme, düşü gerçeğe uygulama amacını güder... Hemen bütün ilkel duaların; sesçil ve ritimli, eğretileme ve ses yineleme etmenleriyle zengin, garip titreşimler ve tekrarlardan yararlanan bir yapıda olduğu görülmektedir. Hepsinde gerçekleşmesini istediğin şeyin gerçekliğini öne sürerek onu gerçekleştirmiş olmak amacı vardır... Böylece şiir, büyüden çıkmış olur... Neden şairler olmayacak şeyleri özlerler? Çünkü şiirin büyüden aldığı, başlıca görevi budur da ondan. Vahşiler yansılama danslarında insanüstü bir çabayla düşlerini gerçekçiliğe dönüştürmeye çalışırlar.. Şair de dünyaya karşı öznel tutumuyla aynı davranıştadır. Ritim, perde ve temposu belli aralıklarla düzenlenmiş sesler dizisi diye tanımlanabilir. ****olojik bir başlangıcı vardır; belki de yüreğin vuruşuna bağlanabilecek bir başlangıç... İnsan, ritmi, araçların kullanılmasıyla geliştirir. Bugün de yaşayan iş türkülerinin görevi, üretim işine ritimli, coşturucu bir nitelik katarak onu hızlandırmaktır.. Kültür tarihinin her döneminde, yeryüzünün her yanında iş türkülerine raslanır. Sadece makinelerin uğultusu bazı yerlerde bu türlü türküleri bastırmıştır ... Zamanla türküler çalışma sürecinden ayrılarak boş zamanlarda, dinlenme saatlerinde uydurulmaya başlanmıştır. Çalışma sürecinden kopunca heyamolaların değişmez öğesi genişlemeye başlayarak «ballad» dörtlüğü doğar. Ballad biçiminde dörtlük bir müzik cümlesi, beyit bir müzik cümleciği, dize de bir müzik birimi olur. Çünkü başlangıçta bir dans biçimiymiş ballad.. Özetlersek; dans, müzik ve şiir dediğimiz üç sanat, bir tek sanat olarak başlamıştır... Bizim anladığımız anlamdaki şiirin gerçekleşmesi için atılan ilk adım dansın bir yana bırakılmasıydı. Böylece türkü ortaya çıktı. Türküde şiir müziğin özü, müzik de şiirin biçimidir. Daha sonra bu ikisi de birbirinden ayrıldı. Şiir türküden aldığı biçimi kendi mantığının özüne göre yalınlaştırarak korudu, ritim yapısı şiirin biçimi oldu. Şiir, ritim düzenine bağlı olmaksızın, kendi iç bütünlüğü olan bir hikâye anlatır. Böylece, daha sonraları şiirden düzyazı ile yazılmış hikâyeler ve romanlar doğmuş oldu.» Didaktik Şiir Didaktik (fr. didaktique, os. talimî), öğretici demektir. Amacı bilgi vermek olan edebiyat ürünleri bu sözcükle nitelenir. «Tâlimi Edebiyat», «Öğretici Edebiyat» da aynı anlamdadır. Başlangıçta bu bölümleme yalnız şiir için söz konusuydu. Edebiyat türü olarak yalnız şiir vardı. Dualar, dinsel amaçlı metinler kolay akılda tutulabilmesi için şiir biçiminde yazılıyordu. Türklerin gelişimi sonucu didaktik terimi tiyatro, öykü, roman için de kullanılmıştır. Dinsel şiirlerin yanısıra Aisopos'un hayvan öykülerini (fabl) de didaktik yapıtların ilk ürünleri arasında sayabiliriz. Türk edebiyatında didaktik yapıtların ilk örnekleri olarak Turfan kazılarında bulunan Uygur metinlerini gösterebiliriz. Eski şaman duaları da bu türe sokulabilir. Nitekim elimizdeki Uygur metinlerinin çoğu da dinsel nitelik taşımaktadır. Reşit Rahmeti Arat, Eski Türk Şiiri adlı yapıtında ele geçen metinleri «Mani, Burkan ve islam» çevrelerinde yazılanlar olarak üç bölümde toplamaktadır.. Şiirlerin amacı yeni kabullenilen dinlerin ilkelerini öğretmektir. Bir bölüğü ise doğrudan doğruya duadır. Daha sonra Yusuf Has Hacip Kutadgu Bilig, Edip Ahmet Atebetü'l-Hakayık'la türün en iyi örneklerini verirler. Orta Asya döneminde Ahmet Yasevi Hikmet'leri de didaktik yapıtlar arasına girer. Türk edebiyatının Anadolu'daki gelişimi başlangıçta didaktik bir nitelik taşır. Özellikle Anadolu'ya gelen derviş'ler Tasavvufla beslenen ve kimi tarikatların ilkelerini yaymayı amaçlayan bir şiirin gelişmesine yol açarlar. XIII. yüzyıl Anadolusunda yazılmış yapıtların hemen hepsi öğretici niteliktedir. Bunlar arasında en ünlü örnek olarak Mevlana'nın yapıtları gösterilebilir. Ama Farsça oluşları öğreticilikte güdülen amacın gerçekleşmesini önler. Sonradan yapıtlarının birçok çevirisinin yapılması, şerh edilmesi de bu niteliğinden ötürüdür. Eskilerin deyimiyle talimî bir nitelik taşıyan Mesnevi'si başlıbaşına ders olarak, günümüzde lisans öğretimi dediğimiz biçimde okutulmuştur... Bu dönemde Türkçe yazılmış yapıtların başlıcaları olarak da Ahmet Fakih'in Çarhnâme'si , Aşık Paşa'nın Garipnâme'si, Yunus Emre'nin kimi şiirleri, Gülsehrî'nin Mantıku't-Tayr'ı sayılabilir. Osmanlı dönemi Türk edebiyatında dinsel ve tasavvufî amaçlarla yazılmış yapıtların didaktik bir nitelik taşıdıklarını söylemek yanlış olmaz. Ahmediyye, Muhammediyye gibi yapıtlar, Kabusname benzeri ahlak kitapları, Nabi'nin Hayriyye'si öğretici bir amaca dayanırlar. Tanzimat'tan sonra ise öğreticiliğin alanı büsbütün genişler. Edebiyatın toplumu, insanları eğitmek için bir araç olduğu düşüncesi yazarları, sanatçıları bu yolda ürün vermeye iter. İlk çeviri roman olan Telemak bile öğretici niteliğinden dolayı Türk okuruna sunulur. Edebiyat-ı Cedide ise bu anlayışa tepki olarak doğar. Günümüzde edebiyat yapıtının öğretici olup olmaması sorunu tartışma konusu olmaktan çıkmıştır. Ancak çocuklar için yazılan yapıtlarda sanat kaygusunun yanısıra öğreticilik de gözetilmektedir. «Şayet» isimli didaktik bir şiir örneği: Ömrünü vakfettiğin işin mahvolduğunu Görüp de hiç yılmadan işe baştan başlarsan Yüz oyunluk kazancı bir oyunda kaybedip İstifini bozmadan metanetle başlarsan Aşka esir olmadan âşık olup da eğer Her zaman hem kuvvetli hem de müşfik olursan Sana kin güdenlere vermeden hiçbir değer Kin gütmeden kimseye sen kendini korursan Safdilleri kandırıp kurmak için bir tuzak Sarfettiğin sözlerin hainlerin ağzından Bambaşka bir şekilde tekrarını duyarak Omuz silkip geçersen üzerinde durmadan Hiçbir zaman şüpheci ve yıkıcı olmadan İnceler ve öğrenir, düşünür ve anlarsan Kontrolü hiçbir zaman elinden bırakmadan Bir mütefekkir gibi hülyalara dalarsan Bütün kabahatleri sana yükleyerekten Bir faniye kapılıp herkes telâş ederken Kendine hâkim olup soğukkanlılıkla sen İtidalini eğer muhafaza edersen Milleti unutmadan krallarla gezersen Halkla temas edersen vakarını bozmadan Kayırmadan birini dostlarını seversen İncitmezse seni ne bir dost ne bir düşman Bir felâketten sonra zaferle karşılaşıp Bu iki hilekâra fazla kıymet vermeden Bozmadan istifini hep aynı gözle bakıp Tebessümle karşılar şayet gülüp geçersen Ecelle vâki olan nihaî buluşmayı Ayıran son dakkayı koşarak bitirirsen Ab-ı hayatla dolu ömür denen kupayı Sevinçle ve kedersiz tüketip yitirirsen Talihi ve zaferi, şahları, ilâhları Sadık köleler gibi hep yanında bulursun Fakat hepsinden mühim olanı şu ki... Oğlum Sen o zaman hakikî, tam bir insan olursun... (Rudyard KIPLING) Dramatik Şiir Dramatik Şiir, acıklı ya da korkunç bir konuyu anlatan şiir; insanın gözünün önünde tiyatro gibi konuyu canlandırabilen şiir; opera için yazılan man-zum dramlardaki şiir. Batı edebiyatında Corneille, Racine, Shakespeare; bizim edebiyatta Namık Kemal, Abdülhak Hamit Tarhan, Faruk Nafiz Çamlıbel dramatik şiirin en güzel örneklerini verirler. «Eşber» den bir parça: Halketsem esirlerle leşker, Mahveylesem ordularla asker, Olsa bana hep mülûk çâker; Cinsince o iktidar münker, Fevkimde uçar tuyûr-u kemter! Âvâze-i dehr iken tanînim, Gördüm ana değmiyor enînim; Milletlere karşı âhenînim; Bir âfete karşı nazenînim. Afetse de ey ilâh göster! Bilmem bana ân mı, şân mı lâzım? Gülbün mü ya kehkeşân mı lâzım? Âguuş-u vefâ-nişân mı lâzım? Bir pençe-i hun-feşân mı lâzım? Canan mı güzel, cihan mı hoş-ter? ( Abdülhak Hâmit TARHAN) Epik Şiir Epik kelimesi Yunanca kelime, konuşma, hikâye, şarkı, kahramanlık şiiri mânasına gelen epos kelimesinden türemiştir. Batı edebiyatında başlıca örnek olarak İlyada ve Odise kabul edilir. Vergilius'in Aeneid adlı eseri Homeros'in tam bir taklididir. Batı ortaçağında Vergilius tesiri Homeros geleneğini canlı tutmuştur. Fakat ortaçağ yazarları klasik modellerin dışında epik eserler de vücuda getirmişlerdir. Beowulf, Roland'ın şarkısı. Daha sonra yazılan bu nevi eserlerde (meselâ Cameons'un Luziat, Tasso'nun Kurtarılmış Kudüs, Milton'un Kaybolmuş cennet) bu gelenek devam ettirilmiştir. Epiğin çeşitli tarifleri yapılmıştır. Bunların hepsinde ortak olan noktalar şunlardır: Epik yahut destan manzum olarak yazılan uzun bir hikâyeye dayanır. Epik şiirin başka bir özelliği günlük hayatı aşmasıdır. Alelade teferruat, hayatın parçasını teşkil ettiği derecede önem ve değer kazanır. Bununla beraber aslî kahraman düz bir ovada tek bir dağ gibi yükselmez. Kendi çapında arkadaşları, düşmanları vardır. Destan için tabiî yahut uygun olan çevre genellikle büyük hadiselerin cereyan ettiği bir yer veya devir olarak düşünülür: O çağlarda, o günlerde devler varmış. Yakın çağ bir epik için nadiren elverişli bir konu olur. Camoens'in muasırı Tasso kendi epiğini Haçlılar devrine yerleştirir. Roland destanının yazarı ise Şarlman devrini esas alır. Epik şairler hemen daima efsaneyi tarihin bir dalı olarak kabul etmişlerdir... Genellikle zaman ve mekânda uzaklık epik şiirin bariz bir alâmeti olur. Bu uzaklık epik eserin malzemesinin serbest bir şekilde işlenmesini mümkün kılar. Roland şarkısında basit bir mübareze, eserin mâna dolu merkezi haline gelir. Epikle ilgili nazariyede tabiatüstü varlıkların müdahelesine büyük yer verilir. Bunun sebebi Homeros ve Vergilius'in eserlerinde ilâhların büyük yer işgal etmesidir. Tabiatüstü varlıklar adeta destanın vazgeçilemez öğeleri telakki edildiği için Camoens bile XV. yüzyıla ait olan epik eserinde klasik ilâhlara büyük yer verir. Epik azametin zirvesine yükseldiği Kaybolmuş cennet'te Âdem ile Havva hariç bütün karakterler tabiatüstü varlıklardır. Malzemeyi işleyişte şairin hürriyeti sınırlıdır, zira dinleyicisi hikâyeyi bilmektedir ve esasa ait değişikliklere karşı koyacaktır. Epik, geleneklik hikâyeciliğin gelişmiş şeklidir; gelişmesi boyunca, kahramanlar ve işleri, insanlar arasındaki şöhretlerini yüceltme gayesiyle seçilmiştir... İcat, gerilimin kaydırılması, süsleme, teferruattaki değişmelerle sınırlandırılmıştır. Şairin gücü, yeni bir hikâye meydana getirmeğe değil, meşhur bir hikâyeden bir epik çıkarmağa hasredilmiştir... Epik şekil ayrıca son derece geleneklikdir; basmakalıp özellikleri bol bol kullanır. Epik adı bazan yukarda anlatılan şiirlere de verilmiştir. Dante'nin. îlâhî komedi'sine epik denmiştir. Bu şiirin kahramanı yoktur. Aslî karakteri birinci şahıs olarak konuşan şairin kendisidir. Ayrıca hikâyeyi teşkil eden şairin seyahati, öldükten sonra gideceğimiz dünyanın anlatılmasıdır. Seyahatin epik münasebetleri vardır. Kahramanın cehenneme inişine dair olan epik oyuna dayanır ki Dante bunu kendine aktarmış ve Araf ile cennete nakletmiştir. Böylece epik geleneğin bir episodik özelliği bütün bir şiir olmuştur. İlâhî komedi'nin ölçüsü, üslubu ve ağırlığı, yazarların onu epik diye adlandırmalarına sebep olmuştur. Bazı uzun didaktik şiirler de (Hesiod'un Works and days); hatta kahramanlık ölçülerindeki mensur eserler de epiğe uygunlukları dolayısıyla epik diye adlandırılmışlardır. Sözlü destan ile yazılı destanlar arasındaki fark belirtilmemiştir. Birinciler anonimdir ve anlaşıldığına göre sadece eğlendirme maksadı güderler, medeniyetin ilk safhalarını aksettirirler.. (İliad, Aeneid). Yapı olarak, epik, yeknesak mısralarla verilir. Deyimler, değişmeyen sıfatlar dolambaçlı söz ve tabirler tekrarlanan formüller bakımından zengindir; konuşmaya geniş yer verilir. Aksiyon kısa bir süreyi içine alır, diğer yıllar hikâye edilir (Odysseia'nın Phaeacian sarayında anlattığı gibi) veya aksiyon, birkaç mısrada tamamlanan fasılalarla birkaç sahnede yoğunlaştırılır. İlyada 49 günü içine alır, 21 i birinci kitaptadır. Beowulf'un birinci bölümü beş gündür; ikinci bölümün büyük kısmı bir günde geçer. İlyada'da teşbihler çoğunlukla mütevazi hayattan alınmışsa da aslî temler prenslerin ve arkadaşlarının savaş sahalarındaki ve saraylardaki (ki buralarda ziyafet, çalgı ve içki çoktur) maceraları, kahramanlıkları ve ıstıraplarıdır... Harp, genellikle epik hayat tarzının merkezidir. Avrupa dışı epikler de aynı özellikleri gösterir. M.Ö. III. yüzyıl sonlarına doğru Akad epiği Gılgamış ortaya çıkmıştır ki 3000 mısraı bize intikal etmiştir. Az sonra Enuma Elish (ilk kelimelerine göre adlandırılmıştır) çıkar, onun da he-men hemen bin mısraı mevcuttur. Daha önceki Sümer epik hikâyeleri de kahraman Gılgamış'ın yeraltı dünyasına seyahatini, tanrılar ve kahramanlarla savaşlarına dair hikâyeleri anlatır. Daha sonraları M.Ö. 500 de iki büyük Hint epiği gelir... Efsanevî Vyasa'ya atfedilen Hindistan'ın millî epiği Mâhâbârata çeşitli şairler tarafından yapılan ilâvelerle Odysseia'nin ve İliad'ın 8 misline yükselmiştir. Tanrılara (bilhassa Krishne) dair hikâyelerinde ve Barata kral ailesi hikâyelerinden, klasik Hint dramı konuları çıkar, hikâyeler hâlâ Hint köylerinde söylenir ve birçoğu filme alınmaktadır. Şair Valmiki'nin Ramayana'sı da aynı derecede meşhurdur. Eserde sürgündeki kral Rama doğu şeytanlarını yener. Bu hikâyelerin altında, bazı âlimler güneye doğru Aryan istilâsının ve tarımlaşmanın başlangıcına dair Hint mitinin izini bulurlar. Puranas, daha küçük Sanskrit epikleridir ki, Vishnu'nun on defa canlanışını kâinatın yaratılışı; Tanrıların soyunu ve kral ailelerinin tarihlerini anlatır. Mit, efsane ve tarihin karışması ve ufak olayları kahramanlık ölçülerine yükseltmeleriyle, Doğu epiği de şahsî romans ve kahramanları, Tanrıların savaşı, mitlerin ve dinin yaratılışı veya daha öğretici maksatlarla - Batı dünyasındakilere benzer. Türk edebiyatında Oğuz Kağan destanı'ndan başlayarak, Türk kahramanlarının veya göç maceralarının hikâyelerini anlatan destanlar vardır. İslâmi devreye girdikten sonra epik şiirin en mükemmel örneği Mevlid'dir. Geniş mânada epik şiir tarifine dayanarak hikâyeye dayalı mesnevîlerin birçoğunu epik şiir olarak nitelemek mümkündür. 1947 de modern devrin şiiri epik olmalıdır görüşünün savunucusu olan Ahmet Kutsi Tecer'in bu görüşüne Ahmet Hamdi Tanpınar katılmaz. Zira ona göre bugünün destanı romandır. Son devir şairlerinden bir kısmı da şiirlerine destan adını vererek onları kendiliklerinden epik şiire dahil ederlerse de henüz Türkiye'de bu konuyu derinlemesine inceleyen bir araştırma yapılmamıştır. Yahya Kemal'in Selimnâme'si epik şiirin bir örneği sayılabilir. Çok kısa olduğu halde, muhtevası ve tekniği itibariyle Tanpınar, Yahya Kemal'in istanbul'u fetheden yeniçeriye gazel'ini «Türk epik şiirinin incisi» olarak niteler ve epik şiiri yukarda anlatılandan daha farklı bir şekilde yorumlar. «İstanbul'u Fetheden Yeniçeri» için gazel tarzında bir epik şiir örneği: GAZEL Vur pençe-i Ali'deki şemşîr aşkına Gülbangi asmam tutan pîr aşkına Ey leşker-i müfettih-ül-ebvâb vur bugün Feth-i mübîni zâmin o tebşir aşkına Vur deyr-î küfrün üstüne rekz-i hilâl içün Gelmiş bu şehsüvâr-i cihangir aşkına Düşsün çelengi Rûm'un, eğilsin ser-i Firenk Vur Türk'ü gönderen yed-i takdir aşkına Son savletinle vur ki açılsın bu sûrlar Fecr-i hücum içindeki Tekbir aşkına... ( Yahya KEMAL ) Lirik Şiir Lirik (yun. lyrikos, f. lyrique), duyguların coşkun bir dille anlatıldığı şiirlerin genel adıdır. Bireysel duyguların içten geldiği gibi, coşkulu, etkili bir dille anlatılmasına da lirizm denir. Sıfat olarak «esin dolu, coşkun, içli bir dili bulunan» anlamlarında kullanılan lirik sözü, bu niteliği taşıyan düzyazı ürünleri de niteler. Aynı genellik lirizm için de söz konusudur. «Eski Yunan edebiyatında ozanlar şiirlerini lyra (fr. lyre: lir) denen telli bir sazla söyledikleri için, bu türlü şiirlere lirik denmiştir. Türk edebiyatında da âşık, ya da saz şairi adı verilen halk ozanları şiirlerini hâlâ sazla söylemektedirler. Lirik şiirde toplumsal mutluluk ya da felâketlerden duyulan sevinç ya da acı gibi ortak duygular; ya da aşk, ayrılık, özlem, ölüm acısı, vb. gibi bireysel duygular anlatılır. Lirik şiir dünya edebiyatında en çok işlenen ve sevilen şiir türüdür. Batı edebiyatında Rönesans devri ozanlarının (Petrarca, Ronsard, vb.); daha sonra da, ilke olarak içe dönüklüğü benimseyen romantik ozanların (Lamartine, Hugo, Musset, vb.) duygusal ve öznel bir nitelik gösteren şiirleri bu türün başarılı örnekleridir. Lirik şiir, Türk edebiyatında da en çok kullanılan şiir türlerinden biri olmuş; Divan edebiyatında (Fuzuli, Nedim, vb.), Halk tasavvuf edebiyatında (Yunus Emre, vb.), din-dışı Halk edebiyatında (Karacaoğlan, vb.) ve yeni edebiyatta (Yahya Kemal, vb.) bu alanda büyük ozanlar yetişmiştir. (Cevdet Kudret). Divan şiirimizden lirizme örnek: (FUZULÎ)GAZEL Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı Felekler yandı ahımdan muradım şem'i yanmaz mı Kamu bîmarına canan devayı dert eder ihsan Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı Şebi hicran yanar canım döker kan çeşmi giryanım Uyanır halkı efganım kara bahtım uyanmaz mı Güli ruhsanına karşu gözümden kanlu akar su Habibim faslı güldür bu akar sular bulanmaz mı Değildim ben sana mail sen ettin aklımı zail Bana ta'neyliyen gafil seni görgeç utanmaz mı Fuzulî rindi şeydadır hemişe halka rüsvadır Sorun kim bu ne sevdadır bu sevdadan usanmaz mı.. Pastoral Şiir Pastoral (fr. Pastorale); kır, çoban hayatını, çıplak tabiat güzelliklerini tanıtıp sevdirmek gayesini taşıyan edebî eserlere denir. Şiir roman, hikâye, tiyatro, mektup, makale, seyahat; fıkra; hayrat; sohbet gibi edebî türlerin hepsi pastoral bir görüşle yazılabilir. Batıda, pastoral şiirlerden doğrudan doğruya tabiat manzaralarını canlandıran idil; karşılıklı konuşma tarzında yazılan pastoral manzumelere eglog denilir. Yunan edebiyatından Theokritos (M.Ö. III. yüzyıl), Lâtin edebiyatından Vergilius (MÖ. 70 - 19) en büyük pastoral şiir örneklerini veren şairlerdir. Çeşit çeşit çiçek takmış döşüne, Çekilir göçleri peşin peşine Çıkabilsem şu yaylanın başına, Kuzulu kurbanlı şişeli dağlar. Erimiş karları, çekilmiş duman, Açılmış çiçekler, yürümüş çimen, Hayali kafamda yaşar her zaman, Başı oylum oylum meşeli dağlar. Yüce dağlar birbirine göz eder, Rüzgâr ile mektuplaşır, naz eder, Gâhi duman burur, gâhi yaz eder, Dereli, tepeli, köşeli dağlar... (Âşık VEYSEL) Şiir Üzerine ...Şiir, nesirden bambaşka bir kimliktedir. Musikiden başka türlü bir musikidir, diyeceğim. Şiirde «nefes» ve «ses» iki temel öğedir. Dizenin ayakları yerden kopmazsa ve uçmazsa, ya da ister en hafif perdeden olsun, ister israfil'in sûru (borusu) kadar gür olsun, kulağı bir ses gibi doldurmazsa halis şiir değildir... ...Şiir duygusunu dil haline getirinceye kadar yuğurmak, onu çok toplu bir madde haline sokmak, o kadar ki, dize güya duygunun ta kendisi imiş gibi okuyucuda içten bir sanı uyandırmak, işte bunu özlüyorum. Yahya Kemal BEYATLI, Yedigün, c. V, 1935, no. 122 Şiir, sözcüklerle güzel biçimler kurmak sanatıdır, başka bir şey değildir. Ama sözcük nedir? Bir anlamı, bir çağrışımı, bir gölgesi, hattâ bir rengi ve tadı olan nesnedir. Sözcük Insanoğlundan haber verir. Sözcük boş bir kalıp değil ki.. Ozanın duyguları, düşünceleri, hayalleri, dünya görüşü, felsefesi, kişiliği, her şeysi şiirde belli olur. Şu var ki, sözcükleri tanımak, sevmek, okşamasını bilmek gerek. Hangi sözcük hangi sözcükle yanyana geldiğinde nasıl bir ışık ortaya çıkar? Bunu bilmek gerek. Mallarmé'nin «Şiir, sözcükler dinidir.» demesi bundandır. Şiir, böylece hüner ve marifet işi oluyor. Öyledir de. Ata binmek, ok atmak, elbise dikmek, kundura yapmak hattâ boyamak ne ise, şiir de odur; yani ustalık ve uzmanlık işi. En zengin malzeme kötü bir ozanın elinde berbat olup gider, tıpkı çok iyi bir İngiliz kumaşının kötü bir terzi elinde çarçur olup gitmesi gibi. Sanat, terzilikte olduğu gibi, makas sorunudur. Makasdar olmak gerek. (Cahit Sıtkı TARANCI) Şiir ve İnşa Şiirin genel tarifi «vezinli söz» dür... Hattâ kafiye usulü sonraki milletler arasında sonradan meydana gelmiştir. Eski Yunanlı'lar yalnız vezne riayetle, kafiyeye lüzum görmezlerdi... Şiir her kavimde tabiîdir. Yeryüzüne ne kadar milletler ve kavimler gelmişse, hepsinin kendilerine mahsus şiirleri vardır. Osmanlı'ların şiiri acaba nedir? Necati ve Baki ve Nef'i divanlarında gördüğümüz kasideler ve gazeller ve kıtalar ve mesneviler midir? Yoksa Hoca ve Itrî gibi musikicilerin besteledikleri Nedim ve Vâsıf şarkıları mıdır? Hayır, bunların hiçbiri Osmanlı şiiri değildir. Çünki görülür ki, bu nazımlarda Osmanlı şairleri iran şairlerini ve iranlılar da Arapları taklit ile melez bir şey yapılmıştır. Ve bu taklit yalnız nazım üslûbuna değil, belki düşüncelere ve mânalarda Arap ve Acem'i elden geldiği kadar taklide çalışmayı bilimden saymışlar ve acaba bizim mensup olduğumuz milletin bir dili ve şiiri var mıdır ve bunu islâh kabil midir? Hiç burasını düşünmemişlerdir. Nesir yolunda da hal tamamıyle böyle olmuştur. Feridun'un Münşeât'ın, Veysî ve Nergisî'nin eserleri ve başka beğenilmiş nesirler ele alınsa içlerinde üçte bir Türkçe kelime bulunmaz. Ve bir iş anlatırken «bedî» ve «beyan» fenleri karıştırılarak, söz ve yazı hüneri göstermek için öyle karışık ve zincirleme isim tamlamalı cümleler yazmışlar ki, Kamus ve Ferheng beraber olmadıkça ve bir adam «maânî» fenninde ve Arap edebiyatında üstün bilgisi olduktan sonra, sanki bir ders okur gibi birçok zamanlar zihin yormadıkça çıkarmağa gücü yetmez. ...Garibi şurası ki, böyle anlaşılmayacak cümle yazabilmek iyi yazı yazmak sayılıyor. ...Gerçi şiir ve nesrin bu hale girmesi bu devrin yapması değildir. Acem'ler islâmlığı kabulden sonra şeriat bilimlerin! öğrenmek için Arap dilini öğrenmeğe düştükleri sırada kendi dillerinin şiir ve nesrinde dahi onu taklit ettikleri gibi, biz de Osmanlı devletinin kuruluşunun ilk zamanlarında iran bilginlerini getirmeğe muhtaç olduğumuzdan, onların eğitimi üzere kendi dilimizi bırakıp Acem şivesini taklit yanlışlığına düşmüşüzdür ki, Osmanlı ülkesi bilginlerinin bu hususta ettikleri ihmal ve kusur affolunmaz bir hatâdır. Çünkü insanoğlu arasında düşünce alış verişinin vasıtası dildir. Bir milletin dili yazılmış kurallar altında olmayıp da her eline kalem alan kimsenin keyfine uyar ve tabiî halinden çıkarsa, o millet arasında karşılıklı iş vasıtası bozulmuş demek olur... Bugün resmen ilân olunan fermanlar ve emir-nâmeler halk önünde okutuldukta bir şey istifade ediliyor mu? Ya bu yazılar yalnız yazıda alışkanlığı olanlara mı mahsustur, yoksa okumamış halk tabakası devletin emrini anlamak için midir? ...Vah bize! Yazık bize! bu hale göre bizim millete tabiî hal üzere ne şiir ve ne de nesir var demek olur. Hayır, bizim tabiî olan şiir ve nesrimiz taşra halkıyla istanbul ahalisinin okumamış kısmı arasında hâlâ durmaktadır. Bizim şiirimiz, hani şairlerin vezinsiz diye beğenmedikleri halk şarkıları ve taşralarda çöğür şairleri arasında deyiş ve üçleme ve kayabaşı denen nazımlardır. Ve bizim tabiî nesrimiz, Kaamûs müterciminin (Mütercim Asım Efendinin) ve sonradan Muhbir gazetesinin kullandığı yazı şivesidir... Gerçi bu nazım ve bu yazı istenen derecede sanatlı ve gösterişli görünmezse de, Osmanlı ümmeti ilerlediği sırada bunlara rağbet edilmediğinden, oldukları halde kalmışlar, büyümemişlerdir. Hele bir kere rağbet o yöne dönsün, az vakit içinde ne şairler, ne yazarlar yetişir ki akıllara hayret verir. ZİYA PAŞA Klasik ve Modern Şiir Örnekleri Aysel Git Başımdan Aysel git başımdan ben sana göre değilim Ölümüm birden olacak seziyorum Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim Aysel git başımdan istemiyorum Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün Dağıtır gecelerim sarışınlığını Uykularımı uyusan nasıl korkarsın Hiçbir dakikamı yaşayamazsın Aysel git başımdan ben sana göre değilim Benim için kirletme aydınlığını Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim Islığımı denesen hemen düşürürsün Gözlerim hızlandırır tenhalığını Yanlış şehirlere götürür trenlerim Ya ölmek ustalığını kazanırsın Ya korku biriktirmek yetisini Acılarım iyice bol gelir sana Sevincim bir türlü tutmaz sevincini Aysel git başımdan ben sana göre değilim Ümitsizliğimi olsun anlasana Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim Sevindiğim anda sen üzülürsün Sonbahar uğultusu duymamışsın ki İçinden bir gemi kalkıp gitmemiş Uzak yalnızlık limanlarına Aykırı bir yolcuyum dünya geniş Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş Sakın başka bir şey getirme aklına Aysel git başımdan ben sana göre değilim Ölümüm birden olacak seziyorum Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim Aysel git başımdan seni seviyorum... ( Attila İlhan ) Tahirle Zühre Meselesi Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte yani yürekte. Meselâ bir barikatta dövüşerek meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken meselâ denerken damarlarında bir serumu ölmek ayıp olur mu? Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir ayrılmak istemezsin dünyadan ama o senden ayrılacak yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı? Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden? Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil... ( Nazım Hikmet Ran ) Kaynak: Türk Dili ve Edebiyatı DÜNYANIN İLK AŞK ŞİİRİ Dünyanın (bilinen) ilk aşk şiiri, İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenen,1889′da Bağdat’ın 150 km uzağındaki Sümer kenti Nippur’da bulunmuş 4 bin yıllık bir tablet üzerindeki şiirdir. ABD’li Sümerolog Samuel Noah Kramer’in çevirdiği tableti, Türkiyenin ilk Sümeroloğu Muazzez İlmiye Çığ Türkçeye çevirmiştir. Sümer inancına göre, toprağın bereketini ve verimli olmasını sağlamak amacıyla, Kral’ın yılda bir kez Bereket ve Aşk Tanrıçası Ellil yerine bir rahibe ile evlenmesi kutsal bir görevdi. Bu şiir büyük bir olasılıkla Kral Şusin için seçilmiş bir gelin tarafından yeni yıl bayramını kutlama töreninde söylenmek üzere kaleme alınmıştı ve ziyafetlerde, şölenlerde müzik, şarkı ve dans eşliğinde söyleniyordu... Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Dünyanın (bilinen) ilk [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] şiiri İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenen 1889′da Bağdat’ın 150 km uzağındaki Sümer kenti Nippur’da bulunmuş 4 bin yıllık bir tablet (Resim) Damadım kalbimin sevgilisi. Güzelliğin büyüktür baldan tatlı. Aslan, kalbimin kıymetlisi Güzelliğin büyüktür baldan tatlı. Benim değerli okşayışlarım baldan tatlıdır. Yatak odasında bal doludur. Güzelliğinle zevklenelim. Aslan seni okşayayım. Benim değerli okşayışlarım baldan tatlıdır. Damadım benden zevk aldın. Annem söyle sana güzel şeyler verecektir. Babam, sana hediyeler verecektir. Sen beni sevdiğin için. Lütfet bana okşayışlarını. Benim Tanrım, benim koruyucum. Tanrı Ellil’in kalbini memnun eden Şusin’im. Lütfet bana okşayışlarını… Kaynak: (aLıntıLar) Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Konu Ruhadam tarafından (15 Ocak 2011 Saat 13:36 ) değiştirilmiştir. | |
|
24 Eylül 2010, 00:55 | #2 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Şiir Nedir? Şiirin Tanımı + Unsurları \ Dünyada İlk Şiiri Kim Yazmıştır?. Genelde Lirik Şiirler Okunup Tercih Ediliyor , Benim İçin Sözleri Ve Okuyan Kişinin Şiirsel Duyguya Sahip , Yetenekli Olmasıdır. |
|
13 Aralık 2010, 10:59 | #3 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Şiir Nedir? Şiirin Tanımı + Unsurları \ Dünyada İlk Şiiri Kim Yazmıştır?. vaa ;q okumadım ama tşk Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. |
|
13 Aralık 2010, 19:20 | #4 | ||||
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Şiir Nedir? Şiirin Tanımı + Unsurları \ Dünyada İlk Şiiri Kim Yazmıştır?.
Sırf Mesaj Sayım Artsın Vop Aop Halfop Olim Diye. Durmadan Post Kasmak İçin Post atmakdan Vaz Geç Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Teşekkür butonu var edersin Teşekkürünü Ki Bu Teşşeküür Butonuda Bu Yüzden Yapılmışdır Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. | ||||
|
17 Aralık 2011, 12:06 | #5 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Şiir Nedir? Şiirin Tanımı Unsurları \ Dünyada İlk Şiiri Kim Yazmıştır? Bir Cumartesi Şiiri Şiir, hayal ile gerçeğin kapı aralığıdır. Öyle anlar olur ki insan, içeride mi dışarıda mı olduğunu bilemez. Hayalin fırtınaları şuh bir uğuldamayla bir Orta Asya bozkırına çağırırken gerçeğin yumuşak sesi, yanan soba başında kıvrılıverip tembel uykuya davet eder. Soba başı tembelliği kolaydır; bu nedenle çıldırmış bir fırtınanın çağrısına uyan gönül sarhoşu şair, fazlaca bulunmaz. Şiir, güneşin batmakta olduğu bir saatte çöle doğru yola çıkmaktır. Bu nedenle şiir, cesarettir. Şair, önce kitabın sonunu okuyup beğenirse okumak üzere hikayenin başına dönen korkaklara benzemez. Şair, “her ne çıkarsa çölde karşıma o, benden korksun” diyendir. Bu nedenle şiir, ruhundaki bilinmeyeni keşfetmenin dayanılmaz albenisiyle çöl karanlığının üzerine bir gidiştir. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]Şiir, bir Cumartesi sevdasıdır. Önümden hızla geçip sinemaya yetişen bir genç kızın bahar çiçeklerinden oluşmuş parfümünün cezbedişidir. Şiir, vitrinlerin önünden başıboş yürüdüğüm bir günde arkamdan gelen ayak seslerinin yarattığı heyecandır. Köşeyi koşuşturucasına dönerken bir tanıdıkla veya bir daha hiç karşılaşmayacağım bir başkası ile çarpışmaktır şiir. Şiir, sokaklardan bir sokakta bir zaman boşluğunda karşıma çıkıveren bir itiraftır. Bir tekir kediden o güne kadar kendisini fark etmediğim için özür dileyişimdir. Bir kaldırım taşına, bir ağaç dalına selam verişimdir. Şiir, bence bir sokak yürüyüşüdür. Nedense o yürüyüşlerden rasgele birinde sözcükler doğru sıralarına yerleşiverirler. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]Şiir, bir gece ansızın derin uykudan uyanıp gördüğün çevreyi tanıyamamaktır. Yardım için seslenmeyi akla getirip sözcükleri dudaklardan odayı dolduran havaya iletmemektir. Şiir, iletişimdir. Şiir, iletişim becerilerini yitirmiş bir dünyada şairin ilişki kurmak için son çaresidir. Bu nedenle şiirden vazgeçmek, insanlıktan istifa etmek gibidir. Şiir, saksıdaki çiçeklerle konuşmak, akvaryumdaki balıklarla birlikte şarkı söylemektir. Bu nedenle şiir, aşkı yüksek sesle itiraf edip ama kimsenin duymamasını sağlamaktır. Şiir, siyah ve beyazdır. Şiir, evet ile hayırdır. Hani kimilerde şiir, siyahtan beyaza doğru gidişin ayak sesleridir. Şiir, günlük gerginlikler ile anlık yaşam sevinçleri arasında umut kuşunun kanat çırpışlarıdır. Kanat seslerini duyanlarla kulakları bu müziğe kapalı olanların farkıdır. Şiir, canlıyla cansız arasında ayırım yapmadan güzelliği görebilmektir. Gökten yere doğru süzülen bir kent güvercininin kendisini, konduğu bir evin çatısıyla birlikte içine sindirebilmektir. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]Şiir, sivil itaatsizliktir. Başkaldırmadır. Şiir, aklı kalbe, kalbi geleceğe tutsak etmedir. Şiir, tutsaklıklara direnme ölümsüzlük otu ararcasına saçlarının arasında dolaşacak bir rüzgarı arama sevdasıdır. Doğru ya; şiir, sevdadır. Aşktır. Kimileri şiir için aşkın ifadesi der. Halbuki şiir, aşkın kendisidir. Hele bir deneyin şiirle aşkı birbirinden koparmayı; o an ikisini de yitirdiğinizi göreceksiniz. Can ile beden birbirinden ayrılır mı! Ayrıldığında geriye ne kalır ki!.. Şiir, can ve bedendir. Şiir, can ile bedenin içiçe, karmakarışık, birlikte aşkla yoğrulmuş halidir. Şiir, aşktır. Şiir, aşktır. Şiir, aşktır. Şiir, aşktır. (alıntı-duygu güncesi -gürcan banger) |
|
21 Aralık 2011, 14:57 | #6 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | şiir bilgisi Şiir:1 Duygu, hayal ve düşüncelerin bir düzene bağlı olarak, çekici bir dil ve ahenkli mısralar içinde aktarılmasıdır. Şiir:2 Duygu, düşünce ve hayallerimizin uyumlu, ölçülü, ve sanatlı bir şekilde anlatılmasına şiir denir. Şair: Şiir yazan kişiye şair denir. Dize (Mısra): Şiirde her bir satıra dize (mısra) denir. Dörtlük (Kıta): Dört dizelik kümelere kıta (dörtlük) denir. İki dizeden oluşan kümelere de beyit denir. Nakarat: Bir şiirde her kıtadan sonra tekrarlanan dize ya da bölümlere nakarat denir? Şiir Bilgisi Şiir Şair Dize Dörtlük Marş Nakarat Ölçü Hece ölçüsü Aruz ölçüsü Serbest şiir Redif Kafiye Kafiye türleri Yarım kafiye Tam kafiye Zengin kafiye Cinaslı kafiye Kafiye şeması Düz kafiye Çapraz kafiye Sarma kafiye Şiir türleri Lirik şiir Epik şiir Didaktik şiir Pastoral Satirik şiir Söz sanatları Kişileştirme Benzetme Abartma ÖLÇÜ (VEZİN): Şiirde dizelerin hece sayısına veya hecelerin ses değerine göre bir uyum içinde olmasıdır. Hece Ölçüsü: Şiirde dizeleri oluşturan sözcüklerin hece sayılarının eşitliğine dayanan ölçüdür. Hece ölçüsüyle yazılmış dizeler okunurken belli yerlerde durulur.Durulan bu yerlere "durak" denir. Durak sözcüğün sonunda yer alır. Örnek: Bir düşünsen, yarıyı geçti ömrüm 11’li hece ölçüsü Gençlik böyledir işte, gelir gider; 11 Ve kırılır sonra kolun kanadın; 11 Koşarsın pencereden pencereye 11 Örnek: Giderim-/yolum yaya 3+4=7’li hece ölçüsü Cemâlin-/benzer aya Eridim-/hayal oldum Günleri-/saya saya Aruz Ölçüsü: Dizelerdeki hecelerin uzunluk ve kısalığına göre, açık ya da kapalı oluşuna göre düzenlenmesidir.Kısa heceler nokta(.) uzun heceler çizgi (-) ile gösterilir. İmale: Aruz kalıbına uydurmak için kısa hecenin uzun sayılmasıdır. Zihaf: Uzun heceleri kısa okumaktır. Serbest Ölçü: Bu ölçüde hecelerin sayısı ya da uzunluğu kısalığı dikkate alınmaz. Örnek: Tabutunuz Pırıl pırıl çivileri ve talaş kokuyor Demek taze ölülerdensiniz hemşehrim Kan akıtılmadan Kesildi damarlarınızın sıcaklığı Söyleyin kim yokladı Bir ateş salmaya içinizi Şimdi doya doya seyredin gövdenizi Kalabalıklardan eli mızraklılardan Otomobillerden nüfus patlamasından Ve o koca denizlerin kirlenip ağrımasından REDİF Mısra sonlarında yazılışları, okunuşları, anlamları ve görevleri aynı olan eklerin, kelime ve kelime gruplarının tekrar edilmesine "redif" denir. Örnek-1 Bizim elde bahar olur, yaz olur. Göller dolu ördek olur, kaz olur. Sevgi arasında yüz bin naz olur. Suçumu bağışla, ben sana kurban. (Ercişli Emrah) Örnek-2 Bu ıslıkla uzayan, dönen, kıvrılan yollar, Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu. Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu. (F. Nafiz Çamlıbel) KAFİYE (UYAK) Mısra sonlarındaki yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve görevleri farklı kelimelerin, eklerin benzerliğine kafiye denir. Örnek: Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü, Nücuma sor ki, bu kirpikler uyku görmüş mü? (M. Akif ERSOY) KAFİYE ÇEŞİTLERİ 1)Yarım Kafiye: Tek ses benzerliğine dayanan kafiyedir. Örnek-1 Ben çektiğim kimler çeker Gözlerim kanlı yaş döker Bulanık bulanık akar Dağlarım seliyim şimdi (Kul Mustafa) Örnek-2 İstedim kendimi bu göle at** Elimi uzatıp yavruyu tut** Örnek-3 Üstümüzden gelen boran kış gibi Şahin pençesinde yavru kuş gibi Seher sabahında rüya düş gibi Çağıta bağırta aldı dert beni 2)Tam Kafiye: İki ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür. Örnek-1 Yollarda kalan gözlerimin nurunu yordum, Kimdir o, nasıldır diye rüzgarlara sordum, Hulyamı tutan bir büyü var onda diyordum (Y. Kemal Beyatlı) Örnek-2 Sen miydin o afet ki dedim, bezm-i ezelde Bir kanlı gül ağzında ve mey kasesi elde, Bir sofrada içtik, ikimiz aynı emelde, Karşımda uyanmış gibi bir baktı sarardı. (Y. Kemal Beyatlı) Örnek-3 On atlıya karar verdim yaşını Yenice sevdaya salmış başını El yanında yakar gider kaşını Tenhalarda gülüşünü sevdiğim. 3)Zengin Kafiye: Üç ya da daha çok ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür. Örnek-1 Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk, Soğuk bir mart sabahı.. Buz tutuyor her soluk (F. Nafiz Çamlıbel) Örnek-2 Baygın bir ihtizaz ile bi-huş akar dere, Sahillerinde çocuklar uzanmış çemenlere… (Orhan Seyfi Orhon) Örnek-3 Miskin Yunus biçareyim Baştan ayağa yareyim Dost ilinden avareyim Gel gör beni aşk neyledi 4)Cinaslı Kafiye: Anlamları ayrı, fakat yazılış ve okunuşları aynı olan kelime ve kelime gruplarının mısra sonunda tekrarı ile oluşan kafiyedir. Örnek-1 Niçin kondun a bülbül Kapımdaki asmaya Ben yarimden vazgeçmem Götürseler asmaya Örnek-2 Bilmem ki yaz mı gelmiş Niçin açmış gül erken Aklımı kayıp ettim Nazlı yarim gülerken KAFİYE ŞEMASI Mısraların son seslerine bakılarak bir dörtlüğün kafiye düzeni çıkarılır. Kafiye düzenlerinin, mısralarının son seslerindeki düzene göre çeşitleri vardır. 1.Düz Kafiye Şeması: a---------- a---------- a---------- b---------- b--------- b--------- b--------- c--------- c--------- c--------- a--------- a--------- b--------- b--------- olmalı. İftardan önce gittim Atik-Valde semtine-------a Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,----a Sessizdiler, Fakat Ramazan maneviyyeti-------b Bir tatlı intizara çevirmiş sükuneti-------------b 2.Çapraz Kafiye Şeması: a------- b------- a------- b------- c------- d------- c------- d------- olmalı. Hayran olarak bakarsınız da----------a Hülyanızı fetheder bu hali-------------b Beş yüz sene sonra karşınızda--------a İstanbul fethinin hayali--------------- b 3.Sarma Kafiye Şeması: a--------- b--------- b--------- a--------- c--------- d--------- c--------- d-------- olmalı. İhtiyar, elini bağrına soktu,------a Dedi ki: “İstanbul muhasarası---b Başlarken aldığım gaza yarası---b İçinden çektiğim bu oktu.-------a 4- Mani Tipi Kafiye Şeması a------- a------- b------- a------- Tren gelir öterek----------a Kömürünü dökerek-------a Ben anamdan ayrıldım-----b Gözüm yaşım dökerek-----a ŞİİR TÜRLERİ Lirik Şiir Aşk, ayrılık, hasret, özlem konularını işleyen duygusal şiirlerdir. Okurun duygularına, kalbine seslenir. Eskiden Yunanlılarda “lir” denen sazlarla söylendiğinden bu adı almıştır. Örnek-1 Ne zaman seni düşünsem Bir ceylan su içmeye iner Çayırları büyürken görürüm Her akşam seninle Yeşil bir zeytin tanesi Bir parça mavi deniz Alır beni Seni düşündükçe Gül dikiyorum elimin değdiği yere Atlara su veriyorum Daha bir seviyorum dağları ( İlhan BERK) Örnek-2 Kara dutum, çatal karam ,çingenem Nar tanem , nur tanem , bir tanem, Ağaç isem dalımsın salkım saçak Petek isem balımsın oğulum Günahımsın vebalimsin . Dili mercan , dizi mercan, dişi mercan Yoluna bir can koyduğum, Gökte ararken yerde bulduğum Karadutum ,çatal karam çingenem Daha nem olacaktın bir tanem? (B.RAHMİ EYÜBOĞLU) Epik Şiir Destansı özellikler gösteren şiirlerdir. Kahramanlık, savaş, yiğitlik konuları işlenir. Okuyanda coşku, yiğitlik duygusu, savaşma arzusu uyandırır. Daha çok, uzun olarak söylenir. Tarihimizde birçok şanlı zaferler yaşadığımızdan, epik şiir yönüyle bir hayli zengin bir edebiyatımız vardır. Örnek-1 Durduk , süngü takmış kafir ayakta Bizde süngü yok Bir hayret kızıllığı akardı üstümüzden Dehşetten daha çok Durduk , süngüsü düşmanın pırıl pırıl , Önümüze çıktı bir gündüz,bir gece Korku değil haşa Bir büyük düşünce . ( F.Hüsnü DAĞLARCA) Örnek-2 Kalktı göç eyledi Avşar elleri, Ağır ağır giden eller bizimdir. Arap atlar yakın eder ırağı, Yüce dağdan aşan yollar bizimdir. Belimizde kılıcımız Kirmani, Taşı deler mızrağımın temreni. Hakkımızda devlet etmiş fermanı, Ferman padişahın,dağlar bizimdir. Dadaloğlu'm birgün kavga kurulur, Öter tüfek davlumbazlar vurulur. Nice koçyiğitler yere serilir, Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir. (DADALOĞLU) Didaktik Şiir Belli bir düşünceyi aşılamak ya da belli bir konuda öğüt, bilgi vermek, ahlaki bir ders çıkarmak amacıyla öğretici nitelikte yazılan, duygu yönü zayıf şiir türüdür. Manzum hikâyeler ve fabllar da bu gruba girer. Örnek-1 KARGA İLE TİLKİ Bir dala konmuştu karga cenapları; Ağzında bir parça peynir vardı. Sayın tilki kokuyu almış olmalı; Ona nağme yapmaya başladı: "Ooooo! Karga cenapları, merhaba! "Ne kadar güzelsiniz; ne kadar şirinsiniz "Gözüm kör olsun yalanım varsa "Tüyleriniz gibiyse sesiniz "Sultanı sayılırsınız bütün bu ormanın." Keyfinden aklı başından gitti bay karganın; Göstermek için güzel sesini Açınca ağzını düşürdü nevâlesini. Tilki kapıp onu dedi ki: "Efendiciğim, Size küçük bir ders vereceğim; Alıklar olmasa iş kalmaz açık gözlere; Böyle bir ders de değer sanırım bir peynire" Karga şaşkın, mahcup biraz da geç ama, Yemin etti gayrı faka basmayacağına. (Çev: Orhan Veli) Örnek-2 Şunlar ki çoktur malları Gör nice oldu halleri Sonucu bir gömlek imiş Anında yoktur yenleri ( Yunus EMRE ) Pastoral Şiir Doğa şiirlerini, çobanların doğadaki yaşayışlarını anlatan şiirlerdir. Doğaya karşı bir sevgi, bir imrenme söz konusudur. Örnek-1 Avludan geçtiğini gördü gelinin Suya gidiyordu öğle güneşinde Ardında bebesi yalınayak Geride Karabaş Tozlu yoldan Söğütlerin oradaki çeşmeye Yalağında bulutlar yıkanan çeşmeye (Oktay RIFAT) Örnek-2 Gümüş bir dumanla kapandı her yer Yer ve gök bu akşam yayla dumanı Sürüler , çeşmeler , sarı çiçekler Beyaz kar, yeşil çam, yayla dumanı ( Ömer Bedrettin UŞAKLI) Satirik Şiir Eleştirici bir anlatımı olan şiirlerdir. Bir kişi, olay, durum, iğneleyici sözlerle, alaylı ifadelerle eleştirilir. Bu tür şiirlere Divan edebiyatında hiciv, Halk edebiyatında taşlama, yeni edebiyatımızda ise yergi verilir. Örnek- 1 Elin kapısında karavaş olan Burnu sümüklü, gözü yaş olan Bayramdan bayrama traş olan Berbere gelir de dükkan beğenmez. Örnek-2 Benim bu gidişe aklım ermiyor Fukara halini kimse sormuyor Padişah sikkesi selam vermiyor Kefensiz kalacak ölümüz bizim SÖZ SANATLARI Teşbih (Benzetme) : Anlatımı güçlendirmek amacıyla,aralarında ortak nitelik bulunan iki varlık ya da kavramdan, ortak nitelik yönünden güçlü olandan zayıf olana benzetilmesidir. Benzetmenin dört öğesi vardır : 1. Benzeyen ( B ) : Özellikçe zayıf olan 2. Kendisine Benzetilen ( KB ) : Özellikçe güçlü olan 3. Benzetme Yönü ( BY ) : Aktarılan özellik 4. Benzetme Edatı ( BE ) : gibi,kadar,sanki... Bunlardan ilk ikisi benzetmenin asıl öğeleridir. Benzetme yönü ve benzetme edatı yardımcı öğelerdir.Yardımcı öğeler kullanılmadan da benzetme gerçekleştirilebilir. Örnekler Cennet /gibi / güzel / vatan = KB /BE /BY /B Bir benzetmede bu dört öğe her zaman bir arada bulunmayabilir. Cennet vatan = KB B Teyzem melek gibi iyiydi. Babam aslan kadar güçlüydü. Yılan gibi kıvrılan yollar. Teşhis (Kişileştirme) İnsana ait özelliklerin insan dışı varlıklara mal edilmesiyle gerçekleştirilen edebi sanattır. Örnekler Besbelli her saat artar kederi Belki de yüreği yara dağların. İnsana ait 'yüreği yaralı' ve 'kederli' olmak dağlara verilmiştir. *Bir yağmur başlar ya inceden ince Bak o zaman topraktaki sevince. 'sevinmek' özelliği toprağa verilmiştir. *Renkler başkalaştı gün ortasında Koyu bir karanlık öptü denizi. 'öpmek' özelliği karanlığa mal edilmiştir. * "Bir bulut gezer yayla yayla Anadolu'yu Bir baştan başa selâm götürür. 'selâm götürmek' özelliği buluta verilmiştir. * Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik İşte yakalandık,kelepçelendik. Şair,kendisine dik dik baktıklarını söyleyerek 'aynaları' kişileştirmiştir. Mübalağa (Abartma) : Bir özelliğin ya da durumun olduğundan daha çok gösterilmesidir. Abartmanın oluşması için, söz konusu özelliğin, mantığın sınırlarını zorlayacak biçimde büyütülmesi gerekir. Böylece mecaz da oluşur. Örnekler * Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer" Bu dizelerde "atalarının gökten inerek, şehit olan askerlerin alnını öpmesi " istenmektedir. Şair bunun gerçekleşmesinin olanaksız ol duğunu bildiği halde sözün etkisini artırmak için abartmaya gitmiştir. * Bir gün doludizgin boşanan atlarımızla Yerden yedi kat Arş'a kanatlandık o hızla Akıncıların atları öyle hızlı koşmaktadır ki hızlarını alamazlar ve binicileriyle yerden yedi kat Arş'a yükselirler.Burada olmayacak bir durumun anlatımı vardır. |
|
Etiketler |
ilk, kim, nedir, unsurları, yazmıştır, Şiir |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Klasik Mantıkta Özne Tanımı Nedir? Ne Değildir? Genel Özellikleri Nedir? | Kalemzede | Felsefe | 0 | 13 Kasım 2020 18:13 |
Klasik Mantıkta Nesne Tanımı Nedir? Ne Değildir? Genel Özellikleri Nedir? | Kalemzede | Felsefe | 0 | 13 Kasım 2020 18:13 |
Dünyada uğruna şiir yazılabilecek tek asker; Mehmetçik! | CanDostu | Serbest Kürsü | 1 | 23 Kasım 2018 16:54 |
Size Göre Gerçekten Aşk Nedir ? Tanımı Nedir ? Açıklamalı Lütfen .. | PauL | IF Anket Arşivi | 18 | 06 Ağustos 2016 15:12 |
Şiirin ve sözün Osmanlı’daki yeri nedir? | Kalemzede | Tarih | 0 | 28 Ağustos 2011 11:38 |