25 Nisan 2018, 11:13 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Bitlis Yöresel Örf Ve Adetleri Doğum Bitlis'te hamile kadına "ayli kadın" denilir. Hamileliğin ilk dönemleri aile: fertlerinden gizlenir. Ancak fiziki değişiklikle hamilelikten hane halkının haberinin 1 olmasından sonra gelin annesine, oğlan anne: ve babasına ilk müjdeyi verenler para ve hediyelerle ödüllendirilirler. . Hamilelik döneminde iki canlı diyerek, hamile kadın ağır işlerden uzak tutularak korunur. Doğacak çocuğun cinsiyeti hakkında ise hamile kadının fiziki değişikliklerine bakılarak fikir yürütülür. Yürüme, oturma ve kalkmada zorlanan, hareketleri ağırlaşan anne adayının karnı dik ve sivri olursa erkek, aşağı sarkık olursa kız çocuğu olacağı yorumu yapılır. Hamilelikte aşermeye Bitlis'te "yiriklemek" adı verilir. Bu dönemde gönlün çektiğinin yenilmemesi durumunda çocuğun sakat kalacağı veya düşük olacağı inancı yaygındır. Doğum kırsal kesimde yerli ebelerin yardımı 1ile yapılırken şehir merkezinde sağlık ocakları ve hastanede doktor kontrolünde yapılmaktadır. Doğum esnasında kız annesi orada bulunmaz. Doğumdan sonra kız annesine haber(müjde) verilir. Ve kızını görmeye gelir. Doğumun ikinci günü kız annesi tatlı gönderir. Çocuk: kız ise "murtoğe" erkek ise "şirin keynanah" yapılarak dağıtılır gelenler yer. Murtoğe unun yağda kavrulması ile hazırlanır. Şirin keynenah ise yağda pişirilmiş yumurta ve bal karışımı ile yapılır. Yeni anneyi ve bebeği görmeye gelenler: (hastaya başvurma) süt parası adı altında parayı yastığın altına korlar. Yeni doğum yapmış lohusa kadına "zestan" denilir. . Ve bir hafta yatakta dinlenir. Zestanlık süresi kırk gün olarak ~ bilinir ve bu dönemde yeni annenin Yemeklerine dikkat edilir. Doğumdan sonra çocuk yıkanır ve tuzlanır, ilk ezan vaktine kadar emzirilmez. Kulağına bir erkek tarafından dinine bağlı olsun, ilk duyduğu Allah kelamı olsun diye ezan okunur selavat getirilir ve bir göbek adı söylenir.Bu isim genelde dini şahsiyetlerin adları olur. Çocuğu yıkama 40 gün süresince çarşamba günleri dışında her gün yapılır. Yıkamanın çocuğun gelişimine ve sağlıklı olmasına yarayacağı inancı vardır. Çocuk ve lohusa (zestan) anne 40 gün kırk bas masından korunulur. Bu koruma usulleri saymakla bitmez. Kırktan anne kırk suyu dökerek (kırkıncı gün yıkanma) çıkar. Kırk Süresi içinde çocuk evden dışarı çıkarılmaz, çıkarılması gerekiyorsa kundağına ekmek bırakılır. Çocuk oda içerisinde yalnız bırakılmaz kırk basacağına cin çarpacağına inanılır. Aynı günlerde oğlan çocukların anne babaları 40 gün süresince birbirlerine gidemez ve konuşamazlar. Aksi ha linde 40 basacağına inanılır. Gece dünyaya gelen çocuğun ayağı ağır, gündüz dünyaya gelen çocuğun ayağı hafif sayılır. Bu sebeple bir işe başlarken işin çabuk bitmesi için o işin üzerine ayağı hafif çocuğun gelmesi istenir.. Çocuğun kundağı veya yastığına nazar değmemesi için mavi boncuk, nazarlık, çörek otu ve tuz konulan bez ve maşallah dikilir. Sünnet Hayatın dönüm noktalarından biri de sünnet olayıdır. Sünnetin genelde yürümeye başladıktan sonra yapılması uygun görülür. Sünnet önceleri yaz aylarında Siirt ilinden Bitlis'e gelen gezgin sünnetçiler tarafından yapılırken günümüzde hastanelerde doktorlarca yapılan sünnetler artmıştır. Sünnet günü belirlenince çocuklar için fistan dikilir, lokum alınır ve kitve belirlenir. Komşu ve akrabalara haber verilir. Sünnet günü yere bir yastık atılır. Kirve çocuğun bacak altlarından kollarını geçirmek süreti ile çocuğun bileklerinden tutar ve yanlara doğru açar. Salavat getirilerek sünnet yapılır. Sünnet esnasında çocuğun ağlamaması için ağzına lokum konularak ağzı tatlandırılmaya çalışılır ki bu usulde çocuk boğulma tehlikesi geçirir. Bu nedenle sünnet anında lokum yedirme kısmen kalkmıştır. Sünnet bittikten sonra çocuk yatağına alınır, yere serilen sünnetçinin mendili üzerine hane halkı ve misafirler bahşiş atarlar. Daha sonra yemekler yenilir. Çalgı, (davul, zurna, def veya saz) eşliğinde türküler söylenip oyunlar oynanır. Sünnet düğününe katılanlar hediyelerle gelirler. Sünnetçi sünnetten sonra iki üç kez pansuman amacı ile eve gelerek pansuman yapar. Sünnette kirvelik önemli bir konu olup kirve olan kişi çocuğun masraflarını karşılar. Aile ile kirve arasında sıkı dostluk bağları kurulur. Evlenme Evlenme olayı şehirde ayrı, köylerde ayrı şekilde yapılmaktadır. Köylerde çocuk denilecek yaşta evlenme olayı olur. Fakat şehir hayatında ise genellikle askerlikten sonra yapılır. Kız isteme, son zamanlara kadar görücü usuldeydi. Bu halen köylerde devam etmektedir. Görücü usulde evlenmede, kız genellikle hamamda beğenilir. Erkeğin annesi ve kız kardeşi tarafından beğenilen kız, erkeğin babasına ve evlenecek kişiye bildirilir. Kız istenmeye gitmeden evvel kız tarafına; “hayırlı bir iş için gelinmek istenildiğini, müsaade edilip edilmeyeceği” sorulur. Kız tarafı müsaade ettikten sonra oğlanın babası, akrabaları ve komşulardan sözü dinlenir, sayılır kişiler götürülür. “Allah’ın emri, Peygamberin kavliyle” diyerek kız istenir. Kız tarafı genellikle cevap vermek için birkaç gün süre ister. Kız tarafı müsaade ettikten sonra el öpmeye gidilir. Genellikle kız istemeye giden aynı kişiler tekrar giderler. Bu defa kız isteme tamamlanmış olur. Damat adayının genç kardeşi, o yoksa en yakını bir genç tarafından başta kızın babası olmak üzere orada bulunulan kişilerin elleri öpülür. Buna el öpme adeti denir. Hemen arkasından dini törene geçilir. Zaten kız evine gelinirken, erkek tarafı yanlarında bir imam getirir. Dini törenden sonra kız evine getirilen ziynet eşyası, bir torba şeker (tatlıya bağlandığı için tatlı hediyedir) ve daha önce belirlenmiş olan başlık parası verilir. (Başlık parası köylerde ticari bir olay, şehirde ise bir adet olarak yapılır. Şehirdeki başlık parası cüzi bir miktar olup, süt parası veya İslamiyet’te belirtilen Nehr parası olarak alınır. Kız tarafı aldığı bu başlık parasının çok üstünde masraflar yapar.) Getirilen şekerden şerbet yapılıp içilir. Kadınlar arasında şeker kırma merasimi yapılır. El öpme ve şerbetten sonra her iki tarafın ortak olarak belirlediği zamanda düğün yapılır. Düğünler genellikle Pazar ve kısmen de Perşembe günleri yapılır. Düğünden üç gün evvel erkek tarafından kız evine “toyluk” adı verilen düğün eşyaları ve hediyeler gönderilir. Kız evinde, hazır bulunanlar önünde bu eşyalar açılır, sayım ve dökümü yapılır. Gelin adayına düğünden bir gün önce damat evinden elbise ve ayakkabılar gönderilir. Gönderilen bu elbise ve ayakkabılar geline giydirilerek, kız evinin davetlileri tarafından gelin hamama götürülür. Düğünden bir gün önce (düğün gecesi), kına gecesi düzenlenir. Erkek tarafı hediyeli olarak davetlilerle beraber kız evine giderler. Kına gecesi genellikle kadınlar arasında yapılır. Gecenin geç saatlerine kadar devam eden oyun ve eğlencelerden sonra, etrafına yanan mumlar (bu mumlar ince, helezonlu ve renkli olup “fint” olarak isimlendirilir) dikili bir tas içinde hazırlanmış kına getirilir. Erkek evinde damadın serçe parmağına, kız evinde ise gelin adayının ellerine yakılır. Gelinin eline, damadın serçe parmağına kınayı, gelin ve damadın yakın kız akrabası (kız kardeşi veya yeğeni) yakar. Kınayı yakanlara, damadın sağdıçları tarafından para verilir. Damadın sağdıçlar iki kişi olup birisi bekar, diğeri ise evli erkeklerdir. Gelinin ellerine; Kınayı getir ane, Parmağın batır ane, Bu gece misafirem, Koynumda yatır ane. Türküsü eşliğinde kına yakılır. Düğün günü öğlene doğru erkek evinden kadın ve erkekli olarak büyük bir gurup halinde kız evine gidilir. Burada tekrar şerbet içilir. Şerbet içenler, tepsiye para atarlar. Kız evinde bir müddet kalındıktan sonra çalgılar eşliğinde gelin alınarak erkek evine getirilir. Gelin evinden çıkarılacağı zaman, gelinin erkek kardeşleri tarafından bir yastık üzerine Salavat-ı Şerife getirilerek üç defa oturtulup kaldırılır. Allah’a emanet edilerek evden çıkarılır. Gelin eve yaklaşınca damat, sağdıçları tarafından dama çıkarılır. Bir mendilin içine üzüm, leblebi, para bırakılarak damat, gelinin başına döker. Gelin eve gireceği zaman kapının eşiğine fincan bırakılır, gelinin ayağıyla bunu kırması istenir. Bundan gaye; eve birlik ve dirliğin girmesidir. Yine gelin içeriye gireceği zaman, gelinin kaynanası tarafından avucuna veya parmaklarına bal sürülerek, bu balı kapının üstüne sürmesi istenilir. Bundan da gaye; hayatın tatlı bir şekilde geçmesidir. Yüzü duvaklı olarak içeriye girdikten sonra gelin kendi odasına götürülür. Bu sırada gelin eve geldikten sonra hiç kimse ile konuşmaz. Gelinin odasına önce damat girer. Damat, gelinin duvağını açarak altın hediye eder ve dışarı çıkar. Daha sonra kadınlar içeriye girer, gelinle konuşmaya başlarlar. Düğün eğlencesi, gece geç saatlere kadar devam eder. Misafirler çekildikten sonra damat; damadın evli olan sağdıcı tarafından, damadın beline bir yumruk vurarak gelinin odasına gönderir. Gerdek odasına giren damadın iki rekat namaz kılması İslâm’ı emir, gelininde; namaz kılarken kocasının başına bir bozuk para atması adettendir. Gerdekten bir gün sonra sabahın erken saatlerinde damadın evli sağdıcı eve gelerek damadı hamama götürür. Üç gün boyunca geline evde iş yaptırılmaz. Üçüncü günü sonunda gelin, bir ziyaretgaha götürülür, dönüşte eline süpürge verilerek evi süpürmesi istenir. Evliliğin üçüncü günü akşamı, damat evli sağdıcıyla beraber kayınpederlerini ziyarete gider. Damada ve sağdıca kayınpederi veya kaynanası tarafından giyecek hediye edilir. Evliliğin üçüncü gününden sonra gelin, kaynanası ve baldızları tarafından hamama götürülür. Buna gelin hamamı denir. Gelin hamamında mumlar yakılır, yemekler yenilir, eğlenceler yapılır. DÜĞÜNLER : Evlenme çağına gelmiş olan erkek gencin babası durumuna uygun gördüğü kızı hanımı vasıtasıyla oğluna bildirir. Oğlan bu vesileyle kızı görmeye gider,kendisine eş olacak kızı beğenirse annesine söyler. Oğlan babası da babasına durumu ileterek,kızı için misafir kabul edip etmeyeceğini sorar. Kız babası kabul ettiğinde aracı olan kişi,oğlanın babası,annesi ve birkaç tanıdıkları ile kız evine gelirler. Oğlanın babası Allah’ın izniyle Peygamberin kavliyle kızınızı oğluma istiyorum der,kız babası da Allah kader etmişse olur der. Yalnız kendisinin de danışmak için birkaç gün müsaade ister,olumlu yada olumsuz bir cevap vereceğini söyler. Kız tarafından olumlu cevap gelince oğlan tarafı bu kez kızı resmen istemek için oğlanın ailesi tarafından kararlaştırılan günde kız evine giderler,kızı babasından isterler ve söz kesilir. Oğlan tarafı kız için bir takım elbise,eşarp ve bir çift terlik götürür. Kız tarafı ile oğlan tarafı karşılıklı olarak şartlarını konuşurlar ve nişan gününü kararlaştırırlar. Kararlaştırılan günde oğlan tarafı yakın akrabalarını nişana çağırır. Kız tarafı da akrabalarını ve bir imam çağırır,akşam kız evine gidilir. İmamı çağırmaktaki amaç hem hakemlik yapmak hem de yarı nikah sayılan duanın okunması içindir. Oğlan tarafı ekonomik gücüne göre kararlaştırılan ziynet eşyaları,üç takım elbise,üç takım iç çamaşırı,alır. Bu üç bağ şu anlamdadır; 1-Gençlikte beraber olmak, 2-Yaşlılıkta beraber olmak, 3-Öldükten sonra tekrar beraber olmak. Ayrıca bir çift ayakkabı, bir çift terlik,kolonya,sabun,tarak ve ayna, bohça içine konularak kıza verilir. Şerbet için bir torba şeker götürülür. Nişan takıldıktan sonra davetlilerin ağız tatlılığı olarak da yeterince kuruyemiş getirilir. Kız evinde erkekler ayrı yerde kadınlar ayrı yerde toplanırlar,sohbet başlar daha sonra imam kız ve oğlanın babasını odanın ortasında buluşturur. Şartlar da anlaşıldığında imam duayı eder. Duadan sonra oğlanın abisi,kardeşleri büyüklerin ellerinden yaşıtlarının ise gözlerinden öper sonrada şerbet dağıtımı başlar. Şerbeti oğlan tarafı dağıtır,şerbet bardakları kız tarafına ait olduğundan oğlan tarafı bu bardakları saklayıp evlerine götürmeleri bir gelenektir. Nişan töreninde kız evine gelen davetliler kendi imkanları dahilinde yardım amacıyla kız evine para,altın ve giyim eşyası yardımında bulunurlar. Şerbet dağıtımı bittiğinde yemişler yenilir. Böylelikle nişan töreni son bulmuş olur. Oğlan babası masraf yapmak üzere bir miktar parayı kız babasına vermek için imama verir. İmamda parayı kız babasına teslim eder, düğün günü kararlaştırılır. Gelin bir köyden diğer köye götürülecekse düğüne bir gün kala oğlanın akrabalarından birisi kızın bulunduğu köye elçi olarak gider. Ertesi gün düğüncüler gelir kız evinin önünde durur,burada köylüler gelen düğüncüleri karşılar, her köylü düğüne gelenleri birer ikişer kişiyi misafir etmek için evlerine götürürler. Akşam yemeğinden sonra herkes kız evine gelir. Erkek tarafından gelen kadınlar gelini ararlar çünkü daha önceden gelen komşulardan birisinin evine götürüldüğünden gelinin nerede olduğunu sorarlar beş on kadın ve genç kızlar gelinin bulunduğu eve varırlar ev sahibine bir miktar bahşiş vererek gelinlerini alıp kız evine götürürler. Kadınlar ve kızlar türkü söyleyerek gelini getirirler. Burada gelinin yakınlarından bir kız gelinin saçını tarayıp örer, oğlan tarafından saçı tarayan kişiye bahşiş verilir saç yapılırken türküler söylenir bu arada mumlar yakarlar. Mumun yakılmasındaki amaç her günün aydınlık olması içindir. Kına hazırlanır gelinin saçı örüldükten sonra avuç içleriyle parmaklarının dış tarafına kına yakarlar. Geç vakte kadar eğlence devam eder sağdıçlar damadı ortaya getirerek tıraş için oturturlar. Berber saçına ilk makası attığı zaman bahşiş almak amacıyla makasım kesmiyor der. Sağdıçlar berbere bir miktar para verir. Damadın sağında evli bir sağdıcı solunda ise bekar sağdıç bulunur. Bu ise damat,bekar ile evli arasında olduğunu göstermektedir. Tıraştan sonra düğüne gelenlere hoş geldiniz demek için sağdıçlar damadı dolaştırırlar. Damat büyüklerin elini öper,yaşıtlarıyla kucaklaşır bu sırada kına hazırlanır. Kına geniş bir tepsi içine konur,etrafına mumlar dizilerek yakılır,kınayı damadın akrabalarından bir erkek çocuğu elinden tutarak erkeklerin bulunduğu yere getirir. Kınayı getiren kişi sağdıçlardan bahşişini aldıktan sonra kınayı verir. Kına sağdıcın serçe parmağına sürülür. Daha sonra düğüne gelenlerin ellerine yakmaları için dolaştırılır ve düğün yavaş -yavaş dağılır. Yörede kına üç amaçla yakılır; a)Kurban bayramında koyunların alnına yakılır ki bu koyun bayramda kurban olsun diye, b)Gelinin alnına yakılır;biz gelinden kan bağımızı kestik bu gelin bundan böyle damada kurban olarak adadık diye, c)Askere gidecek olan gencin eline yakılır. Bu gençten bizler kan bağını kestik bundan böyle vatana adadık. Bu genç vatana kurban olsun diye. Ertesi günü erkenden gelinin evinde gelini hazırlamaya giydirmeye başlarlar ve çeyizleri arabaya yüklerler. Bu arada gelinin dini nikahının kıyılması için imam da gelir imam şahitler huzurunda nikahı kıyar. Oğlan tarafı kızın baba ve akrabalarından ve oradaki şahıslarla vedalaşarak damadın evine doğru hareket eder. Gelin alayı yola çıkarken yolda önleri kesilir. Kesenlere toy boyu tarafından bahşiş verilir. Damadın evinde ise sabahleyin yemek hazırlığı başlar. Sağdıçlar damadı giydirirler,bu arada gençler damadın eşyalarını kaçırmaya çalışırlar. Kaçırılan her bir eşya için sağdıçlardan para alırlar. Düğün kafilesi geldiğinde damadı dama çıkarırlar gelini arabadan damadın yakın iki akrabası evin kapısına getirir. Damda bulunan damat gelinin başına üç elma atar. Daha sonra tepsi içinde bulunan yemiş ve parayı bekleyenlerin üstüne doğru serper,sağdıçlar damadı damdan indirerek sağdıçların birinin evine götürürler. Kapıda gelinin sağ eline yağ ile bal verilir. Bu yağ ve bal kapının üst eşiğine sürer eline su dolu testi verilir. Gelin su dolu testiyi yere vurarak kırar. Daha sonra yanan bir lamba gelinin eline verilerek gelin içeriye alınır. Bu arada damadın bazı akrabaları geline para veya ziynet eşyaları takarlar. Gelinin çeyizleri indirilir akrabalarından bazı kadınların yardımıyla odası düzeltilir,daha sonra düğüne gelenler yemeklerini yerler. Herkes damadın evinden ayrılır akşam damadın kadın akrabalarından bir kadın geline sağdıç olur bu sağdıç gelinin nasıl hareket edeceğini söyler ve nasihat verir. Gelin kapısında gençler dizilirler,damat dizilmiş olan gençlerin arasından büyün gücüyle kaçarak içeriye girmeye çalışır. Damat geçerken de gençler damadı şakadan döverler damat içeriye girdikten sonra gençler dağılır. Ertesi gün sağdıçlar sabah erkenden damadı alır hamama götürürler,hamam dönüşü damat tekrar eve gelerek babasının,annesinin ve evdeki büyüklerin ellerinden öper. Böylece sağdıçların işi bitmiş olur, ayrıca gelinin çeyizi sağdıçlar için bulunan hediyeler mintan,kravat vs. billahare damat tarafından sağdıçlara verilir. Ölüm İnsanlar doğar ve ölür. Bu tabiatın insan hayatının kaçınılmaz bir gerçeğidir. Ancak hayat bundan ibaret değildir. İnsanı insan yapan hayat boyunca toplumsal bir takım olayları acısıyla, tatlısıyla, heyecanıyla, telaşıyla paylaşmayı gerektirir. Elbette belli kurallar çerçevesinde gerçekleşen ve herkesin yerine getirmek zorunda olduğu görevleri vardır. Yüzyıllar boyunca şekillenerek atalarımızdan günümüze gelen töre, ört, adet, gelenek ve göreneklerimiz yöreden yöreye farklılık göstermektedir. Bitlis'te bu acılı günler de komşu ve akrabalar arasında birlik beraberlik ve paylaşma duygusu içinde yardımlaşmanın en güzel örnekleriyle yaşanır. Ölüm Öncesi Ölüm döşeğindeki hastanın ağırlaşmasıyla bir telaş ve sessizlik yaşanır. Evvela imam çağrılır. Hastanın başında sürekli Kur'an-ı Kerim okutulur. Bir taraftan Kelime-i Şahadet getirilerek kişinin tekrarlaması için telkinde bulunulur. Bu iş hiç bırakılmaz. Bir taraftan da ağza su veya zemzem ile ıslatılmış pamukla dudakları ıslatılır. Kişi ruhunu teslim ettikten sonra sessizlik içinde ağlama olur feryat halindeki ağlamanın günah olduğuna inanılır. Daha sonra imam tarafından cenaze yakın bir camiye aldırılır. Ölen kişi için camide sala okunur. Bunun amacı, halkı cenaze namazına çağırmak ve bilgilendirmektir. Yıkama Cenaze, önce yıkama yerine götürülür. Cenaze, imam ve kişinin aile efradından olmayanlar tarafından yıkanır. Önce yardımlaşarak cenaze teneşir (cenaze yıkama tahtası) üzerine yatırılır. imam yıkarken diğer birkaç kişi su dökme, su ısıtma ve diğer görevleri yerine getirir. Cenaze yıkamaya yardım etmenin çok sevap olduğuna inanılır. Yıkamanın en önemli amacı kişinin öbür dünyaya hakkın huzuruna temiz çıkmasıdır. Bunun için İslami kurallar dahilinde abdesti verilir. Temiz cenazenin geç çürüyeceği de söz konusudur. Yıkama işi devam ederken kefen hazırlanır. Yıkama ve diğer işler devam ederken biryandan da cenazeye gelen gençler tarafından mezar kazılır. Mezar bir boy takriben 150 cm kadar derin kazılır. Kadın mezarı erkek mezarından biraz daha derin olur. Orada çalışanlara ve bulunanlara cenazenin aile efradı tarafından helva ekmek dağıtılır. Gömme Mezar kazma işi tamamlanınca mezarın içinin iki uzun tarafı takriben göbek hizasında 30 luk briket veya yontma taş dizilerek mezar hazırlanır. Yıkama işlemi ardından cenaze musalla taşına getirilir. Namazı kılınır. Namaz bitiminde orada bulunan cemaatin katılımı ile tabut taşınır. Cenazeyi taşımanın sevap olduğuna inanıldığından tabutun arka sağ ve sol taraflarından tutanlar yavaş yavaş ilerler ve tabutun önünden görevi arkadan gelenlere bırakır sık sık yer ve kişi değiştirilerek acele etmeden usulca tabut taşınır. Cemaat mezarlığa geldiğinde tabut mezarın güneyine bırakılır. Tabuttan çıkarılan cenaze baş, bel ve ayak bağlarından tutularak mezara indirilir. Yüzü kıble yönüne gelecek şekilde sağ yanına yatırılarak yerleştirilir. Üzeri kapatılmadan imam tarafından mezardan çıkan bir avuç toprağa Kur'an'dan sureler okunarak üflenir. Bu toprak baş tarafından açılan kefenin içine dökülür ve mezarın içinde dizilen taş veya briket üzerine taş veya betondan yapılan "Sal" diye tabir edilen geniş ~ taşlardan 3-4 tane konularak cenazenin üstü kapatılır sanduka şeklini alır. Böylelikle cenaze~ nin üzerine toprak gelmemiş olur. Daha sonra orada bulunanlara mezar üzeri sıra ile toprak atılmak sureti ile örtülür. Toprak örten kişi küreği yere bırakır, ikinci kişi küreği yerden alarak toprak atar (toprak örtmenin sevap olduğuna inanılır.) mezar kapatılır. İnanca göre cenaze işlerinin beklenmeden bir an önce yapılması gerekmektedir. Toprağın ~ acıyı soğuttuğu inancı yaygındır. Bunu için cenaze uzun süre bekletilmez, gece ise sabah ~ beklenir yıkanan cenaze tabuta konularak camiye alınır. Şişme olmaması için üzerine küçük ~ bir demir parçası konur ve sabaha kadar Kur’an-ı Kerim okunur. Cenaze gömüldükten sonra imam "Telkin" duası okur. Bu dua ile ölüye teselli ve bilgi verildiğine inanılır. Duada herkesin bir gün öleceği, bundan önce de dünyaya gelmiş olanların ölmüş oldukları, Rabbinin Allah, dininin İslam olduğu gibi gerçekler belirtilir. Ölünün ruhen bu duayı işittiğine inanılır. Bu duanın ardından Fatiha suresi orada bulunanlarca okunur. imam cemaate "Mevtayı nasıl bilirdiniz, kakınızı helal ediyor musunuz?" diye sorarak herkesin helalleşmesini ister. Cemaat hep birlikte "iyi bir insandı, helal olsun, Allah rahmet etsin." diyerek mezarlıktan ayrılmaya başlar. Bu arada cenazenin aile ve yakınları mezarlık çıkışında uygun bir yerde tek sıra halinde dizilir. Cenazeye katılanlar bu sıranın önünden geçerek başsağlığı dilerler. Daha sonra cenaze evine gidilerek üç gün sürecek taziyeye başlanır. Iskat (Kefaret) Ölüm günü kefaret töreni yapılır. Bu törende en az 11 kişinin (Kur'an okumasını bilen) bulunması şarttır. Bu sayı daha fazla olabilir. Ölen kişinin kılmamış olduğu namazların, tutmamış olduğu oruçların, vermemiş olduğu fitrelerin gitmemiş ise haccın ve yalan yere yemin etmiş ise bunların kefaretini vermek amacı ile ıskat töreni yapılır. Bu törende ölenin yaşı hesaplanır, borçları çıkarılır. Her vakit namaz için bir avuç buğday olacak şekilde bir çuvala konulur. Çuval toplanan 11 kişi arasında kefaret olarak namaz borcu bitinceye kadar alınıp verilir. Böylelikle ölen kişinin öbür dünyada sorumluluktan kurtulacağına inanılır. Zekat borcu için de tahmini kefaret verilir. Günümüzde bu buğday değeri paraya çevrilir ve törene katılanlara dağıtılır. Şafi mezhebinde buğday Hanefi mezhebinde ise bu tören altın üzerinden yapılır. Ayrıca Kur'an-ı Kerim okumasını bilen fakirler tarafından hatim indirilir. (Kur'an baştan sona okunur.) Okunan hatim cenazenin ruhuna bağışlanır. Taziye (Başsağlığı) Cenazenin kaldırılmasından sonra üç gün süre ile cenaze evinde taziye için oturulur. Bu süre köylerde daha uzun sürer. Bu süre içerisinde evde yemek pişmez akraba ve komşular tarafından hazırlanan yemekler üç gün boyunca cenaze evine getirilir. Taziye ye genelde toplu olarak gelinir. Gelenler arasında hoca veya güzel Kur'an okumasını bilen biri varsa Kur'an'dan bir sure okur ve ardından erkek ise "merhum" kadın ise "merhume" nin ruhu için el Fatiha der, orada bulunanlar fatiha okurlar. EI fatiha diyen kişinin amin demesi ile amin denilerek eller yüze sürülür. Allah rahmet etsin, Allah utandırmasın, Allah bir daha acı vermesin, başınız sağ olsun vb" dualar yapılır ve ölenin iyilikleri anlatılır. Günlük konular konuşulmaz, ölüm emri Hakkın emri olduğu çeşitli misallerle anlatılarak cenaze sahiplerinin sabırlı olmalarının sağlanmasına ve acılarının hafifletilmesine çalışılır. Taziye için gelenlere şeker ikram edilir. Şeker alanlar "Allah rahmet etsin" derler ve kısa bir süre oturduktan sonra ayrılırlar. Üç gün ikindi namazından sonra aileden birkaç kişi mezarlığa gider ve Kur'an okurlar. Üçüncü günün sonunda ikindi namazı sonrası cenaze sahiplerine yakın biri veya komşuları tarafından bir berber getirilerek erkekler evde tıraş yaptırılır. Bazen berber dükkanına topluca gidildiği de olur. Üç günün sonunda komşu veya yakın akraba kadınları toplanarak cenaze evinin çamaşırlarını yıkar ve hane halkını hamama götürürler. Bunlardaki amaç ölümden dolayı tutulan yasın artık bittiği eski günlük yaşantıya el birliği ile dönülmesinin sağlanmasıdır. Köylerde taziyeye gidişte genellikle torba halinde çay şekeri götürüldüğü olur. YÖRESEL YEMEKLER: Bitlis, yemek kültürünün çok zengin olduğu bir ilimizdir. Yemekleri ağır, masraflı ve zahmetlidir. Özellikle maddi bakımdan, aşırı bir yük getirmektedir.İçli köfte,halise,lahana dolması,kabak dolması,keşkek,çorti,çorti köftesi,klorik(sulu köfte),gari aşı, turşu aşı,katıklı dolma,yoğurtlu pappar,pişrük,kabak boranisi,murtuğa(ev helvası).Bitlis; Türkiye’de sıcak etin yenildiği tek vilayettir. Etin; mezbahadan çıkmasıyla tüketilmesi, çok kısa bir süre içinde yapılır. Mezbahadan kasaplara getirilen et, soğumadan evvel satılır. Şayet soğumuş veya bir gün üzerinden geçmiş ise bu ete rağbet edilmez. Kesinlikle soğuk hava depolarında bekletilmiş et, halk tarafından alınmaz. Etler sabahleyin gelir, öğlen saatlerine kadar tüketilir. Bir, iki kilo kadar et almak, ayıp sayılır. Tüketilen et; teke, koyun, sığır ve kısmen de kuzudur. Bazı mahalli yemek çeşitleri şunlardır: 1-Çorti Aşı:Çorti,salamura lahana turşusudur ancak bu sirkeyle yapılmaz. Çorti aşını yapmak için büyük bir tencerenin içine kemikli ve yağlı etler konur. Bunun üzerine bol miktarda çorti ile döğme ilave edilerek bir miktarda su alınır ve pişirilmeye bırakılır. Etlerin pişmesine kadar devam eder çorti aşı yöremizde genellikle kışın sevilerek yenen bir yemektir. İçine bir miktar sarımsak veya biber katılması yemeğin lezzetini artırır. 2-Katıklı Dolma:Yöremizin özelliğini taşıyan yemeklerden biri de katıklı dolmadır. Katık yöremizde yoğurt anlamına gelmektedir. Yapılışı şu şekildedir;Fazla tatlı olmayan büyük bal kabakları soyulduktan sonra karpuz gibi değil de aksine olarak ortadan ikiye ayrılır. İçi temizlenir keskin bir çakı ile 2 veya 3 mm kalınlığında sarma çekilir. Çekilen bu sarma geniş bir sini veya buna benzer kapta tuzlanarak güneşte veya sobanın kenarında 1 saat ısıtılır. Böylece kabak sarma yapılabilecek duruma gelir diğer tarafta yeterli miktarda orta yağlı koyun eti makine da iki defa çekildikten sonra aynı miktarda ince bulgurla karıştırılır. Etle birlikte bir baş soğan, 2-3 adet yeşil biberle çekilir. Etle bulgura tuz biber,yabani reyhanda karıştırılarak iyice yoğrulur. Bu hamur küçük parçalara ayrıldıktan sonra üç katlı kabakla sarılıp avuç içinde sıkıldıktan sonra gelişi güzel bir tencereye atılır. Ağzına ters şekilde bir tabak ve üstüne ağır bir cisim konulur. Başka bir yerde kaynatılmış su dolmanın üzerine konulur. Dolma çabuk piştiğinde kaynarken tabak kaldırılarak kabağın pişip pişmediği kontrol edilir ve pişmişse hemen tencere ateşten indirilir. Suyu süzülür yarım saat bekledikten sonra üzerine sarımsak ile yoğurt,kırmızı biberle kızartılmış sade yağ döküldükten sonra servis yapılır. 3– Büryan: Rivayet edilir ki, IV. Murat Revan seferine çıkarken, Bitlis’ten geçmiştir. Ordusu ile beraber yürürken, Bitlis’e yakın bir yerde bir sürü ile çobana rastlar. Çobana kendilerinin IV. Murat olduğunu, yemek olarak ikram edecek bir şeyin olup olmadığını sorar. Çoban da; et ve sütten başka bir şeyinin olmadığını, kabul ettikleri takdirde kendilerine et ikram edebileceğini söylemiştir. Çoban, hemen bir teke keser, temizledikten sonra bolca tuzlar. Daha sonra toprağı eşeleyerek derince bir çukur açar. Topladığı dalları çukurun içine atarak yakmaya başlar. Dalların tamamı yanıp, ateş kor halini alınca çukurun içine içi su dolu büyükçe bir kap bırakır. Daha sonra tuzladığı bu hayvanı kuyunun içine sarkıtır. Hava almaması, etin suyun buharıyla pişmesi için üzerini kapatır. Piştikten sonra çıkarak padişaha ikram eder. Padişah bu yemeği çok beğendiğini, “Büryan gibi pişmiştir” demesi üzerine o günden sonra bu yemek hep yapılmış ve adına büryan denilmiştir. Büryan, Bitlislilerin “hevur” dedikleri tekeden yapılır. Genellikle büryan mevsimi yaz ve sonbaharın başlarıdır. Bu mevsimlerde hayvan hem besili, hem de taze ve tabi otla beslendiğinden eti güzel kokar. Kış aylarında besi hayvancılığı olduğundan, fazla rağbet görmez. Büryan eti bir gün önceden hazırlanır. Bir bütün hayvanın etleri, kopmayacak şekilde hayvanın yanlarına sarkıtılır ve bolca tuzlanarak dinlendirmeye bırakılır. Gece yarısı, saat iki civarlarında tandır yakılır (meşe ağacının dalları kullanılır). Ateş kor halini aldıktan sonra su dolu büyük bir kap, tandırın içine konur. Daha sonra pişirilecek et, çengellerle suya değmeyecek şekilde tandıra sarkıtılır ve tandırın hava almaması için ağzı kapatılır. Et bir yandan ateşte pişerken, diğer yandan tandırın içindeki suyun buharında yumuşatılır. Pişen et tandırdan çıkarılarak, kancaya asılır. Büryanın en iyi olduğu dönem, Ağustos, Eylül, Ekim aylarıdır. Üzümle beraber yemek, adet haline gelmiştir. Tandırın içine daha önce bırakılan su, tandırdan çıkarılır. Büryandan akan yağlar bu kabın içinde birikir. Bu suyun içine pişirilmiş yağsız et atılarak “Avşor” - “tuzlu su” yemeği yapılır. Bolca biber dökülen bu yemek, sabahları tüketilir. 4 – İçli Köfte (Bitlis Köftesi): Bitlis kadınlarının en çok zorlandıkları bir yemektir. Hem yapımı zahmetli, hem de kadınların imtihanıdır. Bu yemeği layıkıyla yapan hanımlar, rağbet görürler. Yapamayanlar ise maharetli bir ev hanımı olarak görülmezler. Yapımı zahmetli ve zaman aldığından, genellikle komşuların birbirlerine yardım etmesi gerekir. Bitlis’e özgü diğer bazı yemek çeşitleri şunlardır: Ciğer Taplaması, Tutmanc Aşı, Şekalok, Gılorik, Has Dolması, Mişevşi, Ayran Aşı, Turşu Aşı, Çireş Çorbası, Kengerli Pilav, Turşlu Dolma, Fındık Dolması, Gari Aşı, Halise, Soğan Köftesi, Çorti taplemesi, Gebol, Keledoş, Pıçoç, Halim Aşı, Yalancı Dolma, Şille, Parpar,Şalgam Yemeği, Soğan Yemeği,Umanç Aşı, Köki,Jağlı Yumurta,Cümür, Yarma Aşı,Kurut Aşı,Bezirgan Çorbası,Kaklı Pilav, Pazik Boranisi,Cevizli fetir, Şor Balıklı Pilav, Baklalı Pilav, Yemekler genellikle yerde ve toplu olarak yenir. Büyük kaplarda getirilerek ortaya konur. Herkes kendi önünden başlayarak yemeye başlar. Başkasının önündeki yemeğe kaşık sallamak, tepsiyi çevirerek iyi ve etli kısmını kendi önüne almak, görgüsüzlük olarak bilinir. Misafir geldiğinde büyükler (erkek) bir tarafta, çocuk ve kadınlar bir tarafta yerler. Erkekler yiyip kalkmadan kadınlar yemeğe oturmazlar. Ev sahibi, misafir sofradan kalkmayıncaya kadar sofradan kalkmaz. Kalkarsa görgüsüzlük olur ve misafirinde kalkması manasına gelir. Yemeklerin en iyisi misafire ikram edilir. Sofra Adabı:Yöremizde yemekler yere bez(sofra)sererek veya tahta sini üzerine yemekler konulmak suretiyle,sofranın çevresine bağdaş kurulur veya sol ayak bükülerek alta alınır sağ ayağın dizi karına doğru çekilerek oturulur. Yeterince yemekler bırakılır ortaklaşa olarak yenilir. Önce büyükler sofraya oturur,daha sonra kadınlar ve çocuklar yemeklerini yerler. YÖRESEL GİYİM: Halkoyunlarında olduğu gibi yöresel giysilerde de bir zenginlik ve çeşitlilik bulunmaktadır. Bitlis halkı, yöresel giysilerini çok yönlü düşüncelerle seçmiş ve kullanmıştır. Kadın Giysileri: Kadın giysileri oldukça geniş bir zenginlik gösterir. Hatta kadının giyinişine göre onun evli, bekar, nişanlı olup olmadığı kolayca anlaşılır. Kadınların kullandığı giysiler kısaca şunlardır: 1 – Baş Kofi: Başa geçirilen fes benzeri, kenarları çuhaya benzeyen kumaşla çevrilmiş, tepe kısmı ipek veya benzeri ipliklerle elde işlenmiştir. Kofinin çevresinden sırta ve omuzlara doğru sarkan püsküller bulunur. Alın tarafına gelen kısmına ise “Tikme” adı verilen küçük altınlar (genellikle çeyrek altın) dizilir. Merheme (Leçek – Laçik): Saçlar görülmeyecek şekilde boydan boya başa örtülen ince, beyaz ve sık dokunmuş örtüdür. Etrafı elle örülmüş oyalar veya pullarla çevrelidir. a) Puşu: Serpuş da denilen bu giysi, başın çevresine alından geçirilmek Suretiyle merheme üzerine sarılır. Sol tarafta düğümlenerek aşağıya doğru sarkıtılır. Bazı yörelerde birden fazla olduğu da görülmektedir. b) Hızma: Tek burun deliğine veya burnun iki tarafına madenden yapılma (genellikle gümüşten), içten vidalı veya geçmeli olarak takılan bir çeşit süs eşyasıdır. c) Tikme: Kırmızı veya siyah renkli, kofiden daha kısa kenarlı olup başa giyilen bir giysidir. Bu giysi, alın hizasında olup üzeri, Hamidiyelerle süslü, zenginlerin giydiği bir başlık şeklidir. 2 – Boyun Özellikle genç kızların boyunlarına bol miktarda ve değişik şekil ve renklerde boncuk asılır. Bu adet köylerde yapılmakta ve halen de devam etmektedir. Zengin olanlar, bunların dışında ip şekline getirilmiş olan kumaşın üzerine kulplu altın takarlar. 3 – Vücut Fistan: Genellikle kadife veya setenden yapılmış elbisedir. Bu elbiselerin üzerine renkli işlemelerle çeşitli motifler veya sırma işlemeler yapılır. Kolları uzun, belden aşağısı geniş ve uzundur. Cepken: Fistan üzerine giyilen, kadife veya diğer kumaşlardan yapılan yarım boy giysi veya yelektir. Cepken değişik renklerde olduğu gibi, uzaktan bakıldığında göz alıcı bir şekildedir. Kemer: Fistanın üzerinde takılan, kalın deriden yapılan ve “palaska” adı verilen kemerdir. Fistanın, ön taraftan iki ucu bu kemerin altına sokulur. Nedeni; hem uzun olan eteğin yere sürünmesini önlemek, hem de iç kısma giyilen diğer elbiselerin görünmesini sağlamaktır. 3 – Ayaklar Köy kadınları ayaklarına yünden örünmüş değişik renkteki çorapları giyerler. Ayakkabı olarak “Trabzon” adı verilen lastik ayakkabı, aynı tipte yapılmış renkli naylon ayakkabı veya ender de olsa Harik giyilir. Eski tarihlerde köy kadınları ayaklarına halhal takarlardı. Erkek Giysileri: 1 – Baş Puşu: Kadınlarda olduğu gibi erkekler de bu giysiyi kullanmaktadırlar. Özel kumaştan yapılarak, renk ve dokunuşlarına göre isimlendirilirler. Siyah, mavi, mor, beyaz, kırmızı puşu, altuniye ve desenli puşu şeklinde isimlendirilirler. Egal: Erkeklerin kış aylarında başlarına bağladıkları, yün ve pamuktan dokunan, siyah ve mor renkli giysilerdir. 2 - Vücut a) Köynek: Erkeklerin iç kısma giydiği, desenli kumaştan yapılan düğmeli bir giysidir. Şal: Tiftik yününden yapılmış özel pantolondur. Her tarafı bol paçalı olup, ayağın üzerine kadar uzanır. Bele, pamuk ipliğinden yapılmış “uhçur” la bağlanır. Kemer takılanlara rastlamakta mümkündür. Şapik: “Gej” (tiftik keçisinin kılları ile dokunan, mekik sayısına göre kalitesi değişen, kışın sıcak, yarın serin tutmasıyla özellik gösteren, yöreye mahsus bir kumaş) adı verilen özel kumaştan yapılır. Ceket gibi kullanılan düğmesiz bir giysidir. Önü ve kol altları açıktır (yaz aylarında giyildiğinde hava almayı sağlar). Kol ağızları geriye doğru kıvrık olup, renkli kumaştan yapılır. Bu giysiler; el tezgahlarında, yün ve tiftikten dokunur. Kollarda ayrıca “Cellahi” adı verilen, bir metre boyunda, beyaz kumaştan yapılmış ve kola pazu kısmından bağlanan kol bağı bulunur. Şapikin içine yarım dik veya yakasız iç gömleği giyilir. Bu gömleğin kollarında 50 – 60 cm. uzunluğunda, beyaz kumaştan yapılmış, 3 – 5 cm. eninde bir ek kumaş bulunur. “Salte” adı verile bu ek parça, şapik giyildikten sonra geniş olan kolların devamlı olarak aşağıya doğru düşmemesini, yapılan işe mani olmaması için şapikin üzerine sarılarak dirsek hizasında bağlanır. Bu yeleğin her iki yanı işlemelidir. Yine yeleğin her iki yanında el işiyle yapılmış cep bulunur. Aba: Keçi derisinden yapılmış, kolsuz ve tüylerle kaplı, kış aylarında soğuktan korunmak gayesiyle giyilen bir giysidir. 3 – Ayak Harik: Üstü keçi tüyünden örülmüş, altı ise kendir ipinden dokunan bir ayakkabıdır. Serin tutması nedeniyle genellikle yaz aylarında giyilir. Çorap: Düz beyaz, renkli, veya desenli olarak yünden örülür. Çarık: Manda derisinden yapılır. Kadın ve erkekler dört mevsimde de giyerler. Uzun deri ip bağları ile bileğe bağlanırlar. Anadolu nun yabancı olmadığı bir giyecektir. HALK OYUNLARI VE FOLKLOR: Bitlis yöresi halk oyunları çok zengin ve çeşitlidir. Oyunlar genellikle halay yada bar şeklindedir. Halay Bitlis'te "Berite" Adını alır. Alkuşya, Süzme oyunu. Tringo halay türü oyunlardır. Bitlis barı , Aşürme bar özelliği taşır. Oyunlar kareografik düzenleri yönünden çeşitlilik gösterir. Halay ve bar özelliklerine göre oyunların el tutuşları farklıdır. Örneğin Nare, Temirağa'da oyuncular birbirlerinin parmaklarını tutar. Hımhimi'de kolkola girer. Barlarda eller kenetlenir. Düz halaylarda oyuncular birbirlerine sarılırlar. Güvenk: Bu oyunun asıl adı ağır güvenk'tir. Bitlis'te gelinle damat düğüne, hatta gerdek gecesine kadar birbirlerini görmezler. Eskiden motorlu taşıtlar olmadığı icin gelin damat evine atla veya yaya olarak getirilirdi. Bunun icin gelin yorgun olurdu. Bu arada gelinin yorgunluğu ve yabancı oluşu nedeniyle oyun cok ağır oynanır. Yani ağır güvenk'de ağır kelimesi cok ağır oynanmasından, güvenk ise gelinin güveye tanıştırılmasından meydana gelir. Son zamanlarda bu oyun sadece güvenk olarak söylenmektedir. Oyun gelin ile güveyi ailesini tanıştırmayı amaçlar. Kadınlar karşılama biçiminde oynadığı gibi, karma olarak da oynanmaktadır. Halay türü bir oyundur. Nare: Halay türündedir. Kadın erkek bağlı dizilişte oynanan ağır ve yalın bir oyundur Çarşıda Atlas: Sözlü, bağlı ve kadınlar arasında oynanan bir halay türüdür. Tutuşmalar omuzdandır. Sert ve evinimli figürleri vardır. Def eşliğinde oynanır. Bu oyun, erkekler arasında daha sert figürlerle oynanır Memoş: Kadınların tek mendil ve def eşliğinde bireysel olarak oynadığı, bir oyundur. Bu oyunda, erkekler arasında sert ve hızlı figürlerle oynanır. Bolağ (Balık) Attım Havaya: Def eşliğinde oynanan kadın halaylarındandır. Omuzlar birbirine değecek biçimde parmaklarının kenetlenmesiyle oluşur. Ağırlama bölümü bitirilip ikinci bölüme geçilirken, bağ çözülür, önde ve yanlarda el çırparak oynamaya devam edilir. Tiringo: Ellerde kırmızı ve ak mendiller vardır. Mendiller sallanarak sağa sola, ayaklar çapraz .atılarak oynanır yalnız .kadınılar yada yalnız erkekler arasında oynandığı, gibi karma oılarakta oynanmaktadır. Temirağa: Halay türünde çok yavaş başlayıp giderek hızlanan bir oyundur. Parmaklardan tutuıarak kızlar ve erkekler ayrı olarak oynanır. Karma olarak da oynandığı görülür. Dello: Birbirine karşı iyi geçimli olan köylerin birinde arasıra bütün köylüler toplanıp birlikte oyunlar oynarlardı. Bu oyunlara genellikle herkes katlırdı. Katılamayan kişiler zorla getirilirdi. Günlerden bir gün oyun yerine gelemeyen DELLO isimli birinin evine gidilir. O rahatsız olduğu nedeniyle gelemediğini söyleyip onlara evinde bir oyun oynamayı teklif eder. Dello'nun teklifini kabul ederler. Oyun başlayınca hiç bilmedikleri, görmedikleri oyunla karşılaşınca bu oyuna ismine hitaben Dello oyunu adını verirler. Erkekler oynar, kızlar da oynayabilir. Botane: Bu oyunu Bitlis'te daha ziyade Siirt tarafına yakın köylerden geldiği tahmin edilmektedir. İsmi Siirt'e yakın botan çayınandan gelip, oyundaki hızlı ve aniden yavaşlıyan figürlerin bu çayın akışını adeta canlandırmaktadır. Çayın düz akması, sular kabarınca çoşması ve etrafına taşması gibi.Kızlar ve erkekler beraber oynar. Adley: Bu oyun erkek ve kızların birlikte oynadığı halaylardandır. Erkek ve kızların ayrı ayrı oynadrkları halay türü oyunlar yanı sıra bu oyunda ayrım yapılmaksızın beraber oynama genel bir kaidedir. Gezal: Genellikle Bitlis'te eğlenceye yavaş oyunla başlanır. Sonra daha hızlı oyunlara geçilir. Ayrıca hızlı oyunlardan sonra yine dinlenmek amacıyla yavaş oyunlar tercih edilir. Bu tür oyunlar gruplar halinde ve karşılıklı maniler söylenerek oynanır. Bu oyunlara genellikle Berite ismi verilir. Gezal oyunu da karşılıklı türküler maniler söyleyerek oynanan oyunlardan birisidir. Erkekler ve kızlar beraber oynarlar. Dokuz Ayak: Bu oyunun esas orjinal ismi NEHPİ'dir Oyunda ayagın dokuz defa sallanması, yani dokuz sayılı bir oyun olması nedeniyle bu ismi almıştır. Omuzlardan tutularak oynanan bu oyunda genellikle ayak figurleri ve ayaklardaki haraketlilik, canlılık önem taşır. Erkek oyunudur. Harkuşta: Dugun demek başladığı zaman bütün köy halkı ve civar köyler oraya taşınır. Burada durup dinlenmeden, bıkıp usanmadan saatlerce oyunlar oynanır.Bu arada koyün delikanlıları ve: pala bıyıklı cengaverleri civardan gelen ve kendi köylerinde bulunan yetişkin kızlara kur yapmak isterler. Oyunlar içinde sertlik hakimdir. iki tarafa ayrılan genç1er sanki bir savaş meydanındaymış gibi karşısındakine düşman gibi bakarak, müziğin ritmine uyarak kıran kırana bir gösteri yaparlar. Sert vurma ve vurulan ellerden ses çıkarma kızlar arasında çok rağbet görür. Oyunda tamamen sertlik ve ciddiyet hakimdir. Halk bu ayuna vuruş ve darbe anlamına gelen Harkuşta adını vermiştir. Bir halk sözcüğü alan harkuşta aynı şekliyle günümüze kadar gelmiştir. Meyroki : Oyun benzetmeden başka bir şey degildir. Oyun figürlerine bakılarak ismini almıştır.Meyroki oyununda, ileriye gidişlerde düz bir gidiş yerine önce saga dogru bir yürüyüş sonra sola doğru bir yürüyüşle yay çizilir. Bu sarhoşların fazla içtikten sonra yolda yürümelerini andırır. Bunun için oyuna mey: içki, ro: yol ve -ki tamlama eki ile içki yolu anlamını taşıyan bir isim konulmuştur. Meyroki oyunu için ikinci bir rivayet vardır. Meyroki oyununa konu olan Meyro adı cins isim bozmasından meydana geımiş bir kahramandır. Meyronun asıl adı Meyrem'dir. Ama halk kolayıık olsun diye Meyrem'i Meyro diye çevirir. Meyro meydanda davul zurna çalınca köy delikanlıları ile birlikte kendinden geçer, kendinden degişik figürler katarak oyunlar oynar. Bu halkın çok hoşuna gider herkesin dilinde Meyro'nun oyunları vardır. Halk her seferinde Meyro'nun oynadıgı oyunlar manasında meyroki deyip geçer. Bu isim böylece günümüze kadar gelir. Hem kız hem erkekler arasında oynanır. Sertlik gostermez. Daha ziyade titreme ve gosteriş oyunudur. Sepe: Bu oyunun asıl ismi Se- pi'dir. Se üç, Pi: ayak demektir. Bu üç ayak anlamındadır. Bu üç ayakta sag ayağın one doğru sallanmasından sonra bir es yapıp sol ayakla bir duraklama yapılır. Sonra yine sag ayağın üçlemesine geçilir. Bundan dolayı halk arasında üç ayak anlamını taşıyan ve halay bö1gesi oyunlarının bariz karakteristiğini taşıyan bu oyuna Sepe denilmiştir. Erkek oyunudur. Garzane: Halay bolgesi karakteristik ayunlarından alan halaya Bitlis'te Garzane denir. Bu oyun Bitlis'in batı kesiminde çok yayılmıştır. Burasıda Garzan denilen bolgeye yakın oldugu için orada yaygın bir oyun olduğu için bolgenin ismine hitaben Garzane adı verilmiştir. Erkek oyunudur. Pappori: Pappori genellikle ayak figürleriyle oynanan bir oyun oldugu için pappo: ayak, -i: ismin "i hali ve r. kaynaştırma harfidir. Bütün figürler ayakta toplandıgı için bu ismi almıştır. Kisaca ayak oyunu anlamında kullanılır. Erkek oyunudur. Yörede oyunlar oynanınış şekillerine göre: Kişisel oyunlar: Bu oyunlar bir veye iki kişinin oynadığı oyunlardır. Kişisel kabiliyetlerin ortaya konduğu oyun türleridir. Teşi, Tringo, Harkuşta. Grup halinde oynanan oyunlar: İkiden çok kişinin birlikte oynadığı oyunlardır. Kendi aralarındasıralanırlar: Kadın oyunları: Lorke, Memyane, Düğme, Teşi, Meyroki. Omuzda oynananlar: Gezal, Dokuz ayak, Pori. Avuçlardan tutarak oynananlar: Ağır gövenk, Gerzane. Küçük parmak tutarak oynananlar: Değermenci, Dolape, Berican, Şilore, Aşırma. Araçlı oyunlar: Bıçak kullanarak oynanan oyunlardır. Bitlis'te Zeyno, Arvadın Öldü veya Bıçak oyunu adı ile oynanırlar. Bu oyunlarda sertlik ve savaş anlatılır. Diğer oyun örnekleri: Dello, Botane, Adley, Gezal, Meyroki, Motgane, Süleymane, Pappori, Sepe, Melefani, Kavaşe, Kız Halayı, Nare, Çarşıda Atlas, Bolağ, Attım Havaya, Temirağa, Alkuşta, Çarşıbaşı, Süzme Oyunu. NELERİ İLE ÜNLÜ: Nemrut Dağı, Nemrut Krater Gölü, Ahlat Kümbetleri, Tütün Üretimi, Süphan Dağı, Adilcevaz Kalesi, İhlasiye Medresesi, El-Aman Kervansarayı, Ahlat Selçuklu Mezarlığı, Beş Minare ( Şerefiye, Kalealtı, Ulu, Meydan ve Gökmeydan Camileri ) İL İSMİ NEREDEN GELİYOR? Kimi tarihçilere göre, "Bageş" ya da "Pagiş" sözcüklerinden türemiştir. Kimilerine göre de Büyük İskender'in komutanı "Lis" ya da "Badlis" burada bir kale kurmuş. Bitlis sözcüğü bu komutanın isminden kaynaklanıyormuş.
__________________ Eğer "dokuz" CanLı oLsaydın biLe En fazLa "sekiz" kez kaçabiLirdin öLümden.. BiLki "yedi" düveLe suLtan oLsan dahi Yerin "aLtı" mekan oLacak sana En fazLa "beş" metre kumaş götürebileceksin Kapatacaksın "dört" açsanda gözünü.. Bu dünya "üç" günLük dünya , AzraiLin yanında "iki" kat oLup yaLvarsanda nafiLe ELbet "bir" gün öLeceksin İşte o gün herşey "sıfır"dan başLayacak..! | |
|
Etiketler |
bitlis |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Ağrı Yöresel Örf Ve Adetleri | Sır | Örf ve Adetler | 0 | 25 Nisan 2018 10:20 |
Afyon Yöresel Örf Ve Adetleri | Sır | Örf ve Adetler | 0 | 25 Nisan 2018 10:18 |
Adıyaman Yöresel Örf Ve Adetleri | Sır | Örf ve Adetler | 0 | 25 Nisan 2018 10:16 |
Adana Yöresel Örf Ve Adetleri | Sır | Örf ve Adetler | 0 | 25 Nisan 2018 10:13 |
Ankara Yöresel Örf Ve Adetleri | Funda | Örf ve Adetler | 0 | 30 Mart 2018 04:59 |