24 Nisan 2022, 20:09 | #1 | |
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | BİR İBADET BİÇİMİ OLARAK NAMAZIN TARİHÇESİ Dua ve bir dua biçimi olarak namaz, bütün peygamberler tarafından yapılan müşterek bir ibadettir. Gerek Kur’an-ı Kerim’de gerekse diğer kitaplarda bu hususu ortaya koyan çok sayıda açıklama bulunmaktadır. Hz. Peygamber’in bi’setten önce Haniflik üzere ibadet ettiği anlaşılmaktadır. Ancak ne şekilde ibadet ettiğine dair detaylı bilgiler bulunmamaktadır. Bi’setten sonra ilk olarak gece namazı emredilmiştir. Daha sonra Mekke döneminin sonlarına doğru Miraç hadisesi gerçekleşmiş ve bu esnada ilk olarak beş vakit namaz farz kılınmıştır. Miraçta farz kılınan beş vakit namaz –akşam hariç- ilk etapta ikişer rekâttır. Daha sonra ikamet halindeki öğle, ikindi ve yatsı namazları dörde çıkarılmış; sefer halinde ise eski şekil korunmuştur. İnsan, yapısı itibariyle zayıf bir varlıktır. Hayatını sürdürmek ve rahat etmek için çok şeylere ihtiyaç duyar. Ancak gücü sınırlı ve sonludur. Çok geniş bir istidada sahip olduğu için varlık âlemindeki her şeyle ilgilidir. Yakın-uzak, etrafında meydana gelen bütün gelgitlerden etkilenir. Geçmişten acı, gelecekten endişe duyar. Bütün güzelliklere rağmen hayatın geçici ve sınırlı olması onu derinden sarsar ve düşündürür. Bütün ayrılıklara ve acılara karşı içinde derin bir ebediyet arzusu taşır. Ancak bu arzuyu tatmin edecek gücü kendinde bulamaz. Kâinattaki bütün işleyişi elinde bulunduran ve onun en gizli ihtiyacını da bilen bir güç ancak onu tatmin edebilir. Başka bir ifadeyle insanı da kâinatı da yaratan ve her şeyin idaresini elinde bulunduran Allah’a dayanmak ancak insanı tatmin edebilir. Allah’a dayanmanın en belirgin şekli ibadet, ibadetin en belirgin şekli ise namazdır. Namaz, özü itibariyle bir duadır ve farklı şekil ve formlarda da olsa bütün Peygamberlerin şeriatlarında yer alan temel bir ibadettir. Bütün dinî metinlerde bu ibadetin izine rastlamak mümkündür. Namazları değişik açılardan tasnife tabi tutmak mümkündür. Fakihler genelde namazları farz ve nafile şeklinde iki gruba ayırmışlardır. Bu makalemizde elimizdeki bilgiler ışığında gerek önceki peygamberler döneminde gerekse Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde farz namazların tarihine ve geçirdiği evrelere bakacağız. I. ÖNCEKİ PEYGAMBERLER (A.S.) DÖNEMİNDE NAMAZ Kur’an-ı Kerim’de namazı ifade etmek için kullanılan başlıca kelimeler; kıyâm , rukû , secde , tesbih , zikir , iman ve salâttır . Ancak “salat” kelimesi diğerleriyle kıyaslanmayacak ağırlıkta ve sıklıkta geçmektedir. Salât, sözlükte dua anlamına gelmektedir. Namaz da bir dua biçimi olduğundan namazı özel bir dua şekli tarzında tanımlamak da mümkündür. Aslında içinde duanın bulunmadığı bir ibadetten bahsetmek mümkün değildir. Nitekim bir hadis-i şerifte “dua ibadetin özüdür” buyrulmaktadır. Dua ve bir dua biçimi olarak namaz bütün peygamberler tarafından ikame edilmiştir. Gerek Kur’an-ı Kerim’de gerekse diğer kitaplarda bu hususu ortaya koyan çok sayıda açıklamalarla karşılaşmaktayız. Kur’an-ı Kerim, önceki peygamberlerin de namazı kılıp emrettiklerini açıkça ifade etmektedir. Kur’an’da birçok vesileyle, Hz. İbrahim’in ve evlatlarının namazından söz edilmektedir: “[İbrahim:] Ey Rabbimiz ben evlatlarımdan bazısını senin mukaddes olan evinin yanında ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Ta ki namazı dosdoğru kılsınlar. Artık sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir.” “Rabbim, beni dosdoğru namaz kılmakta devamlı kıl. Neslimden de (böyle namaz kılanlar yarat). Ey Rabbimiz, duamı kabul buyur.” “Ona (İbrahim’e) İshâk’ı bahşettik. Üstüne Ya’kûb’u da (ihsan ettik.) Her birini sâlih insanlar yaptık. Onları emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren rehberler kıldık. Kendilerine hayırlı işler yapmayı, dosdoğru namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize kulluk eden kimselerdi.” Bir ayet-i kerimede İsrailoğullarına hitaben şöyle buyrulmaktadır: “Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve rükû edenlerle beraber rükû edin.” Hz. Lokman’ın, şu sözlerle oğluna namazı öğütlediği belirtilmektedir: “Yavrum namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçir ve başına gelene sabret. Çünkü bunlar azmolunması gereken işlerdendir.” Bir başka ayette Hz. Âdem, Hz. Nuh ve Hz. İbrahim’den sonra gelen neslin namazı zayi ettiğinden bahsedilmektedir: “Onlardan sonra yerlerine; namazı zayi eden ve şehvetlerine uyan bir nesil geldi.” Medyen dönüşü yolda Hz. Musa’ya gelen emirlerden biri şöyledir: “Yalnız bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl.” Hz. Zekeriyyâ’nın namazından şöyle söz edilmektedir: “Zekeriyyâ mabette ayakta durmuş namaz kılarken melekler ona: ‘Allah sana bir kelimeyi doğrulayıcı, efendi, nefsine hâkim ve salihlerden bir Peygamber olarak Yahya’yı müjdeler’ diye seslendiler.” Hz. İsa, beşikte konuşurken, kendisine namazın emredildiğini söylemektedir: “Beni bulunduğum her yerde insanlara yararlı kıldı. Sağ olduğum sürece bana namaz kılmayı, zekât vermeyi emretti.” Hz. İsmail, ailesine namazı emretmiştir: “Kitap’ta İsmail’i de an! Gerçekten o, sözüne sadıktı, resûl ve nebi idi. Ailesine namaz kılmayı, zekât vermeyi emrederdi.” Hz. İbrahim, Hz. Lût, Hz. İshak ve Hz. Yakub’un salih kullar oldukları belirtildikten sonra namaz kılmakla emrolundukları belirtilmektedir: “Onları, emrimizle doğruyu gösteren rehberler yaptık ve onlara hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik.” Bu ayetler, namazın hak dinin ayrılmaz bir parçası olduğunu, tarihin değişik dönemlerinde gönderilen bütün ilâhî mesajlarda yer aldığını göstermektedir. Eski ve Yeni Ahit’in elimize ulaşan mevcut şekillerinde de namazın varlığını gösteren ifadeler bulunmaktadır. Kanaatimizce bu metinlerde yer alan ve “dua” şeklinde tercüme edilen ifadelerin önemli bir kısmı namazla ilgilidir. Ancak bunları katî bir şekilde ayırmak mümkün değildir. Yukarıda belirttiğimiz gibi Kur’an’ı Kerim’de namazı ifade etmek için seçilen “salât” kelimesi de temelde dua anlamına gelmektedir. Günümüzde Süryanilerin ve İbranilerin namaz ibadetini ifade etmek için kullandığı ve temelde Aramiceden alınma “sluto” kelimesi de sözlükte “eğilmek, rükûda bulunmak” gibi anlamlara gelmektedir ki bunun da duayı çağrıştırdığı açıktır. İster “dua” kelimesiyle karşılansın, isterse doğrudan “salat” ve türevleri şeklinde geçsin eski metinlerde namazı anlatan bazı ifadelerin olduğu kesindir. II. SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED (S.A.S.) DÖNEMİNDE NAMAZ A. Bİ’SETTEN ÖNCE Hz. Peygamber’in bisetten önce ibadet edip etmediğine dair en net bilgiler Hz. Aişe’nin aktardığı bir hadiste geçmektedir. Şöyle demektedir Hz. Aişe: “Allah Rasülüne gelen ilk vahiy rüyâ-ı sâdıka şeklinde idi. Gördüğü her rüya sabah aydınlığı gibi ortaya çıkıyordu. Daha sonra kendisine yalnızlık/halvet sevdirildi. Hira mağarasında kalıp gecelerce tahannüste bulunuyordu…” Zührî, hadiste geçen “tahannüste bulunuyordu” kelimesini “ibadet ediyordu” şeklinde izah etmektedir. Fakat hadis şarihleri genelde “tahannüs” kelimesini “günahtan kaçınma” şeklinde yorumlamaktadırlar. Hz. Peygamber’in bi’setten önce ibadet ettiğini savunan âlimler, onun hangi şeriata göre ibadet ettiği konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Kimi, Hz. Nuh’un, kimi Hz. İbrahim’in, kimi Hz. Musa’nın, kimi de Hz. İsa’nın dinine göre ibadette bulunduğunu ileri sürmüştür. Bazıları da bir peygambere aidiyeti sabit olan herhangi bir şeriata göre ibadet ettiğini savunmuştur. Sübkî, bu görüşleri aktardıktan sonra tercihe şayan görüşün tevakkuf etmek olduğunu belirtmektedir. Subkî’nin ifadesini şerh eden Mahallî de birçok âlimin bu kanaatte olduğunu ifade etmektedir. Ancak İbn Hişâm’ın “tehannüs” kelimesine dair yaptığı bir izah Hz. Peygamber’in, Hz. İbrahim’in dini üzere ibadet ettiğini söyleyen görüşü öne çıkarmaktadır. İbn Hişâm Arap dilinde yaygın bir geleneğe göre “[peltek] sa” harfi yerine “fa” harfinin kullanıldığını, yukarıdaki ibarenin de bu türden bir kullanım içerdiğini yani “tehannüs” kelimesiyle “tehannüf”ün kastedildiğini belirtmektedir. Tehannüf, hanifliğe yani Hz. İbrahim’in dinine uymak demektir. Yukarıda zikrettiğimiz ayetlerde de görüldüğü üzere Hz. İbrahim, namaza ayrı bir önem vermiş ve neslinden gelecek olanların namaz kılan kimseler olması için Allah’a duada bulunmuştur. Hz. İbrahim’in neslinde gelen bir kimse olarak Hz. Peygamber’in bi’setten önce de Hira’da veya uygun bulduğu mekânlarda Hanifler gibi ibadet etmiş olması mümkündür. Nitekim meşhur haniflerden Zeyd b. Amr ve Ebu Zerr el-Gifârî’nin cahiliye döneminde de namaz kıldıkları ve sadece Allah’a secde ettikleri bilinmektedir. Binaenaleyh diğer hanifler gibi Hz. Peygamber’in de bu dönemde namaz kılmış olması uzak bir ihtimal değildir. B. Bİ’SETTEN SONRA NAMAZ Kaynaklar incelendiğinde bi’setten sonra namazın son şekle kavuşmadan önce birkaç aşamadan geçtiği anlaşılmaktadır. Kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler ışığında bu dönemi birkaç başlık halinde incelemek istiyoruz. 1. Gece Namazı Tefsir otoritelerinin çoğuna (cumhur) göre Hz. Peygamber Hira mağarasında ilk vahye muhatap olduktan sonra Hz. Hatice’nin yanına dönmüş ve “beni örtünüz, beni örtünüz” demiştir. Bunun üzerine Müddessir Suresi ve hemen akabinde de Müzzemmil Suresi inmiştir. Birinci surede namazla ilgili açık bir ifade bulunmamakla birlikte namazı çağrıştıran tekbir ve temizlik emri gibi hususlar yer almaktadır. İkinci surenin ilk ayetleri ise mealen şöyledir: “Ey örtülere bürünen! Birazı hariç geceleri kalk! (Namaz kıl). Yarısını kıl yahut bunu biraz azalt ya da çoğalt ve Kur’an’ı tane tane oku! Zira biz sana (taşıması ağır) bir söz vahyedeceğiz.” Görüldüğü üzere bi’setin ilk günlerinde inen bu surenin ilk ayetleri gece namazını emretmektedir. “Biz sana (taşıması ağır) bir söz vahyedeceğiz.” ifadesinden de bu ayetlerin ilk inen ayetlerden olduğu anlaşılmaktadır. Binaenaleyh mezkûr ayetlerin ilk inen ayetler olduğu doğrudan Kur’an’ın delaletine dayanmış olmaktadır. Dolayısıyla burada emredilen gece namazının da bi’setin başlangıcında emredilen ilk namaz olma ihtimali kuvvet kazanmaktadır. Gece namazının emrolunan ilk namaz olduğu hususuna dair bir takım rivayetler de bulunmaktadır. Bu hususu İmam Şâfiî’den okuyalım: “İlmine ve rivayetine güvendiğim birinin şöyle dediğini duydum: Allah Teâlâ önce bir namazı farz kıldı, sonra onu bir başka farzla neshetti. Daha sonra bu ikinci farzı da beş vakit namazı farz kılmakla neshetti.” Akabinde İmam Şâfiî, ismini vermediği bu şahsın maksadını şerhetmeye çalışır: “Bu zat sanırım mezkur sözüyle ‘Ey örtülere bürünen, birazı hariç geceleri kalk namaz kıl, yarısını kıl yahut bunu biraz azalt!’ ayetini kastetmektedir. Bu ayetler daha sonra aynı surede yer alan şu ayetlerle neshedilmiştir: ‘Senin gecenin üçte ikisine yakın bir kısmını, (bazen) yarısını, (bazen de) üçte birini yatmadan (ibadetle) geçirdiğini Rabbin biliyor… O halde Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.’ (Müzzemmil, 20) Dolayısıyla (surenin başında emredilen) gecenin çoğunu ya da yarısını yahut daha azını veya daha çoğunu namazla geçirme emri, Kur’an’dan kolay geleni okuma emriyle neshedilmiş olmaktadır. Bu zatın dediği husus güzel görünmektedir. Ancak her kesin geceleri kendisine kolay gelen miktarı okumayı terk etmemesini ve şöyle denilmesini [daha] uygun buluyorum: Müzzemmil Suresi’nin mezkur ayetleri ‘Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar namaz kıl. Bir de sabah okuyuşunu dosdoğru yap. Çünkü sabah okuyuşu şahitlidir. Gecenin bir kısmında uyanarak sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl’ (İsra, 78-79) ayetiyle neshedilmiştir. Ayetteki güneşin dönüşüyle (dulûk) zevâl vakti, gecenin karanlığıyla (gasak) yatsı, sabah okuyuşuyla da sabah namazı kastedilmektedir. Cenab-ı Hakk burada gece namazının farz değil nafile olduğunu belirtmektedir…” Görüldüğü üzere İmam Şâfiî burada farz kılınan ilk namazın gece namazı olduğunu belirtmekte ve bu konuda güvenilir rivayetlerden bahsetmektedir. Ancak gece namazının farziyetine yönelik emrin hangi ayetlerle neshedildiği konusunda iki görüşten bahsetmektedir. Bir görüşe göre gecenin çoğunu namazla geçirme emri, Müzzemmil Suresi’nin son ayetiyle yani “kolayınıza geleni okuyun” emriyle neshedilmiştir. İkinci görüşe göre –ki bu aynı zamanda Şâfiî’nin de tercih ettiği görüştür- gece namazına yönelik ilk emir, beş vakit namazı emreden ayetlerle neshedilmiştir. İster birinci görüşü esas alalım, ister ikinci görüşü her iki durumda da gece namazının emredilen ilk namaz olduğu ortaya çıkmaktadır. Şafiî’nin aktardığı bu husus, benzer ifadelerle tefsir ve hadis kaynaklarında da yer almaktadır. Nakle dayalı bu bilgilerin yanı sıra söz konusu edilen tarihi dönem ve yaşanan süreç de gece namazının emredilen ilk namaz olma ihtimalini teyid etmektedir. Bilindiği gibi vahyin ilk günlerinde Hz. Peygamber ve sahâbîler açıkça tebliğde bulunmamış ve dinî emirleri gizlice yerine getirmeye çalışmışlardır. Gündüz vakti eda edilecek namazların yerine ilk olarak gece namazının emredilmiş olması Hz. Peygamber’in bu dönemde izlediği genel tutumla daha uyumludur. Gecenin karanlığında Hz. Peygamber’in ve sahâbîlerin ibadetlerini yerine getirmeleri daha kolay olmalıydı. İkinci olarak gece namazını emreden ayetler bu namazın gerekçesini de aktarmaktadır. Ayetler adeta Hz. Peygamber’i ağır şartların beklediğini ve bundan dolayı gece namazı vasıtasıyla yoğun şekilde ruhî bir hazırlık yapması gerektiğini ifade etmektedir: “Ey örtülere bürünen! Birazı hariç geceleri kalk! (Namaz kıl.) yarısını kıl yahut bunu biraz azalt ya da çoğalt ve Kur’an’ı tane tane oku! Zira biz sana (taşıması ağır) bir söz vahyedeceğiz. Muhakkak ki gece kalkıp ibadet eden nefis hem uygunluk bakımından daha kuvvetlidir hem de okuyuş bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüz senin için uzun bir meşguliyet vardır.” Bu ifadelerden, gece namazının kişiyi karşılaşacağı sıkıntılara karşı hazırlıklı kılan bir özelliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi hazırlayıcı şeyler de tabiatıyla başta yer alır. Bu da gece namazının vahyin başlangıcında emredildiği bilgisini teyid etmektedir. 2. Beş Vakit Namaz Kaynaklar, beş vakit namazın ilk olarak miraç gecesinde farz kılındığı konusunda müttefiktirler. Fukahanın genel kanaati İsra’dan evvel -gece namazı haricinde- farz namazın olmadığı şeklindedir. Bununla birlikte bazı kaynaklarda yer alan bir takım bilgilerden hareketle, İsra’dan evvel ikişer rekatlık iki vakit namazın var olduğunu söyleyenler de olmuştur. Bu görüşe göre, gece namazından sonra ve henüz beş vakit farz kılınmadan önce sabah-akşam ikişer rekat olarak kılınan bir namaz bulunmakta idi. Bu alimler, bir takım delillere dayanmışlardır. Ancak bu deliller, kısmen subût kısmen de delâlet açısından tartışmaya açıktır. Mamafih bu namazın farz olarak emredilmediğini ancak mendup düzeyde teşvik edildiğini söylemek de mümkündür. Biz, tartışmaların detaylarına girmeyip müteakip aşamaya yani, beş vakit namaz aşamasına geçmek istiyoruz. Hadis kaynakları beş vakit namazın –akşam namazı hariç- ilk etapta ikişer rekat olarak farz kılındığını kaydetmektedirler. Daha sonra sabah ve akşam namazı eski şekli üzere bırakılmış, geri kalan kısmı ise dörder rekata çıkarılmışlardır. Dolayısıyla beş vakit aşamasını da kendi içinde iki merhalede mütalaa etmek mümkündür. a. Akşam hariç bütün namazların ikişer rekat olarak kılındığı dönem. b. Akşam ve sabah hariç bütün namazların dörder rekat olarak kılındığı dönem. Buhârî ve Müslim’in ufak bazı farklılıklarla aktardığı miraç hadisinde Allah Rasülü, semâya çıkarıldığını, değişik tabakalarda peygamberlerle görüştüğünü, Cenab-ı Hakk’ın bu ümmete elli vakit namazı farz kıldığını, Hz. Musa’nın sözü üzerine Rabbine döndüğünü ve bu gidiş-gelişin birkaç kez tekerrür ettiğini ve en sonunda beş vakitle sınırlandırıldığını beyan etmektedir. Konuyla ilgili diğer hadisler incelendiğinde burada farz kılınan beş vaktin şu anki şekliyle farz kılınmadığı anlaşılmaktadır. Buhârî ve Müslim’in Hz. Aişe’den aktardığı bir hadis-i şerifte bu husus şöyle anlatılmaktadır: “Namaz, ilk olarak hem yolculukta hem de ikamet halinde ikişer rekat olarak farz kılındı. Ardından yolculuk halinde kılınan namaz, olduğu gibi bırakıldı. İkamet halinde kılınan namaz ise artırıldı.” Bazıları Hz. Aişe tarafından söz konusu edilen namazların İsra’dan önceki döneme ait sabah-akşam ikişer rekatlı namaz olduğunu söylemişlerse de bu çoğunluk tarafından kabul görmemiştir. Cumhura göre bu hadiste kastedilen namaz, İsra’da farz kılınan beş vakit farz namazdır. Hz. Aişe’den aktarılan diğer rivayetler konuyu yeterli bir biçimde açıklamaktadır: Buhârî’nin Kitâbu’l-Hicresinde aktardığına göre Hz. Aişe şöyle demiştir: “Namaz iki rekat olarak farz kılındı. Sonra Allah Rasülü hicret edince dört olarak farz kılındı.” İmam Ahmed’in Hz. Aişe’den aktardığı rivayet ise şöyledir: “Namaz Mekke’de ikişer rekat şeklinde farz kılındı. Allah Rasülü (sallallâhu aleyhi ve sellem) Medine’ye gelince iki rekat daha ilave etti. Fakat akşamı hariç tuttu. Zira akşam günün vitridir. Sabah namazına da -kıraatın uzunluğundan dolayı- herhangi bir ilavede bulunmadı. Yolculuğa çıktığı zamanlarda namazı ilk şekliyle kılardı.” Bu rivayetlerdeki açıklamalar bahse konu olan ve hicretten önce İsra’da farz kılınan namazın beş vakit namaz olduğunu açıkça göstermektedir. Burada aktardığımız hadislere aykırı bir biçimde beş vakit namazın -sabah ve akşam hariç- ilk andan itibaren dörder rekat olarak farz kılındığını anlatan rivayetler de bulunmaktadır. Ancak bu rivayetler hadis otoriteleri tarafından sened ve metin bakımından tenkit edilip sahih görülmemiştir. Sonuç Buraya kadar aktardıklarımızdan özetle şunlar anlaşılmaktadır: Şekil açısından bir takım farklılıklar arz etse de namaz, bütün Peygamberler tarafından yapılan müşterek bir ibadet biçimidir. Nitekim bir hadis-i şerifte gece namazı için: “Gece namazına dikkat ediniz. Zira o, sizden önceki salih insanların adetidir…” buyrularak bu manaya işaret edilmiştir. Hz. Peygamber’in bi’setten önce Haniflik üzere ibadet ettiği kanaati ağır basmaktadır. Ancak ne şekilde ibadet ettiğine dair açık bilgiler bulunmamaktadır. Bi’setten sonra ilk olarak gece namazı emredilmiş -bazı alimlere göre- akabinde sabah ve akşam vakitlerinde ikişer rekatlı bir namaz farz kılınmıştır. Daha sonra Mekke döneminin sonlarına doğru miraç hadisesi gerçekleşmiş ve bu esnada ilk olarak beş vakit namaz farz kılınmıştır. Burada farz kılınan beş vakit namaz -akşam hariç- ilk etapta ikişer rekattır. Daha sonra ikamet halinde öğle, ikindi ve yatsı namazları dörde çıkarılmıştır. Sabah ve akşam namazları ise eski şekli üzere bırakılmıştır. Pek çok hükümde olduğu gibi namazın teşrîinde de tedricî bir seyir gözlenmektedir. Önce gece namazı sonra beş vakit namaz emredilmiştir. Beş vakit merhalesi de kendi içinde iki aşamaya ayrılmıştır. İlk aşamada -akşam hariç- bütün namazlar ikişer rekat olarak farz kılınmıştır. İkinci aşamada ise, sabah ve akşam namazları aynen korunmuş, bunların haricinde kalan namazlar ise dört rekata çıkarılmıştır. | |
|
Etiketler |
beş vakit namaz, bi’set, gece namazı, haniflik., ibadet, namaz |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
NAMAZIN EDEBLERİ | Spacely | Genel İslami Konular | 0 | 18 Eylül 2014 21:43 |
NAMAZIN SÜNNETLERİ | Spacely | Genel İslami Konular | 0 | 18 Eylül 2014 21:42 |
NAMAZIN VACİPLERİ | Spacely | Genel İslami Konular | 0 | 18 Eylül 2014 21:42 |
NAMAZIN ÖNEMİ VE FAZİLETİ | Spacely | Genel İslami Konular | 0 | 18 Eylül 2014 21:34 |
İŞletİm Sİstemlerİnİn TarİhÇesİ | telNET | Merak Ettikleriniz | 0 | 11 Ocak 2006 15:46 |