26 Ekim 2024, 19:39 | #1 | |
Çevrimdışı Tefeci'nin Kızı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | KURAN’DA ECEL KAVRAMI KURAN’DA ECEL KAVRAMI [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Ecel kelimesi, Arapçada “e-c-l” kökünden masdar olup, sülâsi kalıbında, “gecikmek”; rubâi kalıbında ise “geciktirmek” anlamına gelir. Kelime, anlamı itibariyle, “vakit, vade, belirli bir süre, müddet, ömrün sonu, süre açısından geç kalmak, erteye kalmak, vaktin sonu, canlıların ölümü için belirlenmiş an, ölüm vakti, ölüm, dünya hayatının sona ermesi, iddet süresi, borcun vadesi, yaşamın sonu, mutlak vakit, bir şeyin bütün süresi, ölüm için saptanan zaman” gibi anlamları ihtiva etmektedir. (“Ecel” Md., İslam Ansiklopedisi, C. IV,) Bütün bu anlam farklılıklarına rağmen ecel kelimesi: Belli bir vakit, zaman, müddet, Takdir ve tayin olunan müddetin tamamı ve sonu, Ölüm için vaktin sonu, Borç için vade sonu, İddet için belirli süre, Kâfirlerin helak zamanı, Azap ve ceza gibi mutlak ve kayıtlı zamanları içeren anlamlara gelmektedir. (Namık Kemal Okumuş, Kelamda Ecel Problemi, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 2000,s. 47.) Istılâhi olarak ecel; “Allah tarafından her canlı için takdir edilen hayat süresi ve bu sürenin sonu olan ölüm vakti” anlamına gelir. Ecel, “bir şey için belirlenmiş bir zaman dilimidir.” Hayatın sona ermesi ve ölümün gerçekleşmesi anlamında, ölüm zamanına da ecel denmektedir. Kuran’da, Ecel kelimesinin geçtiği ayetleri 11 grupta toplayabiliriz. 1. Ölüm vakti, süresi, belirlenmiş ölüm zamanı, (ecel, eceli müsemma), ölüm için takdir. (6/2,60,128; 3/145,154; 7/135,185; 11/3; 10/11; 13/38; 16/61; 17/99; 14/10; 20/129; 29/5,53; 35/45; 39/42; 40/67; 63/10-11; 71/3-4.) 2. Aile Hukukunda: Boşanmada iddet süresi. (2/231,232,234,235; 65/2-4.) 3. Kozmik Düzen: Gezegenler, gök cisimleri, ay, güneş vb. gece-gündüz için tayin edilmiş zaman, devirleri için takdirli süre. (7/34; 10/49; 5/5; 23/43.) 4. Ticaret: Borçlanmada zaman veya sürenin sonu. (13/2; 30/8;31/29;35/13; 39/5) 5. Sosyolojik kurallar: Toplumun ölüm ve yok oluş kanunları, ölümlerinin takdir edilmesi, milletlerin ecelleri. (35/11.) 6. Biyolojik süreç: Ömür süresi. (77/12) 7. Takdim-te’hir: Ecel veya ölümün takdim ve tehiriyle ilgili ayetler. (28/28-29; 4/77; 11/104; 14/44.) 8. Nesnel süreçler: Normal zaman, sayılı günler, yakın zamanlar. (13/38-39.) 9. Düzenli kurallar: Takdir edilen kanun, kitap. (13/38-39.) 10. Biyolojik ölüm: Ölüm ve ölümün mutlaklığı. (3/145,154) 11. Embriyolojik süreç: Anne karnındaki süre, ecel. (22/5.) Görüldüğü üzere ecel kavramı. Kur'an'da birçok anlamda kullanılmıştır. Kur'an-ı Kerim'de açıkça ifade edildiği üzere ölüm, bizi dünya hayatıyla nimetlendirdikten sonra imtihana tâbi tutmak ve imtihan neticesini tespit ile hesabını görmek maksadıyla Allah'ın va'z etmiş bulunduğu bir nizamdır. Bu bakımdan ölüm, her canlı için kaçınılmaz ve tabiî bir hâdisedir. Bu husus birçok ayette de vurgulanmıştır: "Nerede olsanız, ölüm size erişir. Hatta sağlam kaleler içinde bulunsanız bile." (Nisa, 4/78.) "Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi, imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz sonunda bize döndürüleceksiniz. (Enbiya, 21/35) "Bu ayetlerden de açıkça anlaşılmaktadır ki, Allah tarafından takdir edilen ömür, zamanı gelince, her ne suretle olursa olsun sona erecektir. Bu, ister katl suretiyle, isterse tabiî ölüm suretiyle olsun, böyle olacaktır. Her şeyi yaratan ve herkesin rızkını veren Allah olduğu gibi, onları yok edip öldüren de O'dur. Diriltmek ve öldürmek, O'nun takdiri ve yaratmasıyladır. Mukadder ölüm. “Onların ecelleri geldiğinde ne bir an geciktirilir ne de bir an öne alınırlar.” (fe-izâ câe ecelühüm lâ yeste’hireûne sâ‘aten ve‘lâ yestekdimûn) mealindeki A‘râf 7/34. ayette bu anlamda kullanılmıştır. Belirlenmiş süre. “Kasas suresi 28/28. ayette Hz. Musa’nın dilinden aktarılan, “Her iki süreden hangisini tamamlarsam tamamlayayım...” (eyyemâ’l- eceleyni kadaytü) mealindeki ifadede bu anlamda kullanılmıştır. Kâfirlerin helâkı. “Kim bilir belki de onların eceli (helak vakti) geldi” (ve en asâ en yekûne kad ikterabe ecelühüm) mealindeki A‘râf 7/185. ayette bu anlamda kullanılmıştır. Kadınların boşandıktan sonra beklemek zorunda oldukları süre (iddet). Bakara 2/231 ve 232. ayetlerdeki fe-beleğane ecelehünne (Boşanmış kadınlar bekleme sürelerini tamamladıklarında...) ibaresinde bu anlamda kullanılmıştır. Azap ve ukubet. Nûh suresi 71/4. ayetteki inne ecelellâhi izâ câe lâ yuahharu ibaresinde [azapla ilgili] ecel kelimesi “azap” manasında kullanılmıştır. Ecel kavramı bazı ayetlerde de ay, güneş ve diğer gezegenlerin düzenli hareketlerinin süresinin belirlenmiş olmasını ifade eder. (Ra‘d, 13/2; Rûm, 30/8; Lokmân, 31/29.) Ecelle ilgili kimi ayetlerde de Allah’ın her insan için bir yaşam süresi ve bir ölüm vakti belirlediği bildirilmiş, kendilerine uzun ömür verilenlerin de ömrü kısaltılanların da mutlaka bir kitapta yazılı olduğu belirtilmiştir. (En’âm, 6/20; Fâtır, 35/11.) Öte yandan ilâhî emirlere uyanların belirlenmiş ölüm vaktine kadar güzel bir şekilde yaşatılacakları müjdelenirken, (Hûd, 11/3; Nahl, 16/61; Ankebût, 29/53. ) zalimlerin de ecelleri gelinceye kadar cezalandırılmayacağı, ancak zamanı gelince bir anlık öne alma veya erteleme yapılmayacağı belirtilmiştir. Yine bazı insanların hayatlarının ihtiyarlamadan önce sona erdirildiği, bazı insanların ise kendileri için belirlenen sürenin sonuna kadar yaşatıldığı bildirilmiş, (Mü’min, 40/67. ) ayrıca fertler gibi toplumların da ecelleri bulunduğu ve yıkılış zamanı gelince bunun bir an bile öne alınmayacağı gibi geriye bırakılmayacağı da haber verilmiştir. Kur’an’daki bazı ayetlerde ecel kelimesi belirli ve/veya belirsiz süre anlamında kullanılmıştır. Mesela, Kasas suresi 28/27-28. ayetlerde şu ifadelere yer verilmiştir: Bunun üzerine kızların babası Musa’ya şu teklifte bulundu: “Sekiz yıl yanımda çalışmana karşılık şu kızlarımdan birini seninle evlendirmek istiyorum. Çalışma süresini on yıla tamamlarsan bu da senin bize bir ikramın olur. Yoksa ben sana fazladan bir yük yüklemek istemem. İnşallah, benim dürüst bir kişi olduğumu göreceksin.” Musa da onun bu teklifine şöyle karşılık verdi: “Bak, bu ikimizin arasında bir sözleşmedir. Sekiz veya on yıl; bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım, bana herhangi bir itiraz söz konusu olamaz. Bu konuşmamıza ve sözleşmemize Allah da şahittir.” Surenin 28. ayetinde geçen el-eceleyn kelimesi “iki süre” anlamındadır. Bu iki sürenin limiti ise bir önceki ayette sekiz ve on yıl olarak tavzih edilmiştir. Ra‛d suresi 13/38. ayetin sonundaki li-külli ecelin kitâb ibaresinde de ecel “süre” anlamında kullanılmıştır. Ancak bu kullanımın insan ölümüyle bir ilgisi yoktur. Nitekim ayetin bütünü̈ göz önüne alındığında bu husus daha da açıklık kazanmaktadır. Ayetin meali şöyledir: “[Ey Peygamber!] Andolsun ki biz senden önce de peygamberler göndermiş, onlara da eş ve çocuklar vermiştik. Allah’ın izni olmadan hiçbir peygamber mucize getiremez. Süreli her şeyin bir kaydı vardır. (li-külli ecelin kitâb)” Bu son ifadedeki “süreli her şey”in ayetteki karşılığı “ecel”, “kayıt” kelimesinin karşılığı ise “kitap”tır. Bazı müfessirler buradaki “kitab”ı “şeriat vahyi” olarak anlamış ve ayeti, “Allah’ın takdir ettiği her süre için gönderdiği bir kitap vardır” şeklinde yorumlamışlardır. Ecel kelimesi birçok ayette de boşanan ve/veya kocası ölen kadınların yeniden evlenebilmeleri için beklemek zorunda oldukları süre (iddet) anlamında kullanılmıştır. Bakara suresi 2/231, 232 ve 234. ayetler ecel kelimesinin bu anlamda kullanımına örnek verilebilir: Kadınları boşadığınızda, onlar da yeni bir evlilik yapabilmeleri için gerekli olan bekleme [iddet] sürelerini tamamladıklarında (fe-belağne ecelehünne) ya onlarla tekrar evlenip huzurlu bir hayat sürdürün veya kavgasız gürültüsüz bir şekilde yollarınızı ayırın. Eziyet etmek ve haklarını çiğnemek maksadıyla onları nikâhınız altında zoraki tutmayın. Böyle yapan kimse kendine yazık eder. Sakın Allah'ın buyruklarını hafife almayın. Allah'ın size lütfettiği bunca nimeti her daim minnettarlıkla anın. Yine Allah'ın size bir öğüt olarak gönderdiği Kur’an’ı ve onun mana ve mesajını hayatınıza katın. Allah'a karşı gelmekten her daim sakının. Unutmayın ki Allah her şeyi bilir. Ecel kelimesi birçok ayette de “müsemmâ” kaydıyla takyit edilmiştir. Ecel-i müsemmâ tabiri “belirlenmiş ya da adı konulmuş süre” anlamına gelir. Nitekim müslümanların belli bir vadeyle birbirlerinden borç alıp vermeleri Bakara 2/282. ayette “ecel-i müsemmâ” diye ifade edilmiştir. Benzer şekilde, çocuğun ana karnında kalış süresi de Hac suresi 22/5. ayette yine “ecel-i müsemmâ” diye ifade edilmiştir. Ecel-i müsemmâ tabirinin bu ayetlerdeki anlamı gayet açıktır. Ecel kelimesi Münâfikûn 63/11. ayetteki ve-len yüahhirallâhu nefsen izâ câe ecelühâ ibaresinde geçen ecel kelimesi de “süre” veya daha doğru bir karşılıkla “ömür süresinin sonu” anlamında kullanılmıştır. En’âm suresi 6/60. ayette Allah’ın, geceleyin algı gücünü alarak insanları uyuttuğu, belli sürelerini doldurmaları için algılarını tekrar kendilerine iade edip onları uykudan uyandırdığı bildirilir. Bu ayetteki li-yukdâ ecelün müsemmân ibaresi insan için bir yaşama süresinin bulunduğu ve o süreyi doldurduğu gerçeğini ifade eder. Aynı şekilde Zümer suresi 39/42. ayette de Allah’ın henüz ömürleri dolmamış insanları uykuda bilinçten yoksun bıraktığı, uykudan uyanma aşamasında ise bilinçlerini o insanlara geri verdiği belirtilir. Bunun sebebi, söz konusu insanların ömür sürelerini henüz doldurmamış olmalarıdır. Ayette insanların ömür süresi “ecel-i müsemmâ”, yani “belirlenmiş, adı konulmuş ecel” diye ifade edilmiştir. Allah’ın her insana bir ömür süresi belirlemesi Mü’min suresi 40/67. ayette çok daha açık biçimde ifade edilmiştir. Bu ayette mealen şöyle denilmiştir: “Sizi ilkin topraktan, sonra her birinizi bir damlacık meniden, bir kan pıhtısından yaratan O’dur. Yine sizi analarınızın karnından bebek olarak hayat sahnesine çıkaran, ardından güçlü, kuvvetli döneminize eriştiren ve nihayet ihtiyarlık çağınıza kadar yaşatan da O’dur. İçinizden bazıları ergenlik ve ihtiyarlık çağına ulaşmadan hayata veda eder. Sonuçta hepiniz Allah tarafından belirlenmiş bir vakte kadar (ecel-i müsemmâ) yaşamaktasınız. Umulur ki [bir gün mutlaka öleceğinizi düşünür de] aklınızı başınıza alırsınız!” İnsanın ecelinin ya da ömür süresinin belirlenmiş olması belki de en açık ve en veciz şekilde Âl-i İmrân 3/145. ayette ifade edilmiştir. Çünkü bu ayette hiçbir insanın Allah’ın izni olmadıkça ölmeyeceği bildirilmiş, ayrıca insanın ne zaman öleceğinin de belirlendiği belirtilmiştir (ve-mâ kâne li-nefsin en temûte illâ bi-iznillâhi kitâben müeccelâ). Kurtubî’nin yorumuna göre bu ayet ölümün mukadder olduğunu, her insanın ister maktul ister gayr-i maktul olsun, kendisi için takdir edilmiş eceli geldiğinde ölmeme gibi bir şansının bulunmadığını bildirmektedir. Çünkü ayetteki müeccelen kelimesi belirlenmiş süreyi, bi-iznillâh terkibi ise Allah’ın kaza ve kaderini (ilahi takdir) ifade etmektedir. O halde, “Filan kişi öldürülmeseydi kesinlikle yaşayacaktı” demek anlamsız bir sözden ibarettir. (Kurtubî, el-Câmi‘, IV. 146. ) Gerek ilgili ayetlerden gerekse Kurtubî’nin izahatından anlaşılacağı üzere insanoğlunun hayat süresi ve dolayısıyla ölüm vakti Allah tarafından belirlenmiştir. Bunu değiştirmek ve/veya öne almak yahut geciktirmek imkân dâhilinde değildir. O halde, Kur’an’ın bu beyanlarından hareketle “Korkunun ecele faydası yoktur” sözünün isabetli olduğu söylenebilir. Nitekim “[Ey Müminler!] Uzak yerlere sefere çıktıktan veya savaşa katıldıktan sonra ölen akrabaları ve arkadaşları hakkında, “Bizim yanımızda olsalardı ne ölürler ne de öldürülürlerdi.” diyen o ikiyüzlü kâfirler/münafıklar gibi olmayın. [Onlar ölüm konusunda ilahî takdire inanmadıkları ve ölümü hep “şöyle olsaydı böyle olmazdı.” şeklinde birtakım görünür sebeplerle açıklamaya çalıştıkları için] Allah bu düşünceyi onların yüreklerinde derin bir sızı ve hasret acısına dönüştürdü. Unutmayın ki canı veren de Allah’tır alan da! Allah yaptığınız her şeyi görür!” mealindeki Âl-i İmrân 3/156. ayet de “Korkunun ecele faydası yoktur” sözünü teyit eder mahiyettedir. Ecel ve ölümün ilahî izin ve irade çerçevesinde vuku bulduğu gerçeği, Uhud savaşına katılmayıp evlerinde oturan o münafıklar, savaşta öldürülen akrabaları ve arkadaşları hakkında, “Bizi dinleselerdi şimdi yaşıyor olacaklardı.” dediler. [Ey Peygamber!] De ki onlara: “Bu iddianızda dürüst ve samimiyseniz, o hâlde buyurun kendiniz için ölüme çare bulun!” mealindeki Âl-i İmrân 3/168. ayette de çok açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu ayetin nüzul sebebiyle ilgili rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla İslam ordusundan ayrılan münafıklar, savaşa katılan ve şehit olan yakınları hakkında, “Bizim sözümüzü dinleselerdi öldürülmezlerdi” demişlerdir. (Vâhidî, el-Vasît, I. 518-519; Beğavî, Me‛âlimü’t-Tenzîl, I. 370-371.) Esasen onlar bu sözleriyle müslüman askerleri savaştan kaçmaya teşvik ettiklerini, teşvikleri etkili olmadığı için gücendiklerini, bundan dolayı da savaşta şehit olanları küçümsediklerini ve bütün bunların ötesinde Allah’ın takdir ettiği eceli inkâr ettiklerini dile getirmişlerdir. Buna mukabil Allah onlara, “Bu iddianızda dürüst ve samimiyseniz, o hâlde buyurun kendiniz için ölüme çare bulun!” diye cevap vermiştir. Hiç şüphe yok ki insanoğlunun ölüme çare bulması mümkün değildir. Çünkü “Yaşayan her insan mutlaka ölümü tadacaktır” (Âl-i İmrân 3/185). Diğer taraftan, insanların hayat süresi (ecel) Allah tarafından belirlenmiştir. Bu süre kesinlikle değişmeyecektir. O halde, “korkunun ecele faydası yoktur”. Çünkü Nisâ suresi 4/78. ayette de belirtildiği gibi, “Nerede olursanız olun, sarp yamaçlardaki kalelerin burçlarında ve hatta gökteki yıldızlarda olun, ölüm yarın bir gün mutlaka kapınızı çalacaktır!” Bu noktada Hz. Peygamber’in sadaka ve sıla-i rahim gibi iyiliklerin rızkı arttıracağına, belayı def edip ömrü uzatacağına ilişkin sözleri (Buhârî, “Edeb” 12; Müslim, “Birr” 20-21; İbn Hanbel, el-Müsned, III. 156, 247, 266. ) hatırlanabilir ve dolayısıyla insanın ömür süresinin bu tür iyilikler sayesinde gerçekten uzayıp uzamadığı sorulabilir. Nitekim daha önce bahsi geçen bazı ayetlerde ecel gelip çattığında bunun ne bir an öne alınacağı ne de bir an geri bırakılacağı bildirildiğine göre insanın ömür süresinin gerçekte uzayıp kısalması söz konusu değildir. Oysa ilgili hadislere bakılırsa Hz. Peygamber bunun aksini söylemiştir. Ehl-i Sünnet âlimlerine göre sadaka ve sıla-i rahim gibi iyiliklerle ömrün uzaması özetle şunu ifade eder: Allah kulların ne yapıp edeceklerini ezelde bilir. Dolayısıyla bir insanın söz konusu iyilikleri yapıp yapmayacağına göre o insana uzun veya kısa bir ömür tayin eder. Bu yoruma paralel olarak şöyle de denebilir. Allah ezelde insan ve davranışlarıyla ilgili birtakım prensipler belirlemiştir. Sünnetullah denen bu prensipler değişmez niteliktedir. İnsanların sadaka ve sıla-i rahim gibi iyilikler yapması durumunda ömürlerinin uzatılacağı ve/veya kendilerine bereketli bir ömür verileceği de bu ezelî prensiplerden biridir. “Kimin ömrünün uzatılacağı, kimin ömrünün kısa tutulacağı O’nun ilminde kayıtlıdır” (ve-mâ yu‘ammeru min mu‘ammerin ve-lâ yunkasu min ‘umurihî illâ fî kitâb) mealindeki ayette de (Fâtır 35/11) bu hususa işaret edilmiş olsa gerektir. Ecel kelimesi bazı ayetlerde toplumlara ama daha çok da inkârcı toplumlara tanınan süre veya inkârcı toplumların helak vakti anlamında kullanılmıştır. Bu bağlamda A‘râf 7/34 ve Yûnus 10/49. ayetlerde her toplumun (ümmet) bir ecelinin bulunduğu ve bu ecel geldiğinde ne bir an öne alındığı ne de bir an tehir edildiği belirtilmiştir. Bazı müfessirler bu ayetlerde geçen eceli, bir toplumun tarih sahnesinde kalış süresi gibi genel manada anlayıp yorumlamıştır. Mesela Elmalılı Hamdi Yazır A‘râf suresi 7/34. ayeti şöyle tefsir etmiştir. “Her ümmet, az veya çok her cemaat, büyük veya küçük her kavim ve devlet için bir ecel, indallah muayyen ve müsemma olan bir vakit ve mühlet vardır. Ki azap veya helakleri ona bakar. Allah’a karşı peygamberlerini tekzip edenlerin, yalancıların, dinsizlerin, müşriklerin, bağiylerin, asîmlerin, edepsizlerin hepsi dünyanın her tarafından ve her zamanında birdenbire muahaze edilivermez. Ümme-i muhtelifeden her birine ve hatta her ümmetten her ferde mahsus bir ecel, bir gaye-i müddet vardır. Birini şu kadar müddet zarfında mahveden bir fenalık, diğerini mahvetmek için daha az veya daha çok bir müddete mütevakkıf olur. Binaenaleyh, ecelleri geldi, mühletleri bitti mi bir saat tehir edemezler, takdim de edemezler. Yani o eceli ne bir lahza ileri geçebilirler ne de geri, ne uzatabilirler ne kısaltabilirler. Vakt-i merhûni gelince ânî ânına derhal yakalanır, belalarını bulurlar. Bu müddeti ise ancak Allah bilir. Binaenaleyh bir müddet cereyan eden bu müsaadeye mağrur olup da ilâ gayrin nihaye böyle gidecek zannetmemeli, fırsat elde iken hemen tövbekâr olup bir an evvel isyandan korunmaya ve Allah’ın emirlerine imtisal ile istikbali temine çalışmalıdır. (Yazır, Hak Dini, III. 2155-2156.) Ne var ki A‘râf 7/34. ayette genel anlamda her toplumun tarih sahnesinde kalış süresinden değil, özel anlamda inkârcı toplumlara tanınan süreden ve bu sürenin sonunda helâkin kaçınılmaz oluşundan bahsedilmektedir. Nitekim başta İbn Abbas olmak üzere Hasen el-Basrî, Mukâtil b. Süleyman, Taberî ve diğer birçok müfessire göre de ayette kastedilen anlam özetle şudur: Allah, peygamberini yalanlayan her ümmete kendi katında bilinen bir vakte kadar mühlet tanır. Dolayısıyla Allah bu sürenin sonuna kadar o toplumları helak etmez. Süre dolduğunda ise kaçınılmaz olarak azap tepelerine biniverir. Bu yorum yine her toplumun bir ecelinin bulunduğundan söz eden Yûnus 10/49. ayetle de desteklenebilir. Çünkü Yûnus 10/48. ayette, müşriklerin “Mademki siz özü sözü doğru kimselersiniz, öyleyse söyleyin bakalım bu azap tehdidi ne zaman gerçekleşecek” diye müminlerle alay ettikleri belirtilmiş, ardından Hz. Peygamber’e şöyle söylemesi emredilmiştir: “[Ey Peygamber!] De ki o müşriklere: “Allah dilemedikçe ne kendime yönelik bir zararı savuşturabilir ve ne de kendim için faydalı bir şeyi kotarabilirim. Ama size şu kadarını söyleyeyim ki her toplumun belli bir süresi vardır (li-külli ümmetin ecel). Vakit tamam olduğunda bu süreyi ne bir saniye geciktirme ne de bir saniye öne alma imkânları söz konusudur. Görüldüğü gibi bu ayette ecel, bir toplumun azap ve helak edilmesiyle ilgili bir mana içermektedir. Dolayısıyla ayette kastedilen anlam şudur: Herkese ve her topluma yaptığının karşılığını verecek olan Allah’tır. Peygamberler de dâhil olmak üzere hiç kimseye bu yetki verilmemiştir. Allah’ın insanlara imtihan için tanıdığı mühlet tamamlanınca herkes yaptığının karşılığını bulacaktır. Bu mühleti/müddeti (ecel) ertelemek veya öne almak peygamberler de dâhil olmak üzere hiç kimse için mümkün değildir. Allah’ın emirlerine boyun eğmeyenler, bir imtihan hikmeti gereği, belli bir süre için serbest bırakılırlar. Bu husus da ayetlerde şu şekilde belirtilmiştir: “Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belli bir süreye kadar erteler. Süreleri dolunca da, ne bir saat geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.” Nahl, 16/61 “Senden azabı bir an önce (getirmeni) istiyorlar. Eğer süre belirtilmiş (ecel-i müsemma) olmasaydı, azap onlara hemen ulaşırdı.” Ankebut, 29/53. Bütün bu korkutucu ifadeler, Allah’a isyan psikolojisi içinde, birtakım tutarsızlıklara saplanan inançsızlar hakkındadır. Onlar her ne zaman azapla tehdit edilseler, “Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar ertele de, çağrına icabet edelim, peygamberlere uyalım.” (İbrahim, 14/44) derler. Ecel kelimesi bazı ayetlerde ay, güneş ve diğer gezegenlerin belli bir süre için yaratıldığını ve bu varlıkların düzenli hareketlerinin belli bir süreye kadar (ecel-i müsemmâ) devam edeceğini ifade etmek üzere kullanılmıştır. (Ra‘d, 13/2; Rûm, 30/8; Lokmân, 31/29; Fâtır, 35/13; Zümer, 39/5; Ahkâf, 46/3.) Ehl-i Sünnet’in ecel konusundaki görüşüne gelince, Sünnî âlimlere göre insan ömrü uzamaz ve kısalmaz. Esasen, her şey Allah’ın kaza ve takdiriyle tayin ve tespit edilmiş olduğuna göre insan takdir edilen vakitte eceliyle ölür. Ecel tektir ve ne öne alınabilir, ne de sonraya kalabilir. Bu durumda,maktul de takdir edilen eceliyle ölür. Diğer bir deyişle, maktulün ölümü de Allah'ın ezelde bildiği vakitte gerçekleşir. Eş’arî ve Mâtüridî kelâmcılar ecel konusunda genel hatlarıyla aynı kanaati paylaşmakta ve konuya daha çok Allah'ın ilmi ve takdiri açısından yaklaşmaktadırlar. İmam Matüridî, her hangi bir kişi hakkında iki ecel düşünülemeyeceğini, aksi halde bu düşüncenin Allah’ın neticeleri bilmemesi gibi bir manaya gelebileceğini ifade eder. Bu sebeple Allah’ın bir kişi için iki ecel tayin etmesi muhtemel olmadığı gibi böyle bir iddiayı savunmak doğru da değildir. Kaldı ki iki ecel tayini Allah’ın önceki hükmünden dönmesi (bedâ) anlamına gelir ki bu anlamda bir bedâ Allah için muhaldir. Gerçekte Allah, olup bitecek her şeyi önceden bilir ve bu bilgisine göre de kulun ecelini tayin ve tespit eder. Bu bakımdan ecel, ister tabiî, ister katl sebebiyle olsun, Allah'ın ezelî ilminde malum olduğu ve bu maluma uygun olarak tespit edildiği için aynen öylece gerçekleşir. (Karadeniz, Ecel üzerine, s. 24.) İmam Maturidi, akraba ziyaretlerinin ömrü uzatacağı şeklindeki hadisleri ise şöyle yorumlamaktadır: “Sıla-i rahmin ömrü uzatması, daha önceden tespit edilen ecelin geciktirilmesi demek değildir. Allah Teâla, ezelde ilmi ile o kişinin sıla-i rahim yapacağını bildiği için ömrünü uzun takdir etmiştir. Gerçekte bir vakıa olarak iki ölüm tasavvur etmek imkânsızdır. Ölüm, şekil bakımından ancak tabiî ve kaza olarak düşünülebilir. Her ne şekilde olursa olsun, tabiî ve kaza halinde de tek ecel söz konusudur. Bir kişi için iki ecel düşünülemeyeceğine göre, katl veya herhangi bir kaza sebebiyle ölen hakkında, “Eceli gelmeden öldü” gibi ifadeler kullanmak, ecel meselesini yanlış anlayıp kavramaktır. Kişi öldüğü zaman, ilgili ayette de ifade edildiği üzere, Allah indinde bilinen ve bil-kuvve müsemmâ olan ecelin, artık bil-fiil kaza ve tahakkuk eden ecel olduğu anlaşılır. İşte bu anlamda da, bazılarının zannettiği gibi, bir kişi için hem “ecel-i müsemmâ”, hem de “ecel-i kazâ” şeklinde iki ecel söz konusu değildir. (Karadeniz, Ecel Üzerine, s. 26-27. ) “Ey inanlar! Mallarınız ve çocuklarınız sizi, Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Böyle olanlar, hüsrana uğrayanlardır. Birinize ölüm gelip de; ‘Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar ertelesen de, sadaka versem, iyilerden olsam’ dediği zaman gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan sarfedin. Bir canın eceli gelip çatınca, Allah, onu asla geri bırakmaz. Allah, işlediklerinizden haberdardır. Münafikun, 63/9-11. Özetlersek; Kur’an’daki bazı ayetlerde Allah’ın her insan için bir yaşama süresi belirlediği ifade edilmiş, En‘âm, 6/2. kendilerine uzun ömür verilenlerin de ömrü kısaltılanların da mutlaka bir kitapta yazılı olduğu bildirilmiştir. Fâtır, 35/11. Ayrıca, ilâhî buyruklara uyanların tayin edilmiş ölüm vaktine kadar güzel bir şekilde yaşatılacakları müjdelenirken zalimlerin de ecelleri gelinceye kadar cezalandırılmayacağı, fakat zamanı gelince de bir anlık takdim-tehir yapılmayacağı belirtilmiştir. Hûd, 11/3; Nahl, 16/61; Ankebût, 29/53. Yine diğer bazı ayetlerde, insanlar gibi toplumların da ecellerinin bulunduğu ve çöküş/yıkılış zamanı geldiğinde bunun bir anlık süre için öne alınmayacağı gibi geriye bırakılmayacağı da haber verilmiştir. A‘râf, 7/34; Yûnus, 10/49; Hicr, 15/5.
__________________ ''Zamanın Eli Değdi Bize Artık Aynı Değiliz İkimiz de'' Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. | |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
SİSTEM KAVRAMI | Kaf_Dağı | Bilgisayar Donanımı | 0 | 24 Mart 2016 14:57 |
HALK EDEBİYATI KAVRAMI | PySSyCaT | Türk Dili ve Edebiyatı | 0 | 20 Mart 2016 18:26 |
I. Fikih kavrami | Lykia | İslamiyet | 0 | 06 Eylül 2014 21:10 |