21 Mart 2012, 13:35 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | İlişkiniz Aslında Sizsiniz İlişkiniz Aslında Sizsiniz Psikoloji bilimine derin bir vefa borcu hissediyorum. Nasıl hissetmeyeyim ki? Etrafımda yaptığı işi sevmeyen o kadar çok insan var ki… “Saat ne zaman 5 olacak?”, “hafta sonu bir türlü gelmez oldu”, “yaz gelse de tatile gitsek” vs. gibi sessiz çığlıklar bu insanların zihinlerinde zonklarken ben sevdiğim ve keyif aldığım bir işi yapıyorum. Bu yönüyle dünyanın en zengin insanlarından biri olduğumu düşünürüm. Dahası geçimimi de bu işten sağlıyorum. Hayatım boyunca hırslı bir insan olmadım. Ama psikoloji bilimine olan vefa borcumu ödemek için hırs yapmış durumdayım. Bu vefa borcumu, bu bilime yeni bir şey kazandırarak, yani yeni bir şey keşfederek ödeyeceğimi düşünüyorum. Bir gün kimsenin göremediği bir şeyi fark edeceğim ve tıpkı Arschimed gibi “buldum, buldum” diyerek kendimi seans odasının dışına atacağım. Evet! Günün birinde bir danışan seans odasına “yeni bir şey” getirecek ve ben kimsenin bulamadığı bir şeyi bulacağım. Bu masum hayalimi, siz değerli okurlarımla paylaşmak istedim. Hayal diyorum, çünkü kısa kariyerimde bunun bir hayalden öteye geçemeyeceğini ve her yeni danışana randevu verirken boş yere hırs yaptığımı anlamış bulunmaktayım. Örneğin iki gün önce ilk görüşmeye gelen Bay Ş. telefonda randevu alırken panik atak rahatsızlığı olduğunu söylemişti. Bay Ş.’nin randevu saati yaklaştıkça, -her yeni danışanda olduğu gibi- heyecanım zirve yapıyor, içim içime sığmıyordu. Bay Ş. gelecek, bana hikayesini anlatacak ve ben panik atağa neden olan şeyi bulup bilim dünyasına kazandıracağım. Böylece psikolojiye olan vefa borcum da ödenmiş olacak. Bay Ş. geldi, karşıma oturdu ve anlatmaya başladı. O “yeni şey”i bulmak için o kadar acelem vardı ki, Bay Ş.’yi sorularımla, olayın derinliklerine inmeye teşvik ediyordum. Bay Ş.’nin evlenmeyi planladığı on yıllık bir kız arkadaşı vardı. Bay Ş., bu ilişkiye büyük bir duygusal yatırım yapmış, daha evlenmeden hatta sözlenmeden mal varlığını birtakım hukuki sorunlar nedeniyle kız arkadaşının üstüne kaydetmişti. Sonrasında Bay Ş.’nin aşırı kıskançlığı ve ailelerin olaya müdahil olmasıyla işler sarpa sarmış, kendisinin tabiriyle canından çok sevdiği kız arkadaşı, hayatını onunla sürdürmek istemediğini ifade etmişti. Bay Ş. bir kaosun ortasına düşmüştü. Kız arkadaşı ayrılmaya kararlıydı. Vaktiyle hiç sorgulamadan mal varlığını ona devrettiği için şimdi büyük aşkına gölge düşmesin diye olayın bu boyutunu gündeme dahi getiremiyordu. Diğer taraftan ailesi bu durumu bilmediği için “sana kız mı yok” şeklinde yaklaşıyorlardı. Mal varlığının kıza devredilmiş olduğunu bilseler “sana kız mı yok” demeyecekler ve işler büsbütün karışacaktı. Nihayetinde Bay Ş. de seans odasına istediğim malzemeyi getirmedi ve hayallerim bir kez daha bir balon gibi söndü. Bay Ş. de bugüne kadarki onlarca danışanım gibi seans odasına ÖTEKİYLE BOZULMUŞ OLAN BİR İLİŞKİ getirmişti. Şimdi, bundan önce de mükerrer defalar vurguladığım bir şeye vurgu yapıp asıl söylemek istediğim kısma geçmek istiyorum. İnsan “öteki” varsa anlamlıdır. Öteki olmasaydı, yani “ilişki” olmasaydı insan varlığını sürdüremezdi. İnsanın ötekiyle ilişki kurma tarzları da kişiliklerinin ta kendisidir. Benim tabirimle söylemek gerekirse, insanların ilişki kurma tarzları adeta parmak izleri gibidir. Bütüncül psikoterapi felsefesinde bütün hastalıklar aslında birer semptomdur. Aslolan ve çözümlenmesi gereken kişiliktir. Bu iki bilgiyi bir potada erittiğimizde şunu net olarak söyleyebiliriz. Depresyon, panik atak, fobi gibi isimler işin mutfağındaki bizlerin, kendi aramızda anlaşmak için farklı durumlara koyduğumuz isimlerdir. Bunların tümünün kökenlerinde ise, ÖTEKİYLE BOZULMUŞ OLAN BİR İLİŞKİ yatar. Kısacası “depresyonum var” diyenin de, “panik atağım var” diyenin de, “uyku problemim var” diyenin de, “sınav kaygım var” diyenin de söyledikleri şeyi ortak bir cümle ile günlük dile uyarladığımızda bu kişiler “ÖTEKİYLE İLİŞKİLERİM BOZULDU. LÜTFEN BANA YARDIM EDİN.” demektedirler. Bay Ş.’nin hikayesi de bunu bir kez daha doğrulamıştır. Bu savımıza iyi bir klinik örnek oluşturması bakımından danışanlarımızdan Bayan Ö.’nün hikayesinden de kısaca bahsetmek istiyorum. Bayan Ö. 33 yaşında üniversite mezunu, zeki, iyi bir mesleği olan, entelektüel düzeyi oldukça yüksek bir insandır. Bize başvurduğunda depresyon tanısıyla yaklaşık üç yıldır ilaç kullanıyordu. En son erkek arkadaşıyla yaşadığı ayrılıktan sonra sistem adeta bütünüyle çökmüştü. Yoğun intihar düşünceleri vardı. İnsanlara karşı aşırı bir güvensizlik hissediyordu. Öyle ki terapinin ilk bir kaç ayında bize de güven duymakta oldukça zorlanmış ve zaman zaman bizim güvenilirliğimizi kendince test etmişti. Kurduğu sağlıksız ilişkilerden gerçek anlamda defalarca ciddi mağduriyetler yaşamıştı. Sonuncusu bardağı taşırmıştı ve Bayan Ö. karşımızda oturuyor bizden yardım diliyordu. Bizden önce başvurduğu işin mutfak tarafındaki bir psikiyatrist arkadaşımız, Bayan Ö. kendisinden sonra bize geldiğinde biz anlayabilelim diye -kendi aramızda kullandığımız ortak dilin gereği- duruma “depresyon” adını koymuştu. Bayan Ö. telefonda bizden randevu alırken depresyonda olduğunu ifade etmiş, biz de aynen Bay Ş.’de olduğu gibi acaba bu sefer yeni bir şey gelecek mi diye hırs yapmıştık. Ancak ne yazık ki Bayan Ö.’nün telefonda depresyon dediği şeyin altında da ÖTEKİYLE BOZULMUŞ İLİŞKİLER yumağı çıktı. Bayan Ö. ötekiyle optimal ilişkiler kuramıyordu. Bütün ilişkilerine uç noktalarda başlıyordu. Yani tanıştığı bir kişiye ya ilk dakikadan çok olumlu anlamlar yüklüyor ve kısa sürede dost oluyor ya da tam tersini yapıyordu. Şu anekdot herhalde durumu yeterince açıklayacaktır. Bayan Ö.’nün hayatı boyunca karşılaşmadığı halde derin bir kin beslediği yaklaşık 10 insan vardı. Örneğin çok sevdiği bir arkadaşının görümcesi… Arkadaşı Bayan Ö’ye görümcesinin aile içinde kendisine ayrımcılık yaptığını anlatıyordu. Oysa Bayan Ö. arkadaşının görümcesiyle hayatı boyunca hiç karşılaşmamıştı. Arkadaşıyla olan hikayesine baktığımızda, arkadaşı onun karşı komşusuydu. Bir gün asansörde karşılaşmışlar ve tanışmışlar. Komşu nezaketen “memnun oldum, bir ara kahve içmeye de beklerim” deyince Bayan Ö. aynı akşam karşı komşuya kahve içmeye gitmiş ve kendi ifadesiyle “o akşam arkadaşımın evinden ayrılırken iç dünyamda onu en iyi arkadaşım ilan etmiştim bile” diyecek kadar derin anlamlar yüklemiş. En iyi arkadaşına ayrımcılık yapan görümceye çok rahatlıkla kin besleyebiliyordu. Görümceyle ilgili başka detay bilmiyoruz. Ama söz gelimi o görümcenin bir patronu olsa ve görümceye zulmetse Bayan Ö. o patronu da hiç karşılaşmadığı halde seveceğini söylüyordu. Bir başka arkadaşının onu terk eden sevgilisine benzer duygular besliyordu. Neticede Bayan Ö.’nün hayatını didik didik ettiğimizde, hayatı boyunca “öteki”yle hep uçlarda ve patolojik ilişkiler kurduğunu gördük. Entelektüel düzeyi çok yüksek olan Bayan Ö.’nün kendi durumunu özetleyen bir cümlesi sanırım durumu açıklamaya yetecektir. Bayan Ö. bir seansa elinde bir gazete sayfasıyla geldi. Bu sayfada ünlü bir kişiyle yapılmış bir röportaj vardı. Röportajı veren ünlü kişi şöyle bir cümle kurmuştu. “Bir kişiyle sohbet edebilmeniz için IQ’sunun ayakkabı numarasından büyük olması gerekir.” Bayan Ö. bu cümleyi “bir insanın dingin bir hayat sürebilmesi için hayatı boyunca kurabildiği optimal ilişkilerin sayısının vücudundaki parmak sayısından fazla olması gerekir.” şekline çevirmişti. Bayan Ö. bununla da yetinmeyip dokuz yaşındaki yeğeni üzerinde sosyal bir deney yaptığını da bize çok sonraları anlatmıştı. Yeğenine hayali bir iş arkadaşından bahsetmiş, bu hayali arkadaşın kafayı kendisine taktığını, onun yüzünden istifanın eşiğine geldiğini abartılı ifadelerle anlatmış ama yeğenini bu hayali kişilikten nefret ettirmeyi başaramamıştı. Aynı durumda yeğeninin yerinde kendisi olsa, o hiç karşılaşmadığı hayali kişilikten çoktan nefret etmeye başlamış olacağını söylüyordu. Bayan Ö. kendi başına yaptığı bu deneyden sonra içgörü fitilini ateşledi ve bütün ilişkileri hızla çan eğrisinin patolojik uçlarından ortalarına doğru geldi. Bir süre sonra da depresyonundan eser kalmadı. Bu ve bunlar gibi onlarca örnek bize göstermiştir ki, bir insanın ilişkileri ne kadar normalse hayatı da o kadar dingin ve huzurlu. Bu durumda karşımıza bir dizi yeni soru çıkmaktadır. İlişki nedir? Sağlıklı ilişki nedir? Herkesle sağlıklı ilişki kurulabilir mi? Herkesle sağlıklı ilişki kurmak gerekir mi? vs… Şimdi dilimizin döndüğünce bu sorulara cevap aramaya çalışalım. Psikolojide “öteki” diye” anlatmaya çalıştığımız şey, bireyin sınırlarının dışındaki canlı ve cansız her şeydir. Bu; annemiz, babamız, kardeşimiz, sevgilimiz, patronumuz, terapistimiz olabileceği gibi; otomobilimiz, gömleğimiz, kalemimiz de olabilmektedir. “Öteki ile olan ilişki” dediğimizde de kendisi dışındaki her şeyle kurduğu ilişkiyi anlıyoruz. Her birimizin öteki, ötekiyle, ötekinin, ötekinde, ötekinden, ötekine, ötekini kelimelerinden biriyle başlayan cümlelerden oluşan birtakım ilişki kurma kalıplarımız vardır ve bu bizim kişiliğimizin bir tezahürüdür. Örneğin; ötekinde kusur aramak, ötekiyle üstünlük yarışına girmek, ötekinin ruhunu tüketmek, ötekinden faydalanmak, ötekini yok saymak, öteki olmadan yapamamak, ötekiyle mesafeyi korumak gibi… İlişki hayatımızda bu kadar önemli bir yer kapladığına göre, öncelikle sağlıklı ilişkinin ne olduğunu tanımlamak gerekir. Ama burada karşımıza başka bir paradoks çıkmaktadır. Sağlıklı ilişkinin kalıplarını belirlemeye çalışmanın kendisi çok sağlıklı bir durum değildir. Biz bunu tavla zarı, pamuk şekeri benzetmesiyle anlatmaya çalışalım. Tavla zarının kenarları ve köşeleri çok nettir. Tavla zarı, içine bir şey kabul etmez. Bir toplu iğneyi, bir çekiçle tavla zarının içine çakmaya çalışırsanız tavla zarı dağılır. İşte bazı insanların ilişki kurma tarzları tavla zarı gibidir. Sıfır esneklik gösterir, farklı durumlara karşı sıfır tolerans gösterir, ısrar edildiğinde ise sınırlarını aşırı koruma eğiliminde olduğu için karşınızda dik duramaz ve dağılır. Bu çan eğrisinin patolojik uçlarından bir tanesidir. Çan eğrisinin diğer ucunda ise pamuk şekeri vardır. Pamuk şekerinin hiç bir belirli şekli yoktur. Sınırı yoktur. İçine her şeyi kabul eder. Yani her şeyiyle tavla zarının tam tersidir. Bazı insanların ilişki kurma tarzı da pamuk şekeri gibidir. İlişkilerinde sınır yoktur. Her şeyi tereddütsüz alır ve kabul eder. Hal böyleyken, sağlıklı ilişkiye kalıplar biçmek bizi tavla zarına doğru götürür ki bu başlı başına bir açmazdır. O halde kalıplara bulaşmamak adına şöyle bir kelime oyunu yapalım. Tavla zarı ve pamuk şekeri gibi olmayan ilişkiye sağlıklı ilişki denir. Kısacası; sağlıklı ilişki, optimal ilişkidir. Sağlıklı ilişkide taraflar, ötekinin sınırlarına saygı duyar ve kendi sınırlarını korurlar. Farklı durumlar için birbirlerine yakın oranlarda esneklik gösterirler. Bireyin ilişkilerinin sağlıklılığının hayat kalitesine etkisi, bireyin ilişki kurduğu “öteki”nin hayatında ve iç dünyasında kapladığı yer kadardır. Minibüste yan yana oturduğumuz insanla o anda bir ilişki içindeyizdir. Ancak az sonra birimizden bir “inecek var” diyecek ve ilişki bitecektir. Bu ilişkinin sağlıklı ya da sağlıksız olmasının çok da önemi yoktur. O halde buyurun “inecek var” demenin çok da kolay olmadığı ilişkiye yani hayatımızda minibüsteki adamdan fazla yer kaplayan eş ve evlilik ilişkisine biraz zoom yapalım. Sağlıklı bir evlilik ilişkisinde de tavla zarı ve pamuk şekeri metaforu geçerlidir. Taraflar birbirlerinin sınırlarına saygı duymalı ve birbirlerinin hassasiyetlerini gözetmelidirler. Biraz klişe olacak ama özveri, fedakarlık, anlayış, empati, güven bir evliliğin olmazsa olmazlarıdır. Şimdi tüm bunları kapsayacağını düşündüğüm bir başka metaforla konuyu özetlemek istiyorum. Her insanı teknolojik bir küre gibi düşünelim. Bu kürenin en önemli özelliği istediği zaman kendinin yarısını kendi içinde kaybederek yarım küre haline gelebilmesi, gerektiğinde ise az önce kendi içinde kaybettiği yarısını çıkarıp tekrar tam bir küre haline gelebilmesidir. Evlilik ilişkisi tam olarak bu iki kürenin, istediklerinde göz göze gelip küçük bir işaretleşmeyle her birinin yarım küre haline gelip hızla birleşerek tek bir küre haline geldiği, ayrışmak gerektiğinde ise yine küçük bir işaretleşmeyle ayrışıp ayrı birer küre haline geldikleri ilişkidir. Taraflardan birisi kendi yarısını kendi içinde yok edip ötekiyle bir araya gelme yetisine sahip değilse bu ilişki yürümez. Çünkü ortaya çıkan yeni yapı küre değildir. Taraflar, bu işlemi her yapmaları gerektiğinde yani her birleşmeleri ve ayrışmaları gerektiğinde bunun nasıl olacağıyla ilgili uzun istişareler yapıyorlar ve sonra da teknolojik altyapıları elvermediğinden bu işlemi her seferinde döküp saçarak yapıyorlarsa bu nispeten daha iyi bir ilişkidir ama kırılgan bir ilişkidir. İdeal yapıda ise sistem o kadar otomatize olmuştur ki, karşılaşılan durum ne kadar karmaşık olursa olsun, ya da ne kadar yeni bir durum olursa olsun tarafların göz göze gelmesi yeterlidir. İşte bunu bütün sosyal durumlara ve bütün kültürel kodlara uyarlayabilirsiniz. Evlilik terapisi dediğimiz şey ise, bu kürelere yeni bir yazılım yüklenerek bu otomatizmanın kazandırılması sürecidir. Çünkü bu otomatizma olmadan sürdürülen evlilik, sağlıklı bir evlilik değildir. Sağlıklı evlilik ise sağlıklı hayatın ön koşuludur. | |
|
Etiketler |
aslında, sizsiniz, İlişkiniz |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
İlişkiniz bas bas bağırıyor | Sarya | Aşk ve İlişkiler | 0 | 14 Şubat 2021 12:03 |
İlişkiniz bir element olsaydı hangisi olurdu ? | Sır | Aşk ve Sevgi Köşesi | 6 | 28 Eylül 2020 20:36 |
İlişkiniz Ne Renk? | Bal | Aşk ve İlişkiler | 5 | 24 Ocak 2020 22:42 |
İlişkiniz Bu Sebeplerden Dolayı mı Bitiyor? | PySSyCaT | Aşk ve İlişkiler | 1 | 11 Ekim 2016 12:55 |
İlişkiniz monotonlaşıyorsa dikkat! | Lcia | Aşk ve İlişkiler | 0 | 21 Kasım 2014 16:34 |