Atatürk yeni Türkiye devletinin kuruluşunda tüm devrimlerle birlikte “Dil Devrimi” yapmanın da zorunluluğunu anlamış ve yıllardan beri milliyetçi aydınların başlayıp geliştirdiği bu akımı kesin bir çözüm yoluna sokmuştur.
Ancak Atatürk’ün ömrü bu büyük eseri tamamlamaya yetmemiş, O’nun iyi niyetle ve sayıları pek fazla olmayan dilcilerle başlattığı (Dil Devrimi) hareketi az zaman sonra aşırı uçların elinde amacından sapar duruma girmiştir.
Atatürk 1930 yılında Prof. Sadri Maksudi’nin Türk Dili isimli kitabının ön sözüne şu satırları bizzat yazmıştı:
“Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil, şuurla işlensin, ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
Hedef ve amaç bu olduğu halde ve bu amacı gerçekleştirmek için Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi ile (Dil Kurumu) kurulduğu halde Kurum ile Üniversite arasında bağlantı yapılamamış ve (Dil Devrimi) Türk dili konularında çelişik düşünceler, yayınlar ve hareketler belirmiştir.
Türk Dilinin gelişmesi, oluşması, benliğini bulup daha da zenginleşmesi için, tarih bilincine dayalı, yaşayan Türkçe’ye ve lehçelerine saygılı, sözcük üretimine açık yöntemler Türk Dil Kurumunun ve Üniversitelerimizin başarılı çalışmalar yaparak, kısa zamanda içine düşünen dil çıkmazından Türk Dilini ve dolayısıyla Türk düşüncesini kurtaracaklarını ümit etmekteyiz.