Üzerinde yaşadığımız topraklar üzerinde, yaklaşık bin yıldan beri üç büyük Türk devleti kurulmuştur. Bunlar Anadolu Selçuklu Devleti, Osmanlı İmparatorluğu ve bugün bir ferdi bulunduğumuz Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bilindiği Türklerin Anadolu’ya girişi Malazgirt Savaşı’nın kazanılmasıyla, 1071 tarihiyle başlar. Türklerin Anadolu’da yerleşmeleriyle birlikte bazı imar faaliyetleri başlar. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde hanlar, hamamlar, kö
prüler, camiler, medreseler kurulur.
Selçuklular döneminde daha sonra inceleyeceğimiz Osmanlılardaki gibi, bir “Hekimbaşı”lık makamının bulunduğu söylense de bu konuda tarihsel bir belgenin varlığı söz konusu değildir. Bunun yanında, Selçuklu hükümdarları gerek gördüklerinde kendi tıbbi bakım ve tedavileri için hekim görevlendirmişlerdir.
Selçuklu döneminde benimsenen tıp anlayışı İslam tıbbının özelliklerini taşımaktadır. Hipokrat, Galen gibi hekimlerin tıp anlayışını benimseyen İslami tıp anlayışı Anadolu Selçuklu döneminde de etkisini sürdürmüştür. Burada da evren (makrokosmos) ile insan (mikrokosmos) arasındaki ilişkiden yola çıkan anlayış; insanı tanımamız için evreni tanımamız gerektiğini düşünür. Klasik tıp anlayışı içinde Selçuklu hekimleri de 4 humor (hılt, suyuk) teorisine bağlı kalmışlardır. Bu dönemde Anadolu’da bulunan hekimler göz ile ağız ve diş tedavisine önem vermişlerdir. Göz hastalıkları için “kehhal” adını taşıyan hekimler bulunmaktadır. İç hastalıklarına ilişkin tedaviler daha çok ilaçla yapılırken cerrahi nitelikteki müdahaleler kırık-çıkık, incinme, çıban, ur, yaraların tedavisi gibi müdahaleler şeklindedir