17 Mayıs 2014, 14:31 | #1 | |
Guest
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Adliye Teskilati Askerî ve sivil dâvalara bakan teşkîlât. Osmanlı Devleti’nde, dâvalara, devletin en yüksek dereceli hâkimleri olan kazaskerler ile onların emrinde çalışan kâdılar tarafından İslam hukukuna göre bakılırdı. Bu bakımdan Osmanlı adliyesi, İslâm adliye teşkilâtının bir numunesi idi. İslâm adliye teşkilâtının temelleri, Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında atıldı. İslâmiyet’ten önce, adaleti te’min edecek bir teşkîlât mevcûd değildi. Bu vazîfe, kabîleler arasında seçilen hakemler tarafından yürütülürdü. Ancak bu hakemler, verilen hükümleri tatbik etme gücünden mahrum olduklarından, kuvvetlinin sözü geçerliydi. İslâmiyet’in gelişiyle, ferdlerin ve kabîlelerin haklarını kendilerinin korumaları usûlü kaldırılıp, bu yetki merkezî bir otoriteye yâni devlet başkanına verildi. Asr-ı saadette, dâvası olan, Resûlullah sallallahü aleyhi veselleme müracaat ederek hallederdi. Bu sebeple, İslâmiyet’te dâvalara, ihtilaflı mes’elelere ilk bakan Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemdir. Peygamber efendimizin hazret-i Ömer, hazret-i Ali gibi Eshâb-ı kiramın büyüklerini dâvalara bakmaları için kâdı olarak tâyin ettiği de olmuştur. Ayrıca Yemen, Umman, Necrân gibi fethedilen yerlere tâyin ettiği vâliler, idarî işlerin yanında adlî işleri de yürütmüşlerdir. Muâz bin Cebel, Ebû Ubeyde bin Cerrah böyle sahâbîlerdendir. Eshâbına gittikleri yerde nasıl hükmedeceklerini de öğreten Peygamber efendimiz, lüzumunda son mercî ve temyiz makamı durumunda idiler. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemden sonra Hulefâ-i râşidîn de, adalet işleri ile bizzat ilgilendikleri, baş hâkim durumunda oldukları gibi, muhtelif merkezlere görevli kâdılar ve vâliler de tâyin ettiler. Zaman zaman onlara yazdıkları talimatnamelerde, muhakeme usûlüne dâir mühim kaideler koydular. Hazret-i Ömer’in Basra vâlisi Ebû Mûsel-Eş’arî’ye gönderdiği talimatname bu bakımdan ehemmiyet arz eder. Besmele ile başlayan talimatnamenin bâzı kısımları şöyledir: “Mü’minlerin emîri, Allahü teâlânın kulu Ömer’den Abdullah bin Kays’a (Ebû Mûsel-Eş’ârî)! Allah’ın selâmı üzerine olsun. Kaza (hüküm vermek) muhakkak ki, muhkem bir vazîfe (farz), tâbi olunan bir âdet (sünnet) tir. Sana getirilen dâvalar üzerinde iyice düşün. Mes’ele senin yanında açıklığa kavuşunca, hükmünü ver ve derhâl icra et. İcra edilmeyen bir hakkın faydası yoktur. Duruşma sırasındaki bakışlarında ve bulunduğun yerlerde adaleti elden koma. Böylece ne zengin, ne fakir, adaletsizliğe uğrayacaklarından korkmasınlar. Dâvayı delil ile isbât etmek, dâvâlıya; yemin, dâvayı red edene düşer. Dâvayı hükme bağladıkdan sonra ertesi gün yanlış hüküm verdiğini anlarsan, seni hiç bir şey Hakk’a dönmekten alıkoymasın. Hakk’a dönmek, hatâda devam etmekten hayırlıdır. Getirilen dâvanın hükmünü Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîfde bulamazsan, ictihâd et. Kıyas yoluyla, Allahü teâlânın rızâsına uygun düşeceğini umduğun hükmü ver. Beyyine (delîl) getirirse, hakkını alır. Bu mühlet içerisinde delîl getiremeyen, yahut getirmeyenin aleyhine hüküm ver. İftira cezasına çarpılan, yalancı şâhidlikle tanınan ve akraba olanlar müstesna, müslümanlar, biri diğeri hakkında şâhidlikte bulunabilirler. Muhakeme sırasında insanlara karşı gazab ve hiddetten, bağırıp çağırmaktan ve işlerin çokluğundan sıkıntı duymaktan ve ekşi yüzlü olmakdan sakın. Allahü teâlâ, işlerinde rızâsından ayrılmayan kâdıyı insanlar tarafından gelecek tehlikelerden korur. Yaptığı işlere riyâ karıştıran, hüsn-ü niyeti olmayan kâdıyı Allahü teâlâ halk içinde rezîl eder. Allahü teâlâ ihlâs ile yapılan amelleri kabul eder. Allahü teâlânın ihsân buyuracağı mükâfatı ne sanıyorsun?” Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i serîflerden sonra bu talimatname ve benzerleri İslâm muhakeme usûlüne esas teşkil etti. Ayrıca, İslâm adliyesinde kâdı ve diğer hüküm verme mevkiinde olanların dünyevî ve uhrevî müeyyide ve sorumluluklarla murakabe altına alındığı görülür. Nitekim, bir çok büyük âlim, kaza (hüküm verme) işinin ağır mes’ûliyetinden dolayı kabul etmekten çekinmiştir. Gerek asr-ı saâdetde, gerekse Hulefâ-i râşidîn devrinde adliye alanındaki tatbîkâtlar, sonra gelen İslâm devletlerinde kurulan adlî teşkilâtlara esas olmuştur. Emevîler ve Abbasîler de Hulefâ-i râşidîn devrindeki prensip ve muhakeme usûlünü tatbik ettiler. Abbasîler devrinde ayrıca, teşkilâtın büyümesi sebebiyle, bugünkü adalet bakanlığına karşılık, kâdılkudâtlık makamı kurulmuştur. İlk defa İmâm-ı Ebû Yûsuf, halîfe Hârûn Reşîd tarafından kâdılkudât olarak tâyin edildi. Bundan sonra başka şehirlere kâdıların tâyin, terfi ve vazifeden alınma işlemleri kâdılkudât tarafından yapılmaya başlandı. İhtiyaç hâlinde büyük şehirlere birden fazla kâdı da tâyin edildi. Bu usûl, Abbâsîlerde muasır ve daha sonraki İslâm devletlerinde de uygulanmıştır. İslâm devletlerinde kâdının idare ettiği mahkemelerden başka, doğrudan veya kısmen adaleti te’min ile vazifeli teşkilâtlar da vardı. | |
|
Etiketler |
adliye, teskilati |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Osmanlida AHÎLİK Teskilati | Zen | Tarih | 0 | 17 Mayıs 2014 14:29 |
Osmanlida Bahriye Teskilati ve Bahriye Mektebi | Zen | Tarih | 0 | 17 Mayıs 2014 14:15 |
BÎRÛN (Osmanli Idari Teskilati) | Zen | Tarih | 0 | 17 Mayıs 2014 14:14 |
Tasra teskilÂti | Ecrin | Tarih | 0 | 28 Nisan 2011 22:58 |