![]() |
![]() |
![]() | #1 | |
Guest
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Hoşneva O büyük savaş sonrası esir düşmüş, dillerini dahi bilmediğimiz köle pazarlamacıları bizi satışa çıkarmıştı. Öyle kötü davranıyorlardı ki insanlığımızı dahi unutmuştuk. Hepimiz farklı kişiler tarafından, sonumuzu bilmeden satın alınıp, bir yerlere götürülüyorduk. Ben ve bir kişi Osmanlılara satıldı ve yeni sahiplerimiz tarafından büyük bir saraya götürüldük. Osmanlıları daha önce çok duymuştuk. Kimisi onlar için “vahşi” diyor, kimisi ise “kurtuluş elçileri” diye tasvir ediyordu. Topkapı Sarayı’nda “Harem” adı verilen yere götürüldüğümüzde, sarayın haşmetinin yanı sıra, giriş kapılarındaki ve duvarlardaki süslü güzel yazılar çok dikkat çekiciydi. Daha sonra öğrendiğime göre, bu yazılar, Müslümanların yüce kitabı Kur’an-ı Kerim’deki ayetler ve hadislermiş. Her gittiğim yerde gördüğüm bu yazılar, Osmanlıların dinlerine verdikleri önemin ve hassasiyetin en açık göstergesiydi. Bana Hoşnevâ ismini koymuşlardı. Osmanlıların, karakterim ve güzelliğim dikkate alınarak verdikleri bu ismi çok benimsemiştim. Haremdeki görevliler bize bir köle gibi davranmıyor, ağır işlerde çalıştırmıyor, aksine bizi eğitiyorlardı. Saraydaki her dairenin bir nevî müdiresi konumundaki “büyük kalfalar” ve bunlara yardım eden “küçük kalfalar” ve ustalar vardı. Haremin başı ise, padişahın annesi Valide Sultandı. Bizlere “acemi” diyorlardı ve “Sarayda terbiye olmayan, hiçbir yerde terbiye öğrenemez. Harem terbiye mektebidir.” demişlerdi. Gerçekten de öyleydi. Bize oturup kalkmayı, güzel ahlâkı, çok iyi bilmediğimiz Türkçe’yi, Müslümanlığı öğretiyorlar, medrese eğitimi veriyorlardı. İlk başlarda kendi dînimden vazgeçmek istemesem de; saraylıların davranışları, âhlâkları, terbiyeleri beni derinden etkiledi. Yaşayışları bana örnek oldu. İnsanlara verdikleri değerle bana insanlığımı hatırlattılar. İnsanlara bunları yaptıran bu dîni seçmemek hem akılsızlık, hem de nankörlük olurdu doğrusu. Harem, padişahın evi ve namusuydu. Aynı zamanda bir eğitim yuvası da olan hareme, bazı görevli erkeklerin ve küçük şehzadelerin dışında hiçbir erkek giremezdi. Haremin bir bölümü padişah ailesine, bir bölümü harem hizmetlilerine tahsis edilmişti. Harem hizmetlileri, cariye, kalfa, usta ve öğretmenlerden oluşmaktaydı. Haremin aile bölümünde ise Valide Sultan, padişahın nikâhlı zevceleri Haseki Sultanlar (Kadın Efendiler), kızları Sultan Efendiler ve oğulları Şehzade Efendilerin yanı sıra; güzellikleri, zekaları, eğitimleri, güzel ahlakları ve terbiyeleriyle padişah ve şehzadelerle evlenebilecek olan gözdeler ve ikballer vardı. Padişahı görmem nasip olmasa da padişah ailesinin, saraylıların, hatta hizmetlilerin kıyafetlerindeki ihtişam ve edep dahi padişahın gücü ve kudretinin dalâleti, bu saray ise dünyaya hükmedebilecek bir saltanatı barındırdığının göstergesiydi. Haremin önemli bir bölümü olan Hünkâr Sofası ise haremin oturma odasıydı. Duvarları aile hayatı, çocuk terbiyesi ve benzeri ulvi meselelere ait ayet, hadis veya kasidelerle süslü oda, böylece hiçbir edepsizliğe müsaade etmiyordu. Burada misafirler ağırlanıyor, bizde bazen ilahiler söyleyip, musiki dersleri alıyorduk. Haremde geçirdiğim günler huzurlu ve eğlenceliydi. Sarayda bazı geceler, ya büyük bir sofada yahut yine o derece büyük bir odada musiki faslı yapılırdı. Hele Ramazan ayı ayrı bir şenlikli olurdu. İftardan önce sakin ve sessiz olan saray, iftarla birlikte o Ramazan coşkusu içindeki eğlenceler, sahura kadar devam ederdi. Cemaatle teravih namazı kılınır, şiirler okunur, neşeli saraylıların icat ettiği oyunlar oynanır, zamanın hoş geçmesine gayret edilirdi. Ayrılırken de davetlilere süslü zarflar içinde oldukça dolgun diş kiraları verilirdi. Haremdeyken bazı cariyelerin aslen Türk olduğunu da öğrendim. Bunlar aileleri tarafından yetiştirilen ve küçük yaşta esir gibi gösterilerek saraya sokulan kızlardı. Bunların aileleri ile olan bağları saraya girdikleri andan itibaren kesiliyordu. Bu ailelerin amacı kızlarının padişah ya da şehzade, belki de paşa karısı veya öğretmen olup kızlarının hayatlarının garantiye alınacağını bilmeleriydi. Ben hizmet cariyesi olarak seçilmiştim. Hizmet cariyeleri, kalfalar, ustalar; cariyelik süremiz olan 9 yılı doldurduktan sonra, ister âzâd edilir (hür bırakılır), ister çırağ edilir (evlendirilir), istersek de ömrümüzü haremde geçirir veya yeni bir padişah geldiğinde Eski Saray’a gönderilirdik. Benimle birlikte getirilen Çeşm-i Ferah adlı cariye, saray dışında öğretmenlik yapmak istemişti. Bu konuda kısıtlaması olmayan sarayda onun isteğini kabul etmiş ve ona âzâd kağıdını vermişti. Sonra ona bir ev vermiş, bir de ömür boyu maaş bağlamışlardı. Ben ise isteğim üzerine ahlakım, eğitimim ve zekamdan dolayı bir paşa ile evlendirilmiştim (çırağ etmişlerdi). Bana da maaş bağlanmıştı. Hem kocama yük olmayacaktım, hem de kocam öldükten sonra açıkta kalmayacaktım. Harem hayatım hâlâ an be an hafızamdadır. Başlangıçta ailem dahil hiçbir şeyim olmamasına rağmen, geleceğim planlanmış, sarayın yardımının ömrüm boyunca üzerimden eksik olmayacağını bildiğim için huzur bulmuştum. Orada geçirdiğim her dakikanın önemini, öğrendiklerimin kıymetini şimdi daha iyi anlıyorum. Evet, o günden buyana Müslüman’ım, şimdi evimin hanımefendisiyim ve çocuklarıma iyi bir anneyim. Bundan daha kıymetli ne olabilir ki hayatta... | |
| ![]() |
![]() |
Etiketler |
hoşneva |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |