24 Mart 2013, 16:02 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Alevilerin Cumhuriyet tarihi Uzun yıllar avuç içinde sıkıca tutulan bir sır gibiydi Alevilerin Cumhuriyet eliti ve ideolojisi ile kurduğu ilişki. Siyasete düşen Dersim tartışmaları ve üçüncü kuşağın araştırmalarıyla bu sır aralanıyor. Ve tarih yeniden yazılıyor, özellikle de Aleviler için… Her şey 1990’larda başlar... Madı-mak’tan kısa süre sonra kamuoyunun yakından tanıdığı ve siyasete girip girmeyeceği merak edilen genç iş adamı, o sıralar basının da takibindedir. İleride merkez siyasette görevler alacak kişi, Panorama dergisine verdiği röportajda dönemin politikalarını ve devlet siyasetini eleştirir: “Halk rahatsız. Böyle giderse Refah Partisi yüzde 20’lere ulaşır.” Üst düzey bir askerî yetkili onu Ankara’ya davet eder. Söyledikleri Ankara’yı daha doğrusu askeri çok rahatsız etmiştir. “Yüzde 5-6’larda gezinen Refah Partisi’nin oylarını nasıl olur da böyle yüksek gösterirsin!” diye de sorgulanır. Basit bir siyasi tahminin devlet katında hayati önemi olduğunu çok sonradan anlayacaktır. Siyaset ve toplum mühendisliğinin en koyu yaşandığı yıllar… Devletin bir kanadı devlette temsil imkânı bulma ihtimali olan kesimler için hesap kitap yapar, rakamlarla ilgilenir. Engellenecekler, yok edilecekler, öne çıkarılacaklar… Geniş dindar kesimler baskılanacak, Kürtler ‘terör’ parantezine alınacak, sol ve laik duyarlılıklar etrafında yeni bir toplumsal kesim inşa edilecektir. O toplumsal kesim Alevilerdir. 90’ların serbestlik vadeden iyimserliği Alevileri de sarmışken yüzlerce yayın ve dernekle Alevi kimliğini öne çıkararak varlık gösterdiklerinde Madımak faciası meydana gelir. Erdal İnönü’nün başbakan yardımcısı olduğu DYP-SHP hükümetinde 4 Alevi bakan bulunmaktadır. Madımak Oteli’nde ölenlerin yarıya yakını Sünni kökenlidir; ancak facia toplumsal Alevi hafızasına ‘her an tekrarı mümkün Sünni saldırısı’ olarak kazınacaktı. Alevi kitlelerde yakın ve uzak tarihten gelen korkular depreştirilerek, yükselmekte olan ‘siyasal İslam’ tehdidine toplumsal set yapılmak istenmişti. İstenmiş miydi? Bu sadece siyasi analistlerin değil, olayları yakından izleyen bazı Alevi aydınların da gözlemi. Aleviler, Madımak’ta yaşanan vahşetten sonra ulusalcı siyasetin ve temsilcilerinin ‘Sizi bu Sünnilerden ancak biz koruruz!’ yaklaşımına ‘hayır’ diyemeyecekti. 60’lara kadar kendini hiçbir şekilde ifade edemeyen, sonrasında çoğunlukla sol hareketlerin içinde devlete muhalefet eden, yer yer savaşan Aleviler o güne kadar hep mesafeli durduğu resmî ideolojinin içinde bulmuştu kendini. ‘Dersim Dersim’ kitabının yazarı Cafer Solgun’un “Aleviler, mağduru oldukları sistemin neden ve nasıl muhafızı hâline geldi?” sorusuna uzun bir cevabı var; ama özetle şöyle: “Millî Siyaset Belgesi’nde irtica tehdit ve tehlikesi birinci öncelik olduğunda Alevilerin bu konseptte kitle olarak rol oynayabilecekleri düşünüldü. Bunun realize edilebilmesi için kanlı senaryolara ihtiyaç vardı. Madımak katliamı, o senaryonun hayata geçirilmiş şeklidir. Geçmişte yaşanan Maraş ve Çorum olayları sebebiyle Sünni kesime karşı bir güvensizlik ve korku vardı zaten. Madımak devletin bir bölümünün organizasyonudur, çok net.” Solgun, 90’ların başında yükselmekte olan Kürt hareketi ile Aleviler arasına bir set çekilmek istendiğini de söylüyor: “Sol hareketler çekiciliğini kaybetmişti. Aleviler boşlukta bir muhalif kesimdi. Kürtlerle araya duvar örüldü, CHP ve Kemalizm Aleviler için bir adres hâline getirildi. O dönemde işlenen laik aydın cinayetleri de buna hizmet etti.” Yıllar sonra olayların sorgulanabilmesi ile böyle bir senaryonun varlığı ortaya çıkıyor. Rıza Zelyut’a göre, Sivas Olayları Türkiye’de siyasi gücü elinde tutmak isteyen, toplumu istediği gibi yönlendirmeye çalışan derin gücün operasyonuydu. Sol laik aydın cinayetleri, Madımak ve Gazi olayları sonrasında Alevilerin ‘asıl korkması gerektiği kesimin’ Sünni çoğunluk olduğu hafızalara kazınmıştı. Vesayet devleti, muhafazakâr kitleye ve ‘siyasal İslam’a karşı yapacağı bütün siyasi ve toplumsal hamlelerinin arkasında Alevileri görmek isteyecekti. Görecekti de; hem 28 Şubat’ta hem 27 Nisan’da hem de Cumhuriyet Mitingleri’nde… Toplum üzerinde yapılan psikolojik savaşların tarihi uzun bir mesele, konumuz da o değil zaten. 90’lardan beri konumlanan yerin Dersim tartışmasıyla tuz buz olması bizi ‘Alevilerin Cumhuriyet Tarihi’ne götürdü. İdamlar 37’de başladı İlk isyan 1921’de Dersim Vilayeti sınırları içindeki Koçgiri’de meydana geliyor. İsyan denmesinin sebebi öncesinde yeni Ankara hükümetinden taleplerini yazılı olarak dile getirmeleri. Kürt vurgusu baskındır. Ve isyan kanlı bir şekilde bastırılır. Kürt Alevilerin Cumhuriyet’le ilk karşılaşmasında Ankara karışacaktır. Birinci Meclis’te Aleviler de var, Kürtler de. Kürtlerin sayıca üstünlüğü Alevilerin aşiret kültürü içinde olmayan kesimlerin temsil edilmemesinden kaynaklanıyor. Dersim Vilayeti Meclis’te 5 mebusla temsil ediliyor. O tarihte sözü edilen Dersim, Tunceli sınırlarının iki üç katıdır; Erzincan, Sivas ve diğer illerin bir bölümünü de kapsar. Koçgiri ve Dersim isyanları Alevilik adına yapılmasa bile Alevilik örgütlenmede önemli bir rol üstlendi. Ayrıca Dersim 38 katliamını bir isyana dayandırmak zordur. Başta Seyyit Rıza, isyancı olduğu söylenen pek çok lider 37’de teslim alınmış ve idam edilmiştir. Asıl Dersim katliamı 38’de olur. 1926’dan itibaren devletin Dersim ve Kürtlerle ilgili raporları 38’de ve 1993’te kuvveden fiile geçecekti. Sivas Kongresi’ne Kürt Aleviler de katılır. Atatürk Sivas Kongresi’nden sonra Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nda bir gün misafir olur. Alevilerin oluşturduğu Atatürk fenomeninde bu ziyaretin katkısı büyüktür. Aleviler hiçbir Sünni karakterli muhalefetin veya isyanın içinde yer almaz. Türk Alevi kesimlerinin tek başına gerçekleştirdiği yahut Kürt-Türk Alevilerin Sünnilerle giriştiği bir isyan da yok. Coğrafi yakınlığı sebebiyle etnik bir nitelik taşısa bile Dersimliler Şeyh Said isyanına destek vermez. Ancak 1. Meclis’in önde gelen Dersim mebusu Hasan Hayri Bey, Şeyh Said İsyanı’na destek verdiği ve Kılık Kıyafet Kanunu’na muhalefet ettiği gerekçesiyle oğluyla birlikte idam edilir. Hasan Hayri Bey’in Meclis konuşmalarında ve Lozan’da görüşmeleri yürüten İsmet İnönü’ye gönderdiği telgraflarda Kürtlerin Türklerle kardeşliğinden ve beraberliğinden söz ettiğini hatırlatıyor bize Cafer Solgun. Mesela, Meclis’e yerel kıyafetle gitmesini Atatürk’ün önerdiğini söyleyecektir. Hacı Bektaş postnişini Celaleddin Bey’in Meclis Başkan Vekilliği kısa bir Ankara ziyaretiyle sınırlıdır. Yerine gelen postnişinin Mustafa Kemal’den gelen milletvekilliği tekliflerine sıcak bakmadığı rivayet edilir. LDT Alevi Araştırmaları Başkanı Şenol Kaluç’a göre daha başta bir hesap hatası yapıldı. “Cumhuriyetçi kadrolar Aleviler üzerindeki etkinliğini Hacı Bektaş Tekkesi üzerinden kurmak istedi. Ancak Aleviler daha çok ocak sistemi içinde yer aldıklarından bu mümkün olmayacaktı.” Tekke ve zaviyelerin kapatılması yakın zamana kadar Sünni tarikatların yasaklanması çerçevesinde tartışıldı. Aleviler 1924’teki bu düzenlemeden hiç etkilenmemiş gibi tutum sergiledi. Tıpkı nesilden nesile aktardıkları Dersim 38 katliamını kamuoyunda tartışmadıkları gibi. Elbette bütün bunların ‘hayati’ sebepleri vardı. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Aleviler, Osmanlı cemaat sistemi içinde yer almayan, aslında ‘yok’ sayılan bir halktır. 16. yüzyılda, İran’a hükmeden Safeviler’le Osmanlı’nın giriştiği nüfuz mücadelesinin Sünniliği Osmanlı’da bir devlet politikasına dönüştürmesi sonucu Kızılbaşlar ‘araf’ta kalacaktı. Osmanlı, merkezî otoriteyi tanımayan ve şehirleşmeyen Kızılbaşları sistemine dâhil etmez yahut edemez. O yıllardan geriye kalan kanlı isyanlar ve devletin kanlı baskınlarıyla dolu bir hafızadır. Öte yandan Hacı Bektaş Veli’nin müritleri, Osmanlı Beyliği’nin İmparatorluk evresinde Balkan fetihleri sırasında akıncı beyleriyle yakın ilişkiler kurar. Zamanla Osmanlı Yeniçeri Ocağı’nın resmî tarikatına dönüşen Bektaşilik aynı zamanda Kızılbaş Alevi unsurlara yer yer sisteme katılma imkânı verir, ta ki 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın lağvedilmesine kadar. İlerleyen yıllarda Bektaşiler Masonlukla, Kızılbaşlar da Alevilikle anılacaktır. Alevilerin Cumhuriyet’i coşkuyla karşıladıkları resmedilmiş olmasa da bu yanlış değil. Alevi ‘resmî’ tarihinin şimdiye kadar ifade etmediği şey bunun coşkuyla sürmediğidir. 1924-25 sonrası Aleviler için bir hayal kırıklığı olur. Hâlâ bitmemiş bir mesele olarak Diyanet Teşkilatı’nın durumu kurulduğu andan itibaren sorun teşkil eder. Peki, merkezî otoriteyle her zaman uzlaşabilen Bektaşiler, dergâh merkezini Arnavutluk’a taşırken Aleviler ne yapmıştı? Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka gibi kısa süreli muhalefet hareketlerinde rol almışlar mıdır mesela? Cafer Solgun, “Bu konuda bir bilgim yok; ama eminim ki bunlardan haberi bile olmayan, merkezden o kadar uzakta bir kitleden söz ediyoruz.” diyor. Çok partili hayata geçerken bile yüzde 99’u köylerde yaşayan Alevi toplumundan söz ediyoruz. Maruz kaldıkları baskıları ve mağduriyetleri anlatırken kendilerini temsil edecek bir entelektüel zümre ve toplum önderlerinden yoksundular. “Alevi önderlerinin daha çok geleneksel tipler olması Aleviliği bu politikalar karşısında korumasız bıraktı.” diyor, Şenol Kaluç. Bu durum 27 Mayıs darbesi sonrası yeni dönemin imkânları, göçler ve üniversitede yetişen yeni nesille birlikte 1960’larda söz konusu olacaktı. Ama bambaşka bir şekilde… Alevi toplumu Cumhuriyet modernleşmesinden hiç yararlanamadığı gibi yeni ulus devletin silahlı gücüyle köylerinde yüz yüzeydiler. Kaluç, bu dönemde Alevi cemlerinde 12 posttan biri olan bekçilik (jandarma gözcülüğü) postunun en önemli mevkilerden biri hâline geldiğine dikkat çekiyor. Zorunlu iskân politikası Kürtler üzerinde uygulansa bile Kürt kökenli Aleviler de bu süreçten etkilenir. Dersim 38 sonrası meydana gelen suskunluk, bu topraklarda yaşama isteğinin bir yansıması olmalı. 1966’da ilk Alevi partisinin kurucularından Mustafa Timisi, 60 sonrasında Alevilerin bütün muhalif sol grupların içinde yer almasını, ‘Cumhuriyet’ten umduklarını bulamamak’la izah ediyor. 1950’de büyük ölçüde Demokrat Parti’ye (DP) oy veren Alevilerin seçmen tavrı herhangi bir Sünni’ninkinden farklı değil. Solgun, ilk yasal meşru seçimlerde Alevilerin yoğunlukta yaşadığı Tokat, Çorum, Malatya, Maraş ve Dersim gibi yerlerde DP’ye ciddi destek verdiğini söylüyor: “Bunun başlıca sebebi tek parti zulmünden kurtulmaktır.” Timisi de aynı fikirde: “50 seçimlerinde Alevilerin yüzde 80’i DP’ye oy verdi. Tek parti rahatsızlığı onlarda da vardı. II. Dünya Savaşı’nın sıkıntılarıyla birlikte memura ve kasaba eşrafına dayalı bir tek parti sistemi var. Türkiye’nin yüzde 80’i köylü, köylü ise eziliyor. Alevilerin de yüzde 99’u köylü. Şehirlerde yüzde 1’i var. Benim ailem yüzyıl önce Divriği’ye gelip yerleşmiş. Biz istisnayız!” Büyük hayal kırıklığı... 1949’da CHP Maraş Milletvekili Hasan Reşit Tankut yazdığı gizli raporda tek partinin Aleviler içinde kök salmadığını itiraf ederken bu zümreye komünistlik (tekke sosyalizmi diyor) ile girilebileceğinden söz ediyor, “Gizli zümrecilikleri bakımından şimdilik kuşkulanmaları tabiidir.” kaydı düşerek. Hayal kırıklığı beklentilerin büyüklüğü ile eşdeğer. Cafer Solgun, Alevilerin Cumhuriyet’in ilk yıllarıyla ilgili hayal kırıklığının Osmanlı’dan bile ileride olduğu görüşünde: “Cumhuriyet fikrini ve düşüncesini Aleviler desteklemişlerdir, Osmanlı döneminde yaşadıkları sıkıntılar yüzünden. Cumhuriyet’in bir halk idaresi olması, tepesinde bir padişahın bulunmaması, saltanatın ve hilafetin kaldırılması vs... Devlet denilen aygıtın bütün gruplara eşit mesafede duracak olması Alevilerin tercih edecekleri bir yönetim şekli olmuştur.” Niçin hayal kırıklığıdır peki? “Birincisi Alevilere özgü olmamakla birlikte onlara daha çok zarar veren icraatlar nedeniyle. Dede, pir, seyit, çelebi, baba, derviş, musahip, talip gibi kavramları çıkarıp atarsanız Alevilik inancı diye bir şey kalmaz. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla Alevi olarak yaşamak imkânsız hâle gelmiştir. Köy yerinde cem yapmak neredeyse illegal örgüt toplantısını andırır hâle gelmiştir. Dedeler yakalandıkları yerde sakalları yolunmuş, jandarma zulmü büyük bir korku hâline gelmiştir.” Koçgiri ve Dersim’den sonra Osmanlı döneminde yaşadıkları korku katlanır. Solgun’a göre, Osmanlı dönemiyle kıyaslandığında Cumhuriyet’le birlikte devlete karşı duyulan korku birkaç kat daha artar. Cumhuriyet eliti, Alevilere hiç yönelmemiş de değil! İttihat ve Terakki zamanında Baha Sait’in çalışmalarıyla başlayan, Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde Fuat Köprülü, Yusuf Ziya Yörükhan gibi pek çok ismin de katılımıyla sürdürülen akademik çalışmalarla yeni ulus inşasında Türk milliyetçiliğinin tarihsel kökleri araştırılmış, Alevilikle bir bağ kurulmuştu. “Türk Alevi toplumunun gerçek amacı Türk dilini, ırkını ve kanını korumaktır.” der Baha Sait. Türkçenin Arapça ve Farsçanın etkisinden arındırılması istendiğinde Alevilerin dili ve deyişleri ile karşılaşılır. Tabii bir muhalefet ve geriliğin müsebbibi görülen İslam ve müntesiplerine karşı, Alevilik ‘gerçek Türk dini’ olarak lanse edilir. Kadınların Alevi meclislerinde bulunması modernliğin bir nişanesi görülür. Alevi dergâhları kapatılır; Alevi önderleri, dervişleri, dedeleri, pirleri yasaklanırken ulus devletin köken araşışında da Alevi kültürü makbul görülür. ‘Alevi Hareketinin Siyasallaşması’ kitabının yazarı Elise Massicard’a göre, Cumhuriyet’le Aleviler arasındaki çelişkili ilişki böyle başlar: “Osmanlı İmparatorluğu’nda İslam’dan dışlanan ve gayrimeşru görülen Alevilik, Cumhuriyet devrinde örtük bir biçimde yeniden İslam bünyesine taşınmıştı.” Bu ilişki Aleviliği dönüştürür. Halk ozanları resmî ideolojiyi yaymak için kullanılır. Massicard’a göre, Kemalist sistemin bir ürünü olan Âşık Veysel, milliyetçiliği ve modernizmi yücelten türküler yakar; deyişleri en ufak bir Alevilik izi taşımaz, Pir Sultan Abdal nefeslerini ‘şah’ değil ‘dost’ diyerek söyler. Alevi folkloruna gösterilen ilgi, inançlarından esirgenir. Bugün Sivas’ta Âşık Veysel anma törenlerine Alevilerden çok Sünniler katılır. Dersim’le yaşamak! ‘Dersim 38’i Hatırlamak’ kitabı o felaketi yaşayanların üç kuşağı ile görüşülerek hazırlanmış. Araştırmanın nesiller karşılaştırması şöyle: “Kırımdan kurtulan birinci nesil susuyor ve kendisine sistem içerisinde bir kurtarıcı yaratıyor. İkinci nesil, çocuklarını korumak için kendini inkâr ediyor. Ama üçüncü nesil tam tersine araştırmacı bir nesil oluyor.” Kitabı hazırlayanlardan Gülay Kayacan, yeni kuşak Dersim diasporasından söz ediyor. Yurtdışında yaşıyor, Tunceli ile bağını koparmamış, Zazaca öğrenmeye çalışıyor. Belki de dışarıda bulunmanın avantajıyla Yahudi soykırımını okuyor, Dersim’de yaşananları onunla ilişkilendirme eğilimi var. Kayacan, Dersimli üçüncü kuşağın, 38’de yaşanan katliamın sorumluluğunu dönemin bütün aktörlerine eşit derecede yüklediğini söylüyor. Yani Atatürk’ü ayırmıyor. Ama görüşülen 125 kişinin önemli bölümü Atatürk’ün o sırada hasta olduğunu düşünüyor. Dersim’in geride bıraktığı travma, kuşaktan kuşağa aktarılan ağır bir yük gibidir. Sürekli kendini tehdit altında hissetmek, potansiyel suçlu gibi görülmek… “Bu olay devletle yurttaş arasındaki ilişkiyi acayip bir şekilde kırmış.” diyor Kayacan. Konuştuklarından biri “Ancak 4-5 yıldır rahatlıkla Tuncelili olduğumu söyleyebiliyorum. Başbakan ‘katliam’ dedi; artık biz de söyleyebiliriz.” demiş. “Başıma bir şey gelmeyecekse Tunceliliyim” der gibi bir durum. 90’lı yıllarda SHP ve CHP’de milletvekilliği ve bakanlık yapan Kürt Alevi kökenli Ziya Halis, yaşadıklarından ve daha çocukluğunda gördüklerinden hareketle “Cumhuriyet dönemi öyle güllük gülistanlık bir dönem değil.” diyor. Bu tespit, 90’lı yıllarda güvenlik güçlerinin hazırladığı ölüm listesinde isminin yer almasıyla da ilgili değil. “Sivas’ta ortaokulu okurken mahallede top oynayan çocuklara katılmak istediğimde yüz vermediler. Döndüm, baktım arkamdan ‘sırtı sarı, Kızılbaş’ diye alay eder gibi konuşuyorlar. Ben ondan sonra liseye, hatta üniversiteye gelinceye kadar Alevi olduğumu kimseye söylemedim. Genelde büyüklerin, ‘sakın Alevi olduğunuzu söylemeyin’ dediklerine tanık oluyorduk.” Halis jandarma korkusu altında cem yapmanın ne olduğunu çocukluğundan biliyor: “Köyde kışın belli günlerde cem tutulurdu. Cem tutulan yer köyün en büyük evidir. O evde toplanılır; ama kapıya bir bekçi konulurdu. Niye? Jandarma zaman zaman gelir, dedeyi ve birkaç kişiyi alır, bir-iki pataklar, dedenin sakalını keser gönderirmiş. Millet de korkup kapıya bekçi koyarmış. Kendi aramızda ‘Aha jandarma geldi!’ deyip kapıya yönelirdik. Çocuk hâli yani; ama büyüklerimizin tedirginlik içinde olduğunu hissediyoruz. Hâlâ travmadır benim için. CHP’nin jandarma baskısı dönemi için derlerdi: Halk jandarmadan korktuğu kadar Allah’tan korkmuyordu.” Halis’in bahsettiği olay 50’lerde yani DP döneminde vuku bulur. Taşrada jandarma korkusu bitmemiştir. DP’nin iktidarı ele geçirdiği güne kıyasla daha çok Sünni çoğunluğun sesi olduğu imajını vermesi ve CHP ile girdiği sert polemik, Alevileri giderek zorunlu bir tercihe yöneltecektir. O günleri yaşayanlar siyasi gerginliğin Alevileri ne kadar tedirgin ettiğini bugün de hatırlıyor. Mustafa Timisi: “Bazı gerçekler şimdi ortaya çıkıyor; ama 27 Mayıs’ta toplumsal ve siyasal şartlar halkı bir kabule yönlendirdi.” Alevilerin 27 Mayıs’la birlikte CHP’ye odaklanmaya başladığı doğru; fakat sebeplerine ilişkin yorumlar farklı. Timisi’ye göre Aleviler Cumhuriyet projesini kendi varlıklarının teminatı olarak gördü ve Atatürk’e bağlıydı. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına, Koçgiri ve Dersim’e rağmen bu değişmedi. Ancak genç Alevi yazar Şenal Kaluç bu yönelişin eski günlere dönme endişesinden kaynaklandığı düşüncesinde: “27 Mayıs darbesi, topluma devletin asıl sahibini hatırlattı. Başbakan ve iki bakanın asılması Alevilere unutmak istedikleri ve bilinçaltına gizledikleri Dersim faciasını canlı bir şekilde yeniden hatırlatmıştı. Ülkenin asıl sahibinin CHP olduğunu gördüklerinden kendilerini koruma refleksiyle CHP’nin yanında saf tuttular.” Aleviler için yeni bir dönem başlar… 1960’lar Alevilerin sol hareketler içinde mobilize olduğu, her fraksiyonunda yer aldığı yıllar olur. Bazılarına göre de asıl korkulan asimilasyon bu dönemde gerçekleşir. Devrimci Marksist olmanın şartlarını yerine getirirken Alevilikten hayli uzaklaşmak gerekliliği ortadadır. Cafer Solgun’un bu konudaki tespitleri çarpıcı: “Sol grupların devrim, sosyalizm, özgürlük vadeden yaklaşımları en çok bizim Alevi gençlerinde karşılık buluyor. Çünkü ezilen, kimliği yok sayılan, inancını gerçekleştirme imkânı bulamayan kesimden söz ediyoruz. Aleviler var olan düzeni savunmak şöyle dursun o düzeni yıkmayı vadeden örgütlere destek vermiştir.” Resmî ideolojinin dayatmalarına karşı korkarak da olsa içten içe bir tepki biriktirmişlerdir; ama solla girilen ilişkide devrimci olmanın yolu dinden, inançtan arınmadan geçmektedir: “Aynı Kemalist ağızlardır; fakat birisi devlet ideolojisi aracılığıyla diğeri yeni bir düzen vadetmek suretiyle onu başkalaştırarak aynı işi yapmışlardır. Radikal sol örgütleri en çok destekleyen bir kesim Aleviler; ama Alevi olarak orada bulunmuyorlar artık.” Her partiye oy verdiler 1960’lı yıllarda CHP’ye yönelseler de Alevilerin siyasi ilgisi hâlâ dağınıktır. CHP güvenli bir liman değildir henüz. Aleviler 60’lı yıllarda Adalet Partisi’ne de (AP), Osman Bölükbaşı’nın Millet Partisi’ne de, CHP’ye de oy vereceklerdir ve her partide Alevi kökenli milletvekilleri vardır. 1963’te İsmet İnönü Diyanet İşleri ile ilgili yeni yasa tasarısı hazırlar ve burada ‘mezhepler müdürlüğü’ ve ‘Alevi kürsüsü’ de vardır. Bu sağ medya ve siyasetçilerce büyük tepki ile karşılanır. Bu tartışma Alevilikle ilgili ileri geri konuşmalara kadar varır. İsmet Paşa hem tasarısının arkasında durmaz hem de suçlamalara yeterli cevap veremez. Diyanet İşleri Başkanı’nın “Alevilik diye bir şey yoktur” demesi tepkinin yaygınlık kazanmasına sebep olur. Bir grup üniversiteli Alevi genç yaptıkları basın toplantısıyla Cumhuriyet tarihinin ilk sivil Alevi çıkışını yapar. Timisi’nin sözcülüğünü yaptığı toplantıda “Alevi toplumu en az Sünni toplum kadar Müslüman’dır ve ahlaki değerlere sahiptir.” vurgusu dikkat çeker. Bu tepki siyasi bir sonuç da verecektir. Dersimli Kemal Burkay, Türkiye İşçi Partisi’nde siyaset yapmaktadır. Aleviler İşçi Partisi’ne destek verseler bile partinin gündeminde hiçbir zaman Aleviler olmaz. 1965 seçimlerinden sonra CHP’nin devam eden ilgisizliğinin bir sonucu olarak Türkiye’nin ilk Alevi partisi olan Türkiye Birlik Partisi 1966’da kurulur. Ortasında Hz. Ali’yi temsil eden bir aslan ve etrafında 12 imamı anlatan yıldız bulunan bir amblemi vardır. Yasalar gereği Alevi partisi denilememektedir; ama herkes öyle olduğunu bilir. Birlik Partisi’ne en büyük tepki CHP’den ve İşçi Partisi’nden gelir. Mustafa Timisi anlatıyor: “Fevkalade endişelenmişler ve rahatsız olmuşlardı. ‘Alevi Partisi bunlar, bölücülük yapıyorlar’ bile dendi. Metin Toker’in başında bulunduğu Akis dergisi partiyi kapak yaptı, veryansın etti. CHP içindeki Alevi milletvekillerini aleyhimize konuşturdular. ‘CHP’yi bölmek için Demirel tarafından kuruldu’ dediler. İşçi Partisi de ‘Alevileri bizden uzaklaştırmak için egemen güçlerin oyunu’ dedi.” Birlik Partisi’nin (BP) en önemli gündem maddesi Diyanet Teşkilatı’nın dönüştürülmesi ve Alevilere de yer açılması talebi olacaktır. Partinin ilk transferleri Bölükbaşı’nın Millet Partisi’nden gelen iki Alevi milletvekili olur. İlk girdikleri 1969 seçiminde yüzde 2,8 oyla 8 milletvekili çıkarırlar. O tarihte partilere dağılmış Alevi milletvekili sayısı 15’tir. 1970’te milletvekillerinin 5’i parti kararına rağmen Demirel’in AP’sine güvenoyu verdiğinden atılır. Bunların 3’ü Bektaşi ailesine mensuptu. 1969-80 arasında BP’nin genel başkanlığını yapan Timisi, 69 seçiminde büyük ölçüde AP’den oy aldıklarını söylüyor. Parti ilerleyen tarihlerde etkisini yiterse bile Alevilerin kitlesel olarak CHP’ye yönelmesinde önemli pay sahibi olur. BP’nin seçmeni ve parti kadroları zaman içinde Ecevit’in rüzgârına kapılacaktır. 70’lerin başında ortanın solu söylemiyle İnönü sonrası CHP’nin başına geçen Bülent Ecevit partiyi müesses nizamın etkisinden uzaklaştırdıkça halk desteğine kavuşur. Çok partili hayatın en büyük CHP oyuna erişen parti, 77 yılında neredeyse tüm Alevilerin oyunu alacaktı. Cafer Solgun’a göre, Alevilerin CHP ile gerçekten ilgilendiği yıllar bu yıllardır: “Bunun sebebi CHP’nin sol bir parti hâline geldiğini iddia etmesidir. CHP’yi rejimin bekçisi diye değil, sol parti diye desteklemeye başlamışlardır.” Alevilerin CHP’liliği, CHP’nin Kemalizmden uzaklaşma iddiasını koyduğu bir zamanda başlar. Bu bağ 90’lı yıllarda fazlasıyla istismar edilecektir. Psikolojik harp ürünü olduğu bilinen Maraş, Çorum ve Madımak olayları dışında Sünni ve Alevi kesimin kendiliğinden karşı karşıya geldiği büyük bir olay yok. Söz konusu hadiseler ilginç bir şekilde çok partili hayatta çok az iktidar şansı elde eden CHP (SHP)’nin hükümet dönemlerinde yaşanır. Bu konular gündeme geldiğinde sorumlular zikredilirken CHP’nin anılmaması ilginç. Mustafa Timisi, 77’de bütün Alevilerin desteğini alan CHP’nin 78-80 Maraş ve Çorum olayları sonrasında ve yaşanan kıtlık yüzünden Alevilerde hayal kırıklığı yaşattığından söz ediyor: “Eğer 12 Eylül darbesi olmasaydı bir sonraki seçimde grup kurabilecek kadar oy alabilirdik, öylesine bir teveccüh vardı.” 70’ler bahsinde Şenol Kaluç’un şu tespiti de eklenebilir: “Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş gibi sağ-muhafazakâr-milliyetçi liderler, içinde Alevilik karşıtlığı taşıyan İslami ve Türkçü bir siyaset izliyordu. Aleviliği yok sayan bu tavır Alevilerin CHP ve sol çevrelere itilmesinin en önemli sebebi oluyordu.” Solla tanışınca... 80 darbesinin bütün kesimlerle birlikte Alevileri de vurduğunu kaydeden Kaluç, “Devletin sol grupların üzerinden silindir gibi geçmesinin bir sonucuydu bu. Uzun süredir kendisini sol hareketlerle ifade etmeye çalışan siyasal Aleviler derin bir boşluğa düştü.” diyor. İlerleyen yıllarda sol vurgusu hayli belirgin Alevi örgütlenmelerine tanık olacaktık. 60’lardan beri gelen sol etki ile itikadi ve inanç merkezli değil, modernize edilmiş ve büyük ölçüde ‘lâ-dinî (din dışı)’ bir yapı öne çıkacaktır. 1988’de Pir Sultan Abdal Derneği kurulurken durum farklı değildir. 90’lı yıllarda yüzlerce Alevi orijinli yayın ve dernek ortaya çıkar. Kaluç, Madımak’ın etkisi bakımından Cafer Solgun’dan farklı düşünmüyor. Alevilerin artan sivil görünümünü bambaşka boyutta değerlendiren bir devlet yapısı vardır o gün. Kaluç’a göre, Madımak öncesi ve sonrası kurulan Alevi örgütlenmelerinin neredeyse tamamı irtica ve gericiliğe karşı mücadeleyi temel misyon olarak kabul etti. Bir zamanlar Alevi dedelerin yaptığı toplumsal önderliği 90’lı yılardan itibaren sol Kemalist aydınlar üstlenecektir. Madımak olayının aydınlatılması için demokratik Alevi kamuoyundan ciddi talep var. Ergenekon davalarının 1993’e eğilmesi gerektiğini söylüyorlar. Bunlardan biri Mustafa Timisi: “Dün araştırılamadı; ama bugün bu imkân var. Çok şükür ben de bundan mutluluk duyuyorum. Dün dokunulmaz denilen insanlara dokunuluyor. Her şey ortaya çıksın ki Türkiye sivil demokratik değişimini yapabilecek hâle gelsin. Türkiye ‘uzatmadan’ kendi içini temizlemelidir.” Her Madımak gününde Sivas’ta olay çıkarılır mı endişesi yaşıyor; bazı dernek ve vakıfların buna hizmet ettiğini de düşünüyor. 90’lı yıllardan itibaren PKK’nın yönetim kadrosunda Dersim kökenliler dikkat çeker. Son seçimlerde Tunceli’de Aleviler BDP’ye oy vermezken PKK yönetim kadrosunda hatırı sayılı, Dersimlinin bulunması bir çelişki olarak varlığını sürdürüyor. 60’lardan itibaren Avrupa’ya işçi olarak giden, yer yer Türkiye’deki hareketlere maddi destekte bulunan ve 90’lardaki “Ali’siz Alevilik” projesinde etkin olan kesime PKK ilgisi eksik olmaz. Dernekler kurar, Alevi dergileri çıkarır ama pek de başarılı olamazlar. Aleviler göçlerle şehrin çeperlerine yerleşseler bile zamanla bir sermaye birikimine hatta kamuoyunca da tanınan iş adamlarına sahip olurlar. Ancak Demsiad ve Cumsiad gibi iş adamı birlikleri girişimleri başarısızlıkla sonuçlanır. 1995’te adalet bakanlığı yapan Alevi siyasetçi Mehmet Moğultay’ın kendi seçmenine yönelik “3 bin hâkim, 5 bin iş müfettişi aldık… Bir gün gelecek bu kadrolar senin yolunu açacak.” diye konuşması hâlen süren bir tartışmayı fitilledi. Konuştuğumuz Aleviler devletin asıl, Alevileri sistematik dışlama politikasına maruz bırakılmasından söz ederek durumun zannedildiği gibi olmadığı vurguluyor. Konu, sol Alevi siyaset ile sağ muhafazakâr siyasetin gerilim alanlarından birini oluşturmayı sürdürüyor. 80 sonrası Aleviler siyasi tercihlerini ağırlıkla Erdal İnönü’nün SODEP ve SHP’sine yönlendirir. 95’ten sonra ‘Kemalist CHP’ ile sancılı bir birliktelik başlar. Yine o yıl kurulan Ali Haydar Veziroğlu’nun Barış Partisi, ikinci Alevi partisi olarak sahneye çıkar. Ama saman alevi gibi parlayan bu hareket, Birlik Partisi’nin başarısını bile gösteremez. 93-94 süreci sonrasında Tuncelili Kamer Genç’in DYP’den milletvekili olması da ilginç bir ayrıntı. 99 seçiminde Tuncelililerin CHP’ye değil, bağımsız adaylara oy vermeleri de… Partideki Alevileri tasfiye ettiği zaman bile Deniz Baykal’ın CHP’si hem soldan hem de Alevilerden oy aldı. Ancak siyasi bir zafer söz konusu da değildi. Bu durum hem Kemalist kesimler için hem de Aleviler için katlanılabilir olmaktan çıktığında bir Alevi ilk defa CHP’nin başına geçti. CHP ile Alevilerin 1960’larda kurulmaya başlayan ilişkisi inişli çıkışlı ve ikircikliydi. CHP Alevilerle yakınlaşmasında hep Alevi partisi damgası yeme korkusu yaşadı. Erdal İnönü’nün SHP’si istisnai gibi dursa da genelde sosyal demokrat damarı temsil eden Alevi siyasetçiler CHP içinde uzun süre tutunamadı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP serüveni ilk günden itibaren olağan dışı süreçler üzerinden ilerliyor. Tıpkı Alevilerin Madımak’tan beri gelen ‘ulusalcı’ dalgayla olağan olmayan ilişkisi gibi… Bütün bu olup bitenlerin hangisi olağan ki! Cafer Solgun (Yüzleşme Derneği): Senaryolar var, buna alet olan da biziz! 90’lı yıllarda Alevilere yönelik manipülasyon günümüze kadar süren bir etki oluşturdu. ‘AK Parti, İslamcı bir partidir’ algısı üzerinden o tepkiyi ve tedirginliği günümüze kadar taşımayı başardılar. Aleviler gün geçtikçe bunun daha çok farkına varıyorlar. Bence anlaşılır tedirginliklerinin istismarına dayalı bu konseptlerin iç yüzünü görmeye başladılar. Alevilerin sürgit kendilerini tanımayan sistemin muhafızı olma rolünü oynayacaklarını düşünenler yanılmaktadır.
__________________ Kırk yılda bir gibisin... | |
|
Etiketler |
alevilerin, cumhuriyet, tarihi |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Cumhuriyet Tarihi Ekonomi Kronolojisi (1923-1938) | xena | Tarih | 1 | 09 Mart 2013 14:19 |
Afişlerle Cumhuriyet Tarihi | Afrodit | Tarih | 0 | 12 Eylül 2012 22:07 |
Cumhuriyet Tarihi Kronolojisi (1930-1939) | GueSt | Tarih | 0 | 18 Kasım 2011 12:41 |
Çad Cumhuriyeti + Tarihi ve Çad Cumhuriyet'in den, Görüntüler.. | Sevda | Dünya üzerindeki yerler ve tarihi mekanlar | 0 | 14 Eylül 2011 07:28 |
Cumhuriyet Döneminde Bilim Tarihi Ve Gelişmesi | YapraK | Tarih | 0 | 27 Mart 2009 03:02 |