- Gitti..
+ Sen ne yaptın?
- Hiçbir şey
+ Hiçbir şey mi?
- Ağladım sadece. Önce sessiz sessiz ağladım, ses çıkartmadan ve gözyaşlarımı akıtmadan; sonra bağıra bağıra ağladım. Bazen sadece gözlerimle bazen de bütün vücudumla sarsıla sarsıla. + O ne yaptı peki?
- Bana mı?
+ Sana, kendisine.. Neden gitti yani?
- Bilmem.. Gitmesi gerekiyormuş. Kafası karışıkmış, kendini iyi hissetmiyormuş benim yanımda.
+ Sevmiyor muymuş seni?
- Seviyormuş aslında, ama kafası karışıkmış işte.
+ Tutsaydın ellerinden, bırakmasaydın. Gözlerini gözlerinden kaçırmasına izin vermeseydin. O zaman gidemezdi belki.
- Denedim. Ama beceremedim. Gücüm yetmedi.
+ Ama böyle de olmaz, gidelim hadi..
- Nereye?
+ Kimsenin kimseyi üzmeyeceği bir yere. Üzüntünün tedavülden kalktığı bir yere. İnsanların ağızlarından çıkan her sözün doğru olduğu, sevmenin gerçekten sevmek anlamına geldiği bir yere.. - Var mı öyle bir yer?
+ Var.. Ama biraz uzak. Üstelik geri dönmek de mümkün değil.
- İsterdim. Ama.. Gelemem.
+ Neden?
- Beklemem lazım.
+ Onu mu?
- Evet.
+ Gelir mi? Döner mi tekrar?
- Bilmem..
+ Neden bekliyorsun o zaman?
- Belki gelir. Belki ne olursa olsun umudumu kesmediğimi, ağlamamın vazgeçmek demek olmadığını, eğer geri dönerse yaralarını iyi edebileceğimi fark eder. Yalnız kalınca içi acır belki onun da. Eksikliğimi hisseder. Ensesine dokunmamı, saçlarını okşamamı ister belki. Belki gelir.. Gel der belki..
+ Ya gelmezse?
- Beklerim ben. Usul usul beklerim. Ses çıkarmadan, sadece yağmurlu havalarda ağlayarak beklerim. Hem ya gelirse.
+ Haklısın. O zaman gelmiyorsun benimle?
- Hayır..
+ Hoşça kal o zaman.
- Bakalım..