20 Ocak 2008, 01:59 | #41 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: HiçLiğim.. Duvarlar kan kırmızı duvarlar kan kırmızı değil duvarlar siyah dışarıda yağmur mu kar mı yağıyor anlamak zor ama karanlık mâvi mâvi uçuşuyor hayaller zihin gök kubbesinde yağma var yangın sesinde feryât figân sobada çıtır çıtır yanan büyük yelkenli gezdiği denizler kurtaramaz artık soba benim ben engin denizlerin hani o yağlı yosunlu işkence tortusundan yoğrulmuş halı kimin halı bilinmez alt dudağın titremeye başlayınca gel önce gelme ağıdıma düşme düşüme bulaşma koyunun çıngırağı kapının zili zilin dili çalıyor ama bakmayacağım beklediğim yok çünkü |
|
20 Ocak 2008, 01:59 | #42 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: HiçLiğim.. Gerçek ve düş arasındaki çizgiyi silmek Düne doğru yaşamak bir kere daha Etrafta dönüp duran insanlar Sabaha kadar düşünülülen bir tek an Günlerce dilden düşmeyen aynı nakarat Sarı sayfanın üstünde sarı bir gül yaprağı Gülümseyen bir yüz Konuşulmayan zamanları dolduran konuşmalar Özenle katlanıp sandığa konulan anılar Beyaz sayfanın üzerinde sarı bir gül yaprağı 'Kızma anne yağmur benimle konuşurken uyuyamazki' |
|
20 Ocak 2008, 02:03 | #43 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: HiçLiğim.. Her akşamüstü kırılan günü toplarım kalbinde onulmaz yaralar parçalar sensiz kılarsa beni. Şizofreniye ayarlı yüreğimde tasmalarla ben artık buralara sığamam süveyda gölgesi sararsa benliğimi sorgu da başlar o zaman bağışlanamam sıcak ilgilerden boşanıp akan gözyaşımı tutamam kahrolurum teklifinde eğildiğim anı tekrar yaşasam. Beynimi perçinleyip düştüm yollarına albenili duygulardan uzak kimliğimi yırtarak sevincine ortak oldum herşeye rağmen umarsız göründüm elim yatkınken her işe. Sonsuz uğuldamalar biçildi kulağıma bu çağda sonrasını hatırlamadığım düşlere uyandım dalgalı sularda aksimi gördüm irkildim: -bu ben miyim,yüzümü getirin bana! Yağmuru olmasa bu şehri terkederdim sınav günlerini ularken alnımın perçemine yakını ıraklaştıran seyahatlere mecbur gibi sen olmasan sen olmasan bu gülüşü kullanmazdım kanat sesleri kulağımda uğuldarken biteviye sonsuz ölümler biçilir geride kalan en son kişiye piyangolar vurur belki aklanır bu şehir de şizofrenik düş yorgunluğu kalırsa bana |
|
20 Ocak 2008, 02:04 | #44 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: HiçLiğim.. bir ölümün başlangıcıydı doğmak ölü doğmak yada doğarken ölmek gözlerini ölüme açmak ölümle açmak ağlıyamadılar diye öldüler zaten... ağlıyamadılar diye kahroldular yada kahrolamadan öldüler, belkide hiç doğmadılar bir ölüm doğmuştu.. ama bir ölü doğmamıştı çünki hiç ölmemişti ve yaşamamıştı... yada canlıydı,ama gözlerini açamamıştı belkide gözleri yoktu oluşmamıştı... meleklerin ağladığı bir andı, bir ana rahminde, karanlık bir zamandı.. ve kin doldu gözlerine, gözleri; büyüdü gecenin oluşmamış elleriyle; kendini boğdu cenin.. Yapraklar intihar etmisti tutuntuğu dallardan Hepsi yola serilmisti; cansızca yatıyordu.... Çıkarmışlardı sonbaharı kahverengi masallardan, Güneş; ufkuma, karanlık katıyordu... Bende delirdi gece... Bende delirdi saat; Şizofrenim; soru sorma! ! Veremem izahat.... Yine içime düşer; Yok bir şeyin endisesi; Sivrildikçe keskinleşir, Bir çemberin kösesi. Her sey göz yanılgısı, Hersey: sanrı Neden almaz ruhumu; Aklimi alan tanrı? |
|
20 Ocak 2008, 02:11 | #45 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: HiçLiğim.. İlk doğduğu günden beri herkes onun gözlerine bakar, ‘ne güzel gözleri var’ derdi. Gerçekten de güzel bir kız çocuğuydu. Mavi gözleri, altın sarısı saçları ve sevimliliği gittiği her yerde herkesin dikkatini çekerdi. Her seferinde herkes onun mavi gözlerine imrenir, mavi gözlerle ilgili övücü sözler söylerlerdi. Annesi onu dizine yatırır, ‘mavi gözlüm’ diye severdi. Günler geçtikçe kız mavi gözlerinin bir ayrıcalık olduğunu; güzelliğinin, kendisi ile ilgilenilmesinin sırrının mavi gözleri olduğunu keşfetti. Henüz üç-dört yaşlarında idi. Her arkadaşının göz rengine bir kusur buldu. Gözleri maviden başka olanlarla dalga geçiyor, onların gözlerini alaya alıyor ve en kötüsü gözlerinin maviliği ile büyükleniyordu. Annesi çalışan bir kadındı, işe gittiğinde onu kreşe bırakıyordu. Çocuk anne sıcaklığını duyamamanın ezikliği ile sürekli ağlıyordu. Bakıcıları ne kadar iyi de olsalar annenin yerini tutamıyorlardı tabiî. Günlerden bir gün yine annesi onu kreşe bırakıp işe gitti. Çocuk arkasından ağlamaya başladı. Bir türlü susmak bilmiyordu. Diğer çocuklar ve bakıcılar bundan rahatsız oluyordu. Bakıcılardan biri küçük kızın mavi gözlerinden dolayı kaprise girdiğini, onlarla övündüğünü biliyordu. Ağlayan kızın yanına geldi ve ona, ‘tatlım, eğer ağlarsan mavi gözlerin kahverengi olur’ dedi. Dakikalardır ağlayan kız bir anda susuverdi. Bakıcının gözlerine bir daha baktı. Arkadaşlarının gözlerine bir daha baktı. Ayrıcalıklı olmanın mavi göz olduğunu yeniden hatırladı. Bakıcıya emin olmak için sordu: - Gerçekten ağlarsam mavi gözlerim kahverengi mi olur? - Evet, hem de sonsuza kadar. Mavi gözlü kız ne zaman ağlamaya kalksa ona hep, ‘mavi gözlerinin kahverengi olacağı’ hatırlatıldı. Bu durumu annesine söylediklerinde annesi de bir kahkaha attı. Çocuk evde ağlamak istediğinde annesi, ‘ağlarsan mavi gözlerin kahverengi olur’ dedi. Kısa bir zaman sonra bu durum çocukta bir saplantı oldu. Ve mavi gözlerini kaybetmemek için yıllarca ağlamadı. O ağlamadığı için herkes mutlu idi. Kreşteki bakıcılar o ağlamadığı için daha fazla kahkaha atmaya zaman buluyorlardı. Annesi o ağlamadığı için evdeki işlerini kolay yapıyor, makyajına daha fazla zaman ayırıyordu. Yıllar geçip gitti, kız büyüdü, serpildi, mavi gözleri, sarı saçları ile güzel bir kız oldu. Artık yirmi yaşlarına gelmişti. O mavi gözlerinden, sarı saçlarından dolayı bütün gözler her zaman olduğu gibi ondaydı. Annesi onun bu güzelliği ile gurur duyuyordu. Bir bahar sabahı uyandıklarında mavi gözlü kızın annesinin hasta olduğu anlaşıldı. Doktor doktor gezdirdiler, derdine bir türlü çare bulamadılar. Gitmedikleri doktor kalmadı. Kadın mavi gözlü kızının gözleri önünde eriyordu. Ama mavi gözlü kız annesinin bu durumuna üzülmesine rağmen gözlerinden bir damla yaş gelmiyordu. Birgün mavi gözlü kızın babası bir komşularının tavsiyesi ile ermiş bir adama götürdü hasta kadını. Ermiş, kadına bakınca ‘bu derdin sadece bir çaresi var’ dedi. ‘Üç gün üç damla göz yaşı içecek. Dördüncü gün ayağa kalkacak’ dedi. Herkes sevindi. ‘Bundan kolay ne var’ dediler. ‘Birimiz ağlarız içiririz göz yaşımızı’ dediler. Ermiş, ‘kolay gibi görünüyor ama o kadar kolay değil, bu göz yaşı mavi gözlü olan kendi kızının gözyaşı olacak’ dedi. Eve geldiklerinde mavi gözlü kızın gözyaşını istediler. Annesini çok seven mavi gözlü kız onu kurtarmak için ağlamak istedi günlerce, aylarca ama gözünden bir damla yaş gelmedi. Mavi gözlerini kaybetmemek için yıllardır ağlamamıştı. Bu sebepten ağlamayı unutmuştu. Mavi gözlü kız bir türlü ağlayamıyor, günler geçtikçe annesi gözlerinin önünde eriyip gidiyordu. Topu topu üç damla yaş çıkaracaktı gözünden. Ama olmuyordu. Bir gün günbatımında kadın kızını yanına çağırdı. Kızının dizine kafasını koydu. Açık pencereden batan güneşi görebiliyordu. Bir ‘ah’ çekti. ‘Ben ölürsem üzülme kızım. Suçlusu sen değilsin. Ben senin gözyaşlarını kurutarak kendi ölümümü kendim hazırladım. Ben öldükten sonra birgün ağlamanı dilerim’ dedi. Kız annesinin bu sözlerinden o kadar duygulandı ki gözleri dolmuştu. Her an ağlayıp, annesini kurtarabilirdi. Biraz daha zorladı kendisini ve gözlerinden bir damla yaş süzülerek yanaklarından akmaya başladı. Yanaklarından süzülen damlalar annesinin dudaklarına düştüğünde dizinde soğuk bir bedenin varlığını hissetti sonra. Mavi gök yüzünü siyah bir örtü kaplamış, artık gün batmıştı. |
|
20 Ocak 2008, 02:13 | #46 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: HiçLiğim.. Artık daha fazla böyle yaşayamazdı. İçindeki o sadece ve sadece kendisine ait olan özü ortaya çıkarmak ve onu yaşatmak istiyordu. Çünkü böyle, birden fazla ve kendisinin olmayan ve gerçek mi sahte mi olduğunun ayırdına varamadığı kişilikleri taşıyordu, sıkıntılı bir yük gibi... Peki, gerçek ve sadece ona ait bir özü var mıydı onun? Varsa neredeydi ve kimdi o? Öylesine çok maske kullanmış, öylesine çok değişik kalıplara girmiş, şekil değiştirmek zorunda kalmıştı ki, gerçek niteliğini yitirmiş olarak duruyordu. |
|
20 Ocak 2008, 02:14 | #47 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: HiçLiğim.. Ellerini keseceğiz dediler, Parmakların kalem tutmasın, Özgürlük türküleri yazmasın. Kolun kasalsın, yükseklere uzanmasın. Gözlerini oyazacağız dediler, Işığı, güneşi, aydınlığı görmesin. Dilini koparacağız dediler. O anlaşılmaz sözcükler Ağzından çıkmasın, Söyleyeceklerin boğazından tıkansın. Ayaklarını koparacağız dediler Bacakların kör-kötürüm kalsın Bağımsızlık yürüyüşüne kaltılmasın.. Kesin dedim alçaklar kesin, Oyun, koparın, kırın dedim Özgürlük düşmanları, Yapın yapabildiğinizi Alamazsınız kafamfdan Baskıyla, zorbalıkla, zulümle Susturamazsınız, yok edemezsiniz Düşüncelerimi, özlemlerimi... Kafamdan çıkaramazsınız, Özgürlük hasretimi, beklentilerimi Dilimin ucundan alamazsınız Kardeşlik türküleri, konuştuğum O güzel sözcüklerimi... |
|
20 Ocak 2008, 02:15 | #48 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: HiçLiğim.. "bu şehr-i stanbul ki, bi mislü bahâdır. bir sengine yekpâre acem mülkü fedâdır" // insanların şehri yoktur; // şehrin insanları vardır... // şehirleri teslim aldığını zannetmiştir insan // şehir teslim almıştır onları oysa... // ve; biraz yalnızlık, biraz kalabalık olmaktır istanbul. yaşamayanların bilmediği, bilenlerin ancak yaşadığı ve yaşamak zorunda bırakıldığı bir istanbul'dur kalemin inceldikçe incelen, kağıda dökülen noktasında. size şarkılar söyleyeceğim; istanbulu anlatan yanlarımı deşifre edeceğim. sesimin güzelliğine değil, zaman zaman istanbul’un güzelliğine vurulacak, zaman zaman da acıyan yanlarına âh edecek; bir daha ve bir daha dinlemek isteyeceksiniz... istanbulun kalabalık hülyâlarında, kaybedersiniz kendinizi zaman zaman. kaç köşe başında kaybolup, kaç köşe başında kendinizi bulduğunuzu bilemeyeceksiniz. 'hiç kimse' olup, köşe başlarının kaldırımlara karıştığı noktada, minarelerin göğü delen nidâları arasında, güvercinlerin İstanbul’un kubbelerine çarpan noktasında, derin bir âh çekip, bırakıverirsiniz kendinizi İstanbul’un kollarına. tıpkı bir ağıt gibi; İstanbul’un gözlerinin içine bakarak, dudaklarınıza dökülen ‘istanbul türküsü’nü tellendirirsiniz... ben bir (h)iç / kimse'yim... bir yanımda üşüten bir yalnızlık; diğer yanımda sesime karışmış yokluğun. nedendir ki, çığlıkların yankısıdır uzaklardan gelen. sokaklarda bir gölgedir şair; kendinden kaçak! kafir bir gülümsemedir dudaklardan, an be an dökülen. / hoyrat kalabalıklarda; / bir adın var senin, kirlenmemiş, / beyaz... beyaz'dır düşleriniz, üşüten yalnızlığınız kadar âşikâr... değil sevinçlerinizi, hüzünlerinizi dahi kâr sayarsınız istanbulun üşüyen yanlarında. bir gölge olup istanbulun sokaklarında, yok'luğa karışan sesinizi ararsınız... alaycı, bütün hüzünleri inkâr eden kâfir gülümsemelerinizi bırakırsınız dalgaların koynuna lâkin; umursamazdır istanbul... onun için düş'lerim, en çok beyaza çalar LâL yalnızlığımda. saatlerin adam yutan tiktakları arasında, bir şehir bütün beyazlara inat, en karanlık saatlerinde, sokaklarında kendini o kadar kaybetmiştir. / sarhoş bir ağızda; / eski bir istanbul türküsü. / fahişe bir yatakta, / istanbul hatırası!... bilinmedik hiç bir nakarat yoktur artık. ve bütün şarkılar, hep aynı buruk notayı sayıklamaktadır... bu şehir, âh bu şehir; isyan bayrağını çekmiştir! / bütün fethedilmişliğine karşılık / bir o kadar esir olmuştur... suskundur düşleriniz gecenin LâL noktasında ve bildiğiniz bütün şarkılar sanki hep aynı notayı tellendiriyor, aynı nakaratı seslendiriyor sanırsınız. bu şehirde, kaç değişik şarkı vardır ki söylenegelen ve sonu istanbulla bitmeyen?... bütün beyazlarını terk ederken karanlık saatlerine; bu şehir kendini kaybetmektedir sarhoş ağızlarda. birkaç fahişe yatağın kenarına iliştirilmiş kirli bir nefese isyan etmektedir istanbul. bildiği bütün nakaratları unutmak istercesine, yeniden ve bir daha yazılmak istercesine, isyan bayrağını burçlarına tekrar dikmektedir. “ben ki; fethe susamış şehir, fâtihimi tekrar özlemekteyim”... bütün ümitlerim; kirletilmiş fahişe bir şehrin, yatak ucuna bırakılmış bozuk para gibidir artık. umutlar; serkeş bir rüzgara teslim, beyaza çalarken LâL yalnızlığımın, çıkmaz sokaklara dalan noktasında. gözlerimde asi bir yalnızlık, iki tarafı keskin bıçak; / ne yanımı dönsem hep bir yanım kanar / ve yine ne yanımı dönsem, / bir şair orada yanar... istanbulda ne yalnız kalabiliyor insan ne tam kalabalık. iki tarafı keskin bir bıçak gibi; yani ne yanını dönsen bir yanın kanıyor. istanbulda güvercin olmak hiç zor değil, lâkin yaralı bir güvercin olmak çok zor. bütün çıkmaz sokaklar senin, bütün umutların bir o kadar gâib. ey âsitâne, bütün âsi yanlarımla, fâtihi özlemekteyim seninle beraber ve bilirim ki; bir fâtih doğarsa eğer, bin ulubatlı'nın doğuşunun da müjdecisi olacaktır... düş'lerim; kayıp gidiyor hiç kimse olduğum noktada. bir şair var orada; sokakların kıvrılıp gittiği noktada. bir yanı hep kanar, diğer yanı hep yanar... / LâL yalnızlık... / KâL yalnızlık... hiç kimse'liğimin tescili istanbul. âsi yanlarımın deşifresi ve bir sevgili nasıl 'biricik'leştiriliyorsa, o kadar biricik istanbul. biraz içim kanıyorsa, biraz yaralıysa yüreğim; senin yaraların sebebiyledir. çünkü; ne kadar yaşarsan bir şehirde, o kadar çok o şehir olursun ve ben yaşadıkça istanbul, yaşadıkça yaralı bir güvercin oldum gökkubbenin beni saran noktasında. kıvrılıp gidiyor sokakların, bir mahzen gibi tıpkı. kalabalıklar sarıyor etrafımı. bilinmedik yüzlerin hâin bakışları altında, senin öldürülüşünü seyrediyorum ve sen ne kadar ölürsen; ben o kadar ölüyor, bir o kadar LâL oluyorum... |
|
20 Ocak 2008, 02:18 | #49 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: HiçLiğim.. gecesiyahî yalnızlığında; yokluğun düş kırıkları, paramparça. sersefil düşünceler serkeş; avâre her dem karanlığın kuytusunda ırâk!.. bir şehir artık nasıl ölüyorsa(!) can çekişirken de öylesine canhıraştır. ki, feryatların yankısında muzdarîb çilekeş bir adamdır yorgun, garîb... bir şehir her gün yeditepesiyle intihar senfosinin buruk notalarını çalıyor. belki duymuyorsun / ya da bir şehir sokak sokak nasıl can çekişir / bilmiyorsun... şimdi yüreğim darağacında bir mülteci / ya da esirdir adını anmayan şehirlerin kaçkını. yoksa bir sevda adı yazılmamış / ve varsa bir sevda içinde adın barınmamış; yakılacak birkaç şiir ve bir şair vardır, yorgun, adı anılmamış... LâL mekan; sükût, ve münzevi bir yıldızdır. ya da şiir; yazılmadı(!), LâL... LâL mekânda soyuttur var’lık(!) ki; onun için bastığın yerler ayak izlerine muhtaç / ve tutsak bir yok’luğun çanları çalarken, sükûtun girtabında yok olup gidiyor adın’çin yazdığım bütün şiirler. gözlerin diyorum / yok’lar... ellerim; öylesine titriyorlar ve sen adını yalanlarla boyamış bu şehirde bir o kadar LâL Mekân, bir o kadar hiç kimse’sin / ki; yazık, bilmiyorsun... kaçkınıyım bu şehrin; gecelerinde sayıklarken adını bir hüzün. Lâl Mekânda soyutlaşıyor bütün herşey. artık mülteci bir yalnızlıktır şair; sükûtun girdabında kaybolmuş, birkaç şiirdir, / yakabilirsiniz... ellerim öylesine titrek, gözlerim öylesine gözlerinsiz bir LâL Mekânı seyrederken, bütün düşlerini kaybetmiş, serkeş bir kaldırımsa başkoyduğum, varsın herşey bir yalân olsun. bir şehir yedi tepesiyle; intihar senfosinin notalarını çalarken, içine karışmamış bir adım olsun; yorgun, serkeş, Lâl Mekân. |
|
20 Ocak 2008, 02:19 | #50 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: HiçLiğim.. gayb’a dair düşler kuruyorsun; ki umuda dair bütün yeminleri soluyorsun; nuna ve kaleme andolsun, gayba ve kayba dair ne varsa hepsi bizimdir... diyorsun ki; yusuf’u arıyor yakub ince bir gömleğe yüzünü sürmüş; hasretle çiselerken yağmur, yüzünde damla; titriyorsun, ıslak ve ince bir deri içinde... ağlama demiyorum, ağlamalısın; belki de en girift düşleri kurmalısın. gayba ve kayba dair bütün herşey; kurgulayabildiğin kadar senindir... boşalan bir beyin mi; yoksa gitgide dolan koca bir sünger mi; söyle sufi, sıksan ne çıkar içinden; gayba ve kayba dair? haydi; sık, sıkabilirsen... ibrahimi görüyorum; yakan ve ibrahimi bir o kadar ibrahim yapan ateşin içinde. ağaçlar dal dal seyrine dururken; bütün sihirleri bozuyorsun; gayba ve kayba açılan pencerenden... dikenli telleri düşlüyorsun; ya da telli dikenleri... bir soluk seyrederken alemi, bir ağaç kuytusunda; sessizce izle; bir şair, ağaçların fısıltısını dinlemekte... gayb’a dair düşler kuruyorsun, titrerken bir ıslak deri içerisinde; ey dost, bütün girift düşleri -ve cümleleri- kurmalısın şimdi söyle, boşalan ve dolan nedir?.. ibrahimi seyret, ateşin güle döndüğü yerde. yorulduğun yerde otur; ve dinle, koskoca bir ağaç, sana seslenmekte.... |
|
Etiketler |
hiçliğim, hicligim |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Hiçliğim Ancak Sende Anlam Kazanır.. | vaLerya | Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler | 0 | 14 Ocak 2011 17:26 |