ve güneş merhamet buyuruyor ama fazla yükseğe taşınmış bir meşale misali, boydan boya kırbaçlar görüntüsünü jetler kurbağa gibi zıplar füzeler, çocuklar haritalarını çıkarır iğnedenliğe çevirir ayı, eski çürük peynir, orda hayat yok ama dünyada fazlasıyla; yıkanmamış Hintli çocuklarımız bacak bacak üstüne atıp flüt çalarak, göbekleri içe çökmüş, açlıktan ölürken, açlık kokan havada yılanların şuh kadınlar misali kıvırtışını izleyerek; füzeler zıplar, avcıları ve sürüyü geride bırakırken yabani tavşanlar gibi zıplar günü geçmiş kurşunların yerine; Çinliler hala yeşim işlerler, sessizce açlıklarına pirinç tıkarak, bir açlık ki bin yaşında, ateş ve türküyle ilerler çamurlu nehirleri, istemsiz beklemenin sürüklenen direkleri iter mavnaları yüzen evleri; Türkiye'de kilimlerinin üstünde kıbleye dönüp sigara içerek gülen ve parmaklarını gözlerine sokup kör eden mor bir tanrıya dua okurlar, tanrılar böyle işte, yaparlar; ama füzeler hazırlar: her nedense değersizdir artık barış, küçük bir göldeki nilüfer yaprağı misali sürüklenir delilik, hissiz daireler çizerek; kırmızı yeşil ve sarılarına batırıp resim yapar ressamlar, şairler uyaklara döker yalnızlıklarını, müzisyenler her zamanki gibi açtır ve romancılar kaçırır meselenin özünü, ama pelikan kaçırmaz, martı kaçırmaz; pelikanlar dalıp dalıp yükselir şok geçiren yarı ölü radyoaktif balıkları gagalarında sallayarak; evet, gerçekten de sümükle yıkar kayaları sular; ve Wall Street'te anahtarını arayan bir sarhoş gibi sendeler borsa; ah, işte bu sıkı bir şey olacak, allahın izniyle tekrar yılana götürecek bizi, deniz böceğine, ya da şanslıysak eğer, katalizi uzun dişli fosil kaplana götürecek, maden çukurunun içinde kırık kask, cihaz ve cam parçalarının üzerinde resim çiziktiren kanatlı maymuna götürecek; çatırdayarak girer şimşek pencereden içeri ve bir milyon odada aşıklar yatar kenetlenmiş, yitik ve barış gibi hastalıklı; kırmızı ve turunca çalmaya devam eder gökyüzü ressamlar için -ve aşıklar için, her daim açtıkları gibi açar çiçekler açar ama üzerlerinde füze yakıtlarının ve mantarların, zehirli mantarların ince tozu var; zaman kötü, bulantılı bir zaman -perde, III.sahne, sadece ayakta yer var, SATILDI, SATILDI, SATILDI yine, tanrı tarafından, birileri ya da birşeyler, füzeler generaller ve liderler tarafından, şairler doktorlar komedyenler sabun ve bisküi üreticileri ve iki yüzlü seyyar satıcılar tarafından kendilerine özgü ustalıklarıyla satıldı; şimdi kömür yağı tabakasıyla kirletilmiş tarlaları görebiliyorum, bir-iki salyangoz, safra, yanardağ taşı, sığ sularda bir-üç balık, kaynağımızın ve gözlerimizin yergisi... daha önce hiç olmuş muydu bu? kendini kuyruğundan yakalayan bir daire mi tarih, bir rüya, bir kabus mu, bir generalin hayali, bir başkanın, bir diktatörün hayali mi yoksa... uyanamaz mıyız? yoksa yaşamın güçleri daha mı yüce bizden? uyanamaz mıyız? sevgili dostlar, uykumuzda mı ölmeliyiz sonsuza dek?