![]() |
![]() |
![]() | #1 | |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları ACI Yaşamak uğruna ölmek bu olsa gerek Sevmek uğruna acı çekmek bu olsa gerek Hayat uğruna savaşmak bu olsa gerek Peki ya senin uğruna Üzülmek niye? | |
| ![]() |
![]() | #2 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları ADIN BAHARDI Kente yalnızlık gelirdi sen uyuyunca Yüzümde mevsim değişirdi uyandığında Bilmezdin gizliden seni sevdiğimi Aşkın içimde solardı adın bahardı Eteğini koştururdun sokağımızda Sokak sus pus olur sana bakardı Bilmezdin gizliden izlediğimi Gözlerim gözlerinden korkardı Hatırlıyorum adın Bahar’dı Sokakta bir bayramdı durakta bekleyişin Sanki sonsuz bir ayrılıktı okula gidişin Bilmezdin her sabah seni yolcu ettiğimi Yüreğim yol boyu ardından ağlardı Hatırlıyorum adın Bahar’dı. |
| ![]() |
![]() | #3 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları ALKOL İKİNDİSİ Biz ne zaman içsek, Köfte geç gelir Ve oturur muhabbetin terkisine Çıplak bir efkar sözcüğü Biz ne zaman içsek, Sabah akar meycinin cebine Günde kaç kez öpüşür ki akrep ile yelkovan Biz ne zaman içsek, İç değilizdir aslında. Dışımızda bronz bir akşam sözcüğü, Çırıl bir efkar sözcüğü Delikanlı kıvamında sevda değilse de Tabansız sevişmelerdeki el değmemiş pişmanlık Biz ne zaman içsek, iç değilizdir aslında. Bu alkol ikindisi şiirle Şimdi burda açılsaydın Adımın baş harfi gibi Belki ağustos kokardı ağustos Sen, Fikrini ipotek etmiş kiralık sevdalara Senine boyuna sevilmiş sen Yalanı sevdasından büyük sen Bir bil-sen. Biz ne zaman içsek seni düşünüyoruz Genzimizde göl gözyaşları Biz ne zaman içsek, İç değilizdir aslında. Dışımızda bronz bir İzmir akşamı... |
| ![]() |
![]() | #4 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları AMAN ORMANCI nasıl hecelersen hecele hep aynı biçimde yazılıyor ayrılık çok yol bilenler geçti ayağını yordamına göre uzatan kurdun kuşun bileceği hal değilmiş ya öylesi işte eski sözlere yeni kafiye bulmak gerekmez suyu sefası kendine yeten stabilize bir eğlenmektir hayat her sevdalıya aşık atmak gerekmez sen, o hep önden giden çatallanan bahçesindeyken sevişmenin ki çıplak ve bensizliği ele almışken ne anlattığını bilmek istemeyen şiirler getiririm arkandan bir devrik cümlem kalır acınası iki çekingen benzetmem belki ve derisi soyulmuş bir nakaratım kalır yoluna ağladığım o türküden artık ehemmiyeti kalmaz köprünün ve hoş gül içimlik suların ya da -içkiden olsa gerek- masayı yıkan ormancının nasıl kıydın diye sormanın da manası yoktur suç delilleri ortadadır ve zaten kim olsa katılır akışına gerisinin aman ormancı canım ormancı köyümüze bıraktın yoktan bir acı acı köyde ya o yüzden türkü, yoksa roman olacak kentimizde geçse öyküsü bir de gülüşün kalır dişlerinin etrafından ve bilişin kalır her şeyi ama her şeyi eski haliyle ANLADIM.. Anladım, sabahları açılır. Esnaf çarşıları yeminle “Bedreddin'im bir ağaca asılır”. Anladım, En büyük yalan yemindir. Edilir sabahları, Gecesini hatırlamayan esnafların Tüm merasimleri gömdüm. Ömrümün reklam amaçlı takvimlerine. Anladım, Kimse üzgün değildi. Bayraklar yarıya indiğinde. Bir tek el isteyen, Yordam ve özür dileyen, Anladım. Herkese kötü şeyler hatırlatan yüzüm, Evet yüzümdü. Her görüşmeye taşıdığım, Kandırılmaya gönüllü bir gönülle, Az sütlü neskafelere sigaralar iliştirdim. Göz gördüm başka açılara ayarlı. Uzun bir yüz gördüm. Meğer filmin sonu diye ayarsız Fin yazardı end zamanında Bir zamanlar, Fransızlar hep Fransız kalacaklar, Sabah sinemasında pazarları... Aklımı alıp doğduğum evin, Müze olma isteğine saklayacaklar. Ama kavaklar büyüyecek. Herkesten gizli boyatmak, Bir kavağın becereceği iştir ancak. Anladım ki ağaçlar, Toprağa acı verdikçe büyüyorlar. Her pazartesi and içip, Cumaları marşa basan, Camiler dolusu yemin edip, Taburlarca yalan söyleyen, Bu toprakta bu ağaç Kuruyacaktır elbet. Anladım. Kimseye acı vermeden, Büyünmüyor. Namusum ve şerefim ve Çocukluğumun üzerine beton dökerim ki Tüfek filan değil, Çimento icat edildi de Bozuldu mertliğin mimarisi, Esrarlı bir ülkeye göçtü sabrın taş ustaları. Anladım. Altı dükkan olsun istiyor evinin. Ve ağlamaklı bulmuyor apartımanları Benim taş ustamın karısı. Ve her yerde Şube açmak istiyor. İskender kebabını icat eden, Büyük İskender’in çocukları Ki gölge filan etmez. Yoğurtlu bir ziyafet çekerdi. Diyojen’le karşılaşsaydı. Anladım. Bursalı İskender’in, Romalı arkadaşından daha çoktur Uygarlığa katkısı. Oysa; Bu satırlarla üstünü örten ben, Kelimelerle sargı bezi ve Merhem yapan, Ozanlığı en çok kendini üzen ben, Anladım. Sadece öğlenleri açarım yaramı. Ve hiçbir yerde şubesi olmaz, Bu kanamalı hastanın. Anladım. |
| ![]() |
![]() | #5 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları AŞK HAYATI Sevmek gibi geliyordu her şey, sevmek gibi gidiyordu kadın adının anlattığı, canın tenini yakmasıydı bir bulut evet ama aslolan bulutun suyu yağmasıydı... "Bir insanı sevmekle başlıyordu her şey" ve boşanmak için en az iki şahit gerekiyordu AŞKIMIZ Aşkımız iki gözlüklünün öpüşme çabasıydı; gözlükleri çıkarmak hiç aklımıza gelmedi. Hiç düşündün mü belkiyi Belki, eline en yakışan takı benim elim. Belki de en belli olacak yalan, benim söylediğim... Belki sen ve belki ben... Yoksulluk, kirden rengi tanınmayan bir beyaz tutsaklık... İnsan kendine iltica edebilir mi? Ölü olarak ele geçiriliyor en sıcak insan sözleri.. Ve hüznüm bir kamu morgunda işe başladı BAŞKALAŞAN AŞK Adını anmak güzeldi, dost ağızlarda sana dair cümlelerin ıslatılması... Adını anmak... Yüksek sesle, kimsesiz gecelerin düşsel avuntularına sırt çevirip senden söz açmak... Biraz gülünç, biraz sitemkar... güzeldi... Adının Türkçedeki yankısı özeldi... Seninle yoğurt yemek, kendi Kanlıcanlı, Sülalesi Kandilli yoğurtçunun mekanında... Denize amors durup, yüzüne cepheden bakmak güneşli bir mavilikte.... güzeldi.. İpe sapa konuşlanmaz bahanelerle elini tutmak, yüzünde Yüzyıllık bir hasreti gidermek güzeldi... Güzeldi'li geçmiş zamanları düşünüyorum şimdi... Cümlelerimiz öznesiz...Umursayan yok, Kanlıca'daki yoğurdu... ve eşikteki öpücük, tarih bilinci olmayan bir aşkın mührüdür artık... BENDE SANA YETECEK KADAR BEN KALMADI Sus pus olmuş, puslu bir İstanbul'muydu yüzün, yoksa çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne Dolmabahçe da çay tadında.... Divit ucuyla yazılmış bir aşkın sureti vardı avuçlarında, tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu. Ben rehnedilmiş yelkovan gibi... hani akrep'i seven ama yüreği takvim yokuşlarında... Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı, sesinin sesimde yankılanmasının... sanki perdedekine üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün içime... Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim seyir defterimde.. ve ben amerikanca bir filmi kürtçe seyrediyorum... Kadın Beyoğlu'nun bir kış akşamında, üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan muzdarip yürüyordu... Adam da... Yürümek hiçbir şeyi çözmüyordu, bazı Aralık akşamlarında... Parmağında yaralı bir öyküyü taşıyordu adam... Kadının yüzünde bir hüzün... Hüzünlü aralık akşamında bir yüzük... Yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti... ... Soğuğun ve karanlığın vehameti! Hayatı, bir başkasının pantolonu gibi, küçültülmüş, daraltılmış... İlk sahibinin o pantalonla yaşadığı şeyler, yani pantalonu pantalon yapan anılar, bazı ilkbahar bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen yazlar... Hepsi daraltılmış... Yaşananlara bir beden büyük geliyor artık hayat! Bir aşkı paylaşmak için çok geç, bir paylaşıma aşık olmak içinse erken... Beni sevda yerimden vurdu yine zaman... Şimdi sana söylenecek tek cümle: Bende sana yetecek kadar ben kalmadı... BİLDİĞİN GİBİ DEĞİL Bizi bilirsin; avuçla su içmeyi marifet biliriz, yenilmeyi bir de kendi sahamızda... bizi bilirsin; saçımızı ıslatmayı fiyaka biliriz, limonla! tesbih yaparız, düş kırıklarından.. bizi bilirsin; ağzının içinde oturmak isteriz ve rutubetin en yakıştığı yer biliriz ağzını... bizi bilirsin; yaşamak biliriz, vademiz dolduğunda avuçlarında gömülmeyi... BİR MEVSİMİN ACI GERÇEKLERİ ""Bir tek dileğim var mutlu ol yeter” sözünün bir kamyon yükü anlam taşıdığı günlerdi Kaldırımlar toz ve kağıt topakları Ankara’nın Ankara’nın sonbahar yaprakları ayvalar sarı hüzünler olgun yaz yorgunu gövdeler serili betonlarda Ben yanımda çok acıklı epey yol üstü sözler getirmiştim. “Sanki terk edilmiş bir viraneyim her yanım dağılmış yıkılmışım ben” Okul önlük mevsimi ve kaplanması kitapların cumhuriyet gazetesiyle bir ön beslenme çantası kompleksi malum şu otlu peynir meselesi Saçlarını süt mısırı örgü yapmış bir al yüz koca göz görüyorum. Sanki o tehlikeli yolun başındayım Aşk’a geliyorum! ama yanıma hep köy zılgıtlı sözler almışım arabesk kalıyorum her kent soylu aşkın karşısında “Bir kulunu çok sevdim” diyorum “O beni hiç sevmiyor” diyorum “Kalbimi ona verdim artık geri vermiyor” diyorum. |
| ![]() |
![]() | #6 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları BİR NEVİ OTUZÜÇ YAŞ ŞİİRİ Artık kısa pantolonlu çocukları Gençlik parkına götürmüyorlar Ve anneler trafik lambalarında köylü değiller o kadar Locadaki farelerden bile kemirgen Gişeci kadın nur sinemasında En sevdiğim karate filmi Tek kollu kahramanımızdı vang yu Ve ondan çok kollu doğmuştu bruce lee Ki genç yaşta kaybettik kendisini Ulan falkonetti seni bir elime geçireceğim var ya Elektrikler kesilir zengin ve yoksul’un tam ortasında Ve’nin tam üstünde yani Hasstir dense de derinden yurttaşın Elektrik idaresindeki yurttaşa ne o yurttaş Zırpa pırta elektrik kesiliyor Diyebilesi yoktur ki BİRTEK KOKUDUR GEÇMEYEN ZAMANLA HER DUYULDUĞUNDA BİRAZ DAHA KESKİNLEŞEN O zaman amerikan arabaları bizim evin önünde Dolmuş eylerken caddeyi Ümit besen de film yapar niye yapmasın ki furyadır bu Ama seyretmek suça giriyor canım annem Zaten bu yumurtalı sandöviçlerle Kesin kovarlar bizi ki Korkarım her şiire konuk olacak Mahur bir otlupeynir kokusu süreyya sinemasında Mübarekler pikniğe gelmişler Hayır benim kokoş teyzem Mübarekler hakkari’ den gelmişler Okul bitimlerinde çamsakızı ağlamalar yok artık Filiz beni unutma ki hakkari Unutulmaya müsait bir yerdir Mektup yaz yoksa çok kurak geçecek bu yaz Hep saklayacağım hatıra defterime yazdığın Yazının yanındaki kan damlayan kalbi Seni seviyorum filiz Yemin et! bak vallahi! Yok artık bu kendini şaşırmış Kendi edasını kendisi bozan cümleler Niyazi’nin kısalığı uzunların problemi Aynı zekanın sırasında oturuyoruz Bozkırımın çilli çocuğuyla avukat oldu sonra Kimin neresine değer bu nostaljik kırıntılar Herkesin sandık odası kendine gizemli Ama kolejli çocuklar nasıl sevişiyor Ve kızlar yine kolejli onlarda ve taş gibi Bu kız var ya insanın sevgilisi olsa Uyku tutmaz adamı Ama rüyasında başka bir lavuğa vermesin hesabı Yükseliş’in tuvaletinde kız resmen düşük yapmış Tabii fevzi de yok Hepimizin bayıla bayıla yuttuğu Kolejli çocuk yalanlarını söylesin Ona kalsa artık sevişmese de olur Bütün okulu getirip götürmüşlüğü var Düzliseliliğimize cintonik içiyoruz Paralı palavralarıyla fevzi’nin Kolejliden darbe yeme işi ilerideymiş O zaman bilmiyoruz tabii Haluk o zaman araba sahibi Ki biz bisiklet kavgası yapmaktayız daha Ağbim mustafa’yla E tabi mobilya dükkanı beş katlı olunca Olsun yakışır kardeşime ki bazı tandır ısmarlıyor Siteler dükkana gidince Nerden baksan kolası ayranı filan Epey para tutuyor konyalı’dan et yiyorsun kolay değil Ah pınar! diye girmeli o sokağa Ey kalçası kendinden güzel kendinden bağımsız insan O kotu giyiyorsun ya senin değil Bizim üstümüze Yapışıyor Ki levis o zaman herkeste yok Biz yerli malı dandik kotu Çamaşır suyuyla amerikanlaştırıyoruz o devir ve Bir konvers almışım elden düşme ağlaya sızlaya Babaannem hiçbir marka bilmiyor Bu pırtıkları mı aldın diyebiliyor konversim hakkında Ve bir de filiz vermiş pınar’ın annesi bak sen Ve kader ve songül ve nazire Ve şu anda adını sayamadığımız Diyarbakır mantalitesinin kız çocukları Yakantop en erotik eğlencedir bize Ah be melike geçme burdan çekirdek çitleye çitleye Biliyorsun fena oluyor yakan topun Ateşli kısmı sen gelince Annesi kuaför ya deli ediyor melike mahallenin istediği zaman fön çekemeyen kızlarını SENİN GİBİ GÜZELİNİ BİR DAHA GÖREMEYECEĞİMİ BİLSEM NE ARTİSTİ BE KAPINA MENTEŞE OLURUM Biliyorum aradan yirmi yıl geçti Bilmiyorum hangi manasız adamlarla seviştin Biliyorum çok geç oldu kalkacağız bu dünyadan Ama seni seviyorum melike Bu şiire biryerde rastlarsan mutlaka beni ara Başak dediğin dünyanın en genç ******su Sokaktan geçen saçının arkası uzun çocuğu kesiyor Benim elimi tutarken ki orta ikide henüz Ben lise birdeyim ki saçlarımı ortadan ayırmaya Cesaretim yok daha Seni seviyorum diyor yalandan Vallahi bak diye and veriyor sahtekar Ve sahtekarlık benim küçük aşüfteme o kadar yakışıyor Ve ben kadınların sahtekarlıklarına inanmaya Öyle erken bir yaşta başlıyorum ki Biliyorum gülücüğünde tüm erkeklere yer var Başak’ın Ama gel gör ki ben o zaman Böyle entelektüel bakmıyorum hadiseye Tabii diyorum oğlu sende Bu burun olduğu müddetçe Ve skoda bacak durumun düzelmedikçe ki Herşeyin ameliyatı var bunun yok Hiçbir kızı tümüyle çıplak göremeyeceksin Peki saçlarımı ortadan ayırsam? Gitmez olum manyaklaşma senin kafan üçgen O vakit doğumgünü partisi yapmaktır tek çare ki Bu sene benim üçüncü doğuşum olacak bu Ota boka parti veriyoruz dans ederken ilhan Bir bacağını sabit tutacaksın akabinde tak Bacağın kızın iki bacağı arasına sızıyor iyi mi Önce müzük eye of the tiger yeni çıkmış Ve bittabii sade kola içiliyor o zaman kızlarla Ortamda içki varsa zaten büyük hadise Daha kabız zamanlarımız o zaman, o da şundan Hani pederden gizli tuvalette sigara içmeler sırasında E malum tuvaleti frost oluyor Sigara zayi olmasın sebebi o soğukta Uzayan tuvalet seansları kabız etti netice Peki hep mi tuvalet ihtiyacı İclal yengenin yemekli gecelerinde Az ye hayvan gören de Seni evde aç bırakıyoruz zanneder Ama bu börek değil be kardeşim başka bir şey Ecevit diyor naif amcam bu işi götürür kadrosu var Demirel’in yok mu Koskoca demokrat parti tecrübesi var Ecevit erbakan’la işe girerse sonu olur bence Ben onu demiyorum kardeşim diyor necdet amcam ki O ağbeysine kardeşim dediğine göre kesin hır çıkacak Allahım ne çok aktif siyaset bu Pasif insanların hayatında Kaç hükümet düşürdü kaç devrim yaptılar Tavuk etli rakı sofralarında küçüklüğümün Bu kadar sever misin memleketi? Al! Şımardı işte! Hadi gel dee hala mı demirel geyiğine girme O zaman demirel başbakan olarak var ve Spor yaptığına dair hiçbir emare yok Yok artık o rakı sofralarındaki Umutlu umutsuzluk Hep parayı buldun bulamadın muhabbeti şimdiki Sülün abla senin kıymetini o astsubay bilmez Perdenin aralığında görmedi ki seni Evlendiniz sen de lök diye soyundun Kostüm zorlama ışık berbat Hiçbirşey sahiden olmuyor Ama bizim filmimiz öylemiydi seninle Yatardık sotaya pencerenin önüne Ürpertir soğuk gece şehvet neyse işte Senin odanın ışığı yanar Nasıl çapkın yüzlük bir ampul İlk gülme efekti belirir gecede Hemen susturulur kıkırdayan bizzat gece tarafından Bir an kaybolur odanın kırsalında Oyalanırsın on saniye kadar Derken bir dönersin ki bizim perde aralığına Allahım sutyen katına! Ve sülün bir beyaz sutyendir ergenlik çağımın adı Hani senin assubayın görmediği bile Hani o gerdek karanlığında alelacele çıkarıp Yastığın altına tıkıştırdığın Ben sende kadın meselesini sevdim biliyor musun Şimdi bırak bu ayakları diyeceksin Ama samimi söylüyorum Senden öğrendim tenimde kadın ne iş yaparmış Eyvah dedim ben şimdi hep bundan isterim Eteği de mi çıkardın Yok canım bu kadarına dayanmaz Uzayan sokağın abazanları İşte düşleri de gerçeği de öldürecek kadar soluk Ve bir son yazısı kadar sevimsiz gecelik Örttü meselenin üstünü. Yani demem o ki sülün ablam Biz bilirdik kıymetini Assubaya verdiler o başka Bir fiyakayla geldiler seni istemeye O zaman sıteyşın reno yeni çıkmış Bagaj kısmında çocuk taşımak marifet o zaman İşte besili papyonlu bir yeğeni oraya çıkarmışlar Sen de bizim arabanın kafa sallayan köpeği ol misali Gittin netice Sıteyşın bir kederle Bir daha ne senin kıymetin bilinir Ne de biz yatabiliriz herhangibir kimseyle Senin beyaz sutyenin olmadan... Yok artık kaldırımlarda çekirdek çitleyip Ayıp şeyler konuşan mahalle çocukları Teknoloji diyorlar bilgisayar internet şu bu Eğer geçmemişsen İnteraktif bir kahve muhabbetinin eleğinden Senden bibok olmaz açık söyleyeyim Yalanı yüzde görmek gözde tanımak dolanı Diye bir şey vardı ki çetleşmelerde bulunmaz Yok artı subayevlerinin Salkım tadında dizilmiş bahçelerinden Gül çalan varoş romantikleri Kurutup karşılıksız aşklarına vandallayan Çağla çalmaya gider mi insan babasıyla Tam dallas’ın oynadığı saatte ki o saatte Apartmanı götürsen kimsenin ruhu duymuyor Eee kolay mı olum lusi’ye rey amcası kaymış Gerçi o sıra amcası olduğunu bilmiyormuş Ama olsun netice değişmez Islak çağlalar cepleri nemlendiriyor ya Nasıl bahar oluyor anlatamam Veya kırmızıyla daha dün tanışmış bir kiraz tanesinin Ki cennetin afişi bir gün yapılacaksa Mutlaka bu kiraz tanesi de bulunmalıdır Ağza getirdiği bayram sabahı ekşiliği Ben seni denedim demiştin ya yeter mi sana Hala utanırım hatırladıkça Hani kendi kirazlarım dururken Senden istemiştim de hani....neyse utandım yine. Yok artık golf sahası ki Kalın duvar dikenli tel ardından izliyoruz Elin amerikalısının bizim mahalledeki golf maçını Tam yirmi yıl golf sahasının kıyısında oturdu ama Golfün nasıl oynandığını hala bilmez mahalleli Bazan aralardan kaçak sızmalar yapardık Hani gelincik toplama hesabına VE ANCAK BENİM ÜLKEMDE KOVALAR ÇOCUKLARI BEKÇİLER ÇİÇEK TOPLUYORLAR DİYE... hele bir de golf topu bulduk mu tamamdır lan oğlum bu topla ne oynuyor bu kerizler sonra kaldırdılar dikenli telleri açıldı halkımın parkı halkıma ama bir daha asla gelincik bitmedi orada bu da kıssamızın acıklı hissesi bizde faiz yok hata payı veriyoruz... ve sevmeyi ne çok severdik kızları, memleketi ve faşistlerden ne çok nefret ederdik faşist dediğin de kurtlu murtlu elmanın öbür yarısı işte daha sümüğümüz pantolonumuzda kurumamış elimizde leo huberman sosyalizmin alfabesi çeviriyoruz geleni geçeni hoop nereden geliyorsun bilader sağcı mısın solcu mu ben hiçbirşeye karışmıyorum ağbi yıkın bu ipneyi ot bu! romantik şiddet diye bir şey vardı yok artık şiddet öküzleme bir şiddet işte HERKES KATİL OLDU SONUNDA OYSA BİR ARA BAZILARI KAHRAMANDI. Kim sallar bu kağıt yokluğunda Çok bölümü tuvalet kağıdına yazılmış şeyleri Çünkü akasyalar da yok artık Nasıl açardı bir ******nun Orasını burasını açması gibi Bahardan önce gelip baharı çekiştirir gibi Akasyalar Yazlık sinemasında ömrümün Afişi olmalıdır çocukluk bölümünün Zaten iyi insan bir sevdiği artisti unutmaz Bir de akasyaları Eğer ki çocukluğuna açmışsa Yenir de o biliyorsun Ondan sonra ne zaman bir kız elini tutsa Hatırlarsın tadını Neyse geç oldu ağbiyciğim Şimdilik bırakalım İstersen bırakma kağıt bitti zaten Ama ömür bu hep yazmaya sebep Nasılsa devam edeceğiz Yazmaya. Yaşamaya. BÖYLEYMİŞ Yanarmış yürek böyle Islak bir yeşil sebebiyle Kaçarmış insan kendinden Nereye gittiğini bilmeden Ağlarmış gizlice Kurumuş toprağı ıslata ıslata Severmiş de sevilmezmiş Yalan da olsa gülermiş Sebebini bilmeden BU YOL NEREYE GİDER bir kuğunun boynuna dokunurken… yol bir yere gitmez içerde düz saçlara uğrar ayak üstü bir akşamüstü her plansız ürperişin sonu hüsran ve hüsran çok sanat müziği bir kelimedir yol bir yere gitmez o bir durma biçimidir yol yoluyla gidebilir yare yoldan çıkabilir apansız ve ömür bitebilir yoldan önce ama yol bir yere gitmez o bir durma biçimidir yaşamak hızlı bir ölme biçimidir düşünce ışıktan yavaşsa erken gidilmelidir gerdan sözcüğüne bir kuyumcuda da rastlayabilirsin bir kasapta da kalbin sızlamaz bir kuzu yüreğini vitrinde görünce o bir beslenme biçimidir ama korkarsın kurdun sevdiği havadan ayakkabı yaparsın yılandan yol bir yere gitmez o bir durma biçimidir her garantiyi istersin hayattan oysa ölümle yaşam arası uzun malum ince bir yol bir yere gitmez o bir ölme biçimidir iyi yolculuklar denmez bir gidene yapılamaz çünkü çok yolculuk bir seferde yolcu denmez her gidene herkes o yolun taraftarı olmayabilir hiç bir sürgün gittiği yolu sevmez mesela yol bir yere gitmez o bir susma biçimidir soğuk bir taşıtın uğultusunda |
| ![]() |
![]() | #7 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları BÜYÜYORUM Büyüdükçe, sentetik zamanlara kangren ayaklar bastım, izi kaldı ömrümün... Kara çaldılar yüzüme bütün kara parçalarında elbette "afrika dahil" parça başı çalışan kiralık katildi zaman. Gülüşüm sivas yangını, ağlarsam kızma... ölmek bile yakışıyor bazı adama.. CEMRE gözüme ilişti gözün içimde infilak saati! yasak baktın nikotin sıcaklığıma, bir sigara daha yaklaşıyor bahar... ellerin yanında değil, gemiler kalkıyor avuçlarından bütün limanlara bir telaş, yaklaşıyor bahar... deniz altında bir zindan düşü, ayıp sarılmalar, lanetli öpücükler bilinmez bir nemrut esrarı arkadaş dağlar gibi korkusuz korkular... kekikler yeşeriyor yaklaşıyor bahar bir deliliğin eşiğinde amansız mekansız sofrasız yani aç, ilaçsız ve hiçbir şiirin eskitemediği gözlerin, gözlerimin önünde el pençe divan... bahar damarı çatladı toprağın bir nefes daha yaklaşıyor bahar.! ÇÖL DAHA İYİ Çöle kıyısı olan kentlerin limanları sıkıcı olur kuş uçar gemi geçmez, kervan zaman içinde. böyle kentlerde insan fırtına gibi sever, sevdiği için ağlamayı. hangi türküde sevmekten bahsedilse ben hicaz olurum elimi ıslatır elinin teri ziyan olurum seni sevmekle ıslanır akşam sefalarım hangi türküde sevmekten bahsedilse bu çölde ben 'şair burada yaşadığı kenti çöle benzetiyor'da bahsedilen şair olurum DEPO ÇAVUŞU KONYALI MUSTAFANIN ŞİİRİ ağbi, dedi bir söz var, dilimle yüreğim arasına sıkışmış belki on yıl belki onbeş gider gelir usumun uslanmayan yerlerine, bir şiirinde, dedi yazarsan, dedi çok makbule geçer belki makbul saymayacağım bu isteğim, yazarsan eğer, dedi şöyle kocaman harflerle: İSYANLARDAYIM, diye kepime yazdığım gibi şöyle, o kepi hep çıkarırız ne zaman ismin anılsa hanemizde... olur dedim be çavuşum, yazarız... şiir dediğin kimin içindir mustafa? DOLMABAHÇEYE TAŞINAN BİR ARALIK AKŞAMI Sus pus olmuş, puslu bir İstanbul muydu yüzün, yoksa çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne Dolmabahçe'de, çay tadında.... Divit ucuyla yazılmıs bir aşkın sureti vardı avuçlarında, tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu. Ben rehmedilmiş yelkovan gibi... hani akrep'i seven ama yüreği takvim yokuşlarında.... Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı, sesinin sesimde yankılanmasının.. sanki perdedekine üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün içime.. Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim seyir defterimde.. ve ben amerikanca bir filmi kürtçe seyrediyorum... Kadın, Beyoğlu'nun bir kış akşamında, üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan muzdarip yürüyordu.. Adam da.. Yürümek hiçbir şeyi çözmüyordu, bazı Aralık akşamlarında... Parmağında yaralı bir öyküyü taşıyordu adam.. Kadının yüzünde bir hüzün... Hüzünlü aralık akşamında bir yüzük... Yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti.. .. Soğuğun ve karanlığın vehameti! Hayatı, bir başkasının pantolunu gibi, küçültülmüş, daraltılmıs.. ilk sahibinin o pantolonla yaşadığı şeyler, yani pantolonu pantolon yapan anılar, bazı ilkbahar bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen yazlar... Hepsi daraltılmış.. Yaşananlara bir beden büyük geliyor artık hayat! Bir aşkı paylaşmak için çok geç, bir paylaşıma aşık olmak içinse erken.. Beni sevda yerimden vurdu yine zaman.. şimdi sana söylenecek tek cümle: Bende sana yetecek kadar ben kalmadı.. ECE HANIMA O beni buldu. Bense sadece bulundum Adı Ece'ymiş öyle söyledi, Çok güzelmiş, çok alımlı, O beni buldu. Geldi... sadece... Geri koyacak sandım ama.. Beni aldı.. götürdü.. O beni buldu. Evinin en gizli köşesine koydu beni Kimsenin bilmediği en kuytu köşeye. Canım sıkılıyor.. yüreğim de.. Sanırım beni geri götürmeyecek. Ama kendi bilir Adı ece'ymiş ece dedim ya Soyadı mı? Bilmiyorum... |
| ![]() |
![]() | #8 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları EY HALKIM ! Sevidir öz türkçe Tüm belaların mümessili Her dilde aynı sızıyı hatırlatır Yalnızlık Bakma kemik sesidir sesimin içine sızan Kırılmaktadır sabah akşam Eklemlerim fire vermektedir ek yerlerinden Ruhumdaki Dikiş izleri belli olmaktadır Evet değirmende bir başak kederidir un Ama suyla hamur olacak bir şey değildi bu kördüğüm... Sen bir sokak oluyorsun bazı Bazı bir koku Birinin saçına sinen Sen bir şaka oluyorsun bazı Durup dururken aklıma gelen Sen bir çift göz oluyorsun bazı Bir tek sözü bile aklında tutamayan Herkes kötü davranıyor bana Sözüm kesiliyor Ve kanıyor en zayıf harfinden Saçım çekiliyor Yüzümden Herkes bana kötü davranıyor Yalnızlığım ki,yirmidört saat birlikteyiz Kendisiyle Bazı o bile uğramıyor Asıl gelmeyince gelen Bir ölüm haberi gibi Ağaçlarım sökülüyor sonra Başka yere ekilecekmiş süsü veriyor Kuru dallarımın pişmanlığına Ellerime yapraklar dökülüyor Hak edilmiş bir sonbahardan Herkes bana kötü davranıyor Uğradıklarında anlıyorum Görmezden geliyorlar Yol uzun vakit kalmıyor bana Ayaküstü kalbimi kırıp gidiyorlar Ağzımda kendi gözyaşım birikiyor İçin için bir tuz tadı İçin bu kayıplar içinizden geldiği gibi Üzülmeniz için Herkes sevsin istedim beni Suç işledim masa örtülerime Süs mahiyetinde Kimseyi sevemedim uluorta Suç işledim kayıtlara geçti Geçti gitti bir ömrün Henüz bilmiyorum ne kadarı Cezadır ey halkım Çekilir tenimden Tez elden hazırlanır doktora Kendini ele veren tezler Konumuz yoktur ey halkım Konuşmacınız yalnızlık illetinde Yazılarına bir süre zarar verecektir Kendisi yıllık gizinde Kar bile yağmaz Kış kendini tanımlamaz Akdenizin zedeli mevsimlerinde Seyrine buğu dayanmazdı oysa Çocukluğum Lapa lapa bir seyirliktir Komikliğimiz yoktur ey halkım Komiğiniz kar izindedir Kadındır Saçlarında birbirine karışır teller Sevgilinin tellerine bakışlar konar Herkes sevdiğine canım Böyle mi yazar? Aşkımız yoktur ey halkım Sevdalınız şıllık izindedir Yazımız yoktur ey salkım Üzümlerimiz üzünç içinde Şarap meylindedir Şiirimiz çoktur ey halkım Şairiniz acı çekmektedir. GÜLÜŞÜN Gülüşünde bir mana var, Saklayamazsın. Sarılışında ne düşler, Ne düşükler, Sakınamazsın. Aynı yolları, Kimsesiz mekanları, Birlikte özleme hasreti... Yalnızlığımın dert ortağı gastrit... Gülüşünde bir mana var, Saklayamazsın. Bütün iç savaşlarda, Rehin alındı bu yürek Kandıramazsın. Hangi çekilişin Büyük ikramiyesi bu, En uzak sevişmelerin Yeni yetme utancı. Lakin aşk, Biraz da utanmaktır yaşamaktan, Sakınamazsın... Yeni yetmelik işine gelince: O zaten hepimizin gizli öznesi Türkçede var. Bazı dillerde yok. Gülüşünde bir mana var, Saklayamazsın. Kime niyet kime felaket bu aşk, Anlayamazsın. Ödümüz patlıyor acı çekmekten Oysa; Biraz da acıdır, Aşkın mayası. Kaçınamazsın. Gülüşündeki manayı saklayamazsın. Tutunacak yerimiz yok, Resmi tutanaklarda. Gülüşünde bin yıllık hasret var, Saklayamazsın. .......................... Bu yazık karşılaşmanın Alnımıza çakılıyor anafikri: Aşka cesaretimiz yoksa Başka zaman görüşürüz! HEPSİ BU Değişen ben değilim dönüşen savaş yaşlanmakla ıslanmak aynı şey: bir yağmurun gölgesinde ihtiyarlanmak şimdi ölüm bile yetmiyor acılarımızı tartmaya dostlar alıngan bir sahili pinekliyorlar bir merhabayı bıçaklar gibi artık selamlaşmalar değişen ben değilim dönüşen savaş artık zaman bile yetmiyor yaşadığımızı sanmaya yine de ışıklar bu kenti güzelmiş gibi gösteriyor geceleri... geceler... yani Ahmet Haşim in kafiyeleri... seni aklıma düşüren yerçekimi değil yalancı yıldızlar öyle uzaksın ki üflesem soğuyacaksın sarılsam okyanus bir aşka yetecek kadar ve anımsatacak kadar sebepsiz bir ölümü, acılarımız ve kafiyelerimiz var... işte hepsi bu kadar... HOŞÇAKAL ANLATICI kolları kesiliyor takatten alt kattan sesler ve penceresinde kız çocuğu bir fesleğen kokusu inadından olacak evcil daralmaların kuş yüreğinin içinde bir kafes besler nefes almadan sadece vererek koşar boylu boyunca yaşamanın içine zira soyulunca anlaşılıyor asıl portakalın mucizesi hoşçakal tabiat sağol hatırlattığın için hoşçakal bilim elimde binlerce cevapsız kalmış ahize yüze kapatılmış yüzlerce telefon hoşçakal anlatıcı yerini bulamadım anavatanımın sesinin haritasında anlattığını anlayamadım beni affet doğduğum yer biraz sapa bilirsin iki kere hoşçakal der bütün romantikler hoşçakal anlatıcı hoşçakal! İŞSİZ ŞİİR bu imkansızlıklar bu yaralar hepsi, hepsi insan işi sevda diye bağıran yüzün, bir kitabın en sır satırını okuyan sesin, beni bana düşman eden, ağlamaklı gecelerimin tek temsilcisi ve hiçbiryerde şubesi olmayan yüzün yani baştan ayağa sen... bu bakışlar bu bakır tadı hepsi, hepsi insan işi ve insanın insana ettiği en yalan yemin: AŞK! hepsi, hepsi insan işi.. KARANFİL ÖLÜLERİ günler güz yanığı sonsuza giden raylarda gümüş kum susan çöller gibi yalana buyruk akıyor bıkıyor zaman... senin maviliğinden eser yok haki yeşil bir yaz ve tel örgülerde karanfil ölüleri... bazı salak kuşlar konduğu pencerelere tutsak yalan yanlış konmalara zemin haki yeşil bir yaz hasret mavisinde karanfil ölüleri önünden tren geçen hemzenin hayat duran zaman esneyen saatler amaçsız bir bit yarışı yürüdükçe uzayan koştukça beton yollar ve yollarda karanfil ölüleri... limanlarında denizsiz yaşanan ezan vakti küheylan kuşluk vakti beyinsiz bir şehir diken biriktiren bir koleksiyoncu ve gül kokumsuz çim bahçelerde karanfil ölüleri... bezgin çamurlarda nefsi müdafadır bir tozun direnişi kimsenin bikinisini çıkarmadığı haki yeşil bir yaz ve yarasına işeyen kırık haziran makamında erotik karanfil ölüleri... sormadan konuşan ahmak yalan değil gölge değil iz hiç değil sanal bir serinliğe sığınan çağıl çağıl bir nehir bile değil çağlayan diliyle ırmamak ve ırmaklarda karanfil ölüleri... yaprağına kırmızı kıvrımına şarkılar dallarına suskun bir hayat öpücüğü ve haki yeşil bir yaz içre yazılan sıkkın şiirlerde karanfil ölüleri.. KASABA astarı erken sarkmış kirasız kaygısız belki kefilsiz bile et kokusunda bir vitrin özlemiyle büyütülmüş bir kasabada ölmeliydim aslında on yıl geriden gelen afişli seks kokulu yazlık sinemaların birinde uyuyakalmalıydım sizi tanımadan hatta gazete bile okumadan konformist kahvaltılarda o kasabada o kendi delikli uykusundan bile habersiz karabasanda ölmeliydim adınız geçmiyor farkındasınız değil mi tek bir şarkıda bile nasıl kasabaların tek bir caddesi vardır mühim gerisi ara sokak yalnızlıkları kediler bile ıslık çalmadan geçer kaldırımları bir otobüs geçer "soğuk ve şehirler arası" bir uykuda içindekiler... ne kasaba karşılar otobüsü ne muavin irkilir kimse inmeyecektir çünkü kimse binmeyecektir... herşey bizzat hayata benzer: otobüsün kasabadan geçişi, bizim dünyadan geçişimiz... hiç meşhur olmayan şairler kalır bazı kasabaların otel odalarında beyaz kağıt ister vakitsiz resepsiyon uykuluğundan kasaba il olmak ister herşey bizzat hayata benzer otobüs geçer kasabanın gecesinden ara sokakta ıslıksız kediler bazısı yeni hayat'a yazılır olanların bazısı yazılamaz olmayan bir beyaz kağıda ıssızlığın da bir müziği vardır elbet konuşulamayan notaları vardır en dandik kasabaların bile kurulu düzenleri vardır sabahın sekizine herşey bizzat hayata benzer ıssız kasaba eskizlerinde... kasaba il olmak ister her şair intihar etmek ister bizzat kafiyeli cinaslı bir son peşindedir yoksa neden gecenin üçünde neden kediler bile mırıldanmazken en tutan şarkıları neden boktan bir kasabanın orta yerinde ışıksız bir vitrin seyri herşey hayata benzer bizzat iki sevdalı arasında... biri doğumdur hesapsız öteki ölüm şairce bazı kasabaların otel odalarında... |
| ![]() |
![]() | #9 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları KAYIP YILDIZ Sonbaharın serin esen rüzgarlarında Sabahın güneşi, akşamın ayışığında Arıyorum! Kaybettim geceyi ve gündüzü Yokluğun acıydı hançer misali Sözlerin acıydı kurşun misali Ahirette arar bulurum seni Kendimi unutur unutmam seni KIZIM BERFİN İÇİN içimin gülen yüzü, hoşgeldin... Berfinim, içimin güler yüzü, yaşanılası iklimim hoşgeldin. (adımın çapraz yazılması kimin umrunda... denize düşen yılana öykünür biraz da...) bir aralık sızıverdin işte ömrümüzün en gevrek zamanı... çıt diyor kırılıyoruz, öfke kadar saydamız o zamanlar ve kırılgan bıçak kadar! kızım demeyi öğrettiğin için o tanrısal kokun ve gülüşündeki baban için ki hala zilleri çalıp kaçmak istiyorduk yarım yamalak aşk kırıntıları tabakta bırakılmış, yazık atılacak bir sevda haritası, hatta el değmemiş delilikler istiyorduk... çocuktuk daha büyümeye direniyorduk, iş toplantılarında lolipop zamanlar düşlüyorduk ama sızıverdin işte... bir avuç yeşil gevrek rokaydık, mayışmamıza bir limon yetecekti... biz garsonu bekliyorduk, sen çıkageldin... hoşgeldin berfinim... kızım kızgınlığım... bilmiyorduk daha, objektiflerin objektif olmadığını, ikimize yeter sanıyorduk ikimizin toplamı, meğer doyurmak çok zormuş içimizdeki hayvanı... habersiz geldin, kusura bakma ortalık biraz dağınıktı... şimdi hemen toparlarız sanıyorduk, olmamıştık daha... işin zor kızım, hem büyüyecek hem bizi büyüteceksin... baban mı var, derdin var kızım... hoşgeldin kızım, içimin gülen yüzü, hoşgeldin... MART DİYE BAHAR GELDİ Adını savurur rüzgar, Saçlarının niyetine. Aşka küserim sonra,ülserim azar, Azar azar düşer şakaklarıma mart akları. Bak ne güzel erken bahar açmış ağaçlar, Bir soğuk vursun da görsünler günlerini! Adını savurur rüzgar, Deneyimli bahar niyetine. Ülserim azar, Azar azar düşer saçlarıma mart akları. Ben her bahar pişman olurum. Erken açar baharlarım, Soğuk vurur goncalarıma, Toprak olurum. Martı görünce kaçacak yaz ararım. Ve gözlerimi kapatırım erken martı sesi duyunca. Sanki kızım dilime vurmuş sanırım, Giderken kapattığım kapının kilidi. Ben her bahar pişman olurum. Güneşe kanar baharlarım. MAVİLERE UYANMAK yedi iklim geçer, ağarıp solan güz ışıklarından yalan pencerelere doğru... uykularda olur ne olursa yangınlar, takvim ziyanları, gömülü sevdalar... iksir gibi yayılır hücrelerimin rehavetine ıslaklığın düş tüccarları ağır mesaidedir... uykularda olur ne olursa, talanlar ve beton serinliği inşaat halindeki aşkların... uykularda ölür ne ölürse, kıpırdayan su gülümseyen yel... yedi iklimin oralarda kavalını kırmış bir çobandır gökyüzü, aklında new orleans heybesinde caz! yedi iklimin bar olduğu yerdedir uykunun alkol imparatorluğu kalabalık avındadır bakışlar... uykularda olur ne olursa, bitmez efkar kırları bazı saçlarda ve ölüm gibi suskunluklar açar derin kuyularda... ve şaka gibi ve sarsak sarsak ve kımıl kımıl bir yaşamaktır MAVİLERE UYANMAK en kesif karanlıklara kafa tutan gözlerinin mavisine kuşanmak... senin kanatların var, benim köylü yüreğim... operada tezek kokusu bu şehirdeki varlığım! .. beni taşıyacak vesaitim yok bu caddeüstü sevdada ellerinden gayrı.. 'gayrı dayanamam ben bu hasrete' ya beni de yitir ya sen de git beni götürdüğün yere... türküleri sev yalan kahkahalardan uzak dur canımın suyuyla yıka ellerini.. aklımın maharetiyle giydir en mavi yerlerini... senin adın buzul mavisi! çünkü mavilerde uyur, benden sana geçen sende beni kalkındıran ne varsa! sevdiğim, açlığımın uzak ufku, her sabah; güneşten ne zaman işaret alırsan ne zaman dar gelirse soluğun böyle uzun sarılmaklara, fikrini kurcalarsa eğer açık korkular, işte o zaman mavilere, mavilere uyandır beni... MEVSİMLİK ŞARKI Kanıyor takvimden gamsız ağaçsız evlatlarını döver gibi seven bir sonbahar güvertesinde adresini şaşırmış kayıp bir nisan yağmuru ömrümün sol anahtarısın hazan makamının kapısını açan ne nisanlar gördüm ben ilkbahardan kaçarken bir mızrapa tutunan ne bileyim ben böyle bir şeydir herhalde bir mevsimin şarkısı ya da mevsimlik bir vivaldi sancısı... ekim kasım işlerini öğrenirken bir keman ağlamayı bir de, şarkıya söz yürür, yeşile aldanır suyun kudreti ve sen hiçbir zaman sol anahtarı yaptıracak bir çilingir bulamazsın bana kalırsa sen, ömrümün sonuna kadar, o şarkının kapısında kalacaksın |
| ![]() |
![]() | #10 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları NE GÜZEL İkimizde seni seviyoruz ne güzel Olmuş yerlerine bakıyoruz Bütün aynalarda ikimizde seni beğeniyoruz ne güzel mevsimler geçiyor üstümüzden susuz bir yolculuk tıka basa dolu mataralar arasında ikimizde seni seviyoruz ne güzel söylenmiş sözleri tekrarlamaktan ve incinmekten yine eski yaralarımızdan korkuyoruz ikimizde saklanıyoruz ne güzel gözlerimizdeki ölü çocukları besliyoruz bütün gördüklerimizle ikimizde körüz kendimize ne güzel sakındığımız yerlerimizden korkular açıyor iyi niyetli çiçekler kılığında birbirimize hiç armağan vermiyoruz ne güzel iz bırakmak istemiyoruz tenlerimizde evlerimizde çünkü kolay tespit ediliyor acılar hemen ele veriyor bizi uğruna ihanetler verdiğimiz şarkılar silemiyoruz ne güzel yüreğimizdeki parmak izlerini ikimizde seni seviyoruz ne güzel eski sevgililerimizi okumaktan ve yazmaktan geçtik ama dilimize çeviremedik aşk yazısını okumaktan ve yazmaktan geçtik cebimizde yaralı sözcükler ne biriktirdiysek ona vurulduk entelektüel ay ışıklı akşamlarda hiç yanmadığı için bitmeyen mumlarımız işe yaramaz şamdanlarda okumaktan ve yazmaktan geçtik ortam iyi koksun diye yaktığımız aromalı mumların hijyenik ışığında kendimize o kadar güveniyorduk ki birbirimize ihtiyacımız yoktu oysa aşk güvensizlerin işiydi unuttuk sakındığımız yerlerimizden ayrılıklar açıyor zehir zemberek gece kılığında ama korkmuyoruz çünkü biz zeki okumuş yazmış zeki yazanı görmüş yazmayı seçmiş okumaktan usanmış zeki kendini beğenmiş zeki hiçbir şeyi beğenmemiş deneyimli bilgili zeki çok şey öğrenmiş öğrendiğinden fazlasını öğretmiş zeki korkusuz ve çocuktuk... o kadar çok ağlamıştık ki hiç ağlamayacakmış gibi yaşadık ikimiz birlikte hiç ağlamadık ne güzel şimdi tanıdık –ki bizim için tanıdık olmayan bir şey kalmadı hayatta- bir yol çatalında elele duruyoruz ikimizde ağlamaklı değiliz ne güzel ikimiz de hala seni seviyoruz ne güzel ÖMRÜM ÖMRÜM mum yanar mum ışıldar kendileri yoktur gölgeleri oluşur ferinden korkulsa da rahmetin yenilmez toprağa can katmanın kudreti bir ömre kaç hayat sığar görülecektir.... mum aydınlar mum sınar ayrılık acısı kadar seversin ve sevmenin coşkusu kadar koyar insana aşk sözlüğünden ayrılmak mum yaralanır mum sürer kem göz sahibini sürükler son çağındır artık fitil kokar gövdende birikir senden eriyen parçalar mum biter mum söner dibine hayatın işte yaşadım dediğin bir mum ömrüdür eren ve eriten kendini.... ÖYLE BAKMA ÇÜNKÜ Güzel bahçeli bir ilkokulun penceresinden dünyaya, hayretihasret ve biraz da bayat bayram şekeri kederiyle bakan, aklı canbaz,yanağı al, sesi çilek aroması bir çocuk oturuyor gözlerinde... PENCERE pencerem boş bahçesine bakar gri bir lisenin içimde servislere dağılır çocuklar ve yürüyerek bitirir okulu küçük esnafın çilli çocukları pencerem on yıl öncesine bakar müfredat dışı sevmeler içindir lise yılları veya kötü şarkılar ne zaman ıslak bir aşk düşünsem içime saçların düşer bir iç’e bir saç nasıl düşer bilmem bilsem zaten şiir yazmam açık konuşma benimle penceredeyim ağzında gevele sözcükleri söz sanatlarından devşir gülmelerini yalnızım, cenderedeyim… pencerem ağzıma bakar ne zaman karlı bir akşam düşünsem içime kırağın düşer bir iç’e bir kırağı nasıl düşer bilmem bilsem zaten şiir yazmam suda yürüyebiliyordum bir aralık her faninin kendi mucizesi vardır kendini şaşırtır en azından, herkes biraz elçisidir tanrının ne zaman ölümcül bir aşk düşünsem içime allahın düşer bir iç’e bir allah nasıl düşer bilmem bilsem zaten şiir yazmam SANA BAKMAK her şey yapılabilir bir beyaz kağıtla uçak örneğin uçurtma mesela altına konulabilir bir ayağı ötekinden kısa olduğu için sallanan bir masanın veya şiir yazılabilir süresi ötekilerden kısa bir ömür üzerine. bir beyaz kağıda her şey yazılabilir senin dışında güzelliğine benzetme bulmak zor sen iyisi mi sana benzemeye çalışan her şeyden bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor belki tabiattadır çaresi senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin ve benim bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim anlarım bitkiden filan ama anlatamam toprağın güneşle konuşmasını sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla sen bana ışık ver yeter bende filiz çok köklerim içimde gizlidir gelen giden açan soran bere budak yok bir şiir istersin “içinde benzetmeler olan” kusura bakma sevgilim heybemde sana benzeyecek kadar güzel bir şey yok uzun bir yoldan gelen tedariksiz katıksız bir yolcuyum yaralı yarasız sevdalardan geçtim koynumda bir beyaz kağıt boşluğu her şeyi anlattım olan olmayan acıtan sancıtan bilsem ki sana varmak içindi bütün mola sancıları bütün stabilize arkadaşlıklar daha hızlı koşardım severadım gelirdim gözlerinin mercan maviliğine sana bakmak suya bakmaktır sana bakmak bir mucizeyi anlamaktır sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır aşk sorgusunda şahanem yalnız kelepçeler sanıktır ne yazsam olmuyor çünkü bilenler hatırlar hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar bahçıvanlar değil tüccarlardır sen öyle göz sen öyle toprak ve güneş ortaklığı sen teninde cennet kayganlığı iken sana şiir yazmak ahmaklıktır bir tek söz kalır dişlerimin arasından ben sana gülüm derim gülün ömrü uzamaya başlar verdiğim bütün sözler sende kalsın isterim ben sana gülüm derim gül sana benzediği için ölümsüz yazdığım bütün şiirler sana başlayan bir kitap için önsöz sana bakmak bir beyaz kağıda bakmaktır her şey olmaya hazır sana bakmak suya bakmaktır gördüğün suretten utanmak sana bakmak bütün rastlantıları reddedip bir mucizeyi anlamaktır sana bakmak allah’a inanmaktır SEVEBİLME İHTİMALİ Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam... Ben seninle bir gün Veyselkarani'de haşlama yeme ihtimalini sevdim. İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında Ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman özlemeye başladım herkesi... Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra.. Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı... Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı... Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahverengi sıralarda, solculuk oynamaya başladık.. Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla... Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu pütürlü duvarlara ve Türk Dil Kurumu'na inat bir Türkçeyle... Ağbilerimizden öğrendik, S harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi.. Ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu. Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri. Oysa Ankara'da hiç sevişmedim ben. Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim.. Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak.. Ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu.. Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri. Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim Ve hiç bir mahkeme tutanağında geçmedi adım Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece Sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde, ama sen yoktun Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi'ne gelebilme ihtimalini seviyordum. Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum. Yaz sıcağı toprağa çekiyor da tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini Sonra otobüs oluyordum, kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum Muş ovasının yalancı maviliğini Otobüs oluyordum bir süre Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum, yanağım otobüs camının garantisinde Otobüs oluyordum Bir ülkeden bir iç ülkeye Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum. Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin Korkuyordum Sonra iniyordum otobüsten Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun, ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk, ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum. Çünkü sonunda annem oluyordum, babam kokuyordum sonunda.. Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam Ben seninle bir gün Van'daki bir kahvaltı salonunda Ben seninle sadece bilmek zorunda kalanların bildiği bir yol üstü lokantasında Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan Doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında Ben seninle herhangi bir insan elinin terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim! |
| ![]() |
![]() |
Etiketler |
erdogan, siirleri, yazilari, yilmaz, Şiirleri |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
YAĞMUR ...YILMAZ ERDOĞAN | İpek- | Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler | 0 | 09 Eylül 2023 16:31 |
Aşk Yazıları - Hasret Yazıları - Aşk Cümleleri - Özlem İçeren Yazılar | PauL | Aşk ve Sevgi Köşesi | 0 | 15 Kasım 2011 12:51 |