03 Haziran 2006, 01:39 | #11 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları SUSUŞTU YÜZÜN bir ufukta bitiyor yüzün ve başka bir gökyüzü başlıyor komşu ellerle sarmalanıyorsun yanıyorsun... ne kadar övülsen az avazım çıktığı kadar susuyorum ismindeki sesli harfleri mayınlı bir gülümsemeyle senin karasularında olmak üstünde ilkbahar bir entari; sanki yeniden eski bir öyküye başlamak... yüzündeki o billur akşam kahvaltısı sürgülerken özümü, ne kadarını sustuk konuştuklarımızın?... YAĞDIKÇA... Yerle yeksan, ıslak saçlı, kem gözlü, Kavim göçlerinden bu yana ağlayan Ve durmadan Cep kanyağı yakıcılığında ezgiler Çalan, çaldıran, yakalatan Adı bende gizli bir kadındı İstanbul Şehre bir yağmur yağdı Ben ağladım Sevilirken ayrılmak mı kaldı Bizanstan Yalan dolan yoktu gözlerde sadece ses Verilen sözler birdi edilen yeminler sıfır Eşyalar alındı fotoğraflar söküldü yerlerinden Bir aşkın izlerini yok edecek yeni bir aşk sipariş edildi yeniden Bir şehre yağmur yağdı Ben ağladım Kim daha çok yalan söndürdü çay bardaklarında Hangisi talandı demli öpücüklerin Ve buğularda yitirilen kimin adıydı Bir aşktan diğerine kaç saate gidiliyordu Soyulur muydu kabuğu hayatın Yoksa bütün vitamini kabuğunda mıydı? Yağmur şehre bir yağdı Ben ağladım Ben ençok seni götürdüm giderken Aklımın nakliyesiydi asıl yoran taşıyıcıları Yardan düşmüştüm yaralarım yardan armağandı Ben sevmeyi beceremedim belki de sevilmeyi Benim sevmeye engel evcil acılarım vardı Ben yağmur ağladım bir şehre yağdı Ben şehre ağladım bir yağmur yağdı Ben bir ağladım şehre yağmur yağdı Ben... Yağmur... Ağladım... YOLLUK bavuluma dağınıklığımı koydum iç çamaşırı kazak filan kağıt kalem almıyorum otellerde var antetli kimsesizliğimle kalıyorum geceleri kirpiklerimin yardımıyla kapıyorum perdeleri hem tek başına hem kimse görmesin derdindeyim çıplak tenimi ay çıkıyor boğazımdan kanamalı bir sözcük gibi ay çıkıyor ışığımdan ihanete uğramış hainler gibi öfkeli bir meddah çekilmez oluyor sahnede güzel bir şarkıdan çıkıp kirletiyor evcimen kadınları bavuluma yıllanmış acılar koyuyorum oralarda lazım oluyor pis bir sevişmenin ardından atıştırıyorum biraz on yıl öncesinden sakladığım bilek burkuntusunu bağlarım eziliyor yeni evlere eski aşklar taşıyorum gözyaşlarını biriktiriyorum eski sevgililerin nefret asıyorum yatak odamın duvarına kanvas üzerine yağlı boya elliye yetmemiş bir kadının ellerinde diyorum ellerinde gömülüyüm her hafta düzenli olarak törpüleniyor mezartaşlarım bir kadının diyorum bir bavulun diyorum içine sakladım sancılarımı bir bavul cinayetidir umduğum diyorum bütün üçüncü sayfalarda var. ISLIK senin sesinle başlayan bir ıslık kehribar kokusu kulaklarımda nasıl bir nargile yakmak bu fitil gibi sarhoşlukta... kim bu öldürücü musikinin güftesini gömebilir kuytuluğun makamına yalnız hicazdı felaket efem saatlerinde kimi görsem göz yarası yüzümde, kimi duysam senin sesinden ıslak bir ıslık ve ben artık her şarkıda kendime vokal yapıyorum, yüzüm gözüm ıpıslak... NİSANLIK ÖLDÜ MÜ? koşulacak bir sancı gibi inceden genceden aktım geceye ihtiyar sokaklarda acemi lambalar ve ıslak bir ışık ilkbahara ilkbaharın günahı olmaz nasılsa... çocuklar bulmuş, getirdiler kanadı kırılmış bir nisan yağmurunu nisan'ın kuyruğuna teneke bağlar mı insan, çocuk olmasa?... aşk şakasını kaldırır mı insan, çocuk olmasa... bir celsede boşanıyor mağrur bir yağmur, nisanların yenildiği yalancı baharlarda... ilkbaharın günahı olmaz nasılsa ! PASTIRMA YAZI böyle zamansız güneşli, umulmadık mavi günlerde bir bekleme salonu yalnızlığına bürünüyorum... iliklerimdeki yitik aşkı sarhoş bir unutkanlığa ilikliyorum... sanki şiirini bilmediğim bir fransız akşamında kaldırım taşlarını sayıyorum kalbimin... içimde ayak izlerin, aylak bir yaz geçiyor avuçlarımdan... ve ben ne zaman, kiminle sevişsem, hâlâ seni aldatıyorum! SEBEBİM DERLER YA... ölümüm senden olur bilinsin ne uçsuz bir kan akışı ne buğusu kadehte rakının, ela ve sonsuz bir teneşir uykusu gözlerinin ağlamaklı bebeğine... acemi zamanlar silinsin ölümüm senden olur bilinsin sen istesen aslında bütün kafiyeleri eskitirsin aklında kalmayacak aklım başka kollar başka sarılmalar ve her defasında alsancak platonik rutubet kokacak aklına bir fikir gelecek bir çift iri memenin kuşkusuna fidye vereceksin bütün iklimlerin feri silinsin ölümüm senden olur bilinsin gözlerin bir içim çaydı bizansta, gözlerin, ela teneşir uykularıma kapanan kırık pencere... SESSİZ Kavun kokulu odaların rahiyasıdır Karışan sulara Senin fikrinle yoğrulmuş bir eser yoktur Yüzümün sana tıraşlanmış bölümünde Çoğu çiçekli Kimi şarkılar geçer aklımdan Sesime sesim dökülür Bir ıssız bir mutlu koro başlar Ardından Şarkıya Çünkü benim sessizliğimde Seninde susuşun var. SEVMEKTEN GİDİNCE Sen beni sevmekten gidince ben bana borçlu kaldım Ya sen bana fazla geldin ya ben sana az kaldım Gitme bir adım öteye gülüm bir adımda gurbet olur Gitme bir nefes öteye gülüm her nefes hasret olur Aşk yasaklandı artık halka açık yerlerde El tutmak yol açıyor diye hesapsız Susmalara kaldırdık tüm tutuşmaları Yasak kelime oyunu yapmak Yalan söylemek mecburi ve serbest ayyuka çıkmak Artık yağmur sonraları toprak kokmak yok Tomurcuklanmak günah Ve bir insan gözü yüzünden yüz gün art arda uyumamak Kimse ölmesin diye Kimsenin aklında her sevdalı verdiği sözü geri alacak Güneşi ayı ve hatta hiç bir tabiat olayı Şahit gösterilmeyecek hiç bir sevdaya Ne deniyorsa onu atacak kalp Ve süresi 24 saate çıkarılacak meskun mahallerde ağlamanın Sen sesini alıp gidince ben burda dilsiz kaldım Ya sen bana fazla geldin Ya ben sana az kaldım Gitme bir adım öteye gülüm bir adımda gurbet olur Gitme bir nefes öteye gülüm her nefes hasret olur |
|
03 Haziran 2006, 01:40 | #12 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları SON DURAK kilitlenmiş beton kanatları kuşların oksit gibi yapışkan bir mayışmayla ağarmış gün pas tutan kelimeler için bir iksir belki de ya da aklına susamış sevgililerin safdilliği acıtmış ömrünü çekirgelerin medyatik soruşturmalardaki enflasyonist yargılar haber değeri taşımıyor haber spikerinin ölümü herkes kendi manşetinde satır arası hiçbir bakışı aydınlatmıyor florasan buğusu burası son durak inecekler için son fırsat bir daha ne süper ne mega kupon verilecek kalanlar şoförün evini göremeyecekler hiçbir zaman onları sonsuza götürecek, afaroz edilmiş bir merak burası son durak hafızada kalan tek numara için telefona uzanır elleri ölümüne randevulu insanların temize çekilemez not defterleri YASAK yasak bana gözlerini anlamak ellerin bana yasak ah olaydım gözünde yaş fikrinde telaş düşünce suçun beraatin olaydım fakat yasak yasak bana gözlerini anlamak ellerin bana yasak ah olaydım yüzünde sürgün yatağında mülteci vatanın anayurdun olaydım fakat yasak yasak bana gözlerini anlamak ellerin, uyruğum bana yasak............. YAZMAK İÇİN mevsim dışı sarışın bir kederdin soğuk yazlıkta... Sayfiye hanımın tembel düşlerine ve çıplak ayakla betona basıyordu yaz... bense paslanmış bir keyifle hayatımı yazamak istiyordum sensizliğe gül buğusu bir edebiyat arıyordum... her tanışmada bir "memnun oldum" öldüren devrik katillerdik hepimiz ve sen faili yaz bir cinayettin o maktül yazlık akşamında... |
|
03 Haziran 2006, 01:42 | #13 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları Onulmaz iyileşmez hiçbir yara bilirsin tortusu kalır hangi ses unutturabilir ilk bıçağın yankısını sende rehin kalmıştır gecenin saplantısı hiçbir yara hiçbir zaman iyileşmez bilirsin saklısı kalır yel esince sızılanır su susunca ikindilerde herşey vakitsizce gelişir birine sevişirsin ötekini düşünürken sabahları zordur korsan sevişmelerin eski yaraların ağrır oysa ne bir iz görünür teninde ne şiiri ses verir orta kulağında yalnız bir yürüme isteği vardır eski yaraların eski yerinde kahvaltısı zordur olmasaydı bir sevişmenin ve hep ten tuzu basmaktır eski yaraların eski yerlerine hiçbir yara tam olarak iyileşmez bilirsin hangi bakış unutturabilir ilk bıçağın ışıltısını karanlıktaki şairden bir bok olmaz sabaha karşı sebepsiz hüzünler yazar ehliyetinde ve ne söylese yalandır alkol kontrolünde sevmek bizahiti yaralanmaktır ve yaralar hiçbir zaman iyileşmez teninde yanlış vurulmuş bir aşıdan sızar da diriltir solgun baharları şiire sebep istemez şairden bir bok olmaz ve hiçbir yara hiçbir zaman tam olarak iyileşmez bardaklarda dudak izleri birikir sahnede eğri büğrü sesler ve sade bir yürümek isteği tek başına eski bir yaranın artık gözle görülmeyen izinde... çünkü hiçbir yara hiçbir zaman tam olarak iyileşmez çünkü en hızlı hatırlanandır en eski unutulan ondan gelen ıtırlar olur yellerde her esinti bir acılı kokuyu taşır hassas burunlara savrulur gidersin çok eski çok acıtan bir ağustosa nasıl kıyısında kalmıştık yapış yapış bir yazın daha başkaydı hani yüzünde herkese aynı oranda bulaşan tuz yolların açmazıydı enginlikle kabaran ve bütün yanlışları dalga dalga saklayan şarkılıktan usanmış deniz ve denizi herşeye benzeten şiirler ve kıstırılmış istridyelerde kullanılmış inci taneleri... çünkü bilirsin hiçbir yara hiçbir zaman tam olarak iyileşmez! Oy Benim... Ceyhan depremi ve Kerim Tekin için yakayıp geçti tramvay atmosfer yakıverdi sızılayıp yıldızların en haylazını hey gidi başıbozuk ayarsız gemi azıya aldım tayfalarımı salınmaktayım filikasız filan önce fareleri kurtarıyorum bu titanik akşamından geçerdi her saat başı cürmünden büyük amatör bir gökkuşağı tedirgin renkler taşırdı tedavisi yarım kalmış ikindilere oy benim gamzeli kuşbakışlı evrenim ummanda ıslak kaderde alt yazılı dünyalım önce çocukları ve muayyen kadınları kurtarıyorum bu galaksi mesaisinden kırık faylarda yolalan bir depremdir trenimin güzergahı açılır saçbağı gibi kundaklara düşerim göçük altında enfes bir nefestir bazen benden bile sakladığım vay benim güzağacım köklerinden kurtulmuş erozyon bir hayatın özüdür humuslu bir kayıbı anlamak ya da mümkün müdür bu rastlantısal karmaşada ölümün sıradanlığına şaşmadan yaşamak? belki de o balkonları ondört yaşında çocuklar atlasın diye yapıyoruz ey benim zavallı yüsekliğim bütün serüven küçücük bir an'dı allah hep kerimdi ve tekin değildi doğumlar genç bir gidiş için erken çıkılmalıydı yola vuslata varılmalıydı hava kararmadan kimsenin gelmediği buluşmalara aceleyle polaroid hızıyla gidiyorduk oysa koşmanın da bir hukuku vardı durulmanın da... oy benim yaz ölümlerim gencecik bir hazirana gömülen... Ötesi saçakların buz kırgını soğuk fırtınalar boranlar yara doğru sanrılar durulur duyulmaz vakitlerden kehribar şehr-i sefahatti kol kanat gerilmiş kuşaklar tetikte babil'in asma bahçelerinde infazlar dünyanın yedinci cücesiydi sekiz harika insandan biri mavi bir yuvarlaktı hepsi kainat kadar büyük ve küçücük bir damla hayat kadar bu işten en çok sıkılanlardır peygamberler nefsi terbiye zemininde uhrevi bir ıslıktı en kabadayı mucizesi kolaydı çünkü bir olmazı anlatmak inanmak isteyene denizler yarıldı yarıdan sönük bir akşam yemeğinin ortasında bir düzine uhrevana kaldı kabarık hesap ve sonuncunun mucizesi mucizesizliği oldu kardeşlerim! kardeşlerim acele etmeyiniz hele bir ölelim de gerisi kolay! Sana Kalan Saz Sana yaralarımdan çiçekler, ilk yardım geceler biraz da ve yangından kurtarılması imkansız acılar bırakıyorum... seni özümün gizinde saklıyorum... bütün aşklarımın izlerini sayıklayarak ve aldatarak tüm sevdiklerimi, sana cinayetimin ipuclarını bırakıyorum... vasiyeti olmayan ölüler ülkesinden (türkülerin sırtındaki muamma!) yazık bir nakarat bırakıyorum sana 'ben sana gülüm demem,gülün ömrü az olur' öç biter, biter şarkı, yaz olur... Tanım kısaydı kalem ömrü yetmedi uzamaya kaybolmuş tılsımlı aceleci bir gezginin kurulmuş kumsaatiydi ağlamaya adını soruyorlar adını söylemiyor hırçın bir yağmurum ben harflerim yetmez akrostiş ya da kartvizit yapmaya şiir bir sezdirmedir diyor lamsız an'lar için imgeler yalan söyler yalanı şiir eyler imgeler dokunduğun yerlerde izsiz ıssız sesler kalıyor adsız ama elmacık kemikleri belirgin mısralar başlıyor saçlarının kaldığı yerden konuşmaya adını soruyorlar adını söylemiyor biraz da susmaktır diyor şiirimi okumak usta işi bir tabloya yeniden yeniden yeniden bakmak van gogh'un kulağıyla duymak tanrısal seslerini hayatın pazar günkü bir sokaktır cismim vesaitin yetmez yeryüzümü adımlamaya adını soruyorlar adını söylemiyor efsunlu kaldırımlar boyu açık açık susabilen sınırsız şehirsiz uzadıkça vatansız çoğaldıkça isimsiz yurttaşlarım yaşar dünyanın on bir yanında yalnızlaştıkça adını soruyorlar susun diyor şiirim yeri yurdu sahibi olmayan haymatlos bir piç bir gölgenin yorgunluğuyum ben yazılması unutulmuş günahlar için bir fihrist bin yıl sonrası için bir ajanda anlatmaktan sıkılmış bir meddahım ben otopsisiz gömülmüş! Tarihçe önce hain bir uykunun sevimsiz sabahı gibi sıradan mahmur, aynı sabahın ilk sıcak çayı gibi ferah bir karşılaşma... -merhaba! sonra güzel ve en sıcak gülüşmelerin ev sahibi bir yüz.. -görüşürüz! derken sanki elin elimde kem gözlere kedere dünya güzeli sohbetler -ara beni! ardından derimizin altına sızan hani katiyen rakı içme mecburiyeti çağrıştıran bir korku ki -eyvah! ve şimdi kalbimi karanlıklarda hançerleyen aklımı başımdan eyleyen çok uzun yollarda hiç uykulu otobüs saatleri gibi acıtan kanatan yani korktuğumuz yani başımıza gelen büyüdükçe büyüleyen aşk... -seni seviyorum! şimdi sen kalbimin közünde kıvılcım kıvamında ağrıyan... |
|
03 Haziran 2006, 01:43 | #14 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları Uyuruyanık sana uykular taşıyacağım deliksiz süslü kahvaltılar gibi kahvaltısız sabahlar seni uyandırmanın en güzel yolunu bulup kıyamayacağım uyandırmaya kimse görmüş değil henüz bir meleğin nasıl uyuduğunu ama hala benzetiriz bir meleği bir güzelin uykusuna ama sen melekler gibi uyuma melekler gibi uyan tam da çağla zamanında baharın gözünün sürmesini yüreğime akıtman bir uykunun en güzel yanı seninle uyanmaktır senden uzak bir uykuyla kandıramıyorum hiçbir geceyi. Üveylik nerden baksan üzünçgiller akşamdan kalma uyuşuk bir keyif sofrada geceleri temize çekiyorum steril satırlarla seni düşünüyorum kimseye belli etmeden nerden baksan hasret kurusu nerden baksan üveylik altın özü arıyorum işe yaramaz kelimeler arasında şeçip şiir yapacağım posasından düz yazı nerden baksan yürek simyası akış içinde sevili bir tekrar oluyor kaş altından bakışın gül ki uzun kenarı da olsun üçgenimin nerden baksan pisagor bağlantısı nerden baksan üveylik… Yadi Uyuyanlar Masalı biraz kekredir derler buranın suyu beşe beş dayanakları vardır duvarlarının çünkü toprak kayar uyku zamanı taş yerinde değil düşerken ağırdır nasıl ki ağrı'da dipsiz kuyular yedi uyuyanlar mağarada telefon sesini duyarlar da üşenirler açmaya yedi uyuyormuşgibiyapanlar mağarada pamuk prenses çözmüş sorununu üvey annesiyle ayna fişteklemiyor güzellik meselesini -ayna ayna! söyle bana, benden güzeli var mı dünyada? -vallahi pamuk prenses var ama onun da yatağı kötü diyorlar... kendini cüce zannedemiyor uyuyor çünkü yedi andavallılar biraz kekredir derler buranın masalları prens geliyor gerçi öpemiyor fakat uyku kokan ağızları ve aradan yıllaaaaar yıllaaar geçiyor... derken uyanıyor yedi'den biri hassiktir diyor amma uyumuşum be... çıkıyor kahvaltılık birşeyler almaya dömüyor fakat... ve derler ki altı keriz uyumaktadır hala ege'de turistik bir mağarada... Yağış Bekleniyor hiçbir kelimesini kullanmıyorum eski hikayelerimin. yeni sözlerde yıpranmış şeyler vardır. toz, buğu ya da kir. nasıl sevinirse bir kedi, bir karanfil. her mevsim kendini kendi yağışına yedirir. buluttur bir bakıma yağmurun anavatanı. işte benim dönüp dolaşıp Anadolu’ya yağışım bundandır Yalnızlık Neden gulmesin gul gibi yuzler; Nicin aglasin o guzel gozler; Niye sevgiye sevimsiz sozler, Soylenir diye sasar aglarim. Su gordugumuz reng-a-reng cicek, Sevdali bulbul, ari, kelebek, Yek digerini birakip gidecek: Vefasizliga bakar aglarim. Solmasin dersin sunbulum, gulum; Yarin elinden alacak olum; Butun dunyayi inletse unum; Caresizlikten cosar aglarim. Nes'e gizlenir, coker bir melal; Her vucud, her sey mahkum-i zeval; Son nefese kadar tukenmez cidal. Tukenmez derdim sayar aglarim Yeniliyorum yaralı yanlarımı kuşanıyorum çırılçıplak ve erkek uykuların kadar uyanık ve yenik şiirler kadar içtikçe cam kırıklarına basıyorum hayatımın yeniliyorum galip gelen yerlerimi seninle öncekiler gibi sıradan gidenler gibi kızgın kırgın tarihinden savaşların başlangıç ve bitişlerini imzalı imzasız antlaşmaları kan renginde verilen sözleri hatırlıyorum uğursuz haziranlarını meydanlarda çürüyen ölülerin yetiş diyorum yeniliyorum galip gelen yerlerimi ölü sevişmelerden devşiriyorum içine boşaldığım sabahları sancı diyorum sancı köpeklere kızıyorum nedensiz yeniliyorum galip gelen yerlerimi önsözlerini ezberliyorum okumadığım kitaların kahramanlar adam gibi ölsün istiyorum sozsözü intiharla yazılan romanlarda herkes için mutsuz sonlarım var yar yeniliyorum iyileştirmiyor beni yarım kalmış uykular durup dururken yabancı dillere çevriliyor en sevdiğim şarkılar yineliyorum yar yeniliyorum galip sandığım yerlerimden yeniliyorum yar yenildikçe yenileniyor aramızdaki duvar.. |
|
03 Haziran 2006, 01:44 | #15 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları Can Yücel'e dün gece kendi ellerimizle yalnız yattık senin elin can baba, datça'da toprağın altında yeşil bir dalın kökünü okşuyordu kandilli ilkokulunda pis bir tatil günüydü... Fire veren coğrafya'da O düğün gecesi Mardin’de çektirdiğimiz resim benden söz eder. Yüzüm, bu öksüz ülkenin bütün sabrını kuşanmış Örtülmüş perdeleri gülümsemenin Demek Mardin’de biraz akşammış... O kent hala albümlerden, Kadir’den ve Lütfü’den Birisi sevgilisi tutuklu bir genç kız kederinden Birisi gidilemeyen kentlerden nar mevsiminden söz eder. Ve yürürüz, Yürümek her bahar papatya kokularıyla sarhoş Sonra merakla açtığım mektup: "Çankırı cezaevi, Görülmüştür", Kadir’den Zarfta o düğün gecesi Mardinli resim Ve bir hükümlü merhaba bizden söz eder. Öylesine çoktuk ki ve çoktu Kadir Daha çoğaltır kendini taş odalarda Her geçen gün fire veren bu coğrafyada... Yazlık açılır içimin yaz gülmeleri iyi yazılmış kötü okunan şiirler gibi vazgeçilebilir bir öğlesonrası tadından yenmiyorsa tadı nasıl biliniyor mademki yenmiyor bu güneş suyuna siesta çorbası? açılır içimin sayfiye yerleri yaşasın sosyalizmir’in işsiz güçsüz öğlesonları! havuz klorunda yıpranan gençliğim eyvah! rica etsem sırtıma sürer misiniz kaçırdığım fırsatları? açılır yüzümün yazlık bahçesi evet belki artık çok geç ama herkes bilsin ki zamanında gençlerbirliği’nden istediler ama ben gitmedim! |
|
03 Haziran 2006, 01:46 | #16 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları KAYIP KENTİN YAKIŞIKLISI Dokuzunda kayboldu Mayıs'ın, Cesedi bulundu Onikisinde... Kaçırıldığında da Kaybolduğunda da Ve cesetken de Yakışıklıydı... Amcamdı... Sen Sebep korkutma beni bu yaşlı başsız kelli felsiz halimle gereğinden ziyade güzelsin zaten aklımı çelme takma fikrime aksak ritimler o havaya ayarlı değil bu yelken bu gemiler kimin rastlantısı benim başıma geldi bilinmez ummandır ıslak aksak girilmez kapma kutusunu cahil ömrümün açılır da içinden boş bir hayal çıkar seçilmez daha bu yağış bir şey değil sen bir de acıklı halimi gör ürkünden derin soyulur farkına varmazsın suda balık nasıl aymayı bilmez su da balık da hangi denizin neresindedir ayırmaz böyle bir sevmek vardır ve birçok er mektubunda görülmüştür yok kadınlara aşık olanların işidir şiir kirlidir yakası gömleklerinin boyuna boyna fular papyon istemez şairin boğazı darboğazdır boğazın en inceldiği yerden solur gülme üstüme kaçacak yerim yok gelme yareme yarın veya başka seyir tarih tevellüt iklim cetvel yok saçlarında bulunabilir bazı kayıp kentlerin yakışıklı cesetleri bir ağıta asılı kalır infaz gibi acılı çağların yeri geldi diye ağlıyorum yoksa hiç aklımda yoktu gidenler gelirler her gece yalnızlığıma halleşir vedalaşırız bir merhaba saflığında kalanlarda kalmışya aklı gidenlerin hep eski haberler arıyorlar günlük taze gazetelerde ve yalanlar kalanlara kalıyor nasılsa gidenler gerçeğin olduğu yerde sebebim sensin bu mürekkep balığı bu bukalemun bu kalem yokluğun her şeyi sorduğum hayat beni rahat bırak! her evin kilerinde toz içinde kitabı ölülerle konuşma sanatının grev var ansiklopedilerin bazı sayfalarında süresiz olarak açıklamıyorlar bazı ideolojileri sözlüklerin bazı sapa harflerinde işi yavaşlatma eylemi beş saati buluyor anlamak bir sözün etnik kökenini bütün bunların sebebi sensin asla hatırlanmayacak bir rüyanın ortasında elinde derin bir uyku kokusu. |
|
03 Haziran 2006, 01:47 | #17 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları ACİL ŞİFALAR Bahçe kapısından sızdılar Aralık kalmış neresi varsa hayatımın Bünyede bastırılmamış ne kadar isyan varsa ordan Daha asitli bir yalnızlık için dilek tutuyorum şarkılara Sıradaki benim şansıma diyorum Haberler başlıyor birden Benden, hazin biçimde bahseden Kumsalların istenmeyen kaç kum tanesi varsa Önde gideniyim her tazyikli akışta Zayii makamında bestelenmiş yazılar kaldı avluda Gitme diye yalan bile söylerim Yerini söylerim ne saklamışsan kal diye Bu yaz'ı serin tutalım diye çıplak tenlerde Geceyarısı tatlı bir soğukluk olsun diye her sevişme Aramızdaki her üryan gelişme Hem gidenedir bu şiir Hem gelecek olana O da biraz oyalanıp gider nasılsa Hep haberler başlayacak biliyorum Hangi şarkıyı seçsem şansıma Şimdi şifa niyetine giriyorum sulara Mavisine değil denizin Sade tuzuna BİRAZDAN KUDURUR DENİZ Birazdan kudur deniz birazdan sırtından üst üstde fişkıran Rüzgarlar saldırınca üstüne Yüzüne şarkılar çarpar yüzüne şiirler çarpar ağlarsın sen Artık sen artık buralrda duramazsın Artık sazın bağrım olur kimsenin bilmediği bir ağrın olur Gider kendine gömülürsün yoksa bu şehir bu sokaklar seni Alır kullanır seni alır kullanır santim santim çürüsün Bazen bir uçurum kalır bazende martıların ardından velvele Bir leş kalır bir intihar gibi pusAt olunca sevdalar bazen Sırtını duvara yaslar sırtını ağaca yaslar susarsın sen Artık sen artık hiç bir sözü kaldıramazsın şimdi Yeni bir sevdamı olur kimsenin kapımı çalmadığı bi inzivamı Tutar sıfırdan başlarsın yoksa bu ilişkiler bu zaaflar seni Yiyip bitirir seni yiyip bititir dirhem dirhem azalırsın. NEDEN YAZIYORSUN ? sevmek bir şey değil de sevinmek kötü be, kumruların kumsalların bulutların aşkına mecburduk da yazdık kirli sakallı sabahların namına öylesine değil savrulsun diye değil yalandan değil yazmak lazımdı yazmasak olmazdı çünkü hani bazı içinde bir dal burkulur yeşil için sarı için her morun tonunda büyüyen sağrılar için belki kuşlardan habersiz kanatlar için yol yokuş son ilk bahar uzun eskilerden gelme bir içim nefes için yazmak lazımdı yazmasak olmazdı çünki erguvan görüldü bir zaman sonra çıkmaz oldu sokakların alayı mavi çakmak fitil falan kalabalık oldu yokuşlar o yokuşların baladı oldu düğün oldu hatta serim düğün ve çözüm için boşanmalar oldu her sevdanın final tezi adliyeye verildi gerisi ilam oldu kıyılar kumrular göçler oldu... buhurdanlar semaverler ve nargile geyikleri yavaş yavaş çok yavaş hız'da yitirilenlerin aşkına yavaş'ın içindeki ölü şövalyeler için her işin bir raconu vardı yaşamın ortaçağında atılan adımlar vardı yavaş ve eski bir düellodan alınmış işte bu yüzden yazmak lazımdı yazmasak olmazdı çünkü... sonra unutmak vardı hatırlamak içindi bütün muallak resimler hiç olmamış gibi yapmak öküz öldüren bir hasrete can dayanmıyordu ya zaten bütün bunlar yeni ve dayanıklı canlar içindi dursun koyuyordular en son çocuklarının adını üstü kalsın ikizler mesela birisinin içinde civciv havalansa diğeri kanat çırpıyordu istemsiz oluyordu bunlar ve yazmak lazımdı yazmasak olmazdı çünkü... eski harfleri dağıtıyorduk komşularımıza yepisyeniydiler hepi topu bir kere kullanılmışlardı sapa bir cümlenin içinde hat sanatıydı gömdüğümüz uykuya edebiyat avuntusuydu işimiz uzak suretlerinden biriyle yapılan nef'inin yazmak lazımdı yazmasak olmazdı, aslında olurdu tabii bir sürü yazmadığımız bir süre yazmadığımız ama o zamanda bakkalda hesapüstü kalmışlık oldu siparişi unutmuşluk bakkal çırağında hem de ekmeğin en yumurtaya banılacağı sırada ve kapatıyoruz manasında söndürülen ışıklar oldu hadi gidin artık makamından kırklık bir ampul kaldı geriye... baktık olmuyor yazmadan baktık mesele oluyor dimağı eşeleyen cümleler olmuşlar olacaklar yani bir fikrin hizasına konulacak ne varsa işte, yazdık ki yazmasak olmazdı bütün bunlar bütün bunlar içindi gizli hüzün artıkları kalmıştı ayrılık salonundaki güvercinlerde manasız bir tango ciddiyeti dans mı ediyorlar fırça mı yiyorlar belli değil öyle suçlu bir işti tango arjantinde solcu gençler işkencedeyken maradonaydı 82'de kibrit kutusunun kapağı vasati kırk çöptü ve kırkının da tek tek kendine göre sorunları vardı... çözüm bekleyen ağır meseleleri de vardı yaprakların kuruyorlardı saatlerini kasım patlarına hemen ve şimdi müdahale gerekiyordu akarsulara ve ivedi bir gülümser kelimeydi yadırgayan türkçedeki yerini ama yinede yazmak lazımdı yazmasak olmazdı... sonra hiç aklına gelirmiydi örümceklerin sinirli bir iklime ağ'yacakları kendilerini ya da kuşak çatışması balıkların pul pul gerinir diye düşünürken biz meğer esnemeye bile takati kalmamış yorgun bir akdeniz... ucundan çeksen new york'a kadar götürebilirsin elektrikli vakumlu halı bile yıkayan sömürgeni işte böyle bir durumdu ve tedirginliğimiz siren miren istemiyordu telaşımızın gürültüsü yerindeydi ve küt diye akşam oluyordu biz ki öğle vaktiyiz daha rakıdan filan habersiz ve söylemeye gerek yok uzun çok uzun içmeler oldu mürakabe susamış peçetelere notlar düştük kalktık zeytinyağı lekesinden arta kalan şiircik kuşunu besledik gel gör ki üç gün yaşayabildi us pas içinde ama olsun yine de yazdık yazmasak olmazdı... nehirde (hiç tanımadığımız) bir tekne için (hiç binmediğimiz) bir şarkı (hiç duyulmamış) bestelemeyi istersin de hani nefesin yetmez nefsini güftelemeye işte bu yüzden yazdık yoksa hoşumuza mı gidiyor zannediyorsun smokin bulutlu bir gökyüzünden söz etmek bir kelebeğin kararsızlığını anlatmak tırtıl kılığında... ya da bir ateş böceğinin direnişini yalancı aydınlıklara... başka türlü olmuyor, başka türlerde nasıl oluyor bilmem ama yazmak lazımdı işte yazmasak olmazdı çünki! sevmek bir şey değil de sevinmek kötü be, kumruların kumsalların bulutların aşkına mecburduk da yazdık kirli sakallı sabahların namına öylesine değil savrulsun diye değil yalandan değil yazmak lazımdı yazmasak olmazdı çünkü hani bazı içinde bir dal burkulur yeşil için sarı için her morun tonunda büyüyen sağrılar için belki kuşlardan habersiz kanatlar için yol yokuş son ilk bahar uzun eskilerden gelme bir içim nefes için yazmak lazımdı yazmasak olmazdı çünki erguvan görüldü bir zaman sonra çıkmaz oldu sokakların alayı mavi çakmak fitil falan kalabalık oldu yokuşlar o yokuşların baladı oldu düğün oldu hatta serim düğün ve çözüm için boşanmalar oldu her sevdanın final tezi adliyeye verildi gerisi ilam oldu kıyılar kumrular göçler oldu... buhurdanlar semaverler ve nargile geyikleri yavaş yavaş çok yavaş hız'da yitirilenlerin aşkına yavaş'ın içindeki ölü şövalyeler için her işin bir raconu vardı yaşamın ortaçağında atılan adımlar vardı yavaş ve eski bir düellodan alınmış işte bu yüzden yazmak lazımdı yazmasak olmazdı çünkü... sonra unutmak vardı hatırlamak içindi bütün muallak resimler hiç olmamış gibi yapmak öküz öldüren bir hasrete can dayanmıyordu ya zaten bütün bunlar yeni ve dayanıklı canlar içindi dursun koyuyordular en son çocuklarının adını üstü kalsın ikizler mesela birisinin içinde civciv havalansa diğeri kanat çırpıyordu istemsiz oluyordu bunlar ve yazmak lazımdı yazmasak olmazdı çünkü... eski harfleri dağıtıyorduk komşularımıza yepisyeniydiler hepi topu bir kere kullanılmışlardı sapa bir cümlenin içinde hat sanatıydı gömdüğümüz uykuya edebiyat avuntusuydu işimiz uzak suretlerinden biriyle yapılan nef'inin yazmak lazımdı yazmasak olmazdı, aslında olurdu tabii bir sürü yazmadığımız bir süre yazmadığımız ama o zamanda bakkalda hesapüstü kalmışlık oldu siparişi unutmuşluk bakkal çırağında hem de ekmeğin en yumurtaya banılacağı sırada ve kapatıyoruz manasında söndürülen ışıklar oldu hadi gidin artık makamından kırklık bir ampul kaldı geriye... baktık olmuyor yazmadan baktık mesele oluyor dimağı eşeleyen cümleler olmuşlar olacaklar yani bir fikrin hizasına konulacak ne varsa işte, yazdık ki yazmasak olmazdı bütün bunlar bütün bunlar içindi gizli hüzün artıkları kalmıştı ayrılık salonundaki güvercinlerde manasız bir tango ciddiyeti dans mı ediyorlar fırça mı yiyorlar belli değil öyle suçlu bir işti tango arjantinde solcu gençler işkencedeyken maradonaydı 82'de kibrit kutusunun kapağı vasati kırk çöptü ve kırkının da tek tek kendine göre sorunları vardı... çözüm bekleyen ağır meseleleri de vardı yaprakların kuruyorlardı saatlerini kasım patlarına hemen ve şimdi müdahale gerekiyordu akarsulara ve ivedi bir gülümser kelimeydi yadırgayan türkçedeki yerini ama yinede yazmak lazımdı yazmasak olmazdı... sonra hiç aklına gelirmiydi örümceklerin sinirli bir iklime ağ'yacakları kendilerini ya da kuşak çatışması balıkların pul pul gerinir diye düşünürken biz meğer esnemeye bile takati kalmamış yorgun bir akdeniz... ucundan çeksen new york'a kadar götürebilirsin elektrikli vakumlu halı bile yıkayan sömürgeni işte böyle bir durumdu ve tedirginliğimiz siren miren istemiyordu telaşımızın gürültüsü yerindeydi ve küt diye akşam oluyordu biz ki öğle vaktiyiz daha rakıdan filan habersiz ve söylemeye gerek yok uzun çok uzun içmeler oldu mürakabe susamış peçetelere notlar düştük kalktık zeytinyağı lekesinden arta kalan şiircik kuşunu besledik gel gör ki üç gün yaşayabildi us pas içinde ama olsun yine de yazdık yazmasak olmazdı... nehirde (hiç tanımadığımız) bir tekne için (hiç binmediğimiz) bir şarkı (hiç duyulmamış) bestelemeyi istersin de hani nefesin yetmez nefsini güftelemeye işte bu yüzden yazdık yoksa hoşumuza mı gidiyor zannediyorsun smokin bulutlu bir gökyüzünden söz etmek bir kelebeğin kararsızlığını anlatmak tırtıl kılığında... ya da bir ateş böceğinin direnişini yalancı aydınlıklara... başka türlü olmuyor, başka türlerde nasıl oluyor bilmem ama yazmak lazımdı işte yazmasak olmazdı çünki! AKBABA Tanrım nereye baksam yeşil kasırgalar O sevip gitmekse o Çok uzak ve yemyeşil bakmaksa Tanrım nereye baksam yeşil kasırgalar.... Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. |
|
03 Haziran 2006, 01:49 | #18 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları BEN YANDIM... Hangi dilde ağlıyorsa insan İşte ana dilidir ayrılmanın Her sokağa şifa niyetine bir açlık Güzereş kardaşlık bilinen en büyük uzakiık Hep acıların kuranderinde sevgili bir yoksulluk Kitaplann arasında dolanmış ve sahte fikirlerle dolandırılmış donatılmış aklanmış yeşermiş Ve gri demirii bir yatılı okulda uzun uzun Kimsesiz kimsesiz ağlamış Uykusunda adın çağırmış Nöbetlerde edebiyat sohbetlerde bir yarışma kavgası Fikirden fikire sıratlar geçilmiş Ne murat suyu kan aksın isterim Ne şiirinden vazgeçerim kavganın Mesleğim göze almaktır Kalabalığa faydanın bedelini Öderim sağdan soldan aldığımla Sözlerimden başka vasiyetim ve servetim yoktur. Her beladan bir alıntıyla kurtulurdum İlla ki adını hatırlardım lazsm olanın Bir siverek acısı aslında sevdiğim Bir mezopotarnyalı kederi Asur'un Ninova'nın kehaneti.... Kalbim kül oldu Eski bir kütüphane yangınında Ben yandım. Kimi cüret etsem sevmeye Kendime küçük geîdim Zayıf kaldım He murathan esir düştüm Sefil oldum. Acılarım hep tavsiyedir Çok sevdiğim bir şairden Yok bira yok ne etsek olmuyor'un ranza arkadaşıyım Bilinen en uzak yatılı bölge okulundan Ben bıraktım siz konuşun, Yoruldum ben siz koşun. Iskartaya ayırın beni Bütün ayrılıklardan..... Küsmedim kardayım yediğim dayaktan Şimdi yalnız, şan saman kağıt kokulu günlerde Türkçeye çeviriyorum ayrılık acısını Beni bırakın Ben meçhul oldum Gizli özneyim Vatansız cümlelerde Ben yandım. Kalbim kül oldu Eski bir kütüphane yangınında. Bu Bahar Aşka Hazır Her yağış bir başka kalkışmaya gönüllü Ve kim neye erse bu geçişte Bir tomurcuk bir gözyaşı mutluluk işte Her bahar arifesinde korkulu bir kimsesiz gecenin Aklım elim yüreğim kirişte hep biraz korku biraz yalan telefon seslerinde..... Ya yine boş koridor islaklığıysa ve beton efesi Bütün fakir çocukluklarda.... Ama herşey sırasını beklerken Mukaddes bir kuytuda Senden umut kesenin hüzün kesesinde bir yavru Herhangi bir anne kadar kanguru İşte bahar işte sevda işte tomurcuk bir bakıma Ağzım mavi ıslaklığının uçurumunda Rüyayla gerçeğin arasında Hep iyinin aşkın tarafında ve Değmediğim yerin kalmayıncaya Bu bahar sonsuza tomurcuklanmaya Ben sana sen çatlak bir anadoluyu kucaklamaya Bu bahar aşk için hazır Hazır vazgeçmeye adının bile baş harflerinden Kayıtsız bir sarhoşluğun her gün erkenden sabah oiuşı Her şeyi biraz şakalaştıran bakışından Şakadan başka izahı olmayan bu kalp ağrısından ve bahanesi bir yürek bir et bir bedenin içine girmek! Hazır bu bahar Akılsız! bir yeşermenin şahane hasadına Hazır Nur topu bir yaşama sevincini kundaklamaya.... Unutma baharda çiçek olan Meyvedir yaza.... Bu erik tanesi bu şakacı bahar çiçeği Her dem taze kalsa... Kendim ve Hepimiz Hakkında 1 Bir gün herşeyinle dimdik Her türlü kavgaya hazır çıplak gergin her sözü verecek kadar aceleci tutamayacak kadar unutkan sade çaresizken kadın genelde erkek. 2 kendi sözlerinin gölgesine hayran hiçbir şey gerçek değil alkışlar yalan hala bir çift çarpık bacak kendi resmi resmiyle barışık küs eskisiyle ve eski sevgililerin hepsiyle ama hala çok güzel hakkında konuşmak senin ben senden bahsediyorum yine kime darlansa kalbim kimin kılığında. ne zaman aklım çıksa yerinden tuzu ayarında gözyaşlarıyla dönmeyeceğime inandığım günlerde bu seyrüseferden (bu seyrüsefer sözünün burada geçme sebebi tamamen kelimeyi sevdiğimden) diyorum işte bu sefer oğlum işte bu sefer olacak olmakta olan yanacak yanmakta olan yok çare akacak akmakta olan düşecek... ama hala çok güzel hakkında konuşmak senin düşünmek seni en ayıp kılıklarda en düşmüş saatlerde Hala güzel Hakkında konuşmak senin... Otuzu geçmişiz hiç haketmeyecek kağıtlarla Oysa boş kağıt vermişiz geçmeyelim Kalalım diye o sularda Yalnız çirkince geçmiş bir gençliğin ağıtı Bu kadar acıksız olurdu zaten Çocuktum kürtlerin kuyruğundan bahsedilirdi Nicedir uyruğundan bahsediliyor Ve kim ne söylese bu mühim mesele hakkında Mühim kanamalar tespit ediliyor hastanın dosyasında Ve diyorum ki ben bazen bu iki sevgilinin arasında ve ikisinin eşit derecede akrabası ilk kez bir düğünde adam hem erkek hem kız tarafı Bağırıyorum şaka yollu Olacak olmakta olan Yanacak yanmakta olan Akacak akmakta olan.. düşecek Ama hala çok güzel Hakkında konuşmak senin. Bir beyhude çabasına daha girişmek Seni methetmenin. . Sana küfretmenin. Hala güzel Hakkında konuşmak senin Kökünü kendi sökmüş bir inatçı adamdır yurdum Hangi toprağa denk gelmişse Oraya salmış kılcallarını Ve hepsinden başka çiçek türemiş, Seçebıldiğince yaban otlarının arasındar Çok şahane insanlardır Kendini soyacak kadar ahmak hırsızları ayırırsan Çok iyi şiirler yazdım Kötülerinin tamamını çıkarırsan..... Ama hala güzel Hakkında konuşmak senin Hatta aleyhinde! Bağır çağır hatta Yeri gelirse çok sağlam bir kaç gözyaşı eşliğinde Güzel... Hala güzel hakkında konuşmak senin Dinimin dolanması her görüşmede Her karşılaşmada Yani her eski sevgililer bayramında hayatın, Güzel. rakının ikinci dublesinde ilk karşımıza çıkanı öptüren şey ne ise Bir şölenlik hatıra mı yoksa çift dingilli bir acı mı yanısıra neyse artık o şey, hanı bir bıçak saplaması kadar hasmane ve bildiğin cennet davetiyesi kılığında bir şey işte ne ise o şey ....O güzel ... hala güzel hakkında konuşmak senin...... |
|
03 Haziran 2006, 01:50 | #19 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları ANKARA Ankara'ya Öyle yakışırdı ki kar.. Asfaltlar ışıldar, Buz tutardı resmi yalanlar... Kimse keman çalmaz belki ama Çok keman çalınsın balolarında Diye yapılmış Gri Sisli Binalar... Alnının ortasında Ciddi bir devlet asabiyeti. Çok kötü günlermiş gibi en genç zamanlar, Bu zulüm bu sevda bitmezmiş sevmek Bir halkı sevmekse aşk o zaman sevmekmiş! (biz bir şeyi delicesine severiz Ama tanrım neyi?) Kahve önü çatlak mozaik Bel kemiğine tehdit Kürsüler üstünde Çok sigara içen Öğrenciler Bir daha asla yaşayamayacağı Aşkları teğet geçerken Hep onu sevmeyenleri severek Hep onu sevenin gözlerinden Kalabalıklara kaçarak Karışarak toplumcu gerçekçi yalnızlıklara, Yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarını Bir izmirli güzele dayatmak varken (Hep kardeş olacak değiliz ya, Yaşasın halkların sevgililîğî!) Soyut bir sevdaya Beşik kertilmiş olan Dağda çoban, Şehirde şark çıbanı sayılan, Fırat'ın büyük elleri Ararat'ın kız yelleri Cilo'nun derin nefesleri Hülasa kente hukuk mukuk okun Mümkünse o arada da memleketi kurtarmaya gelmiş Anadolu çocukları, Ankara' ya Öyle yakışırdı ki kar Asfaltlar ışıldar, Buz tutardı resmi yalanlar Belki balkona Kar seyretmeye çıkar diye Sevdiğimiz kızlar Çok dibimiz donmuştur Ve çoğu zaman Bu kar mevzuu Kızlara yeterince ilginç gelmemiştir Hiçbir şey Kapalı bir dükkan kadar Hüzünlü gelmez insana Ankara'da, Yoksa bugün bir hayat Yaşanmayacak mı duygusu çöker bütün bozkıra. Kimse keman çalmaz belki Belki bu fiim hiçbir zaman O kadar fiyakalı olmayacak ama Hiçbir lahmacunda O okul yolundaki üçüncü sınıf lokantadakinin Tadını vermeyecek bir daha Çok daha iyilerini yedim sonra Bizzat Urfa'da hatta Ama hiçbirinde O kadar aç oturrnadım sofraya Ankara'ya Öyle yakışırdı ki kar Çok yabancı bir soluk duyulur bazı Bilinmez bir dilin ıslığından Anla ki sıkıldı bizim konsolosluktaki konuklar Öyle deme Ankara'yı sevmeyene bir zulümdür Bu kadar insanın neden Ankara'yı sevdiğini anlamadan Ankara'da yaşamak Yollarına hep sevdiğimiz insanların Adlarını vermediler ama Biz her duvara Bilvesile onların adını yazarak yaşadık Kül ve betondan mürekkep Yaşadıkça yaşanılası gelen O tuhaf bozkır kokusunda. Ankara'ya Öyle yakışırdı ki kar. Asfaltlar ışıldar... Bir günden bir sürü gün yapan Mesai saatlerinde hiçbir şey yapan Hiçbir şey alıp hiçbir şey sunan Rakıyı bol sulu içen Dokunmasın için deği! Çabuk bitmesin dîye devletimin tekel rakısı, Hep kağıtlara bakarak, Hep kağıtlardan bakarak Hem Neşet Ertaş' ı hem Bülent Ersoy' u Aynı anda sevmeyi başararak, Karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı Çok beğenmeyerek ama Yine de bu tasarrufunu takdir ederek Boynu hep kıdemli bir atkının içinde saklıyken Hep bir şeylere birilerine küsmüş gibi Yürüyen... Memurlar....... Ankara'ya Öyle yakışırdı ki kar.. Asfaltlar ışıldar, Buz tutardı resmi yalanlar... Biz, Şimdi kapalı birr kuruyemişçi Dükkanının -ki bütün plan kar altında Tuzsuz ay çekirdeği çitieyip Yanı sıra bafra içmektir- Kötü ışıklandırılmış vitrininden Umutsuzca içeri bakan, Kimliği gereğinden fazla sorgulanmış, Merhabadan çok çıkar ulan kimliğini denmiş, -yani sistem kendi verdiği kimliği Zırt pırt geri istemektedir- Doğduğu yer yüzünden Doğuştan kavgacı zannedilen ama Pek çoğu kavgadan nefret eden Kavgacı Esmer Cesur Korkak Çoğu kürt Çoğu türk Çocuklardık... Ankara'ya Öyle yakışırdı ki kar.... Ha sonra Belki Ahmed Arif'in aklına Hiçbir şairin aklına gelmeyecek -çünkü hiçkimse bir daha ankara'' yı O'nun kadar sevemeyecek -bir şiir islenir: Kar altındadır varoşlar Hasretim,nazlıdır ankara..... Ustam yine sen bilirsin ama Hangi aralıkta bir şair ölmüşse İşte o,en netameli aydır bence. Ankara'ya Öyle yakışırdı ki kar... Asfaltlar ışıldar... Yalanlar... Şimdi ve sonra Ne zaman Ankara'ya kar yağsa Elim gönlüm, Çocukluğum buz tutar. |
|
03 Haziran 2006, 01:51 | #20 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları Mesaj konusu: AŞK KADINI VE ERKEĞİ FARKLI ETKİLER -------------------------------------------------------------------------------- Başından büyük bir aşk geçmemiş her kadın için bu bir eksikliktir; başından büyük bir aşk geçmiş her erkek için ise bu bir fazlalıktır. Erkeğin hayatında belki bir aşka yer vardır.Kadının ise aşkında belki bir hayata...Erkekler deli gibi âşık olurlar, zamanla akıllanırlar. Kadınlar ise Akıllı gibi aşık olurlar, zamanla delirirler.... Aşk, kadını ve erkeği farklı etkiler. Âşık olan kadının gözünde başka hiçbir şeyin değeri kalmaz. Âşık olan erkeğin gözünde ise her şey yeniden değerlenir. Çünkü aşık kadın "nasıl olsa bitecek" sezgisi ile hareket eder. Âşık erkek ise "nasıl olsa sonsuza dek sürecek" yanılgısıyla... Aşık kadınlar bu yüzden hep endişeli ve huzursuzdurlar; aşık erkekler melekler gibi dingin ve aptallar gibi bön. Aşık olmak erkeğe yakışır. Kadına asla. Kadına yakışan sadece aşktır. Aşksız bir erkek kendini kölesiz bir efendi gibi hisseder, aşksız bir kadın ise efendisiz bir köle. Kadın Ne İster? Ne mi ister? Hepsini ister. Ve aynı anda. Peki erkekler ne ister? Hem sevgili karıları hem de haremleri olsun isterler. Peki, neden korkarlar? Hem karısız hem de haremsiz kalmaktan korkarlar. Kadın erkeğinin kendisine kul köle olmasını ister; olunca da ondan nefret eder. Erkek ise kadının kendisine köle olmasını istemez; olunca da onu sever. Bir erkek kadından bıktığı için onu terk eder; bir kadın ise erkeğinden sıkıldığı için. Arada çok önemli bir fark var.Bir erkek doyduğu için kadınından bıkar.Bir kadın ise doyamadığı için erkeğinden sıkılır. Erkek kadının fiziksel görüntüsüyle; kadın ise erkeğin şehvetiyle tahrik olur. Onun için kadınlar karşılarındakini anlarlar;erkekler ise sadece görünen dünyayı. Kadın terk edildiği ve aldatıldığı zamanlarda, bir de boşanırken hiç tereddüt etmez. Kararlı, şuurlu ve son derece akıllı biçimde bütün strateji ve nokta hücumu taktikleriyle delirir. Delilik, kadınların aklıdır. Ve sadece bu özellikleri bile, onların erkeklerden daha üstün kabul edilmeleri için yeterli bir sebeptir. Kadınlar, sezgileriyle her şeyi bilirler.Erkekler ise akıllarıyla hiçbir şeyi bilemezler. Kadınlar her şeyi görürler. Göremediklerini duyarlar. Duyamadıklarını ise sezerler. Dişilik yalnız algı kapılarını değil, bütün telepati, sezgi, altıncı his ve üçüncü göz kapılarını açan LSD, Mescaline, Psilosibin kadar güçlü bir iksirdir. Kadınların sezgileri o kadar olağanüstüdür ki, onları erkeklerden çok daha üstün saymamak için hiçbir neden yok. Sezgi de neymiş mi dediniz? Aklın eli, kolu, gözü,kulağı ve burnudur. Aklın dürbünü, pusulası ve radarıdır. Şahini ve tazısıdır. Kapanı, tuzağı ve oltasıdır. Sezgi en kurnaz avcıdır. Sezgi olmasa ne bilim ne felsefe ne sanat olurdu. Akıl mı? Akıl sezginin uşağıdır. O kadar.. Sezgileri yerine bilgileri ile hareket eden bilgiç kadınlar kadar itici yaratıklar düşünemem. Akıllıları ve kültürlüleri ise itici değillerdir ama sıkıcı olurlar çoğu zaman. Kadına en çok yaraşan ne akıl, ne bilgi, ne de kültürdür. İnce ve şuh bir zekâdır... Yilmaz ERDOGAN |
|
Etiketler |
erdogan, siirleri, yazilari, yilmaz, Şiirleri |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
YAĞMUR ...YILMAZ ERDOĞAN | İpek- | Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler | 0 | 09 Eylül 2023 16:31 |
Aşk Yazıları - Hasret Yazıları - Aşk Cümleleri - Özlem İçeren Yazılar | PauL | Aşk ve Sevgi Köşesi | 0 | 15 Kasım 2011 12:51 |