27 Ekim 2010, 00:23 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Hümanizm Çağında Nefis Muhasebesi Fikir, irade ve hareket özgürlüğü müdafaası adına insanın kutsallaştırıldığı bir devirde yaşıyoruz. Hayatına haram-helal sınırları getirecek, zihniyetini sorgulanmaz iman esaslarıyla biçimlendirecek herhangi bir kutsalı olmayan modern insan tam olarak kendini kutsallığın merkezine koymuş durumda. Kur’an-ı Kerim’deki tabiriyle “hevâsını ilah edinen”[1] insan tipini moderniteprototip olarak takdim etmektedir.Felsefî/ahlakî ve toplumsal/hukukî düzlemde kıyamet alametlerini hatırlatan tezahürleriyle karşılaştığımız bu tablo, Avrupa modernleşmesiyle başlayan ve aslen bizim dışımızda cereyan etmiş bulunan gelişimin mirasıdır. Avrupa modernliği,Tanrı ve dolayısıyla Din’i [kiliseyi] yeryüzünde hakikatin mutlak ölçüsü gören ortaçağ Hıristiyanlık düzenine son verirken mutlak ölçü fikrini reddetmedi.Sadece ölçüyü dinden alıp bilime ve dolayısıyla insanın eline verdi. Artık hayatın bütün alanlarında gerçekliğin de doğruluğun da belirleyicisi insan olmuş oldu. Böylece Ortaçağda kilisede iğdiş edilen insan vicdanınınyerini modern çağda üniversitede manipüle edilen “akıl” aldı. Bu bakımdan “Modern çağda kutsala yer yoktur” söylemi kadim kutsallık bilinci açısından doğrudur. Ama bu, modern çağın anlam örgüsünde nevi şahsına munhasır kutsallar olmadığı anlamına gelmez. Modern çağın da kutsalları vardır. Tek fark, modern çağın kutsalları semadan inmiyor, yeryüzünde ve belli bir sınıfın tekelinde üretiliyor. Somut bir anlatımla ifade edecek olursak bu çağda kapitalist sistemin çarklarına su taşıyan her türlü kaimkân,tasarım ve obje kutsaldır; meşruiyeti asla sorgulanamaz. Sözgelimi erotizm modern çağın kutsalıdır. Erotizmin ahlakîliği, ticarî ve kültürel bir sektör olarak meşruluğu bu çağda esaslı bir sorgunun daima fevkindedir. Modern insan erotizmin takdim biçimini eleştirebilir; ama bir sektör olarak mevcudiyetini sorgulamayı aklına bile getiremez. Bu ülkede de son birkaç yüzyıldır Batı’yla münasebetlerin edilgen bir çizgide seyrettiğini düşünecek olursak modern dünyanın kutsallaştırdığı değerlerin bizim zihniyetimiz üzerindeki etkilerini sorgulamak tecessüs sayılmayacaktır. Nitekim fiilî durum da bu seyrin o gün bugün topraklarımıza yansıma biçimi olarak maalesef değerlerimizin tahribatını işaretliyor. Bugün uğradığımız inanç ve kültür erozyonunda semtimizden çekilen semavî değerlerin yerlerini “dünyevî, beşerî ve hazcı değerler”in işgal ettiğini esefle müşahede etmemiz bundandır. Bu işgal manzaraları içinde cehalet, baskın seküler çevre ve iktisadî şartlar gibi çeşitli izah biçimleriyle mazur görülerek bir nevi masumlaştırılan ve nihayet kutsala özgü biçimde sorgulanamaz kılınan insan nefsi ve zımnında “ihtiyaç” diye kılıflanan nefsanî duygular başlı başına bir problem olarak ele alınacak kadar ehemmiyet arz ediyor. Çünkü dinle kurulması gereken samimi alakanın önünde eski zamanlarda daha çok amelî plandamani teşkil eden nefsânîlik, bugün zihniyet planında da önümüze duvarlar örmektedir. Ve hazin ki, bilinçaltımızda nefsaniyetimize atfettiğimiz kutsallığın doğurduğu arızalar, hak ve hakikat arayışımızı sonuçsuz kılmakta, Nasreddin Hoca fıkralarını hatırlatacak cinsten bir aymazlıkla ahırda kaybettiğimiz iğneyi işimize öyle geldiği için dışarıda aratmaktadır. [Modernist İslamcı akademisyenlerin çalışmalarında ilk bakışta takdir hissi uyandıran sıkı argümantasyon örgüsü bir de bu zaviyeden değerlendirilse ilginç sonuçlar alınabilir.] İnsan nefsinin ve nefsanî zaafların mazur görülmesi, masumlaştırılması derken problemin sadece dindarlıkla alakalı olmadığını belirtmeliyim. Terbiye edilmeyen nefsanî duygular modern insanın başına sosyal hayatta da dertler açıyor, zamanla ağır bunalımlara davetiye çıkarıyor. Psikolojik rahatsızlıklara (!) dönüşen birçok ruhî dengesizliğin temelinde şımartılmış insan egosunun ölçüsüzlüğünün yattığını söylemek belki biraz cüret işidir, ama hafife alınmayacak oranda hakikat payına sahiptir. Ve acı olan modernitenin bu duruma müdahalesi, planlanmış yalanlar silsilesi halinde senaryo üretmek ve bunları “psikiyatri” diye insanlara yutturmaktan ibarettir. Böylece nefsanî zaaflar hastalık adı altında “özürleştirilerek” nefse mukavemet duyguları örselenmekte, “nefis mücadelesi” yerini yüksek bedelli terapilere bırakmaktadır. Ve maalesef gidişat, nefis ıslahıyla kazanılacak ahlakî erdemlerin kaybı ve her halükarda kapitalist sistemin kazancıyla sonuçlanıyor. Thomas Szasz’ın ısırgan yorumuyla eskiden cin tahakkümüne bağlanan şer eylemler şimdilerde “karşı konulmaz dürtüler”e ya da “şizofreni”ye bağlanır olmuştur.[2] DİN DİLİNDE ÇÖZÜLME İnsan nefsinin kutsallaştırılmasında derinden etkilendiğimiz modern hümanist felsefenin tesiri açık olmakla beraber İslamî camia olarak süreci besleyen kendi kusur ve ihmallerimizi de konuşmalı, bunları özel bir muhasebe konusu yapmalıyız. Bu bağlamda bilhassa resmî davet-irşad dil ve üslubunda görülen çözülmenin etkisi müstakıllen tartışılmalıdır. Davet faaliyetleri üzerine siyasîstratejik hesapların gölgesi düşeli beri maalesef kelamî anlamda yaşadığımız şeyin adı toprak kaymasıdır. İnsanlar dinden kopup seküler alanlara yaklaştıkça sürekli ayaklarının altına yeni yeni dinîzeminler serme gayretkeşliğine kapıldık. Günah-kâr müminlere umut aşılayan nassları, olması gerektiği gibi, ümitsizliğin önüne geçmek için gündeme getirmek yerine, adı konmamış yeni “dindarlık modelleri” için referans kabul etme yanılgısına düştük. Başlarda belki nefsine yenik düşen insanları Allah’ın rahmetinden, İslam’ın engin müsamahasından dışlamamak adına benimsenen bu dil, bütün iyi niyetlere rağmen sekülerleşen insanları dinin gölgesinde saf-duru hayat alanlarına çekmeyi başaramadı; ama sekülerist İslam algısına meşruiyet referansları verme konusunda “cömertliğimizin” simgesi olmayı başardı. Bu izlekte müsamaha konusu kılınan birçok haram zamanla mubahlara ve yer yer “meşru haklar” a dönüştü. Ve nihayet modern din edebiyatında günahkârlığa karşı gösterilen tolerans yarı Müslüman (!) yarı laik-liberal kesimin diliyle “insanın günah işleme hakkı/özgürlüğü vardır” hinliğinde en hokkabaz ifadesini buldu. Modern davet dilinin bu zaviyeden tahlili için toplumumuzun beş vakit namaz konusundaki tavrı iyi bir örnek olabilir. Beş vakit namazı kılmamanın büyük günah olduğu ve son tahlilde büyük günah işleyenlerin kâfir olmayacağı yönündeki kelamî prensibe yapılan atıflar, tekfircilik beliyyesini önlemede ne kadar fayda sağladı bilinmez; fakat en azından Türkiye’ye has, beş vakit namazı terk eden ve buna rağmen dindarlığından pek kaygı duymayan bir Müslüman modelini sindirmede epey iş gördüğü kesin. Beş vakit namazı terk etmenin Müslümanlıkla bağdaşmayan korkunç bir günah olduğunu hangi hatip, hangi davetçi bütün çıplaklığıyla dile getirebilmektedir? Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait hangi hutbe, konuyla ilgili ayet ve hadislerdeki sert uyarıların üstünü örtmeden durumun fecaatini gözler önüne sermiştir? [Yeri gelmişken hutbelerdeki akmaz kokmaz “diplomasi” dilinin irşad konusundaki başarısızlığı da dikkate alınmalıdır. Çok basit bir örnekle “Allah bizden şunu istemektedir”, “İslam bize şunu öngörmektedir” vb. cümleler,kaynak metinlerdeki çıplak ifadesiyle “Allah bize şunu emreder” cümlesindeki ciddiyeti de uyarı tonlamasını da asla karşılayamamaktadır.] Beş vakit namaz kılmayan damat/gelin adayımızın açıkça fasık olduğunu,fıkhî tabiriyle şahitliğinin geçersiz olduğunu görmek gibi bir teyakkuzdan nasiblenenimiz kaç kişidir? Daha hassas bir ölçü, bu son cümleleri okuyup da hafiften de olsa irkilmeyen kaç kişi var? Belki ifadelerimi ağır bulanlar olabilir.Ben, istisnasız bütün müctehid imamların Kur’an ve Sünnet’ten ya birebir istihraçlarıyla ya da üzerinde ittifak olunmuş ictihadlarıyla teşekkül eden ve bin iki yüz yıldır İslam coğrafyasında Müslümanlığın tanım ve pratiğini şekillendiren fıkıh verilerini dile getirdim.[Konuya daha özel ilgi duyanlar herhangi bir mezhebe ait fıkıh kitabından “şehadet bahsi”ni okuyabilir ve özellikle şahitte aranan “adalet” vasfının ne anlama geldiğini inceleyebilirler.] TASAVVUFTA NEFİS MUHASEBESİ Burada asıl konumuzla alakalı boyuta geçmek üzere şunu da ifade etmeliyiz; modern insan nefsinin kutsallaştırılmasında bilinçli ya da bilinçsiz tasavvuf terminolojisinin de suistimal edildiği muhakkaktır. Bilhassa İbn-i Arabî terminolojisinden cımbızlanan bazı kavramlar bağlamı ve amacı dışındakullanılarak istismar edilmiştir. Söz gelimi seyr u sülûk mertebelerinin nihayet noktası olarak sûfiyyenin ideal şahsiyet tanımlamasını yansıtan “insan-ı kamil” kavramı, bu mertebelerin gerektirdiği nefis terbiyesi şartlarından yalıtılarak sıradan insanı şer’î sorumlulukları karşısında lakaytlaştıran bir konsept içinde kullanılmıştır.Bî-namaz meclislerinde felsefî tasavvufa ait en netameli konular tüm çıplaklığıyla mütalaa edilerek hem hak edilmemiş bir ruh konforunun hevesine düşülmüş hem de dinin maksad-ı aslîsi konusunda görüş ufku karartılmıştır. [Dinin maksad-ı aslîsi rızâ-ı Bârî’dir ve tahsili ancak şer’îsorumluluklar temelinde mümkündür.] Oysa gerek tasavvuf terminolojisine gerekse bu geleneğin pratiklerine bakıldığında “nefis muhasebesi” başlığı altında insan nefsine karşı sert ve tavizsizbir tutum sergilendiği görülmek -tedir. Bu gelenekte insan nefsinin mazeret üretilerek masumlaştırıldığına değil, sürekli itham altında tutulduğuna, hatta göz açmasına fırsat verilmeyenamansız bir “kaçak” muamelesi gördüğüne şahit oluyoruz. [Konuyla ilgili bilgiler ve sûfiyyenin hayatından örnekler için tasavvufun baş eserlerinden İmam Kuşeyrî’ye ait Risale’nin “Nefse muhalefet ve nefsin ayıpları” başlıklı babı incelenebilir.] İnsan nefsine dair bu telakkinin sûfîlere hasbir yorum biçimi olduğu düşünülmesin. Zira söz konusu nefis telakkisi nasslarda da karşımıza çıkmaktadır. Ayetlere baktığımızda sûfiyyeye de diğer İslam âlimlerine de mezkûr telakkinin esaslarınıbizzat Kuran-ı Kerim’in verdiğini göreceğiz. Birçok ayette nefis,arındırılması gereken bir varlık olarak zikredilmiş, onun hevâ ve arzuları karşısında insanoğluhep sert uyarılara muhatap olmuştur. Anılan telakki Yusuf suresi 53. ayette bir peygamberin dilindeaçık ve özlü ifadesini bulmuştur: “Ben nefsimitemize çıkarmam; çünkü nefs,Rabbimin merhameti olmadıkça, kötülüğü emreder.” Bu babda tasavvuf kitaplarının “nefis muhasebesi ”, “nefse muhalefet” vb. başlıklı bölümlerini mütalaa ederek hem sahih bir nefis şuuru, hem de bütün hüküm ve uygulamalarıyla temel esprisini nefse muhalefette bulan ödünsüz Müslümanlık erşuuru kazanmayabakmalıyız. Bu vesileyle İslam büyüklerinin nefis muhasebesi çerçevesinde ortaya koyduğu ilke ve tecrübelerin sistematik bir anlatımıiçin bu toprakların Müslümanlık bilinç ve hassasiyetinin baş mimarlarından İmam Gazzalî’nin İhya’sı iyibir seçim olacaktır.İmam Gazzali, nefis muhasebesi meselesini “Ey iman edenler, sabredinve sabır yarışında düşmanlarınızı geçin, savaş için hazır ve tetikte bulunun ve Allah'tan korkun ki felahaeresiniz!”(Al-i İmran, 200) ayetinde geçen ve ekseriya tetikte bulunmak, müteyakkız olmak şeklindemeallendirilen “murabata/ribât” kelimesinin kavramsal içeriğine dâhil görür. Bu kelimenin tasavvufimuhtevası bir yana, düşmanlara karşı tetikte olmanın esasta nefis terbiyesinden geçtiği ve nefsini beklemeyen kimsenin düşmanı da –en azından düşman olarakbekleyemeyeceği gerçeği nefis muhasebesinin murabatayla irtibatının haklılığını tartışılmazkılmaya kâfidir. Bu bakımdan meseleninayetletemellendirilmesini tartışmayı zaid addediyorum. NEFİS MUHASEBESİNİN İÇ BOYUTLARI Nefis muhasebesini murabatayla ilişkilendiren İmam Gazzali, hem nasların tevcihatıylahem de ehlullahın şahsî tecrübeleriyle ortaya kapsamlı bir murabata projesi sunar. Bu minvalde murabatayımuşârata, murâkaba, muhâsebe, muâkaba, mücâhede ve muâtebe olmaküzere altı durakhalinde takdim eder ve böylece nefsi beklemenin ancakbu altı hususungerçekleştirilmesi halinde mümkün olacağını ifade etmiş olur. (Bkz., Gazzâlî,İhyâu ulûmiddin, c. 4, s. 393)Altı hususun her birinin kabaca ne anlama geldiğini yine İmamGazzâlî’den özetlemeyeçalışalım.Muşârata, nefisle sözleşme yapmak. İmam Gazzâlî’nin anlatımıyla onu, adeta bir şirket ortağıgibi görüp tasarruf hak ve sınırları, yetki ve sorumlulukları konusunda tabir yerindeyse bir tür “nizamname” ye tabi tutmak. Murâkaba, sözleşmenin gerekleri karşısında nefsin duyarlılığını, ciddiyet ve titizliğini sürekli takip etmek. En ufak bir yanlış yapmasına, hududu çiğnemesinefırsat vermemek içinkendisini devamlı denetim altında tutmak. Muhâsebe, nefsi hesaba çekmek, sorgulamak. Ne yaptı, ne etti sürekli kendisinden rapor istemek.Muâkabe, yer yer kusurlarına ceza ile karşılık vermek. Hata ve ihmallerinin bedeliniödeterek yaptığının yanına kar kalmayacağını bilmesini sağlamak. İmam Gazzâlî bu konuda ehlullahdan birine ait manidar bir misal getirir. Hassân b. Ebî Sinân adında bir Allah dostu bir gün bir yapının yanından geçer. Elinde olmadan yapının ne zaman inşa edildiği merakınakapılır. Derhal mâlâyânî ile ilgilendiğininfarkına varır, hemen toparlanır ve bu ilgi kaymasını bir yıllık nafile oruçla cezalandırır. İLGİ DAĞINIKLIĞI Bugün ilgi dağınıklığından, işimize odaklanamamaktan yakınıyoruz. Yaptığımız işin hakkını veremediğimiz aşikâr. Sebebi ise işimize gereken özen ve ilgiyi göstermeyişimiz.Kendi işimizden, mesuliyetlerimizden esirgediğimiz ilgiyi de maalesefüzerimize vazifeolmayan işlere harcıyoruz. Günümüzde sosyal bir problem olarak meslekerbabının mesleğihakkında affedilmez cehaleti, sanatkâr sınıfının her geçen gün itibar kaybına uğraması,işini bilmeyen insanlara dair acı örneklerin sayısının artması bir de sözünü ettiğimiz ilgi kayması açısından okunsa nefis muhasebesi bağlamında kaybettiğimiz değerin munhasıran dinî olmadığı da görülecektir.Burada parmak basılması gereken bir başka husus, bugün ilgikaymasına sevk eden en etkin sebep olarak medya vemedya karşısındaki edilgen konumumuzdur.Medya organlarının, ilgili ilgisiz milyonlarcainsana kendilerine en ufak bir fayda teminetmeyecek -hatta çoğu kez zararlı olacak haber ve gelişmeleridikkat çekici bir dille sunmasıkarşısında ilgi disiplini için yapılabilecek şey artık ferdi gayretin sınırlarını aşıyor.Müslüman ferdin mâlâyâni kuşatmasından kurtulup önce şahsî sonra ictimâî mesuliyetlerini muvaffakiyetle yerine getirmesini temin etmeninyolları gerekli alt yapıçalışmalarına kadar İslamî toplumsal proje olarak aciliyetleele alınmalıdır.Mücâhede, gayret etmek, bitmek tükenmek bilmeyen bir azim ve çabaylanefsimizi Allah’ın rızasını kazanacağımız birhayatın şartlarına alıştırmaya çalışmak. Muâtabe, nefsimizi temize çıkarma gayretkeşliğiiçinde olmayıpsürekli eksik yanlarımızıgöz önünde tutmak, kendimizi ayıplamak,kusurlubulmak.Bir suçlu ya da sorumlu bulmak gerekiyorsa gözlerimiz bir başkasına değil önce kendi nefsimize çevrilmeli. Tasavvufun muâtebe adıyla idealleştirdiği bu duygudan mahrum kalışımızın bedelini, karakollara taşınansıradan mahalle kavgalarından tutun da mahkeme salonlarına intikal eden cinayetlere kadarelim vakalarlasonuçlanan hak ihlalleriyle ödüyoruz. Bunlarınekserisinin temelinde en az yanlış anlamalar kadar kendinihaklı, muhatabını haksız görmeye şartlanmış nefislerimizin yattığı unutulmamalıdır. Burada bir nükteninaltını çizmek adına belirtmek gerekirse muâtebenin sonmaddeye konulması çok anlamlıdır. Zirabundan öncekihususları yerine getirmeye gayret edip de bir nebze yol kateden insanlar şeytanın en tehlikeli tuzağıyla karşı karşıya kalırlar. Bu merhalede, sen artık bu işibaşardın, bütün kötü hasletlerden arındın, nefsini terbiye ettin,diyerek şeytan insanı kendini beğenmişlik havasına sokmaya çalışır. Tehlikenin bittiği sanılan noktada şeytan insanın başına öyle çorap örer ki, nefis terbiyesi adına çekilen onca zahmetten geriye “şişkin bir ego” kalmış olur. İşin bir başka vahim yanı, gerek konumu itibarıyla erekse açıktan kusurları olmaması bakımından bu kimseye nasihat eden de bulunmaz. Dolayısıyla hatasını idrak etme şansı diğerlerine göre çok daha az olur bu kimselerin. Ki bu da imtihanın en çetin ve en tehlikeli tarafıdır.Allah dostlarının mertebeleri yükseldikçe ayaklarının altındaki zeminin daraldığı ve nihayet milimlik bir sarsılmanınbilekendilerini doruklardan aşağıya düşüreceğigerçeği bu açıdan düşünülürse ebrârın hasenâtınınneden mukarrebîn için seyyiât sayıldığını anlamak daha da kolaylaşır. Talha Hakan Al
__________________ mon petit lapin | |
|
12 Kasım 2010, 08:28 | #2 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Hümanizm Çağında Nefis Muhasebesi Faydalı bir yazı olmuş ancak dili ya bana ağır geldi yada gereksiz yere ağırlaştırılmış. Edebiyat eleştirmeni değilim tabi ki ancak Türkçe karşılıklarını kullanmak yerine yabancı kelimelerin fazlalığı da dikkat çekmiyor değil. Aslında yazarın biraz da buna dikkat etmesi gerekirdi diye düşünüyorum. Neyse cümlelerimin başında da belirttiğim gibi. Fikir düzeyinde güzel bir yazı olmuş. Paylaştığınız için teşekkürler... |
|
Etiketler |
çağında, hümanizm, nefis |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Çıtır Nefis Mi Nefis Ballı Börek Tarifi | Sarya | EylulFM Paylaşım | 2 | 05 Haziran 2023 16:57 |
Nefs Muhâsebesi | PySSyCaT | Dini Sözlük | 0 | 07 Ekim 2020 11:27 |
Enflasyon muhasebesi | Burce | Ödev ve Tezler | 0 | 13 Mayıs 2014 18:20 |
Döviz işlemlerinin muhasebesi | Burce | Ödev ve Tezler | 0 | 13 Mayıs 2014 17:57 |