31 Mayıs 2012, 03:10 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Ey Çantam Sen Ne Kadar Ağırsın - Nazan Bekiroğlu Bakışlarım yerde. Nazar ber-kademim. Gözlerimi yumsam iki rükün arası kaç adımdır, iki makam arası kaç selâmdır, ezbere biliyorum artık. Ama gözlerim kesretten kinaye yüzlerce çift ayağa takılıyor, o yüzlerce çift ayağa dünya gözüyle bakıyorum. Yaralar içinde, yaşlı, yorgun, yıpranmış, şekli bozulmuş, kemikleri fırlamış yüzlerce çift ayak. Dünya hayatlarında bu ayakların nereye doğru yürüdüklerini, nerelere gidip nerelerde kaldıklarını ya da geri döndüklerini bilmiyorum elbette. Ama burada kuru taş dağların arasında hepsi de aynı yöne doğru dönüyorlar. Kesintisiz bir dönüşle saat ibresinin tersi yönde yani dünyanın döndüğü istikamette yürüyorlar. Başımı kaldırıyorum. Zenginler, gençler, sağlıklılar, sapasağlamlar gibi mücrimler, yoksullar, hastalar, yaşlılar, beli iki büklümler, dertliler, bir koltuk değneğine dayanarak, hatta tek bacağını sürükleyerek tavaf edenler, ikisini de kaybetmiş de tekerlekli bir sandalyede sürüklenenler. Rengârenk fakat eprimiş, eskimiş elbiseleri içinde benizleri sapsarı fukara Hintliler, başlarında güzelim sarıklarıyla çilekeş Afganlar ve kederli Pakistanlılar, zarif ve sakin Endonezyalılar, heyecanlı Türkler, coşkun bir sel gibi akan İranlılar, mağrur ve ihtişamlı Kürtler, Peygamber komşusu Araplar. Tanıyamadığım, belki adını bile duymadığım türlü milletler. Hayır, milletler yok burada. Sadece bir millet var, o da İbrahimî bir millet. Hatta bana öyle geliyor ki ilk günden son güne, yaradılış gününden kıyamete, gelmiş ve gelecek bütün insanların da birer sureti, görünmüyor ama burada dönüyor. Hatta sadece insanlar değil, bütün bir evren bütün bir kevin burada dönüyor. Bu yüzden en fazla da mahşerin var-var-var olduğu burada hakkelyakin görünüyor. Ama yo, ateş yağdıran, insana kendi gölgesinden dahi hayır gelmeyen kızgın bir öğle güneşinin altında bile serin, simsiyah bir ezel tebessümünün şefkatli ve geniş gölgesi altındayız. Aşılan beden eşiğinin zincirlerinden boşanabilir ancak burada insan ve zamanla mekânın kesiştiği o muazzam koridorda ancak kanatlanarak yükselebilir. Yüzlerce yüz nakşoluyor belleğime. Hiç fark etmeden yüzlerce yüzün hatırasını biriktiriyorum ve ki dünya malı olarak nasibime düşen en kıymetli hediyeyi, öğle sıcağında yoksul bir Pakistanlının ya da Afganistanlının veya Hintlinin (benim yerim hep onların arası) cemaate dağıttığı, naylon boncuklardan yapılmış masmavi bir tespihi öpüp alnıma koyuyorum. Simsiyah giysileri içinde su gibi akan bir genç kız takılıyor gözüme sonra. Ayaklarından zemine kök salmış fakat bir çiçek gibi tam belinden kırılmış. Kolcağızlarını dirseklerinden beline dayamış da ellerini öylece açmış Züleyha nikablı bir kız bu. Kapalı gözlerinden süzülen yaşlar arasında yalvarıyor. Ayakları yere çakılmış ama bir suçiçeği gibi bir sağa bir sola yalpalıyor. Ateş almış da alevleri ve dumanı kıvrıla kıvrıla yükseliyor. Kimdir, nedir? Bilmiyorum. Ama edecek tek duam kalmış olsaydı onun için ederdim. O duruyor herkes dönüyor. Ben de dönüyorum. Kızgın taşlar üzerinde attığım her adım bir özgür iradem olduğunu gösteriyor bana ve dönüşün hızıyla yörüngemden fırlayacağım, yer çekiminden kurtulup havalanacağım, kanatlanacağım sanıyorum. Ey benim yaralı bir kuş gibi çırpınan kalbim, "Beni de an" diyenlerden unuttukların olmasın. İşte o sırada sırtımdaki küçücük çanta bana ağır gelmeye başlıyor. Oysa kâğıdım ve kalemim gibi sağ elimin serçe parmağına gösterdiğim özeni, yara görmesem yara zannedeceğim yaralarımı dışarıda bırakmışım çoktan. Oracığa, yere oturuyorum. Ne var senin içinde? Terekemi kızgın taşların üzerine yayıyorum. Onaylanmış kimliğim, pasaportum, vizem, geri dönüş biletim, dünya bağı varlığım dört ucundan bohçası bağlanmış param, bu beden bir yerlerde düşmesin diye yüküme katılmış üç-beş bisküvi, bir dilim kuru ekmek. Bir peçete arasında iki hurma tanesi, kırık dökük hatıralarım. Bunların mı kaybolmasından korkmuşum da sırtıma yük ederek sürüklemişim hepsini? Bunları mı dışarıda bırakamamışım? Ey çantam, sen ne kadar ağırsın. | |
|
Etiketler |
ağırsın, çantam, kadar, nazan, sen |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Mücellâ - Nazan Bekiroğlu | NarÇiçeği | Kitap Tanıtımları | 0 | 17 Ocak 2016 13:10 |
Nun Masalları - Nazan Bekiroğlu | Afrodit | İslamiyet | 0 | 01 Eylül 2013 13:38 |
Bâb-ı Cümel - Nazan Bekiroğlu | Afrodit | Makaleler | 0 | 30 Ağustos 2013 18:48 |
Nar Ağacı - Nazan Bekiroğlu | Liaaa | Kitap Tanıtımları | 0 | 24 Ekim 2012 16:05 |
Nazan Bekiroğlu Sözleri | Liaaa | Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler | 1 | 08 Haziran 2012 18:44 |