03 Kasım 2012, 20:36 | #1 | |
Guest
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Benin Bağımlı İlişkileri Benin, büyük ölçüde idin terk ettiği yatırımların yerini alan özdeşleşmelerden oluştuğunu, bu özdeşleşmelerden ilkinin bende özgün bir fail olarak davrandığını ve üstben olarak benin karşısına dikildiğini, güçlenen benin ise daha sonra bu tür özdeşleşme etkilerine karşı çok daha dirençli davranabildiğini tekrar tekrar söyledik. Üstben, bendeki ya da ben karşısındaki özgün yerini iki yönden değerlendirilmesi gereken bir nedene borçludur: Bir kere üstben, ben henüz çok zayıfken gerçekleşmiş olan ilk özdeşleşmedir, ayrıca üstben Oidipus kompleksinin mirasçısıdır, yani bene giren en önemli nesneleri o sunmuştur. Üstbenin daha sonraki ben değişiklikleri karşısındaki durumu, çocukluğun birincil cinsel döneminin ergenlik sonrası cinsel yaşamla ilişkisi gibidir. Bütün sonraki etkilere açık kalmakla birlikte baba kompleksinden türemiş olmasından kaynaklanan niteliğini, yani bene karşı çıkabilmek ve ona egemen olmak yeteneğini yaşam boyu elinde tutar. Üstben, benin bir zamanlarki zayıflık ve bağımlılığının bir anıtıdır ve egemenliğini olgun ben üzerinde de sürdürür. Çocuğun anne babasına itaat zorlaması altında bulunuşu gibi ben de kendi üstbeninin emri altına girer. Bununla birlikte, üstbenin idin ilk nesne yatırımlarından, yani Oidipus kompleksinden türemiş olması daha da büyük bir önem taşır. Bu türeyiş üstbeni idin türoluşsal mirasıyla ilintilendirir ve üstben idde izlerini bırakmış olan erken ben oluşumlarını yeniden canlandırır. Böylece üstben her zaman idin yakınında durur ve bene karşı onun vekaletini üstlenebilir. İdin derinlerine dalar ve bu yüzden bilince benden daha uzaktır. Normal, bilinçli suçluluk duygusunun (vicdan) yorumlanmasında hiçbir zorluk yoktur; bu ben ile ben ideali arasındaki gerilimden ortaya çıkar, benin kendi eleştirel tarafınca mahkum edilişinin ifadesidir. Nevrotiklerin bilinen aşağılık duygusunun da bundan pek uzak olmaması gerekir. Takıntı nevrozunun belirli biçimlerinde suçluluk duygusu özellikle gürültücüdür, fakat ben önünde kendi haklılığını ispat edemez. Suçluluk duygusunun dayandığı bastırılmış dürtüler gerçekten ortaya çıkartılabilir. Burada üstben, bilinçsiz olan idi bene göre çok daha iyi tanımaktadır. Üstbenin bilinç üzerinde denetim sağladığı izlenimi melankolide daha da kuvvetlidir. Ama burada ben karşı koymaya hiç cesaret edemez, suçluluğunu kabul eder ve cezaya razı olur. Bu farkı anlayabiliyoruz. Takıntı nevrozunda söz konusu olan benin dışında kalan itiraz edilebilir itkilerdir; melankolide ise üstbenin öfkesinin yöneldiği nesne özdeşleşme yoluyla bene alınmış bulunmaktadır. Bu iki nevrotik bozuklukta suçluluk duygusunun böylesine bir güce erişmesini anlamak kolay değildir, ama asıl sorun bir başka yerde yatmaktadır. Bilinçdışı suçluluk duygusu esas olarak histeride ve histerik tipteki durumlarda bulunabilir. Burada suçun bilinçdışında kalışının mekanizması kolaylıkla fark edilebilir. Histerik ben kendi üstbeninin eleştirisinden gelen rahatsız edici algılamanın tehdidine karşı, diğer tahammül edilemeyen nesne yatırımlarında olduğu gibi bastırma eylemiyle korunmaya çalışmaktadır. O halde suçluluk duygusunun bilinçdışı kalışının nedeni bendir. Biliyoruz ki ben başka zamanlarda kendi üstbeninin hizmetine ve emirlerine öncelik tanımaktadır; ama burada güçlü efendisine karşı aynı silahı kullanmaktadır. Bilindiği gibi, takıntı nevrozunda tepki oluşturma olgusu ağırlık taşır; histeride ise ben yalnızca suçluluk duygusunun nedeni olan malzemenin uzak tutulmasını sağlayabilmektedir. Daha da ileri giderek, suçluluk duygusunun büyük bir kısmının normal olarak bilinçdışı kalması gerektiği, çünkü vicdanın oluşumunun, bilinçdışına ait olan Oidipus kompleksine derinden bağlı olduğu varsayımını ileri sürebiliriz. Normal insanın yalnızca sandığından daha ahlaksız olmayıp aynı zamanda bildiğinden çok daha ahlaklı olduğu şeklindeki paradoksal önerme ileri sürülecek olursa, bu yargının ilk yarısına bulgularıyla destek sağlayan psikanalizin, ikinci yarısına bir itirazı olmayacaktır. Bu Bd (bilinçdışı) suçluluk duygusunda bir artışın insanları cani de yapabileceğini keşfetmek şaşırtıcı olmuştur. Ama bunun gerçek olduğundan kuşku yoktur. Birçok suçluda, özellikle gençlerde, suçtan önce varolan, dolayısıyla onun sonucu değil saiki olan çok güçlü bir suçluluk duygusu görmek mümkündür. Sanki bu bilinçsiz suçluluk duygusunu gerçek ve elle tutulur bir şeye bağlamak onları rahatlatmaktadır. Bütün bu durumlarda üstben, bilinçli benden bağımsızlığını ve bilinçdışı idle olan derin bağlarını ortaya koymaktadır. Bendeki bilinç-öncesi sözcük kalıntılarına yüklemiş olduğumuz önemle bağlantılı olarak, Bd olduğu ölçüde üstbenin böyle sözel ifadelerden mi oluştuğu, eğer değilse neden oluştuğu sorusu ortaya çıkar. Mütevazi yanıt, ben için olduğu kadar üstben için de, kökenin duyulmuş olan şeylerde yattığının inkar edilemeyeceğidir; çünkü üstben benin bir parçasıdır ve bu sözel ifadeler (kavramlar, çıkarsamalar) yoluyla bilinç tarafından ulaşılabilir halde kalır. Ancak yatırım enerjisi üstbenin içeriğine işitsel algı ( dersler ya da okuma) yoluyla değil, iddeki kaynaklar yoluyla ulaşır. Yanıtlanmasını ertelediğimiz soru şudur: Nasıl oluyor da üstben kendini esas olarak suçluluk duygusu biçiminde (daha doğrusu eleştiri olarak; suçluluk duygusu bendeki bu eleştiriye cevap veren algılamadır) dışavuruyor ve bu arada bene karşı böyle bir sertlik ve katılık gösteriyor? Önce melankoliye bakacak olursak, bilinci kendine çekip almış olan aşırı güçlü üstbenin, bireydeki tüm sadizmi ele geçirmişçesine acımasız bir şiddetle saldırmakta olduğunu görürüz. Sadizm tanımımıza göre, yıkıcı bileşenlerin üstbene mevzilendiğini ve bene karşı yönlendiğini söyleyebiliriz. Artık üstbene egemen olan yalın bir ölüm dürtüsü kültürüdür ve gerçekten de bu beni, eğer ben önce maniye başvurarak bu zalime karşı koymazsa, ölüme kadar götürmeyi başarır. Takıntı nevrozunun belirli biçimlerindeki vicdan azapları da aynı şekilde bunaltıcı ve can yakıcıdır, eziyetlidir, ama durum burada daha az saydamdır. Takıntı nevrozu hastasının, melankoliklerin aksine hiçbir zaman kendini öldürme adımını atmayışı dikkat çekicidir; o intihar tehlikesine karşı bağışık gibidir, histerikten çok daha iyi korunmuştur. Benin güvenliğini garantiye alan şeyin, nesnenin elde tutulması olduğunu anlarız. Takıntı nevrozunda genitallik öncesi duruma gerilemeyle, sevgi itkilerinin yerlerini nesneye karşı şiddet itkilerine bırakması mümkün olur. Ayrıca yıkıcı dürtü serbest kalmıştır ve nesneyi yok etmek istemektedir; ya da en azından böyle bir maksadı olduğu görüntüsünü vermektedir. Ben bu amaçları devralmaz, onlara karşı tepki oluşturmalarla ve ihtiyat tedbirleriyle mücadele etmektedir; bu amaçla idde kalır. Ama üstben bunlardan sanki ben sorumluymuş gibi davranır ve bu yıkıcı niyetleri öylesine bir ciddiyetle mahkum eder ki, bunların gerilemeyle ortaya çıkan bir görüntü değil, gerçekten sevginin yerine nefretin geçmesinin sonucu olduğu görülür. Her iki yöne karşı da çaresiz kalan ben hem cani idin küstahlıklarına, hem cezalandırıcı vicdanın ithamlarına karşı kendini savunmaya çalışır. Her ikisinin ancak en kaba eylemlerini frenlemeyi başarabilir, sonuç sonsuz bir kendine işkence ve daha ilerlediğinde de ulaşabildiği durumlarda nesneye yapılan sistemli eziyettir. Tehlikeli ölüm dürtüleri bireyde çeşitli şekillerde ele alınır. Bir kısmı erotik bileşenlerle karıştırılarak zararsızlaştırılır, bir kısmı saldırganlık şeklinde dışa yönlendirilir, ama kuşkusuz bunların büyük kısmı, içteki işlerini engellenmeden sürdürürler. Peki öyleyse melankolide üstbenin ölüm dürtülerinin bir toplanma yeri haline gelişi nasıl gerçekleşmektedir? Dürtü kontrolü ve ahlak açısından, idin tümüyle ahlak dışı olduğu söylenebilir; ben ahlaklı olma çabasındadır, üstben ise aşırı ahlaklıdır ve ancak idin olabileceği kadar zalim olabilir. İlginçtir ki insan dışa yönelik saldırganlığını ne denli kısıtlarsa ben idealinde o denli katı, o denli saldırgan olabilmektedir. Alışılmış bakış açısıyla bunun tersinin olduğu sanılır; ben idealinin oluşturduğu standartlar, saldırganlığın bastırılmasının saiki gibidir. Ama gerçek bizim ifade ettiğimiz gibidir: Bir insan kendi saldırganlığını ne kadar kontrol ederse, idealinin kendi benine karşı saldırganlık eğilimi o denli yükselir. Bu kendi benine karşı bir yer değiştirme, bir dönüş gibidir. Ancak sıradan, normal ahlak bile sert bir şekilde kısıtlayıcı ve zalimce yasaklayıcı karakter taşır. Acımasız, cezalandırıcı bir yüce varlık kavramı da buradan kaynaklanmaktadır. Bu ilişkileri yeni bir varsayım ileri sürmeksizin daha fazla açıklayamam. Üstben bildiğimiz gibi bir baba modeli ile özdeşleşme yoluyla oluşmuştur. Bu tür özdeşleşmelerin hepsi bir cinsellikten sıyrılma ya da kendini yüceltme karakterine sahiptir. Öyle görünüyor ki, ne zaman böyle bir dönüşüm olsa, bir dürtü çözülüşü de gerçekleşmektedir. Yüceltmeden sonra, erotik bileşenlerin kendilerine eşlik eden tüm yıkıcılığı bağlayacak gücü yoktur artık; dolayısıyla bu da saldırganlık ve yıkıcılık eğilimi olarak serbest kalır. Bu çözülme ideale genel sertlik ve zalimlik karakterini, diktatörce “Yapmalısın!” tavrını sağlayan şeydir. Takıntı nevrozunda ilişkiler başka türlüdür. Sevginin saldırganlık biçimine çözünmesi, benin bir çabasıyla değil idde olan bir gerileme sonucunda olmuştur. Ama bu süreç, idden üstbene yayılmış, üstben de bunun sonuncunda suçsuz bene karşı sertliğini artırmıştır. Ancak bu durumda, melankolide olduğu gibi, libidoyu özdeşleşme yoluyla kontrol altına almış olan ben, üstbenin libido tarafından artırılan saldırganlığının altında ezilmektedir. Ben önemli işlevler yüklenmiştir, onun algılama sistemiyle ilişkisinin gücü zihinsel süreçlerin zamansal düzenini oluşturur ve bunu gerçeklik deneyimine tabi tutar. Düşünce süreçlerinin işe koyulmasıyla motor boşalımların ertelenmesini amaçlar ve devingenliğin başlamasına egemen olur. Bu sonuncu güç gerçek olmaktan ziyade biçimseldir; benin eylemle ilişkisi, onayı olmaksızın yasa çıkartılamayan ama parlamentonun önerilerine karşı vetosunu kullanmadan önce çok fazla düşünen meşruti bir kralın durumu gibidir. Ben dışarıdan gelen bütün yaşam deneyimleriyle zenginleşir; ama id de onun egemenlik altına almaya çalıştığı ikinci dış dünyasıdır. İdden libidoyu çeker, idin nesne yatırımlarını ben oluşumlarına çevirir. Üstbenin yardımıyla, bizim için henüz karanlık olan bir biçimde, eski çağlardan kalma deneyimlerden yararlanır. İd içeriklerinin bene nüfuz edebildiği iki yol vardır. Biri doğrudandır, öbürü ben ideali üzerinden gelir: bazı zihinsel faaliyetler için bu yollardan hangisinin kullanıldığı son derece önemli olabilir. Ben dürtüleri frenlemeye doğru gelişir. Bu başarısında, idin dürtü süreçlerine karşı bir tepki oluşumu olan ben idealinin güçlü bir payı vardır. Psikanaliz benin idi fethetmeyi sürdürmesini sağlayacak bir araçtır. Ancak başka bir açıdan baktığımızda, aynı beni üç efendiye birden hizmet etmek zorunda olan ve bu yüzden de, dış dünyadan, idin libidosundan ve üstbenin sertliğinden gelen üç yönlü tehlikeye göğüs germeye çalışan zavallı bir yaratık olarak görüyoruz. Bu üç yönlü tehlikeye üç türlü kaygı denk düşmektedir, çünkü kaygı tehlikeden geri çekilişin ifadesidir. Bir sınır olgusu olarak ben, dünya ile id arasında arabuluculuk yapmak, idi dünyaya uygun hale getirmek ve kas eylemleri yoluyla da dünyayı id isteklerine uydurmak ister. Analitik terapi sırasındaki hekim gibi davranır; dış dünyayı dikkate alışıyla kendisini ide libido nesnesi gibi sunarak onun libidosunu kendisine çevirmeye çalışır. İdin yalnız yardımcısı değil, aynı zamanda boynu bükük kölesidir, efendisinin sevgisi için çabalar durur. İdle olabildiğince uyum içinde kalmaya çalışır, onun Bd (Bilinç dışı) emirlerini Bö (Bilinç öncesi) rasyonalizasyonlarına uydurur. İdin katı ve eğilmez olduğu durumlarda bile, id gerçeğin uyarılarına itaat ediyormuş gibi yapar. İdin gerçeklikle ve imkan bulduğunda üstbenle de çatışmalarını kamufle eder. İd ile gerçeklik arasındaki konumuyla sık sık dalkavukluk, oportünistlik ve yalancılık yapar; gerçeği görmesine karşın kamuoyuna yaranmak zorunda kalan bir politikacı gibidir. İki tür dürtü arasında ben tarafsız değildir. Özdeşleşme ve yüceltme çalışmalarıyla iddeki ölüm dürtülerinin libidoyu kontrol etmesine yardım eder, ama bu arada ölüm dürtülerinin nesnesi haline gelmek ve bizzat ortadan kalkmak tehlikesiyle karşılaşır. Yardım edebilmek amacıyla kendisi libidoyla dolmalıdır, böylelikle kendisi Eros’un temsilcisi olur ve artık yaşamak ve sevilmek ister. Ancak benin yüceltme çalışmaları dürtülerin ayrışmasına ve üstbende saldırganlık dürtülerinin serbest kalmasına yol açtığından, libidoya karşı mücadelesinde kötü muameleye uğrama ve ölüm tehlikeleriyle karşı karşıya kalır. Ben, üstbenin saldırıları altında ezildiğinde ya da bunlara teslim olduğunda kaderi, kendi yarattıkları bozunma atıkları tarafından yok edilen tekhücrelilere benzer. Ekonomik açıdan, üstbende işlev gören ahlak da bu bozunma ürünlerine benzer. Benin bağımlı ilişkileri arasında, üstbenle ilişkisi herhalde en ilginç olanıdır. Ben aslında kaygının mekanıdır. Üç yönden gelen tehlikelerin tehdidi altında ben, yatırımlarını tehdit edici algılardan ya da iddeki benzer biçimde değerlendirilen süreçten çekerek bir kaçma refleksi geliştirir ve kaygısını çevresine yayar. Bu ilkel tepki daha sonra koruyucu yatırımlar yoluyla ortadan kalkacaktır (fobilerin mekanizması). Benin dışarıda ya da iddeki libido tehlikesinde korktuğu şeyin ne olduğu belirlenemez; ancak korktuğu yadsınamaz. Bunun yenilgi ya da yok ediliş korkusu olduğunu biliyoruz, ama bu analitik olarak kavranamaz. Ben sadece haz ilkesinin uyarısına itaat etmektedir. Buna karşılık benin üstbenden korkusunun, vicdan korkusunun ardında neyin yattığını ayırt edebiliriz. Ben ideali haline gelmiş olan yüce varlık bir zamanlar onu hadım etmeyle tehdit etmekteydi ve bu hadım edilme korkusu muhtemelen daha sonra vicdan korkusunun etrafında oluştuğu çekirdek haline gelmiştir; vicdan korkusu olarak sürüp giden budur. Her korkunun aslında ölüm korkusu olduğu sözü kulağa hoş gelmekle birlikte, pek bir anlam içermez; en azından haklı çıkarılması mümkün değildir. Ölüm korkusunu nesne korkusundan (gerçekçi korkudan) ve nevrotik libido korkusundan ayırmak bana çok daha doğru geliyor. Ölüm olumsuz içerikli soyut bir kavram olduğu, buna bilinçdışı bir karşılık bulunmadığı için bu psikanalizin önüne zor bir sorun çıkarmaktadır. Ölüm korkusunun mekanizması ancak, benin narsistik libido yatırımını büyük ölçüde bırakması, yani kaygı duyduğu başka durumlarda bir dış nesneyi terk ettiği gibi kendisini terk etmesi olarak görülebilir. Bence ölüm korkusu, ben ile üstben arasında ortaya çıkan bir şeydir. Ölüm korkusunun, başka kaygı oluşumlarıyla tamamen benzer olan iki durumda ortaya çıktığını biliyoruz. Bunlar dış bir tehlikeye karşı tepki ve örneğin, melankolide olduğu gibi, bir iç süreç sonucudur. Nevrotik ifade bize bir kez daha normal durumu kavramakta yardımcı olacaktır. Melankolideki ölüm korkusunun tek açıklaması vardır: Ben, üstben tarafından sevilmek yerine nefret edildiğini ve zulme uğradığını hissettiği için kendinden vazgeçer. O halde ben için yaşamak sevilmekle aynı şeydir. Üstben, en başlarda babanın, daha sonraları ise Tanrı İnayeti ve Kaderin üstlendiği koruyucu ve kurtarıcı işlevi temsil etmektedir. Ama ben kendi gücüyle başa çıkamayacağına inandığı çok büyük bir tehlike karşısında kaldığında da aynı sonucu çıkarmak zorunda kalır. O zaman bütün koruyucu güçler tarafından terk edilmiş olduğunu düşünür ve kendisini ölüme bırakır. Ayrıca ilk büyük doğum kaygısının ve bebeğin özleme kaygısının, yani koruyucu anneden ayrılmadan kaynaklanan kaygının temelinde yatan da bu durumdur. Bu düşüncelerin sonucunda ölüm korkusu da vicdan korkusu gibi hadım edilme korkusunun geliştirilmiş bir biçimi olarak ele alınabilir. Suçluluk duygusunun nevrozdaki büyük önemi, sıradan nevrotik kaygının ağır durumlarda ben ile üstben arasında kaygının doğmasıyla (hadım edilme korkusu, vicdan korkusu, ölüm korkusu) güçleniyor olmasını da anlaşılır kılar. Sonunda gene ide dönecek olursak, id bene sevgi ya da nefret göstermek için hiçbir araca sahip değildir. İstediğini söyleyemez, birleşik bir iradeye ulaşamamıştır. Eros ve ölüm dürtüleri onun içinde savaşmaktadır. Bir dürtünün öbürüne karşı hangi silahlarla kendini savunduğunu gördük. İdin dilsiz fakat kudretli ölüm dürtüsünün egemenliğinde bulunduğunu, sükünet bulmak ve huzur bozucu Eros’u haz ilkesinden destek alarak sakinleştirmek istediğini canlandırabiliriz gözümüzde. Ama o zaman da Eros’un rolünü küçümsüyor olma ihtimalimiz çıkar ortaya. | |
|
Etiketler |
bağımlı, benin, İlişkileri |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Benin ve Benin Coğrafyası | Ezgi | Genel Coğrafya | 0 | 27 Haziran 2012 21:07 |
Porto Novo \ Benin | efLatun | Dünya üzerindeki yerler ve tarihi mekanlar | 0 | 10 Mart 2012 18:41 |
Royal Sarayı/Benin | Afrodit | Dünya üzerindeki yerler ve tarihi mekanlar | 0 | 02 Aralık 2011 18:03 |
Facebook İlişkileri | JB | Genel Paylaşım | 0 | 25 Aralık 2010 22:09 |
Benin Sanatı | YapraK | Kültür ve Sanat | 0 | 30 Eylül 2009 04:13 |