Narsist Kişilerde Betimleyici ve Psikodinamik Özellikler Narsistik kişiler, en temelde içselleştirilmiş nesne ilişkilerindeki spesifik çatışmalarla bağlantılı olarak benlik değerlerinde, kendine güven ve saygı duymada ciddi sorun yaşayan kişilerdir (Kernberg, 1975). Narsistik kişinin tüm çabası bu dünyada değerli, anlamlı ve meşru bir varlık olduğunu diğer insanlara tasdik ettirmektir.
Görünüş itibariyle, narsistik kişi, genellikle, kibirli, üstten bakan, kendini beğenmiş, soğuk, mesafeli ancak çoğu kez çekici bir izlenim verir (Kernberg, 1975). Diğer insanlara kıyasla özel ve üstün biri olduğunu düşünür. Yüzeyde bu kişiler ciddi bir davranış bozukluğu göstermeyebilirler, hatta bazıları sosyal ve mesleki olarak oldukça başarılıdırlar.
Kendilerinden memnuniyet duymak, kendilerini sevilebilir hissetmek için mükemmel, kusursuz görünmeye ihtiyaç duyarlar. İnsanların takdirini, onayını, sevgisini, beğenisini; karakteristik olarak ise hayranlığını kazanmanın peşindedirler. Başkalarından aldıkları takdir ya da kendi büyüklenmeci fantezileri dışında hayattan pek zevk almazlar.
İnsanların hayranlığını kazandıklarını, onların gözünde mükemmel göründüklerini veya idealize ettikleri kişinin onayını hissettikleri durumda ancak kendilerini iyi, sevilebilir, güven dolu ve mutlu hissederler. Bu olmadığı takdirde hissettikleri huzursuzluk, sıkıntı ve çökkünlüktür. Kendilerine dair büyüklenmeci, şişkin bir benlik temsiline sahip olmakla ötekinin hayranlığına muhtaç olmak çelişki gibi görünebilir (Kernberg, 1975). Ötekinin hayranlığını elde etmek suretiyle büyüklenmeci benlik temsilini ve iyilik halini sürdürebilir ve ancak bu sayede bilinçdışında tuttukları olumsuz duygulanım ve imgelerle yüklü özbenliklerini bastırmaya devam edebilirler.
Özellikle idealize ettikleri insanların kendileri hakkındaki duygu ve düşüncelerine aşırı bir hassasiyet gösterirler. İmaj, dışarıya karşı nasıl göründüğü narsistik kişi için hayati bir önem taşır. Gerçekte ne olduklarından ziyade nasıl göründüklerini daha çok önemserler. Kendilerini, dışarıdan bir gözle izlerler. Bu nedenle, narsistik kişinin zihni tipik olarak sürekli biçimde kendisiyle, insanların gözündeki izlenimiyle meşguldür. Ötekinin gözüne girmek, benliği ifade etmenin önüne geçmiştir.
Bu kişiler kendilerine hayranlık kazandıracak sahte, gerçek özdeşleşmelerden uzak, yüzeysel özdeşleşmeleri yansıtan imajlara, davranışlara bürünürler. İdealize ettikleri kişiye/kişilere özenir, onu/onları görünüş, davranış olarak taklit ederler. Sürekli biçimde reel benliklerini özdeşleşmek istedikleri ideal benlikleriyle kıyaslar ve uygunluğunu sınarlar. Başkalarına olduğu kadar kendilerine karşı da acımasız biçimde eleştireldirler ve kendilerini sürekli biçimde olmaları gerekenden eksik hissederler.
Narsistik kişi sürekli olarak mükemmel imajını diri tutacak, besleyecek aynalamalara ihtiyaç duyar. Bu tepkileri elde etmek için uğraşır durur. Dolayısıyla, kendini iyi hissetmenin yolu olarak narsistik kişi tipik olarak büyüklük ve üstünlük hissini pekiştirmek için sürekli bir şeyler yapmak zorunda hisseden, performans zorlantısı içindeki kişidir.
Narsistik kişi, benliğinin uzantısı olarak yaşantıladığı çevresindeki canlı ve cansız tüm nesnelerin de kendi mükemmelliğini yansıtmasını, onların da mükemmel görünmelerini bekler; ev, araba, giysi, gidilen mekanlar, partner, ilişki içinde oldukları insanların mükemmelliği, bir bakıma, onun mükemmelliğinin kanıtıdır (Masterson, 1990).
Dünyayı şöhretli, zengin, büyük ve önemli insanlar ile aşağılanabilir, değersiz,"düşük kalite" insanlar biçiminde ikiye böler. Büyük, önemli, zengin ve güçlü gruba değil de "düşük kaliteli" gruba ait olmaktan korkar (Kernberg, 1975). Sıradan olmak narsistik kişi için aşağılayıcı ve korkutucudur.
Mükemmel görünmediğini hissettiğinde ya hep ya hiç kuralını işletir; kendini değersiz, önemsiz, yetersiz, zavallı, kusurlu, hiçbir işe yaramayan ve bir hiç hisseder. Büyüklenmeci benliğin çöktüğü depresif dönemlerinde hipokondriya, ölüm anksiyetesi, paranoid kaygılar yoğunlaşır. Bu duygulanımlar, narsistik bireyin kendini neye karşı savunduğunu açığa çıkarır. Tüm gayreti, ona derin bir ıstırap veren değersizlikle yüklü özbenliğin inkârına yöneliktir.
Mükemmel olmaktaki başarısızlık şiddetli utanç duygularını açığa çıkarır. Nevrotik bireydeki suçluluk duygusuna karşılık narsistik kişinin merkezi duygusu yetersizlik hissine bağlı olarak ortaya çıkan [glow=yellow,2,300]utançtır[/glow].
Eleştiriye ve başarısızlığa karşı oldukça hassastırlar. Bu durumda kendilerini incinmiş ve küçük düşmüş hisseder, öfkeyle tepki verirler. Bu kişiler açısından "başarısızlık" rekabet içeren bir ortamda birinci, önde gelen ya da tercih edilen kişi olamamak anlamını taşır. Terapi içinde rekabetlerinin ketlenmesi çoğu kez hatalı bir biçimde oidipal rekabetten kaçınma biçiminde yorumlansa da, dikkatle incelendiğinde, bu ketlenmenin temelde büyüklenmeci benliğin narsistik kırılganlığına karşı bir savunma olduğu anlaşılır (Kernberg, 1975).
Gücünü özbenliğinden değil narsistik yatırımda bulunduğu ötekilerin gözündeki hayranlık dolu ışıltıdan alır narsistik kişi. Kendini iyi hissetmenin tümüyle nesneye endeksli bu yolu yabancılaşmaya işaret eder; narsistik kişi yabancılaşmış kişidir. Spontan, olduğu haliyle değil, ancak, hayranlık uyandıracağını düşündüğü, özbenliğine yabancı sahte bir benlik sayesinde sevilebileceğine derinden inanmıştır.
Aslında, çoğu kez zannedilenin aksine narsistik kişi kendini seven değil kendinden nefret eden kişidir. Bilinçdışında kendini değersiz, eksik, kusurlu ve küçük görür. Tüm savunmaları nefret ettiği özbenliğini bastırmak ve hayranlık elde etme yoluyla temel nesne nezdinde kendini sevilebilir hale getirmeye yöneliktir. Ancak bu durumda, benlik değerini yükseltebilir ve dolayısıyla kendini iyi hissedebilir.
Özbenliğiyle dışarı yansıttığı imajı arasındaki bu zıtlık narsistik kişinin yapaylık, yapmacıklık ve sahtelik hissi yaşamasına yol açar. Sevgiyi, beğeniyi, hayranlığı elde ettiğindeyse içten içe gerçekten sevilmediğini, aslında sevilenin sahte benliği olduğunu hisseder. Bu farkındalık, elde ettiği hayranlığın keyfini ve coşkusunu gölgeler.
Sevgi ve hayranlık narsistik kişinin iç dünyasında eş anlamlıdır. Sevmek ve sevilmek için kusursuz, mükemmel, hayranlık uyandırıcı olmak gerektiğine inanır. Psikanalitik inceleme, sevilmemekten ve değer görmemekten yakınan narsistik bireyin aslında kendisinin kimseyi gerçekten sevmediğini ve değer vermediğini ortaya çıkarır. Narsistik kişinin sorunu aslında sevilmemek değil sevememektir. Narsistik birey için sevgi nesnesi, içinden akıp gelen coşkuyla bağlandığı biri değil çatışmalarına karşı ona emniyet hissi veren bir korkuluktur. [glow=yellow,2,300]Sevgisizlik, iç dünyada agresyonun libido üzerindeki hâkimiyetinin fenomenolojik göstergesidir. [/glow]
Sahte benlik doğrultusunda davranan narsistik bireyin en temel karakteristiklerinden biri -belki de en önde geleni- spontanlığını yitirmiş olmasıdır. İçsel özgürlük olarak da nitelenebilecek spontanlık kaybı, özbenlik kaybının kaçınılmaz bir sonucudur.
İçsel özgürlüğünü yitirmiş olan narsistik kişi, içinden geldiği gibi davranamaz. Travmaya uğrayacağı, gözden düşeceği; nesnenin ve benliğin agresyonunu uyaracağı, yaralı ve kusurlu benliğinin açığa çıkacağı kaygısıyla spontanlığını ketler. Dolayısıyla, sürekli büyüklenmeci benliğin empoze ettiği biçimde ölçülü, kontollü, hesapçı davranır.
Özbenliklerini sürekli biçimde bastırdıkları için spontan, hakiki gereksinimleri hiçbir zaman tatmin bulmaz. Gerçek gereksinimlerin güdülemediği, aksine bu gereksinimlerin bastırılmasından enerjisini alan sahte benliğin kazanımları, başarıları ve tatminleri ancak geçici bir mutluluk verir.
Hakiki mutluluğun ve doyumun içsel (ve dışsal) nesne tarafından olumlanan özbenlik kökenli arzuların spontan ifadesi ve doyumuyla mümkün olabileceği gerçeğinden habersiz, her doyumsuzluğun ardından yeni bir sahte tatmin kaynağına yönelirler.
Özbenliğin bastırılmış olması nedeniyle hakiki, spontan gereksinimlerin asla tatmin nesneleriyle buluşamaması, narsistik kişide tipik olarak anlamsızlık hissi yaratır; zira anlam ancak özbenliğin nesnesiyle buluştuğunda benliğin yaşayabileceği hissiyattır. Nitekim özbenliklerini bastırmış olan narsistik bireylerin terapiye başvurma sebepleri arasında en başta geleni anlamsızlık duygusudur , her türlü sözde tatmine rağmen tam anlamıyla mutlu ve tatminkâr olmamaları tipik yakınmalarıdır. Kronik tatminsizlik ve memnuniyetsizlik hissi narsistik birey için karakteristiktir.
Narsistik kişiler özbenliklerini ve dolayısıyla tüm spontan duygulanımlarını ketlediklerinden, duygu ve düşüncelerini tarif ederken sıklıkla "hissiz" terimini kullanırlar; hiçbir hakiki duygu yaşayamadıklarından yakınırlar. Bu noktada, mitolojideki "Narkisos"la "narkoz"un ortak "nark-" kökünden geldiğini ve "hissiz" anlamını taşıdığını kaydetmek ilginçtir.
Özbenliğe uygun yaşayamamanın bir diğer önemli sonucu narsistik bireylerin kendilerini olgun, yetişkin hissedememeleri, çocuksu hissetmeleridir. Sıklıkla "kalıbının adamı" olamadıklarından yakınırlar.
Günlük yaşamlarında sorumluluklarını adeta görev icabı, sürükleniyormuşçasına yerine getirirler (Kernberg, 1975). Yaşamlarının merkezinde ürpertici bir boşluk, can sıkıntısı ve anlamsızlık hissederler. Boşluk duygusunu yaratan özbenliğin ketlenmişliği, bilinçdışı patolojik/patojen nesne ilişkisinin bilince yansıyan ürpertisi, hakiki tatmin eksikliği, umutsuzluk, karamsarlık ve sıkıntıdır. İçsel boşluklarını doldurmak için çeşitli dışavurum davranışlarına yönelirler. Derinliği ve geleceği olmayan gelişigüzel yüzeysel ilişkiler, anlamsız ve/veya sapkın cinsel etkinlikler, alkolizm, madde kullanımı, aşırı başarı hırsı, işkoliklik; ideolojik, dinsel ve grupsal fanatizm yaygın dışavurumlardır (Masterson, 1990).
Narsistik kişi için varoluş henüz burada olmayan, gerçek hayatın ve gerçek aşkın başlayacağı ânı arama ve bekleme sürecidir (Bromberg, 1986). Şu an, daima kusurlu ve ek******. Umut hep karşı kıyıdadır. Büyüklenmeci benlik tatmine ulaştığında ve bu sayede insanların hayranlığını kazandığında sonsuz emniyet, tatmin, mutluluk ve sevgiye kavuşacağı tipik fantezisidir.
Onu hayatın risklerinden, acılarından, tatminsizliklerinden ve tehlikelerinden; aslında temelde bir türlü başaçıkamadığı dünya karşısındaki âcizliğinden kurtaracak ideal, tatmin edici, sevgi dolu omnipotent nesneyle, onun hayranlığını kazanmak suretiyle kaynaşma arzusu tüm davranışlarının ardındaki temel güdülenme kaynağıdır. Yaşam, bu fantastik kaynaşmanın peşinde koşarken geçen zamandır; kâh bunu bir süreliğine de olsa yakaladığı yanılsamasına kapılır, kâh hayalkırıklığıyla umudunu sonrasına erteler. Ancak, hiçbir zaman bu kaynaşma fantezide olduğu gibi gerçekleşmez; ancak, narsistik kişi hep bu umutla sürekli başarı, hayranlık, ideal aşk, ideal partner peşinde sonsuz bir arayış içinde koşar durur. Bu arada hayat geçip gider.
En rasyonel görünenlerinde bile bilinçdışı kurtarıcı fantezisini tespit etmek ilginçtir. En temelde hayatlarını onlar adına kolaylaştıracak birinin varlığına ihtiyaç duyarlar. Hayatlarının (özbenliklerinin demeli belki de) sorumluluğunu almaktan kaçınırlar; özbenlik ketlenmesi sonucunda özbenlik doğrultusunda irade ve inisiyatif de ketlenir. Başka alanlarda oldukça yetenekli olabilen narsistik birey adeta öğrenilmiş çaresizlikle kendi arzuları karşısında irade ve inisiyatif gösteremez; zira sonuç alamayacağına, arzularının kötülüğüne, travmaya uğrayacağına derinden inanmıştır.
Sahip olduğu iradeyi, özbenliği doğrultusunda değil büyüklenmecilik ve idealizasyon yoluyla narsistik yatırımda bulunduğu kişi veya kişilerin iradelerini, kendi savunmacı narsistik gereksinimleri lehine etkilemede kullanmaya çalışır. Bu nedenle, narsistik bozuklukta arzu kipi tersine döner; edilgenleşir. Narsistik kişiler kendi arzuları peşinde gitmektense ötekilerin arzusunun nesnesi olmayı tercih ederler. Arzu tatmini ego becerisi sayesinde değil "benliğe hayran öteki" aracılığıyla gerçekleşecektir. İdeal ötekinin arzu nesnesi haline geldiği takdirde arzusunun doyurulacağı, içsel özgürlüğüne kavuşacağı beklentisi vardır.
Paradoksal biçimde itaatkârlığın özgürlüğü ve tatmini getireceğine inanır. Büyüklenmecilik, bir bakıma, ideal öteki temsilinin yansıtıldığı kişinin hayranlığını kazanmak suretiyle onun yaşamsal desteğini almaya yönelik bir manevradır. Ancak, ötekinin arzu nesnesi olmak için kendi arzusunu bastırdığı ve dolayısıyla arzunun nesnesiyle buluşma imkânını ortadan kaldırdığı için kendini hiçbir zaman gerçek anlamda tatminkâr ve huzurlu hissedemez. Ne kadar itaatkâr, boyun eğici olursa kendinden, gerçek tatminden, özgürlüğünden ve mutluluğundan da o kadar uzaklaşır.
Narsistik kişi, temelde özbenliğinin bastırılmasına bağlı narsistik çatışmaların yol açtığı içsel güçsüzlüğünü ya güce sahip olarak ya da gücün parçası olarak -ki bu durumda da dolaylı olarak güce ulaşır- aşmaya çalışır . Kendini "potent" hissedemediği için "omnipotent" olmaya çalışır; bilinçdışında kendini "hiç" hissettiği içindir ki "hep" olmak ister.
Büyüklenmeciliğin yanı sıra güç atfettiği kişileri idealize etmesi, ancak ilk kusurlarında ya da yaşadığı hayalkırıklıklarında hızla gözden düşürmesi narsistik bireyin tipik davranışıdır. Yakından incelendiğinde idealize ettiği kişinin kendi büyüklenmeci benliğinin yalnızca bir uzantısı olduğu anlaşılır (Kernberg, 1975).