Konuya evrimsel bakışla göz atacak olursak, insanlar da hayvanlar âlemine dâhil. Her ne kadar bizleri diğer türlerden ayırt eden beyin ön lobumuzdaki gelişim üst düzey bilişsel fonksiyonlarda daha ileri bir konumda bulunmamıza salık verse de, öğrenme, algı, duygu mekanizmaları gibi konularda onlarla aramızdaki psikolojik benzerlikleri yadsıyamıyoruz. Öyle ki, bu benzerlikler birçok araştırmacıya psikopatolojik rahatsızlıkları çalışırken, hayvan modelleri oluşturma konusunda ilham veriyor. Tüm omurgalıların beyinlerindeki nörotransmiter sistemleri az çok benzerlik gösteriyor. Bu nedenle de, özellikle psikiyatrik ilaç geliştirmeye yönelik araştırmalarda, yaşamsal risk oluşturabileceğinden deneyler hayvanlar üzerinde yapılıyor. Örneğin, stres –ki bu, hayvanın herhangi bir korku öğesinden kaçamayacağı bir durumda ortaya çıkabilir- hayvanlarda da tıpkı insanlarda olduğu gibi kimi depresif belirtilere ya da öğrenilmiş çaresizlik yanıtlarına neden olabiliyor.
Bu konuda ilk adımı ise Ivan Pavlov’un atmış olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Pavlov, 1903 yılında 14. Uluslararası Tıp Kongresinde, Madrid’te “The Experimental Psychology and Psychopathology of Animals” (Deneysel Psikoloji ve Hayvanların Psikopatolojisi) adlı bildirisini sundu. Bu bildiri şartlı refleksleri tanımlıyor ve hayvanlar üzerinde yaptığı çalışmalar sonucu, şartlı reflekslerin ----olojik olduğu kadar temel psikolojik bir fenomen de olduğunu söylüyordu.