01 Temmuz 2013, 05:54 | #11 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Gelişmekte olan Ülkelerde demografik geçiş ve yoksulluk ilişkisi tezi 4.3.1.1.Türkiye’de Demografik ve Sosyo-ekonomik Değişiklikler Türkiye büyük bir demografik değişime sahne olmaktadır. Yaşanmakta olan değişim sürecinin bir takım toplumsal, ekonomik ve politik etkilerinin olması kaçınılmazdır. Günümüzde, Türkiye’nin nüfus artış hızı azalarak, gelişmiş ülkelerin seviyesine yaklaşmış bulunmaktadır. Demografik geçişin en önemli etkisi, nüfusun yaş yapısı üzerinde olmaktadır. Toplam nüfus içinde, genç nüfusun oranı azalmakta ve çalışma çağındaki nüfus (15-64 yaş) artmakta olup, bu artış devam edecektir. Bu bağlamda yaşlı nüfus (65 yaş üzeri) artışı da yaşanmaktadır. Değişmekte olan demografik yapı Türkiye için fırsatlar sunduğu gibi, bazı sorunları da beraberinde getirmektedir. Bu sorunlar, sosyal, ekonomik ve politik alanlarda kendini göstermekte, sorunların da fırsatlar gibi göz önüne alınması, 50 yıl sonrası için doğru politikalar belirlenmesi, Türkiye’nin içinde bulunduğumuz yüzyılda gelişmiş bir ülke konumuna ulaşması için gereklidir (TÜSİAD, 2010, s. 14). Bir başka ifadeyle,demografik geçiş sürecinde, özellikle, bağımlı nüfusun toplam nüfus içerisindeki payının azalması ve buna karşılık olarak çalışma çağındaki nüfusun toplam nüfus içerisindeki payının artmasının Türkiye için fırsatlar mı yoksa riskler mi yaratacağı, Türkiye’nin hayata geçireceği politikaların uygun ve yerinde politikalar olmasına bağlıdır. i) Türkiye’nin demografik yapısındaki değişiklikler: Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü (HÜNEE) tarafından yapılan ve Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA-2008) kapsamında yer alan çalışma, Türkiye’de meydana gelen demografik değişmeleri kapsamlı olarak ele almaktadır. TNSA-2008’de ifade edildiği gibi, Türkiye’de ilk nüfus sayımı 1927 yılında yapılmış ve bu sayım sonucunda, Türkiye nüfusu 13,6 milyon olarak hesaplanmıştır. Uzun savaş döneminin geride kalmasıyla nüfus hızlı bir artış göstermeye başlamıştır. Türkiye’nin nüfus artış hızı, 1950’lerin ortalarında binde 28 ile en yüksek seviyeye ulaşmış, 1960’lardan itibaren ise azalmaya başlamıştır. Azalışın devam etmesiyle, nüfus artış hızı 1970’lerde binde 25’e, 1980’lerde binde 20’ye, 2000’lerde ise binde 15’e gerilemiştir. Günümüzde binde 13 seviyesinde seyreden yıllık nüfus artış hızının 2023 yılında binde 9 seviyesinde olacağı öngörülmektedir. Türkiye’nin nüfus artış hızının 1960’lardan itibaren azalmaya başlamasına rağmen, nüfus büyüklüğü sürekli artış göstermiş ve 2000’li yıllarda 72 milyona kadar ulaşmıştır. (TÜİK; 2009, Akt; HÜNEE, 2009, s. 14). 112 Tablo 26’da yer alan verilerde görüldüğü üzere, 1935 yılından bu yana nüfus artış hızında genel olarak bir azalış söz konusudur. Özellikle 1980’lerden itibaren nüfus artış hızı giderek yavaşlamıştır. Ancak, bu azalış, Türkiye’nin nüfusunun artmadığı anlamına gelmemektedir. 2000 yılında 67,8 milyon olan Türkiye nüfusu, 2011 nüfus sayım sonuçlarına göre 74 milyona ulaşmıştır. Türkiye’nin nüfusu, nüfus artış hızının azalmasına karşılık, belli oranlarda artmaya devam etmektedir. Söz konusu artışın, yaklaşık olarak 2020’lere, hatta 2040’lara kadar devam etmesi beklenmektedir. Tablo 26 Türkiye’nin Nüfusu ve Yıllık Nüfus Artış Hızı, 1927-2000 Yıllık Nüfus Sayım Artış Yılı Nüfus Hızı(‰) 1927 13,648,270 - 1935 16,158,018 21,1 1940 17,820,950 17,03 1945 18,790,174 10,59 1950 20,947,188 21,73 1955 24,064,763 27,75 1960 27,754,820 28,53 1965 31,391,421 24,62 1970 35,605,176 25,19 1975 40,347,719 25 1980 44,736,957 20,65 1985 50,664,458 24,88 1990 56,473,035 21,71 2000 67,803,927 18,28 Kaynak: TÜİK İstatistik Yıllığı; 2009, s. 28 Türkiye nüfusunun yaş yapısı değişimine bakıldığında ise, 1935 yılından 1975 yılına kadar, yüksek doğurganlık oranları göze çarpmaktadır. Şekil 5’e bakıldığında, özellikle 1980’lerden itibaren doğurganlık seviyesinde azalmalar gözlemlenmektedir. 1985 yılı ve sonrasında, Türkiye’de, 0-4 yaş grubu nüfusun sayı olarak 5-9 yaş grubundan, 5-9 yaş grubunun ise 10-14 yaş grubundan önemli derecede az olması, doğurganlığın hızlı olarak azaldığının göstergesidir. 1935-1940 arasında 6,66 olan doğurganlık oranı, 1985-1990’da 3,28’e, 2000-2005’te ise 2,23’e gerilemiştir (HÜNEE, 2009, s.7-10). Türkiye’de doğurganlığın azalmasında, birçoğu evrensel nitelikte olan faktörlerin etkisi bulunmaktadır. Örneğin, kadınların eğitim düzeyinin yükselmesi ve 113 işgücüne katılımının artması, kentleşme-kentlileşme, ailelerin gelir düzeylerinin artması, sağlık hizmetlerine erişimin kolaylaşması gibi faktörler doğurganlık azalışı üzerinde önemli etkiye sahiptirler (Yüceşahin ve Özgür, 2008, Akt; Yüceşahin, 2009, s. 8). Bu faktörlere ilave olarak, bebek ölüm hızlarındaki düşüşün ve doğumda yaşam beklentisindeki artışın da doğurganlık azalışına neden olan faktörler arasında bulunduğu bilnimektedir (Yüceşahin, 2009, s. 8). Özellikle 2020’li yıllar, Türkiye’de nüfus artışını yavaşlayıp, durağan bir hal almaya başlayacağı bir dönem olacaktır. Bir başka ifadeyle, Türkiye nüfusunun yaş yapısı, durağan nüfusların yaş yapısının benzer bir hal alacak ve nüfus büyüklüğü de bu yıllardan itibaren tedrici olarak durağanlaşacaktır (HÜNEE, 2009, s.7-10). Bu durum ise, Türkiye’de bir başka değişimi beraberinde getirecek, yaşlı nüfusun toplam nüfus içerisindeki payı artmaya başlayacaktır. Diğer durağan nüfuslarda olduğu gibi yaşlı bağımlılık oranında artış yaşanacaktır. Şekil 5. Türkiye’de toplam doğurganlık oranları, 1935-2005 Kaynak: Yavuz, 2008, s. 138’den derlenmiştir. Türkiye’nin yaş yapısındaki değişim üzerinde, doğurganlıktaki azalmanın yanı sıra ölüm oranlarında görülen düşüşlerin de etkisi bulunmaktadır. Türkiye’de, 1935-1965 yılları arasında ölümlülük koşulları oldukça ağırdır (HÜNEE,2008, s. 10). Bununla birlikte, büyüklüğü kesin olmamasına karşın, 1920’lerin ortalarından 1940’lara kadar olan dönemde de ölüm oranlarında azalış söz konusudur. Cumhuriyetin ilk yıllarında en önemli sağlık problemi, yaygın olarak görülen bir takım bulaşıcı hastalıklardı (sıtma, trahom ve tüberküloz gibi). 1950’lerde bu tür hastalıkların kökü kazınmıştır. Türkiye, 0 1 2 3 4 5 6 7 8 1935-1940 1940-1945 1945-1950 1950-1955 1955-1960 1960-1965 1965-1970 1970-1975 1975-1980 1980-1985 1985-1990 1990-1995 1995-2000 2000-2005 Toplam Doğurganlık Oranı114 II: Dünya Savaşına katılmamış, ancak seferberlik ve yaşam koşullarındaki kötüleşmeler, ölüm oranlarının bu dönemde yüksek seyretmesine neden olmuştur (Yavuz, 2008, s. 136). Tablo 27 Türkiye’de Toplam Doğurganlık Oranları, Yaşam Beklentisi ve Bebek Ölüm Oranları, 1935-2005. Bebek Ölüm Toplam Oranı Doğurganlık Yaşam Beklentisi (1000 canlı Oranı doğumda) Erkek Kadın İki cins 1935-1940 6,66 34,7 36,2 35,4 273 1940-1945 6,55 30,1 32,6 31,4 306 1945-1950 6,85 36,7 39,6 38,1 260 1950-1955 6,9 42 45,2 43,6 233 1955-1960 6,6 46,5 49,7 48,1 203 1960-1965 6,19 50,3 54 52,1 176 1965-1970 5,7 52,4 56,4 54,3 153 1970-1975 5,3 55 59,2 57 138 1975-1980 4,72 57,5 61,7 59,5 115 1980-1985 4,15 59 63,2 61 93 1985-1990 3,28 61 65,3 63,1 70 1990-1995 2,9 64 68,5 66,1 54 1995-2000 2,57 66,6 71,2 68,8 40 2000-2005 2,23 68,5 73,3 70,8 31 Kaynak: Yavuz, 2008, s. 138 Tablo 27’de görüldüğü gibi, nüfusun daha kaliteli bir yaşam tarzına kavuşması ve sağlık hizmetlerinin iyileşmesi bebek ve anne ölümleri de dahil, kaba ölüm oranlarını azaltmıştır (TÜSİAD, 2010, s. 36). 1940 yılından başlayarak azalış gösteren ölüm oranları, 1970’lerden itibaren binde 10’un altına inmiştir (Yavuz, 2008, s. 137). 1990’lardaki ölüm oranları seyrine bakıldığında ise, ölüm oranlarının tüm yaş gruplarında azaldığı görülmektedir. Türkiye’de ölüm hızlarındaki düşüşün bir diğer göstergesi de, 65 yaş ve üzeri nüfusun, toplam nüfus içindeki payını artmasıdır. 1975 yılına kadar nüfusun sadece yüzde 3-4’ü 65 yaş üzeriyken, bu oran günümüzde yüzde civarında olup, 2023 yılında yüzde 10 civarında olacağı tahmin edilmektedir (HÜNEE, 2008, s. 10). Demografik geçiş sürecinde, Türkiye’de beklenen yaşam süresi de önemli 115 ölçüde değişmiştir. Türkiye’de beklenen yaşam süresi, II. Dünya savaşı sonrası, yani 1945 yılından itibaren ele alınmaya başlamıştır (TÜSİAD; 2010, s. 36). Türkiye nüfusunun yaş yapısında meydana gelen değişimler yaş grupları temel alınarak incelendiğinde, üç önemli dönüşüm dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki, doğurganlık ve ölümlülük koşullarının iyileşmesine bağlı olarak, Türkiye nüfusunun, zaman içinde, genç bir nüfus olmaktan çıkarak, daha yaşlı bir hale gelmesidir. İkincisi, 15 yaşından küçük olan nüfusun payının, özellikle doğurganlıktaki azalmadan dolayı, giderek azalmasıdır. Üçüncü gelişme ise, çalışma çağındaki nüfusun (15-64 yaş arası) zaman içinde giderek artmasıdır. Bu artışta, erken dönem ölüm hızlarındaki azalmadan çok, doğurganlığın yüksek olduğu yıllarda doğanların çalışma çağına girmeleri rol oynamaktadır (HÜNEE, 2008, s. 10). Tablo 28 Türkiye’de Yaş Bağımlılık Oranı, 1965-2012 Toplam Yaşlı Genç Yaş Bağımlılık Bağımlılık Sayım Bağımlılık Oranı Oranı Yılı Oranı (65+yaş) (0-14 yaş) 1965 84,89 7,33 77,56 1970 85,85 8,17 77,68 1975 82,33 8,39 73,94 1980 78,12 8,45 69,67 1985 71,81 7,22 64,59 1990 64,68 7,06 57,62 2000 55,1 8,83 46,27 2007 50,36 10,65 39,71 2008 49,51 10,23 39,28 2009 49,25 10,46 38,79 2010 48,89 10,76 38,13 2011 48,82 10,91 37,51 2012 48,03 11,12 36,91 Kaynak: TÜİK, 1960-2000 Genel Nüfus Sayımları, 2007 Yılından İtibaren ADNKS Sonuçları. Çalışma çağındaki nüfusun toplam nüfus içindeki payının artması Türkiye açısından hem bir ekonomik gelişme fırsatı, hem de bir istihdam baskısı yaratmaktadır (HÜNEE, 2008, s.11). Tablo 28’de görüldüğü gibi, Türkiye’de genç nüfus bağımlılık oranı yıllar itibariyle azalış göstermiştir ve bu azalış devam etmektedir. Özellikle 1985 116 yılından itibaren, her 100 çalışma çağındaki nüfusa düşen bağımlı nüfus sayısı yaklaşık olarak 50 ve altına kadar gerilemiştir. Bu durum, Türkiye için bir fırsat penceresi yaratmıştır. Ancak bu pencereden yararlanarak ekonomik büyüme sağlayabilmek için, sayısı artan çalışma çağındaki nüfusun eğitim yoluyla nitelikli hale getirilmesi ve uygun istihdam alanlarının yaratılması gereklidir. Genel bağımlılık oranının bileşenlerinden birisi olan çocuk bağımlılık oranı azalırken, yaşlı bağımlılık oranının Türkiye’de, tedrici de olsa, arttığı gerçeğidir. 2025 yılı ve sonrası için yapılan nüfus projeksiyonlarında, doğurganlıktaki düşüş nedeniyle azalma eğiliminde bulunan genel bağımlılık oranını, yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki payının artmasından dolayı zamanla dengeleneceği ve sonra artacağı görülmektedir (TÜİK, 2009, Akt; HÜNEE, 2008). Demografik geçiş süreciyle birlikte Türkiye nüfusunun cinsiyet yapısı da değişim geçirmiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’de kadın nüfusu erkek nüfusundan daha fazladır. Bunun başlıca nedeni, Anadolu’daki erkek nüfusun uzun süren savaşlardan dolayı azalmış olmasıdır. 1940 yılında kadın erkek nüfuslar neredeyse eşitlenmiştir. Cinsiyet oranına (100 kadına karşılık gelen erkek sayısı) bakıldığında ise, 1960 yılına kadar bu oranın sürekli olarak arttığı gözlemlenmiştir. Bu oran, 1960-1970 döneminde azalma göstermiş, 1975 yılında en yüksek cinsiyet oranı ile karşılaşılmış ve her 100 kadına, 106 erkek düşmüştür. 2000 yılına gelindiğinde, her 100 kadına düşen erkek sayısı 103 olarak tespit edilmiştir (TÜSİAD, 2010, s. 31). ii) Sosyo-ekonomik değişiklikler: Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısında meydana gelen değişmeler, ülkenin yaşadığı demografik dönüşümün arka planını oluşturmaktadır. Eğitim, kentleşme, gelir dağılımı ve yoksullukla ilgili değişmeler demografik değişimlerle karşılıklı etkileşim içinde bulunmaktadır (HÜNEE, 2008, s. 31). Cumhuriyet’in ilk yıllarında gerçekleştirilen düzenlemeler sonucunda, Türkiye’de okuryazarlık seviyesi önemli ölçüde yükselmiştir. 1935 yılında, kadınlar için yüzde 10; erkekler için yüzde 29 olan okuryazarlık oranı, 1980’lerde sırası ile yüzde 55 ve 80’e; günümüzde ise yüzde 87 ve 97’ye yükselmiştir. 1930’larda kadınlar ve erkekler arasında gözlemlenen okuryazarlık oranı farkı, günümüzde yüzde 10’a kadar gerilemiş durumdadır. Türkiye’de ilköğretim okullaşma oranına bakıldığında ise, 2008 yılı itibariyle bu oranın erkek ve kız çocukları için sırasıyla yüzde 97 ve yüzde 96 olduğu 117 görülmektedir. Bu oranlar, ilköğretim düzeyinde eşitsizliğin önemli ölçüde ortadan kalktığını göstermektedir. Ortaöğretim okullaşma oranları ise ilköğretim okullaşma oranlarının oldukça gerisindedir. 1990’lı yılların başlarında 14-16 yaş grubundaki erkeklerin yüzde 32’sinin; kadınların ise ancak yüzde 21’inin ortaöğretime devam ettiği gözlemlenmiştir. 2008 yılında bu oranlar sırasıyla yüzde 61 ve yüzde 56’dır. Bu verilere göre, Türkiye genelinde, ortaöğretim seviyesinde de eşitsizlik azalmaktadır. Buna ilaveten, 1975-2008 arasında, hem erkekler, hem de kadınlar arasında ortaöğretim be yükseköğretimi bitirenlerin sayısı artmış bulunmaktadır. Ancak, tüm bu olumlu gelişmelere rağmen, erkeklerin eğitim seviyesi kadınlardan yüksektir ve kadınlar dezavantajlı durumdadırlar (HÜNEE, 2008, s. 15-17). Tablo 29 Türkiye’de Okuryazarlık Oranları (%), 1935-2000 Erkek Kadın 1935 30,8 8 1940 - - 1945 44,3 13,5 1950 47,7 16,7 1955 56,3 21,3 1960 54,8 21,1 1965 64,7 27,6 1970 71 36,2 1975 77,5 45,1 1980 81,3 49,8 1985 87,6 64,2 1990 89,8 68,5 2000 94,4 78,5 Kaynak: DİE, 2000, DPT, 2006, Akt; Yavuz, 2008, s. 159 Tablo29, 1935-2000 arasında, erkek ve kadın okuryazarlık oranlarını yıllar itibariyle özetlemektedir. 1935 yılından itibaren, kadın ve erkeklerin okuryazarlık oranları yükselmiş, kadın ve erkekler arasında okuryazarlık oranları arasındaki fark ise küçülmüştür. Ancak, okullaşma oranlarında olduğu gibi, bu alanda da erkekler kadınlara oranla hala daha avantajlı durumdadırlar. Cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye’de yaşanan önemli değişimlerden biri de, Türkiye nüfusunun kırsal bir nüfus olmaktan çıkıp, giderek kentsel bir nüfusa dönüşmesidir (HÜNEE, 2008, s. 19). Tablo 30’ da yer alan verilerden görüldüğü üzere, 118 1920’li ve 1930’lu yıllarda Türkiye’de her 10 kişiden 8’i kırsal yerleşim alanlarında yaşarken, 2000’de 10 kişiden yaklaşık 6’sı, günümüzde ise, 10 kişiden neredeyse 8’i kentsel yerleşim alanlarında yaşamaktadır (HÜNEE, 2008, s.19, Yavuz, 2008, s. 157). Demografik geçişle birlikte, Türkiye nüfusu hızlı sayılabilecek bir şekilde kentlileşmiştir. Tablo 30 Türkiye’de Kentsel ve Kırsal Nüfus Oranları (%), 1935-2000 Kırsal Kentsel 1935 83,1 16,9 1940 82 18 1945 81,7 18,3 1950 81,9 18,1 1955 77,5 22,5 1960 73,7 26,3 1965 70,1 29,9 1970 64,2 35,8 1975 58,6 41,4 1980 54,6 45,4 1985 48,9 51,1 1990 43,7 56,3 2000 35,2 64,8 Kaynak: Yavuz, 2008, s. 157 Cumhuriyetin ilanından 1950 yılına kadar geçen sürede, Türkiye’nin kentli nüfus oranında ciddi bir değişim yaşanmamıştır. 1950’li yıllarla birlikte, ağırlıklı olarak ekonomik faktörlerin etkisiyle, kırsal yerleşim alanlarından kentlere doğru yoğun bir iç göç hareketi başlamıştır. İç göçe hazırlıklı olmayan kentsel yerleşim merkezleri için göçün sonucu çarpık kentleşme olmuştur. 1980’li yılların başları, Türkiye’de ihracata dayalı büyüme modelini benimsemiş liberal ekonomi politikalarının hayata geçirildiği dönemdir. Bu yeni ekonomik yapı sanayi ve hizmet sektörleri için daha fazla işgücü ihtiyacı anlamına gelmekte ve bu ihtiyaç kentlere olan göçü hızlandırmaktaydı. Kentlere göç eden kırsal nüfusun çıkış noktasındaki yüksek doğurganlık ve kente uyum sürecinde de bu yüksek doğurganlığın devam etmesi, kentsel yerleşim birimlerinde nüfusun artmasına neden olan bir başka etkendir. (HÜNEE, 2008, s. 19-20). 119 Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısındaki dikkat çekici bir husus, son iki on yılda işgücüne katılım oranında görülen azalıştır. Bu azalışın anlamı ülke işgücünün önemli bir kısmının ekonomik faaliyetlerde yer almamasıdır (Yavuz, 2008, s. 164). İşgücüne katılım oranındaki azalış hem erkekler, hem de kadınlarda görülmektedir. Tablo 31’de yer alan verilerde, 1990 yılında erkekler ve kadınlar için sırasıyla yüzde 78,2 ve yüzde 42,8 olan işgücü katılım oranları, 2000 yılında sırasıyla yüzde 70,6 ve yüzde 39,6’ya gerilemiştir. HÜNEE verilerine göre, 2008 yılında aynı oranlar erkekler ve kadınlar için yüzde 70 ve yüzde 25’tir. Tablo 31 Türkiye’de Cinsiyete Göre İşgücü Katılım Oranları (%), 1980-2000 1980 1985 1990 2000 Erkek 79,8 78,3 78,2 70,6 Kadın 45,8 43,6 42,8 39,6 Kaynak: DİE, 2000 Akt; Yavuz, 2008, s. 165 İşgücüne katılımdaki azalışın en önemli nedenlerinden biri gençlerin eğitimde kalma sürelerinin uzamasıdır. Özellikle kadınlar için eğirimde kalma süresi son 25 yılda önemli ölçüde artmıştır (Yavuz, 2008, s. 167). Göç yoluyla kentlere gelen kırsal işgücünün kentsel alanlardaki istihdam koşullarını karşılayamaması, işgücüne katılımdaki azalışın bir diğer nedenidir (HÜNEE, 2008, s. 21). Kentsel alanlardaki işler, daha iyi bir eğitim ve daha nitelikli bir beşeri sermaye gerektirmekte ve bu durum kadınların işgücüne katılımı önünde engel teşkil etmektedir. Buna ilave olarak, kadının ev işlerini yürütmesi ve çocuk büyütmesi yönündeki geleneklerde kadınların işgücüne katılımını azaltıcı etki yapmaktadır (Yavuz, 2008, s. 167). Tablo 32 ve Şekil 6’da yer alan veriler incelendiğinde, kadın nüfusun ağırlıklı olarak tarım sektöründe çalıştığı görülmektedir. Tarım sektöründe ve çoğunlukla düşük ücretle çalışan kadın nüfus oranında, yıllar itibariyle azalış görülse de, 2000’lere gelindiğinde bu oranın hala yüksek olduğu, 2000 yılında, çalışan kadın nüfusun yaklaşık yüzde 75’inin tarım sektöründe istihdam edildiği gözlemlenmektedir. 120 Tablo 32 Türkiye’de Kadın İşgücünün Sektörel Dağılımı (%), 1980-2000 1980 1985 1990 2000 Tarım 87,3 86,5 82,1 75,6 Sanayi 4,5 4,5 6,8 6,7 Hizmet 7,5 8,7 10,8 17,4 Diğer 0,7 0,3 0,4 0,3 Kaynak: DİE, 2000, Akt; Yavuz, 2008, s. 165 Ekonomik açıdan aktif olan kadın nüfusun, 2000 yılı itibariyle % 75,6’sı tarım sektöründe istihdam edilmekte ve bu oranın büyük kısmı da, tarımsal sektörde ücret ödenmeyen işçi olarak çalışmaktadır. Bununla birlikte, 1980-2000 yılları arasında tarım sektöründe istihdam edilen kadın nüfusu belirli bir azalma göstermiştir. Ekonomik olarak aktif olmayan kadın nüfus içinde (15 yaş ve üzeri) üç temel grup göze çarpmaktadır; ev kadınları, öğrenciler ve emekliler. Bu gruplar içinde en büyük pay ise, 2000 yılı rakamlarına göre %73,4 ile ev kadınlarına aittir (Yavuz, 2008, s. 164). Kadın işgücü istihdamının giderek arttığı sektör olarak ise hizmet sektörü dikkat çekmektedir. Şekil 6. Türkiye’de kadın işgücünün sektörel dağılımı (%), 1980-2000 Kaynak: DİE, 2000, Akt; Yavuz, 2008, s. 165’ten derlenmiştir. Türkiye’de, demografik dönüşümle birlikte ortaya çıkan önemli bir sosyoekonomik gelişme de, ekonomik kriz dönemlerinde görülen durağanlaşma ve kısmen azalmalar dışında, kişi başına düşen gelirin sürekli olarak artış göstermesidir. 0 10 20 30 40 50 60 70 80 90 1980 1985 1990 2000 Tarım Sanayi Hizmet Diğer121 1960’larda, satın alma gücü paritesine göre, kişi başı milli gelir 1000 ABD dolarının altındayken, 1980’li yılların başlarında 2300 dolara, 1990’lı yılların başlarında 4600 dolara, 2000’lerin başlarında 6800 dolara ve günümüzde 13500 dolara kadar yükselmiştir. Ancak, kişi başına milli gelirin artması, doğrudan doğruya, refahın geniş toplumsal kesimlere yayılması anlamına gelmemektedir. Kişi başına milli gelir tek gösterge olarak kullanıldığında, toplumdaki gelir dağılımı eşitsizliği ve yoksulluk gibi olguların görünmesini engelleyebilmektedir (HÜNEE, 2008, s. 23). Tablo 33 Türkiye’de Doğum Kontrolü Uygulayan 15- 49 Yaş Arası Kadınların Oranı (%), 1963- 2003 Doğum kontrolü Yıllar kullanımı oranı(%) (15-49 yaş arası kadınlarda) 1963 21,9 1968 32 1973 37,7 1978 38 1983 51 1988 63,7 1993 62,6 1998 63,9 2003 71 Kaynak:. Yavuz, 2008, s. 146 Bilindiği gibi, sosyo-ekonomik faktörler, doğurganlık düzeyi üzerindeki dolaylı etkilerini, doğurganlık düzeyini doğrudan etkileyen faktörler (ilk evlilik yaşı, doğum kontrolü vb..) aracılığıyla gerçekleştirmektedir. Türkiye’de evliliğe başlama yaşı, 15-49 yaş grubundaki erkek ve kadınlar için yükselmiştir. 1940’lı yılların başlarında, ilk evlenme yaşı, erkekler için 23, kadınlar için 19’ken, 1990’lı yıllarda erkekler için 25’e, kadınlar için 22’ye; günümüzde ise erkekler için 27’ye, kadınlar için ise 24’e yükselmiştir. Bu verilere göre, Türkiye’de ilk evlenme yaşı 70 yılda, ortalama 4 yıl yükselmiştir Cumhuriyetin ilanından sonraki yeniden yapılanma sürecinde, gereken nüfus düzeyine ulaşabilmek için doğurganlığı arttırıcı nüfus politikaları çerçevesinde doğum kontrol araçlarına ve yöntemlerine kısıtlamalar getirilmiştir. Bu durum, 1960’ların ortasında kabul edilen kısmen doğurganlığı azaltıcı yasa ile aşılabilmiştir. 122 Daha sonraları ise, özellikle 1983 yılında kabul edilen Nüfus Yasasının da etkisiyle, doğum kontrol yöntem ve araçlarının kullanımı yaygınlaşmış ve 2000’li yıllardan itibaren kullanım oranı %70’in üzerine çıkmıştır. (HÜNEE, 2008, s. 28). Tablo 33’de 1963-2003 yılları arasında, doğum kontrolünün Türkiye’de izlediği seyir yıllar ve yüzde oranlar itibariyle gösterilmektedir. 4.3.1.2.Türkiye’de Demografik Geçişin Evreleri Demografik geçiş süreci üç ya da dört aşamalı modellerle incelenmektedir. Ülkeden ülkeye farklılık gösterebilmekle birlikte, bu süreç 100 -200 yıl arasın bir zaman dilimini kapsamaktadır (ERG, 2007, s. 12). Türkiye’nin yaşadığı demografik geçiş sürecini üç evreye ayırmak mümkündür: 1.Evre: Doğurganlık yanlısı politikaların uygulandığı 1923-1955 arası dönemdir. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, sosyal ve ekonomik yaşamı yeniden kurulabilmesi için, nüfus artışı bu evrede teşvik edilmiştir. 2.Evre: Doğurganlığı azaltıcı politikalara geçiş yapılan 1955-1985 arası dönemi kapsayan evredir. Hızlı nüfus artışıyla birlikte ortaya çıkan çarpık kentleşme, işsizlik, ekonomik durgunluk gibi sorunlar, doğurganlık yanlısı politikaların sorgulanmasına neden olmuş, doğurganlığı azaltıcı politikalara geçiş yapılmıştır. İkinci evrede, doğurganlık hızındaki azalma, ölüm oranlarındaki azalmanın gerisinde kaldığından dolayı nüfus artmaya devam etmiştir. Bunun sonucu olarak, nüfus 1958 ve 1985 yılları arasında ikiye katlanarak, 24 milyondan 51 milyona yükselmiştir. 3.Evre: Bu evre 1985 yılı ve sonrasını kapsamaktadır. 1983 yılında kabul edilen Nüfus Yasasıyla birlikte, talep merkezli bir aile planlaması programına geçilmiş, bu yeni politika uygulamasının bir sonucu olarak modern doğum kontrol yöntemlerine olan talep artmıştır. Doğurganlık ve ölüm hızlarındaki aşağı doğru hareket bu dönemde de devam ederken, nüfus artış hızı da artık düşmeye başlamıştır (HÜNEE, 2008, s. 48-56). TNSA-2008 sonuçlarına göre Türkiye’de doğurganlık düzeyi, yenileme düzeyinin hemen üzerinde olan 2,16 seviyesine kadar inmiş durumdadır. Bu durum, Türkiye nüfusunun bir süre daha artmaya devam edeceğini, 2050 yılında 95 milyona ulaşacağını göstermektedir. Bir başka ifadeyle, doğurganlık, yenileme düzeyi olan 2,1’in altına 123 düşene dek, Türkiye nüfusu artmaya devam edecektir (TÜİK, 2009, Akt; HÜNEE, 2008, s. 56). 4.4.Türkiye’de Nüfus ve Yoksulluk İlişkisi Türkçe literatürde, yoksulluğun, işsizlik, neo liberal politikalar ve gelir dağılımı bozuklukları gibi birçok nedenine değinilse de (Şenses, 2001, Akt; Öztürk, 2012, 2. 196), nüfus artışı da yoksulluğun altında yatan önemli bir nedendir. Türkiye’de yoksulluk olgusu ile nüfus artışı arasındaki bağlantı incelenirken, toplam doğurganlık hızı en yüksek olan illerin aynı zamanda kişi başına gelirin en düşük olduğu gözlemlenebilmektedir. Bu durumun tam tersi olarak, toplam doğurganlık hızının düşük olduğu iller, kişi başı geliri yüksek olduğu illerdir. Tablo 34’teki veriler bu durumu rakamlarla ifade emektedir (Öztürk, 2012,s. 196-198). Tablo 34 Seçilmiş İllerde Toplam Doğurganlık Hızları ve Kişi Başına Gelirler Gelişmişlik Sıralaması 1990 2000 Toplam Kişi Başına Toplam Kişi Başına Doğurganlık Gelir($) Doğurganlık Gelir($) İller 2003 2010 Hızı Hızı Kırklareli 11 13 1,9 4490 1,7 3590 Bursa 5 5 2 3868 2 2507 Eskişehir 6 6 2 2866 1,7 2513 İzmir 3 3 2 4156 1,8 3215 Muğla 13 8 2 3347 1,9 3308 Ankara 2 2 2,1 3636 1,9 2755 Balıkesir 15 23 2,1 2810 2 2005 Bilecik 18 15 2,1 3729 2 2584 İstanbul 1 1 2,1 4303 2 3603 Türkiye 2,7 2655 2,5 2146 Bingöl 76 75 4,6 726 3,6 795 Diyarbakır 63 66 4,7 1908 4,5 1313 Ağrı 80 80 5,3 597 5,5 568 Muş 81 81 5,4 694 4,2 578 Van 75 76 5,5 972 6 859 Mardin 72 74 5,6 1021 5 983 Bitlis 79 77 5,9 772 5 646 Siirt 73 73 6,3 1138 6,1 1111 Hakkari 77 79 7,4 656 6,7 836 Kaynak: Öztürk, 2012, s. 198 124 Genel olarak Doğu ve Güney Doğu Bölgelerinde bulunan ve sosyo-ekonomik göstergelerin çoğu bakımından alt sıralarda yer alan illerde yüksek doğurganlık oranlarının uzun yıllardan bu yana devam ettiği Tablo 34’te açıkça görülebilmektedir (Öztürk, 2012, s. 198). Türkiye’de birçok il, demografik geçişin ileri aşamalarına geçmiş olsalar da, bu iller geçişe direnen bir yapıya sahiptirler (Yüceşahin, 2009, Akt; Öztürk, 2012, s. 198). Dünyada ve Türkiye’de, kadının eğitim düzeyinin yükselmesi, işgücüne katılabilmesi, kentleşme, eğitim ve gelir seviyelerinin yükselmesi ve sağlık hizmetlerine erişim gibi faktörler etkili olmaktadır (Yüceşahin ve Özgür, 2008, Akt; Öztürk, 2012, s.198). Bu açıdan bakıldığında, Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da yüksek doğurganlığın bir süre daha devam etmesi beklenmektedir (Öztürk, 2012, s. 198). Doğu ve Güney Doğu Bölgelerindeki illerde de demografik geçişin hızlanması, doğurganlığın azaltılması ve bu illerde kişi başı gelirlerde artış sağlanması için, uygun sosyo-ekonomik politikaların bu bölgelerde hayata geçirilmesi, Türkiye’de bölgeler arası farklılıkları azaltma yönünde önemli bir adımdır. Bu politikaların uygulanması, söz konusu bölgelerde bağımlılık oranını azaltacak, eğitim ve istihdam fırsatlarının yaratılabilmesi koşuluyla, ekonomik büyümenin hızlanması ve dengeli gelir dağılımın sağlanabilmesiyle, bu illerinde demografik geçiş sürecinde, diğer illerimize ayak uydurabilmeleri mümkün kılınabilecektir. Burada temel nokta, Türkiye’nin demografik geçiş sürecinde ortaya çıkan, çalışma çağındaki nüfus artışını bir demografik kazanca dönüştürebilmesi, bu şekilde sağlanan ekonomik büyümenin getirdiği gelir artışının toplumun geneline yayılmasının sağlanabilmesidir. 4.5. Türkiye’de Demografik Kazanç ve Yoksulluğun Azaltılması Türkiye’nin, demografik geçiş sürecinde, doğurganlıktaki ve dolayısıyla genç bağımlılık oranındaki azalış nedeniyle, çalışma çağındaki nüfusta bir artışla karşı karşıya olması, Türkiye’nin açılan bu fırsat penceresini ne ölçüde bir demografik kazanca dönüştürebileceği, önemli bir araştırma ve tartışma konusudur. Sabancı Üniversitesi bünyesinde yer alan İstanbul Politika Merkezinin yürüttüğü Eğitimde Reform Girişimi (ERG) bu konunun önemini şöyle vurgulamıştır: “Türkiye’nin demografik kazancı son yıllarda, oldukça önemli bir politik tartışma konusudur. Konuyla ilgili makaleler, tartışmalar ve raporlar ülke medyası ve hükümet gündeminde sıkça yer bulmaktadır” (ERG, 2007, s. 1).125 Türkiye’nin nüfus yapısında, önümüzdeki yıllarda, önemli değişiklikler beklenmektedir. Çalışma çağındaki nüfus artmaya devam ederek, 2041 yılında, en yüksek değer olan 65,3 milyona ulaşacaktır. Bu tarihten sonra 15-64 yaş arasında yer alan çalışma çağındaki nüfus azalmaya başlayacak ve fırsat penceresi ortadan kalkacaktır. Nüfusun yaş yapısıyla ilgili değişiklikler, Türkiye’ye hem fırsatlar hem de bir takım riskler getirmekte, bu değişikliklerin fırsata dönüştürülebilmesi içinde yöneticilerin bir takım görevleri yüklenmesi gerekmektedir. Artan işgücü için gerekli istihdamın sağlanması, bu nüfusun yeterli eğitim ve sağlık hizmetlerine sahip olması gereklidir. Aksi takdirde, sadece bir defaya mahsus olan fırsat penceresinden yararlanma şansı kaçırılacak, sonuç işsizlik ve sosyal sorunlarla yüzleşmek olacaktır. 2041 yılından sonra, yaşlı bağımlılık oranı artmaya başlayacaktır. Bu durum, Türkiye’yi yaşlı nüfusun ihtiyaçlarını karşılayacak politika ve düzenlemeleri hayata geçirmek zorunda bırakacaktır (TÜSİAD, 2010, s. 102-103). Ayrıca, gerekli finansal ortamında sağlanabilmesi koşuluyla, yaşlı nüfusun tasarruflarını ekonomiye kanalize etmek suretiyle ikinci demografik kazancı elde etme şansı Türkiye için söz konusu olabilecektir. Türkiye’de yoksullukla ilgili değerlendirme yaparken kullanılan en önemli iki ölçüt, gıda yoksulluğu ve gıda dışı yoksulluktur. Türkiye’de, 2000’li yılların başlarında yüzde 1,4 olan gıda yoksulluğunun (açlık sınırı) 2000’li yıllardan itibaren yüzde 1’in altına düştüğü, günümüzde ise yüzde 0,5’e gerilediği görülmektedir. Türkiye’de asıl önemli sorun, gıda dışı yoksulluktur. Gıda dışı yoksulluk oranı, 2000’lerin başlarında yüzde 26-28 seviyelerinden, 2000’lerin ortalarında yüzde 21 seviyesine, 2000’lerin sonlarında ise yüzde 17 seviyesine kadar gerilemiştir (HÜNEE, 2008, s. 24). Mutlak yoksulluk açısından değerlendirildiğinde, günde 1 ABD doları gelirle yaşamak zorunda olanların oranı yüzde olarak sıfıra inmiş durumdadır. Bununla birlikte, ekonomik kırılganlık riski yüksektir (Yavuz, 2008, s. 175). Türkiye’de gelir dağılımı eşitsizliğinde de, zaman içinde bir iyileşme göze çarpmaktadır. 1960’larda en zengin yüzde 20’lik nüfusun milli gelirden aldığı pay, en yoksul yüzde 20’lik nüfusun aldığı paydan 15 kat fazlayken, bu oran 2000’lerin başlarında 10-11 kata, günümüzde ise sekiz kata düşmüştür. Türkiye’de gelir dağılımında görülen kısmi iyileşmeyi Gini Katsayısı değerleri de doğrulamaktadır. 1960’larda 0,55 değerini alan Gini katsayısı, günümüzde, gelir dağılımı eşitsizliğindeki azalmanın bir işareti olarak, 0,41’e gerilemiştir (HÜNEE, 2008, s. 24-25). Tablo 35 1978-2003 yılları arasında, Türkiye’de, nüfusun yüzde 20’lik dilimlerinin gelirden 126 aldıkları paylarda ve Gini katsayısında meydana gelen değişmeleri özetlemektedir. Türkiye’de gelir dağılımı eşitsizliğinin altında yatan temel faktörler değişen piyasa yapısı, eğitim düzeyi ve istihdam statüsüdür (Yavuz, 2008, s. 175-176). Tablo 35 Türkiye’de Hane Halkları Gelir Dağılımı ve Gini Katsayısı, 1978-2003 İlk %20'lik İkinci %20'lik Üçüncü %20'lik Dördüncü %20'lik Beşinci %20'lik Gini dilim dilim dilim dilim dilim katsayısı 1978 2,9 7,4 13 22,1 54,7 0,51 1983 2,7 7 12,6 21,9 55,8 0,52 1986 3,9 8,4 12,6 19,2 55,9 0,5 1987 5,2 9,6 14,1 21,2 49,9 0,43 1994 4,9 8,6 12,6 19 54,9 0,49 2002 5,3 9,8 14 20,8 50,1 0,44 2003 6 10,4 14,5 20,9 48,3 0,42 2004 6 10,7 15,2 21,9 46,2 0,4 2005 6,1 11,1 15,8 22,6 44,4 0,38 2006 5,8 10,5 15,2 22,1 46,5 0,4 2007 6,4 10,9 15,4 21,8 45,5 0,38 2008 6,4 10,9 15,4 22 45,3 0,38 2009 6,2 10,7 15,3 21,9 46 0,39 2010 6,5 11,1 15,6 21,9 44,9 0,38 2011 6,5 11 15,5 21,9 45,2 0,38 Kaynak: TÜİK Hanehalkı Gelir Dağılım Anketi, 1994;TÜİK Hanehalkı Bütçe Araştırması, -2005;TÜİK, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, 2011. Yoksulluk ve gelir dağılımı eşitsizliğinin azaltılması için, Türkiye’nin 2041 yılına dek açık kalacak olan fırsat penceresinden yararlanması gereklidir. Öncelikle, bağımlılık oranındaki azalış neticesinde, toplam nüfustaki payı artan, 15-64 yaş arası çalışma çağındaki nüfus için gerekli eğitim, sağlık ve istihdam koşullarını yaratacak sosyo-ekonomik politikalar uygulanmalıdır. Bu politikalar doğru şekilde uygulanırsa, Türkiye için bir demografik kazanç ve ekonomik büyüme söz konusu olacaktır. Sonraki adım ise, eşitlikçi ekonomik politikalarla, ekonomik büyümenin geniş toplumsal kitlelere yayılması ve bu şekilde gelir dağılımı eşitsizliğinin azaltılması olacaktır. Türkiye’de yoksullukla ilgili bahse değer bir başka husus ise yoksulluğun hanehalkı büyüklüğü ile olan ilişkisidir. Hanehalkı büyüklüğü, yoksulluğun belirleyicilerinden biridir ve hanehalkı büyüklüğü ile yoksulluk oranı doğru orantılıdır. Bir başka ifadeyle, daha kalabalık hanehalkları, göreli olarak daha yoksuldurlar. 127 Tablo 36 Türkiye’de Hanehalkı Büyüklüğüne Göre Yoksulluk Oranları,2002-2009 Hanehalkı büyüklüğü - Household size Yoksul hanehalkı oranı Rate of poor household (%) 2002 2003 2004 2005 2006 2007(*) 2008 2009 TÜRKİYE - TURKEY 22,45 23,02 20,67 15,42 13,98 13,64 13,52 14,54 1-2 16,51 13,41 14,49 8,44 10,95 9,36 9,85 11,52 3-4 16,37 17,08 13,71 9,22 8,27 8,06 8,23 9,41 5-6 29,03 31,67 27,40 22,41 17,54 20,79 21,14 21,79 7+ 45,95 48,41 51,06 44,08 41,83 39,79 37,68 38,50 Kaynak: TÜİK, 2009 Yoksulluk Çalışması Sonuçları. Tablo 36, 2002-2009 yılları arasında, Türkiye’de hanehalkı büyüklüğüne göre, hanehalkı yoksulluk oranlarına ait verileri içermektedir. Örneğin, 2009 yılı itibariyle, 1- 2 üyeye sahip çekirdek aileler için yoksulluk oranı yüzde 11,52 olarak tespit edilmişken, aynı yılda, 5-6 üyeye sahip kalabalık aileler için yoksulluk oranı yüzde 21,79, yedi ve üzeri sayıda üyeye sahip ailelerin yoksulluk oranı 38,50 olup, hanehalkları kalabalıklaştıkça, hanehalkı yoksulluk oranının da yükseldiği açıkça gözlemlenebilmektedir. Demografik değişkenler ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi araştıran modellerin sonuçlarına göre, 1965-1990 arasında, Türkiye’nin gerçekleştirdiği ekonomik büyümenin beşte birinin, çalışma çağındaki nüfusun, toplam nüfustan daha hızlı artması sayesinde gerçekleştiği ortaya çıkmıştır Tablo 37, bu araştırmaların sonuçlarını özetlemektedir ve tablodaki veriler, Türkiye için, 2000-2025 yılları arasındaki kişi başı GSYİH büyüme oranını yüzde 2,44 olarak belirlemektedir (Mumcu ve Çağlar, 2006, s. 6-7). Yine Tablo.37 incelenecek olursa, 2000-2025 yılı için, Türkiye’nin yüzde 2,44 olarak beklenen kişi başı GSYİH artışının demografik değişkenlerin katkısının yüzde 0,82 olacağı tahmin edilmektedir. Bir başka ifadeyle, nüfus değişkeni, nüfus değişkeni potansiyel GSYİH büyüme oranını yüzde 0,82 oranında arttıracaktır. 2000-2025 arasında Türkiye’nin gerçekleştireceği potansiyel büyümenin üçte biri demografik 128 geçişten kaynaklanmış olacaktır. Bir başka dikkat çekici nokta, çalışma çağındaki nüfusun 1965-1990 dönemine oranla azalış göstermesine rağmen, 2000-2025 döneminde demografik geçişin ekonomik büyüme üzerindeki etkisinin, 1965-1990 döneminde gerçekleşenden daha fazla olacağıdır. Bu durumun altında yatan neden, 1990 sonrasında Türkiye ekonomisinin daha dışa açık hale gelmesidir (Mumcu ve Çağlar, 2006, s. 7) Tablo 37 Türkiye’de Demografik Değişmeler ve GSYİH GSYİH Ortalama Kamu GSYİH Demografinin Büyüme Oranı Eğitim Kurumları Büyüme Oranı Büyümeye (1965-1990) Seviyesi Kalitesi (2000-2025) Katkısı (%) 2000 Yılı 1982 Yılı (%) (2000-2025) Arjantin -0,51 2 4,28 1,38 0,6 Brezilya 3,17 0,94 6,35 1,02 0,39 Hindistan 2,39 1 5,76 3,81 1,22 Çin 3,39 1,65 5,68 2,69 0,001 Endonezya 4,7 1,3 3,66 1,8 0,92 Malezya 3,86 2,85 6,9 2,87 2,34 Tayland 5,17 1,07 6,25 0,44 -0,17 Fransa 2,89 3,44 9,26 0,53 -0,78 İrlanda 3,47 3,08 8,32 0,79 0,01 İspanya 2,97 2,61 7,63 0,46 -0,63 Portekiz 4,06 1,71 7,73 0,54 -0,64 Türkiye 2,57 1,1 5,26 2,44 0,82 Kaynak: Mumcu ve Çağlar, 2006, s. 18 Demografik geçiş, ekonomik büyüme ve yoksulluk ilişkisiyle ilgili analizler açıkça göstermektedir ki, Türkiye nüfus yapısındaki değişikliklerin, önemli fırsatlar sunduğu bir dönemde bulunmaktadır. Eğitim düzeyi, küresel ekonomiye entegrasyon, işgücü piyasaları, eğitim ve sağlık sistemi, kamu yönetimi ve sosyal güvenlik sistemine kadar birçok alanda yapılacak reformlar, ve düzenlemeler, demografik geçişin kazanca dönüştürülmesi açısından hayati öneme sahiptir (Mumcu ve Çağlar, 2006, s. 8). Demografik geçişin sosyo-ekonomik yapıyı etkileme kanalları iyi analiz edilmeli, bu kanallara yönelik politikaların uygulamaya konulması gerekmektedir. Bu yapılmazsa, geçiş sürecinin sunduğu fırsatlar kaçırılacaktır. Geçişin tamamlanmasının ardından ortaya çıkacak olan yaşlı nüfusu destekleyecek ekonomik birikimlerden de 129 mahrum olunabilecektir. Sürece yönelik politikalar belirlenirken, bekle- gör politikaları değil, pro-aktif politikaların tasarlanması da oldukça önemlidir. 130 5.BÖLÜM SONUÇ VE ÖNERİLER 5.1.Sonuç Son yıllarda yapılan çalışmalar ağırlıklı olarak, nüfusun boyutu ve büyüklüğündeki değişmelerden çok, nüfusun yaş yapısındaki değişmeler üzerine odaklanmışlardır. Bu bağlamda, bir ülke nüfusunun yaş yapısı ve bileşiminde değişiklik yaratan demografik geçiş süreci, o ülke için ekonomik fırsatlar ortaya çıkarabileceği gibi, bu süreç iyi değerlendirilmezse, hem geçiş sürecinin bir defaya mahsus olarak açtığı fırsat penceresi bir daha açılmamak üzere kapanacak, hem de söz konusu ülke, demografik bir fırsat yerine bir “demografik facia” ile karşılaşarak işsizlik, yoksulluk ve bunlara bağlı sosyal ve politik sorunlarla yüz yüze kalacaktır. Dünya üzerinde, demografik geçiş sürecini henüz tamamlamayan gelişmekte olan ülkeler hala bu süreçten, demografik kazanç elde etme, yani fırsat penceresinden yararlanma şansına sahiptirler. Ancak, bu fırsattan yararlanabilmeleri için, gelişmekte olan ülke hükümetlerinin geçiş sürecini doğru yorumlamaları, doğru politikaları doğru zamanda uygulamaya koymaları gerekmektedir. Ancak bu şekilde, gelişmekte olan ülkelerin bir demografik kazanç elde etme, ekonomik büyüme sağlama ve yoksullukla daha etkin mücadele edebilmek için bir şansları olacaktır. Gelişmekte olan ülkelerin büyük kısmında demografik geçiş hala devam etmekte, hatta Sahra-altı Afrika’da bazı ülkeler bu sürecin henüz başında bulunmaktadırlar. Gelişmekte olan ülkelerin bir başka ortak özelliği, bu ülkelerin birçoğunun yüksek doğurganlığa ve hızlı nüfus artışına sahip olmalarıdır. Sahra-altı Afrika ve Güney Asya’da yer alan gelişmekte olan ülkeler, hızlı nüfus artışının yanı sıra, yoksulluğunda yaygın olarak görüldüğü ülkelerdir. Yüksek nüfus artışı ve kalabalık nüfus, bu ülkelerde, eğitim, sağlık ve altyapı yatırımlarına yeterli kaynak ayrılamamasına neden olmaktadır. Çocuk bağımlı nüfusu yüksektir ve buna bağlı olarak ekonomik büyüme yavaştır. Doğu Asya ekonomik mucizesini gerçekleştiren ülkelere bakıldığında ise, bu ülkelerin demografik sürecini tamamlama aşamasında, düşük doğurganlık ve düşük nüfus artış hızına sahip, ekonomik büyümede ve yoksulluğun azaltılmasında önemli başarılara imza atmış ülkeler oldukları gözlemlenmektedir. Doğu Asya ülkelerinin 131 başarısının altında yatan gerçek, bu ülkelerin yüksek ölüm ve doğum oranlarından, düşük ölüm ve doğum oranlarına geçişi tamamlamaları, bu geçiş esnasında ortaya çıkan nüfus patlaması (baby boom) kuşağı için gerekli eğitim ve istihdam yatırımlarını doğru bir şekilde gerçekleştirmeleridir. Düşük doğurganlık hızı, Doğu Asya ülkelerinde çocuk ve kadınların eğitim seviyelerinin yükselmesini ve daha iyi sağlık hizmetleri almalarını kolaylaştırmıştır. Demografik geçişin başlangıcında, sosyo-ekonomik bakımdan benzerlikler gösteren Doğu Asya ve Sahra-altı Afrika ülkeleri arasında geçiş süreci ilerledikçe bariz farklılıklar ortaya çıkmıştır. Örneğin, 1960’larda, birbirine yakın düzeylerde reel gelire sahip olan Sahra-altı Afrika ülkesi Gana ve Doğu Asya ülkesi Tayland ele alındığında, 2000 yılında, Tayland reel gelir düzeyinde yaklaşık altı kat artış gerçekleştirirken, Gana adeta yerinde saymıştır. İki ülke arasındaki büyük uçurum, ortalama yaşam süreleri, kadın başına doğum oranı gibi göstergelerde de görülmektedir. Sürdürülebilir bir ekonomik büyümenin sağlanabilmesi için, gelişmekte olan ülkelerin doğurganlıkta ve dolayısıyla nüfus artışı hızında bir azalma gerçekleştirmeleri ilk gerekli adımdır. Buna ilave olarak, özellikle kadın ve çocuklara yönelik eğitim sağlık yatırımlarının yeterli düzeyde olması, gençlerim eğitimine önem vermek, sorumlu ve şeffaf bir yönetim anlayışına sahip olmak, doğru ekonomik politikalar uygulamakta diğer gerekli adımlardır. Demografik geçiş sırasında açılan fırsat penceresini ekonomik büyümeye dönüştüren ülkeler temel olarak bu reçeteyi uygulamışlardır. Bunun en tipik örneği olarak Doğu Asya ülkeleri verilebilir. 5.2.Öneriler Ekonomik büyümenin sağlanması yoksulluğun otomatik olarak azalacağı anlamını taşımamaktadır. Yüksek oranlı ekonomik büyüme gerçekleştiren ülkelerin bazıları yoksulluğu azaltmada başarılı olurken, bazı ülkeler ise ekonomik büyümeye rağmen istenen başarıyı elde edememişlerdir. Ekonomik büyüme sonucunda kişi başı milli gelir artışı sağlanacaktır. Bu artış, yoksulluğu azaltmada ve gelir dağılımını iyileştirmede önemli bir rol üstlenmektedir. Burada önemli olan husus, ekonomik büyüme sonucunda elde edilen getirinin toplumun tüm kesimlerine eşitlik ilkelerine uygun bir şekilde yayılabilmesi gerekliliğidir. Gelir dağılımı eşitsizliği yoksullukla yakından bağlantılı bir olgudur. Yoksulluğun yaygın olduğu gelişmekte olan ülkeler, gelir dağılımı eşitsizliğinin de en yaygın olduğu ülkeler olarak göze çarpmaktadır. Yoksullukla mücadele konusunda II. Dünya Savaşından sonra atılan adımlara rağmen, Birleşmiş132 Milletlerin Milenyum Kalkınma Hedefleri arasında yer alan yoksulluk oranının yarıya indirilmesi hedefine ulaşmak için gelişmekte olan ülkelerin bir an önce gerekli sosyal ve ekonomik politikaları hayata geçirmeleri zorunludur. Günde 1 ABD doları altında gelirle yaşamını sürdürmek zorunda olan insan sayısı günümüzde hala çok fazladır ve bu miktarın büyük çoğunluğu gelişmekte olan ülkelerdedir. Yoksulluğun çok boyutlu bir kavram olduğu düşünüldüğünde, dünya üzerindeki yoksullar eğitim, sağlık, temiz içme suyu gibi birçok imkandan mahrum kalmakta, toplum içinde sesini duyuramama gibi zorluklara katlanmaktadır. Bu nedenle, yoksulluğun azaltılmasına yönelik politikalar geliştirilirken, sadece parasal yoksulluk esas alınmamalı, bu insanların toplum içinde, anahtar öneme sahip fonksiyonlarını ( ifade özgürlüğü, saygın bir yaşam sürebilme vb..) yerine getirebilmelerini sağlayacak sosyal politikalarda ekonomi politikalarına eşlik etmelidir. Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik büyüme hızlarında artış sağlamalarını ve dolayısıyla yoksullukla mücadele etmelerini sağlayacak önemli bir etken de, bu ülke ekonomilerinin dışa açılmasıdır. Bu şekilde ülkeye gelen yabancı sermaye ve yatırımlar, yeni istihdam olanakları yaratarak işsizlik oranını ve yoksulluğu azaltmada katkıda bulunacaklardır. Türkiye, demografik geçiş sürecini tamamlamak üzere olan bir ülkedir. Demografik geçişle birlikte, Türkiye’nin sosyal, demografik ve ekonomik yapısı köklü değişimler geçirmiştir. Türkiye’nin ekonomik büyümesini sağlarken demografik değişimlerden belirli bir fayda elde ettiği ampirik çalışmalarla gözlemlenmiştir. Demografik geçişi tamamlamadan ve nüfusu yaşlanmadan önce, Türkiye, demografik geçişten daha fazla kazanç sağlayabilme, bir başka ifadeyle daha yüksek oranlı ekonomik büyüme gerçekleştirebilme şansına sahiptir. Yapılan ampirik çalışmalar, doğru politikaların uygulamaya konulması halinde, 2025 yılına kadar olan süreçte, ekonomik büyümenin yaklaşık üçte birinin demografik değişimlerden kaynaklanacağını ortaya koymuştur. Türkiye, geçirdiği demografik değişim neticesinde, daha düşük doğum oranlarına ve dolayısıyla daha düşük nüfus artış hızına sahip bir ülke konumuna gelmiştir. Doğuşda yaşam beklentisi, okur-yazar oranı, bebek ölümleri gibi birçok konuda olumlu gelişmeler kaydetmiş, ekonomik açıdan da yıllar itibariyle GSYİH’sı artmakta olan bir ülke konumundadır. Yoksulluk konusunda da Türkiye iyileşmeler göstermiştir. Mutlak yoksulluk oranını sıfırlamayı başarmış olan Türkiye, gelir dışı yoksullukla mücadeleyi daha etkin bir şekilde yürütmelidir. Türkiye’de yoksulluk oranları çok yüksek görülmemekle birlikte, kırılganlık, yani yoksul duruma düşme riski yüksektir. Bunun temel nedeni olarak ise karşımıza eğitim çıkmaktadır. 133 Türkiye, gelir dağılımı eşitsizliğinde de yıllar itibariyle iyileşme göstermiştir. Gini katsayısının genel olarak yıldan yıla düşüş göstermesi bu iyileşmenin bir ispatını sunmaktadır. Türkiye’de yoksulluğun azaltılması için gelir dağılımındaki iyileşmenin devamı gereklidir. Bu amaca ulaşabilmenin anahtarı ise eğitimdir. Türkiye’de Cumhuriyet sonrası dönemde eğitim alanında önemli gelişmeler kaydedilmiş olsa da, kadınların eğitim düzeyinin istenen düzeyde olmadığı görülmektedir. Eğitimde cinsiyetler arası eşitsizliğin ortaöğretim seviyesinde de daha iyi düzeye getirilmesi gereklidir. Eğitimde Türkiye’nin temel sorunu, erkek ve kadınların okullaşma oranlarında daha eşit hale getirilmesi gerekliliğidir. Yoksulluk ve gelir dağılımı eşitsizliğinde, Türkiye ile ilgili bir diğer önemli nokta, yoksulluğun, doğurganlık oranının yüksek bölgelerde yer alan illerde yoğunlaşmış olmasıdır. Bu illerde, doğurganlığın düşürülmesi için gerekli politikaların uygulanması, bağımlılık oranını düşürmek suretiyle ekonomik büyümenin hızlanması, kişi başına gelir artışı yoluyla yoksulluğun azalmasına katkıda bulunacaktır. Nüfus artış hızının düşürülmesi, bu bölgelere yapılan yatırımların verimli alanlara yönelmesini sağlayarak, eğitim ve sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesinde fayda sağlayabilir. Doğurganlığın hala yüksek olduğu Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde, demografik geçiş sürecinin hızlandırılması bu bölgelerde ekonomik büyüme hızının yükseltilmesi, kişi başına gelirin arttırılması ve yoksulluğun azaltılması için elzemdir. Türkiye’de kalabalık hanehalklarının yoksulluk oranları, çekirdek aileler (3-4 kişilik aileler) ile kıyaslandığında, daha yüksektir. Ampirik çalışmalarla da ortaya konan bu durum, doğurganlığın yüksek seyrettiği bölgelerde, doğurganlık azaltıcı politikaların uygulanmasını gerektirmektedir. Türkiye demografik geçiş sürecini yaklaşık olarak 2040 yılında tamamlayacaktır. Bir başka ifadeyle, fırsat penceresi Türkiye için bu tarihe kadar açık kalacaktır. Türkiye’nin bu fırsatı ekonomik büyümeye dönüştürebilmesi için, eğitim yatırımlarına daha fazla ağırlık vermesi gereklidir. Çünkü, 1990’dan bu yana dışa açık bir ekonomiye sahip olan Türkiye’nin, küreselleşme olgusuyla birlikte, ihtiyaç duyduğu ve duyacağı, eğitimli nüfus ve değişen piyasa koşullarına uyum sağlayacak işgücünü temin edebilmesinin yolu, bugün olduğundan daha eğitimli bir nüfusa sahip olmaktan geçmektedir. Daha eğitimli bir nüfus, kırılganlık riskini de daha aza indirgeyecektir. 134 KAYNAKLAR Abramitzky, R., & Braggion, F. (2003). The malthusian and neo malthusian theories. In The Oxford Encyclopedia of Economic History, 3, 423-427. Avery, J. (2005). Malthus essay on the principal of population. The Danish Peace Academy. Copenhagen. Bernstein, S. (2002). Population and poverty: Some perspectives on asia and the pacific. Asia-Pacific Population Journal, 17, 4. Bhagwati, J. (1966), The economics of underdeveloped countries. World University Library, Mc Graw-Hill Book Company. Bhutani, S., & Goel, S. (2009). Demographic transition in the world: Experiences and directions. Asia-Pacific Journal of Sciences, l(1), 51-72. Birdsall, N., & Sinding, S. W.(2001). How and why population matters: New Findings, New issues. İn Population Matters (pp. 3-23). ). Oxford University Press. Birleşmiş Milletler (1973). The Determinants and Consequences of Population Trends: New Summary of Findings on İnteraction of Demographic, Economic and Social Factors. United Nations, Department of Economic and Social Af airs, Population Studies, I, 50. Birleşmiş Milletler (2009). World Population Aging 2009. United Nations, Department of Economic and Social Affairs, Population Division, New York. Birleşmiş Milletler (2009). World Population Prospects, The 2008 Revision. United Nations, Department of Economic and Social Affairs, Population Division. New York. Birleşmiş Milletler (2010). Report on the World Social Situation 2010. “Rethinking Poverty”, Department of Social&Economic Affairs Population Division. Bloom, D. E., Canning, D., Fink, G., & Finlay, J. (2007). Realizing the demographic dividend. Program on the Global Demography of Aging, Harvard University. Bloom, D. E., Boersch-Supan, A., McGee, P., & Seike, A. (2011). Population aging: Facts, challenges and responses. PGDA Working Paper Series, 71. Bloom, D. E., & Canning, D. (2001). Economic development and the demographic transition: the role of cumulative causality. In Population Matters, (pp.165- 185). Bloom, D. E., Canning, D., & Sevilla, J. (2001). Economic growth and demographic transition. NBER WorkingPaper Series, Working paper 8685. 135 Bongaarts, J. (2004). Long range trends in adult mortality: Models and projection methods. Population Council, Working Paper, no.192. Bongaarts, J. (2009). Population growth and policy options in Sub-saharan Africa. Population Council, New York. Bongaarts, J., & Bulatao, R. A. (1999). Completing the demographic transition. Population and Development Review, 25(3), 515-529. Brezis, E. S., Young, W. (2011, December). Population and economic growth: From hume to new theory. paper to be presented at the conference : David Hume and the Scottish Enlightment: Economic and philosophical studies celebrating 300 year’s of Hume’s birth, Ben Gurion University, Beer Sheva, İsrael. Canning, D. E. (2011). The causes and consequences of demographic transition. Program on the Global Demography of Aging, Working Paper, no.79. Catley-Carlson, M., & Outlaw, J. A. M. (1998). Poverty and population Issues:Clarifying the connections. Journal of İnternational Affairs, no.1. Cid, A. (2003). UNFPA’s view on population: An economic analysis. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...], Erişim Tarihi: Ekim, 2012. Coast, E. (2002). Population Trends in Developing Countries. (Electronic Version). LSE Research Online, London. Cohen, J. E. (2010). Beyond population. Center for Global Development, Working paper: 220. Credit S. (2011). Assessing Latin America’s Demographic Prospects. Global Demographic Researchs, Credit Suisse. Cross, H., Hardee, K., & Ross, J. (2002). Completing the demographic transition in developing countries. Policy Occasional Papers, 8. Das Gupta, M., Bongaarts, J., & Clelland, J. (2011). Population, poverty and sustainable development: A review of the evidence. World Bank Policy Research Working Paper, 5719. de La Croix, D., & Vander Donckt, M. (2010). Would empowering the women initiate the demographic transition in least developed countries?. Journal of Human Capital, 4(21). Devlet İstatistik Enstitüsü (1995), Türkiye nüfusu 1923-1994 demografi yapısı ve gelişimi: 21. Yüzyıl ortalarına kadar projeksiyonlar. Yayın no.1839. 136 Dhonte, P., Bhattacharya, R., & Yousef, T. (2000). Demographic transition in the middle east: Implications for growth, employment and housing. IMF Working Paper, WP/00/41. Dünya Bankası (2004). World Development Report 2004, Washington. Dünya Bankası Enstitüsü (2005). Introduction to Poverty Analysis. World Bank, Washington, D.C. Eastwood, R., & Lipton, M. (2001). Demographic transition and poverty: Effects via economic growth, distribution and conversion. In Population Matters (pp. 213- 259). Oxford University Press. Eğitimde Reform Girişimi (2007). The window of opportunity awaiting Turkey: Demographics, education and new perspectives towards 2025. İstanbul Policy Center, Sabancı University. Galor, O. (2010). The demographic transition: Causes and consequences. Brown University, JEL Classificaiton Numbers O10, J1. Ghatak, S. (1978). Development economics. Longman. Gribble, J. N., & Bremner, J. (2012). “Achieving a Demographic Dividend”, Population Reference Bureau, Population Bulletin, 67(2). Haile, S. (2004). Population, development and environment in ethiopia. ECSP Report, İssue 10. Haq, Mahbub Ul (1995), Reflections on Human Development, Oxford University Press. Haughton, J., & Khandker, S. R. (2009), Handbook on Poverty and İnequality, World Bank, Washington, D.C. Haupt, A., Kane, T. T., & Haub, C. (2011). PRB’s population handbook: A quick guide to population dynamics for journalists, policymakers, teachers, students and other people interested in demographics. Washington, DC: Population Reference Bureau. Hirschman, C. (2004. September). Population and development, Whar do we really know?. Center for Studies in Demography and Ecology and Department of Sociology, Universty of Washington, Paper to be presented at the conference on development challenges for the Twenty First Century. Hossain, A., Cassen, R., & Dyson, T. (2006). Demographic transition in asia and its consequences. IDS Bulletin, vol.37. HÜNEE (2008). Türkiye’nin Demografik Dönüşümü: Doğurganlık, Aile Planlaması, Anne-Çocuk Sağlığı ve Beş Yaş Altı Ölümlerdeki Değişmeler 1968-2008.137 Jensen, H. E. (1999). The development of T.R. Malthus’s İnstituonalist approach to the cure of poverty: from punishment of the poor to investment in their human capital. Review of Social Economy, LVII(4). Johnson, G. D. (1999). Population and economic development. China Economic Review, 1-16. Kelly, A. C. (2001). The population debate in historical perspective: Revisionism revisite”d, In Population Matters (pp. 24-53). Oxford University Press. Kirk, D. (1996). Demographic transition theory. Population Studies, 50, 361-387 Klasen, S. (2005). Economic growth and poverty reduction: Measurement and policy Isuues. OECD Development Centre, Working Paper, no. 246. Kothare, R. (1999). Does india’s population growth has a positive effect on economic growth?. Social Science 410, Erişim: [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...], Erişim Tarihi: Eylül, 2012. Küçükkalay, M., & Türkcan, K. (2008). Nüfus ve kalkınma. (Ed. M. Kar ve S.Taban), Kalkınma Ekonomisi içinde (s. 89-133). Lee, R. (2003). The demographic transition: Three centuries of fundamental change. journal of Economic Perspectives, 17(4), 167-190. Lee, R., & Mason, A. (2006). What is the demographic dividend?. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...], Erişim Tarihi: Kasım, 2012. Leete, R., & Schoch, M. (2003). Population and poverty: Satisfying the unmet need as the route to sustainable development. UNFPA Population and Development Strategies Series, 8, 8-38. Lok-Dessallien, R. (1999). Review of poverty concepts and indicators. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...], Erişim Tarihi: Kasım, 2012. Lorentzen, P., McMillan, J., & Wacziarg, R. (2008). Death and development. Journal of Economic Growth, 13(81), 124. MacFarlane, A. (2005). The malthusian trap. Draft of Article to be published in the Encyclopedia of the Social Sciences, 2nd. Edition. Macunovich, D. J.(2000). The Baby Boomers. Paper for Publicaiton in the McMillan Encyclopedia of Aging. Malaney, P. (1999). Demographic Change and Poverty Reduction. Paper Presented at the Dhaka Conference. Malmberg, B. (2008). Demography and the development potential of Sub-Saharan Africa. Department of Human Geography, Stockholm University. 138 Malthus, T. R. (1798). An Essay on the Principal of Population. Electronic Scholarly Publishing Project, 1998, London. Martin-Guzman, P. (2005). Population and Poverty. Draft to be presented at the İnternational Conference on Trends and Problems of the World Population 21st Century. 50 years Since Rome 1954. Mason, A. (2005). Demographic transition and demographic dividends in developed and developing countries. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...], ErişimTarihi: Nisan 2013. Mason, A., & Lee, Sang-Hyop (2004). The demographic dividend and poverty reduction. Seminar on the Relevance of Population Aspects for The Achievement of the Millenium Development Goals. McNicoll, G. (2003). Population and development: An introductory view. Population Council, (No.174). New York. McNicoll, G. (2006). Policy lessons of the East Asia’s demographic transition. Population Council Policy Research Division, Paper no.210. McNicoll, G. (2011). Achievers and laggards in demographic transition: A Comparison of indonesia and Nigeria. Population and Development Review (Supplement), 191-214. Merrick, T. W. (2002). Population and poverty: New views on an old controversy. İnternational Family Planning Perspectives, 28(1). Mumcu, O., & Çağlar, E. (2006). Türkiye’nin nüfusu zenginlik kaynağı olabilir mi?. Ekonomi Politikaları Araştırma Enstitüsü Politika Notları. Nayab, Durr-E (1996). Demographic dividend or demographic threat in pakistan. Pakistan Institute of Development Economics, 10, 1. Neumayer, E. (2006). An Empirical test of a Neo malthusian theory of fertilitiy change. LSE Research Online, Originally published in Population and Environment, 27(4), 327-336. Nüfus Referans Bürosu (2009). World population data sheet 2009 affairs. Population Division, New York. Orbeta, A. JR., Pernia, C. & Ernesto M. (1999). Population growth and economic development in the philippines: What has been the experience and what must be done?. PIDS Discussion Paper Series, NO.99-22. Oregon Health Authority, Public Health Division (1997). Oregon Vital Statistics Report 2, B-12. 139 Öztürk, L. (2012). Türkiye’de illerin yoksulluk nedeni olarak toplam doğurganlık Hızları: Yatay kesit bir analiz, 1990-2000. Uludağ Journal of Economy, XXXI, (1), 193-210. Rehorick, D. A. (1979). Understanding malthusian thought: relevance of malthus’s cathegorical frame of reference. Canadian Studies in Population, 6, 9-22. Report on Symposium on Population Change and Economic Development (1998). Bellagio, İtaly. Ros, J. (2009). Poverty reduction in Latin America. CEPAL, Review 98. Ross, J. (2004). Understanding the demographic dividend. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...], Erişim Tarihi: Aralık, 2012. Savaş, B. (2008). The relationship between population and economic Growth: Empirical evidence from the central asian economies. OAKA, Cilt:3, Sayı:6, ss. 161-183. Schultz, P. T. (2001). The fertility transition: Economic explanations. Economic Growth Center, Yale University, Center Discussion Paper, no.833. Sinding, S. W. (2008, January). Population, poverty and economic development. Paper to be presented at Bixby Forum: The World in 2050, Berkeley, California. Son, H. H., & Kakwani, N. (2004). Economic growth and poverty reduction: İnitial conditions matter. UNDP İnternational Poverty Centre Working Paper, no.2. Thakur, V. (2012). The demographic dividend in india: Gift or Curse? A state level analysis on age structure and its implications for india’s economic growth prospects. London School of Economics Development Studies Institute, Working Paper Series, No.12-128. The Corner House (2000, July). The malthus factor. Paper presented at briefing on: poverty, politics and population. Türkiye İstatistik Kurumu (1994). Hanehalkı gelir dağılım anketi. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...], Erişim Tarihi: Mayıs, 2013. Türkiye İstatistik Kurumu (2005). Hanehalkı bütçe araştırması. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...], Erişim Tarihi: Mayıs, 2013. Türkiye İstatistik Kurumu (2011). Gelir ve yaşam koşulları araştırması. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...], Erişim Tarihi: Mayıs, 2013. Türkiye İstatistik Kurumu, (2009), Türkiye İstatistik Yıllığı 2009. Türkiye İstatistik Kurumu, (2013). 1960-2000 Genel nüfus sayımı sonuçları, 2007 yılından itibaren adrese dayalı nüfus kayıt sistemi (adnks) sonuçları. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...], Erişim Tarihi: Mayıs, 2013. 140 TÜSİAD (2010). 2050’ye Doğru nüfusbilim ve yönetim: eğitim, işgücü, sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerine yansımalar. Yayın no.TÜSİAD/T/2010/11/505. van Der Ven, R., Smits, J. (2011). The demographic window of opportunity: Age structure and sub-national economic growth in developing countries. Nijmegen Center for Economics (NİCE), İnstitute for Management Research, Working paper, 11-102. Wikipedia (2012), Demographic transition. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...], Erişim Tarihi: Aralık, 2012. Wolfgram, A. F. (2005). Malthusian Theory. A survey of the Debate. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...], Erişim Tarihi: Ocak, 2013. Yavuz, S. (2008). Fertility Decline in Turkey from the 1980s onwards: Patterns by Main Language Groups (Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2008). Dissertation in Partial Fullfilment of the Requirements for the Degree of Doctor of Philosophy. Yılmaz, Şiir Erkök (1992). Dış ticaret kuramlarının evrimi. Ankara. Yüceşahin, M. M. (2009). Türkiye’nin demografik geçiş sürecine coğrafi bir yaklaşım. Coğrafi Bilimler Dergisi, 1-25 |
|
01 Temmuz 2013, 05:55 | #12 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Gelişmekte olan Ülkelerde demografik geçiş ve yoksulluk ilişkisi tezi ÖZGEÇMİŞ KİŞİSEL BİLGİLER Adı ve Soyadı : Ediz Deniz Kandır Doğum Yeri ve Yılı : Adana.03.05.1971 EĞİTİM DURUMU Yüksek Lisans (2010-2013) :Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Anabilim Dalı Lisans (1990-1997) :Çukurova Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü Lise (1985-1988) : Malatya Lisesi İŞ TECRÜBESİ (2007-2008) : Altıneller Eğitim Kurumları, Adana Öğretmen (2005-2007) : Murat Eğitim Kurumları, Adana Öğretmen (2000-2002) : Şekerbank T.A.Ş Müşteri Temsilcisi (1998-1999) : Toprakbank A.Ş. Müşteri Temsilcisi YABANCI DİL İngilizce (İyi derecede) BİLGİSAYAR Windows, Woerd, Excel ve Powerpoint |
|
Etiketler |
ülkelerde |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
800 milyon üyesi var, gözü bu ülkelerde! | Deep | İnternet Dünyasından Haberler | 0 | 20 Ocak 2012 19:47 |
'Sansür'cü ülkelerde ilk 10'a girdik!.. | KarakıZ | Ağ, Network ve Networking | 0 | 26 Ekim 2011 21:21 |
Çeşitli ülkelerde 1848 Devrimleri | Deinonychus | Tarih | 0 | 07 Mayıs 2011 18:19 |
Bu ülkelerde internet uçuyor! | Slipknot | Ağ, Network ve Networking | 0 | 21 Eylül 2010 14:57 |