IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  reklamver

Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 18 Nisan 2009, 16:48   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Musevilik ve Yahudi Tarihi - Hristiyanlık ve İslam'ın Yayılması




Musevilik ve Yahudi Tarihi - Hristiyanlık ve İslam'ın Yayılması

HAÇLI SEFERLERİ
Merkezi Konstantinopolis’te bulunan Bizans (Doğu) İmparatorluğu, Hıristiyan kilisesine hakim olduğu sürece, Konstantinopolis piskoposu ile Roma piskoposu arasındaki güç dengesini korudu. Bizans İmparatorluğu çöküşe geçtiğinde, Roma kendisini göstermeye başladı. Göreceğiniz gibi Haçlı Seferleri Roma ile doğdu. Ancak Haçlı Seferlerini ve Yahudileri nasıl etkilediklerini tartışmadan önce, sahneyi hazırlamalı ve tarihte geriye doğru gitmeliyiz. 4. yüzyıldan beri, merkezi Roma’da bulunan Batı Roma İmparatorluğu Gotların ve Frenklerin sayesinde önemli ölçüde küçülme göstermiş, 476 yılında da tamamıyla yok olmuştur. Bunun sonucunda ortaya çıkan ekonomik, hukuki ve idari altyapıdaki boşluk, bir kaos durumuna yol açmıştır. Frenklerin tarafına geçen kilise, düzeni sağlamaya girişir. Bürokratik çerçevesini eskiye göre şekillendiren kilise, insanların alışkın olduğu unvanlar ve idari konumlar geliştirdi. Papa’nın önceden Roma imparatoruna verilen unvanla piskopos (pontifex maximus yani baş rahip) diye adlandırılması rastlantı eseri değildir. Bugün kilisenin Batı Avrupa’yı demirden bir elle yönettiği zaman sürecini “Karanlık Çağlar” olarak hatırlarız. Daha merhametli tarihçiler buna “Ortaçağ” diyecektir. FEODALCİLİK İyi örgütlenmiş bürokrasisi ile kilise, feodalciliğin Avrupa toplumunda gelişmesinde son derece önemli bor rol oynamıştır. Feodalciliğin kökleri o dönemde süregiden savaşlara uzanır. Krallar süvari sınıfını desteklemek için askerlerine bağımlı işçiler tarafından işlenen çiftlik arazileri verir. Halkın çoğunluğunun dipte, serfler ya da başkaları için basbayağı köleler gibi çalıştığı dev bir piramit oluşturulmuştu. Feodal serfler gün doğumundan batımına kadar çok ağır şartlarda çalışıyordu. Tam bir pislik ve sefalet içinde yaşıyorlardı. Bugün, o zaman döneminin koşullarını ve yoksunluklarını hayal etmek bile bizim için zordur. Kilisenin feodal sistemdeki rolü oldukça tuhaftı. Haksızlığa karşı mücadele etmediği gibi, sistemi yaratmaya yardım etmiş ve bundan büyük yararlar sağlamıştı. Kilise feodal sistemin eşitsizliğini çeşitli dogmatik formüllerle desteklemiş, Tanrı’nın Kendisinin işlerin bu yönde gitmesini istediğini, yoksulluğun büyük bir ruhani değerinin olduğunu, kralın ilahi güçlerle atanmış otoritesi sorgulanamaz bir insan olduğunu kuvvetli bir şekilde ima etmişti. Neden? Çünkü kilise bu feodal oyunun “önemli bir oyuncusu” idi. Tarihinin başından itibaren kilise toprak elde etmeye başladı. Başlangıçta pagan tapınaklara ve tapınak rahiplerinin mülklerine el koydu. Sonra Avrupa’daki en büyük toprak sahibi oluncaya kadar varlığını genişletmeyi sürdürdü, zavallı köylülerden muazzam vergiler topladı. Oxford bilgini Henry Phelps-Brown Egalitarianism and the Generation of Inequality (Siyasal ve sosyal eşitlilik ve eşitsizliğin doğuşu) adlı eserinde kilisenin tektanrıcılığı temsil ederken kendisini eski Helenci pagan eğilimlerden kurtarması gerektiğini ileri sürer (sh.33): “Böylece Hıristiyanlığın kendisi ile varlık ve güç hakkındaki görüşleri, laik dünyanın eşitsizliğine karşı çıkmadı. Aksine bunu destekledi. Böylece pagan felsefelerin ana eğilimini takip etti. İnsan kapasitesinin eşitsizliği aşikardı, boyun eğme ihtiyacı kaçınılmazdı.” Kilisenin imparatorluğu boyca büyürken, para ihtiyacı da arttı. Haçlı Seferleri kısmen İslam İmparatorluğu’nun büyümesini durdurmak amacıyla başlatılırken, kilit bir motivasyon Avrupa’da artan nüfus için yeni topraklar ve zenginlikler elde etmekti. Toprak isteyen şövalye ve asilzadelerin hırslarını tatmin yoluydu. Ancak o zaman gösterilen neden kilisenin, Yeruşalayim’deki Kutsal Kabri Müslümanlardan geri almasıydı. Bu tapınak 4. yüzyılda Konstantin’in annesi İmparatoriçe Helena tarafından İsa’nın çarmıha gerildikten sonra gömüldüğü yer olarak tanımlanmıştı. (Haçlılar tarafından yeniden inşa edilmiş olan bu kilise bugün halen durmaktadır; Hıristiyan hacıların Yeruşalayim’deki odak noktasıdır ancak Protestan Hıristiyanlar buranın İsa’nın gömüldüğü yer olmadığını ileri sürmektedir.) “ASİL” ARAYIŞ Haçlı Seferleri denince tarihin Hollywood versiyonları ile yetişmiş Batılı kafalarımızda, zor durumda olan genç kızları kurtaran asil şövalyeler canlanır. Ne büyük palavra... Şövalyelerin, kralların ve şövalyelik idealinin olduğu doğrudur. Bir Haçlı Seferi’nin lideri Aslan Yürekli Rişar’ın (bu arada İngiltere’nin sahip olduğu en kötü krallardan biriydi) kesinlikle maço bir savaşçı olduğu da doğrudur. Ama hepsi bu. Haçlı Seferleri katliam, ırza geçme ve talan kampanyalarına, zavallı Yahudiler için de felakete dönüştü. Gerçekten de Haçlı Seferleri, ne yazık ki sonraki birkaç yüz yıl boyunca model olacak, Yahudilere karşı ilk büyük ölçekli kitle vahşetinin başlangıcını oluşturur. Daha ileriki pogromlar bu fikrin tekrarı olacaktır. Yahudiler Haçlıların tek –ve birincil- kurbanları değildi. Müslümanlarsa öyleydi. İslam tarihi öğrencisi iseniz, bugün Arap aleminin içinde bulunduğu durumun büyük ölçüde Haçlı Seferleri’nden kaynaklandığını bilirsiniz. Kendilerine karşı yöneltilen vahşet Arap halklarını ekonomik yıkıma uğratmış, Arap aleminin çok kapalı olmasına yol açmış ve Arapların Batı’ya karşı nefretine katkıda bulunmuştur. (Araplar neden bugün bile evlerinin kapılarını maviye boyar? Kem gözü uzaklaştırmak için. Neden mavi? Açıklamalardan biri, onları katletmeye gelen kuzey Avrupalıların gözlerinin mavi olmasıdır.) 11. ile 13. yüzyıllar arasında toplam on Haçlı Seferi yapıldı: Birinci Haçlı Seferi, 1095-1099, sırasında Yeruşalayim Müslümanlardan alındı, şehirdeki Müslüman ve Yahudi halk kılıçtan geçirildi ve Haçlı yönetimi altındaki Yeruşalayim Latin Krallığı kuruldu. İkinci Haçlı Seferi, 1147-1149, Hıristiyanların Türklerin eline geçen topraklarını geri almak için örgütlendi ama başarısızlıkla sonuçlandı. Üçüncü Haçlı Seferi, 1189-1192, Mısır Sultanı Selahaddin Yeruşalayim’i yeniden ele geçirdikten sonra örgütlendi. Kral Aslan Yürekli Rişar’ın katıldığı sefer budur. Başarısızlıkla sonuçlandı. Dördüncü Haçlı Seferi, 1202,1204, sırasında Romalı Papa’nın hakimiyetini kabul etmeyen Yunanca konuşan Doğu Ortodoks Hıristiyanlar tarafından işgal edişmiş olan Konstantinopolis fethedildi. Çocukların Haçlı Seferi, 1212, sırasında Kutsal Topraklara binlerce çocuk gönderildi. Bu çocuklar Müslümanlar tarafından esir alındı, köle olarak satıldılar ya da açlık ve hastalıktan öldüler. Beşinci Haçlı Seferi, 1217-1721, Mısır’a yönelikti ama başarısızlıkla sonuçlandı. 13. yüzyılda gerçekleştirilen sonraki dört Haçlı Seferi Müslümanların kazandıklarını geri almayı başaramadı. Acco’daki son Haçlı kalesi de düştü. Haçlı Seferlerinin çok kısaca özeti bu. Şimdi Haçlı Seferlerinin Yahudileri en çok etkileyen yönlerini ayrıntıları ile ele alabiliriz. KAFİRLERİN TEMİZLENMESİ Papa II. Urban ilk seferi kısmen Müslümanlar tarafından kuşatılmış olan Konstantinopolis’teki Hıristiyanların yardım çağrısına cevaben başlattı. Amacı “kafirleri” (Hıristiyanların diğer tektanrılıları adlandırdığı gibi) püskürtmek ve Kutsal Toprakları geri almaktı. Seferi cazip kılmak için Papa katılanlara bol miktarda ganimet olacağı, ayrıca da tüm günahlarının Tanrı tarafından affedileceği sözünü verdi. Papa hevesli bir yanıtla karşılaştı. 15.000 kişilik –5.000 şövalye, gerisi de piyade- bir ordu giysilerinin üzerine büyük bir kırmızı haç takarak yola koyuldu (Haçlılar ismi buradan gelir ama onlar kendilerini “hacı” diye adlandırıyordu). Orduya bir de köylü gücü katıldı. Bu köylüler Avrupa boyunca ilerlerken (şövalyelerin önünde) yemeğe ihtiyaçları vardı ve etrafı talan ederek karınlarını doyurdular. Yine ilerlerken akıllarına, kafirlerden de kurtulabilecekleri fikri geldi: yani Yahudilerden. İşte Mayıs 1096’da Mainz Yahudilerine karşı yapılan saldırının bir görgü tanığının anlatısı. Bu, August Krey’in The First Crusade (İlk Haçlı Seferi) adlı kitabından alınmış, hayatta kalan bir Yahudi tarafından yazılmış bir mektuptur. “Şehirdeki Yahudiler kardeşlerinin katledildiğini bildiğinden güvenlikte olma umuduyla Ruthard Piskoposuna sığındı. Korumasına çok değer veriyor, inanıyorlardı. Piskopos Yahudileri kendi evinin çok geniş bir holüne yerleştirdi. Bu şekilde çok güvenli ve dayanıklı bir yerde sağ salim kalacaklardı. “Ama... Takım görüş alışverişinde bulundu ve gün doğduktan sonra kapıların kilitlerini kırarak holdeki Yahudilere oklar ve mızraklarla saldırdı. Binlerce kişinin saldırısına karşı koymaya çalışan 700 kadar Yahudi’yi öldürdüler. Kadınları da öldürdüler ve kılıçlarıyla, yaşları ve cinsiyetleri ne olursa olsun körpe çocukları da delip geçtiler.” Avrupa’daki Yahudi cemaatinin %30 ile 50’si böyle can verdi. 20.000 ile 30.000 arasında tahmin edilen Yahudi nüfusunun 10.000’i Haçlılar tarafından katledildi. YERUŞALAYİM’İN DÜŞÜŞÜ Haçlılar Türkiye’de Antakya’yı fethettikten sonra Yeruşalayim’e gittiler. Aralarından çoğu yoldaki savaşlarda ölmüştü. Yeruşalayim kapılarında, ağır zırhlarını ısıtan kavurucu güneş altında çarpışırken birçoğu daha can verdi. 44. bölümde Raşi’yi tartışırken Fransız asilzade Godfrey du Boullion’dan söz etmiştik. O, ayrıca da Raymond of Guilles, Raymond of Flanders ve Robert of Normandy, o zamanlar önemli bir Yahudi nüfusuna sahip olan Yeruşalayim’in kapılarını kuşattı. Güçleri duvarları deldi ve şehre akın ettiler. (Haçlıların “Hep! Hep!” çığlıkları o zaman ortaya çıktı. Bu, Latince “Yeruşalayim Düştü”nün baş harfleriydi. Zamanla “Hip hip hurra!” oldu, Yahudilerin hiçbir zaman kullanmadığı bir selamlama şeklidir.) Haçlılar şehre girdikten sonra ne oldu? Müslüman tarihçi İbn Al Kalanisi, gereksiz vahşeti tüyleri diken eden bir şekilde tasvir eder.


Alıntı.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver
Alt 18 Nisan 2009, 16:49   #2
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Musevilik ve Yahudi Tarihi - Hristiyanlık ve İslam'ın Yayılması




Zavallı Yahudiler bir sinagoga sığınır, Haçlılar onları burada bulur, sinagogu ateşe verir ve hepsini diri diri yakar. Haçlılar Yeruşalayim’i fethettikten sonra tüm Yisrael’de büyük bir inşa işine girişti. Kurdukları birçok kale ve kilisenin kalıntıları günümüzde ziyaret edilebilmektedir. (Bunların çoğu Müslümanlar tarafından ele geçirildikten sonra, Haçılar geri döner korkusuyla yıkılmıştır.) Haçlılar bu krallıkla ilgilenmek üzere özel şövalye örgütleri kurdu. Bizi özellikle ilgilendirenler Tapınak Şövalyeleri ve Hospitalier (Konuksever) Şövalyelerdir. Tapınak Şövalyeleri Tapınak (Mabet) Tepesi’ne yerleşmişti (adları buradan gelir). İlginç olan şudur ki Tapınak Şövalyeleri Kubbet-ül Sahra’yı yıkmadı (oysa Haçlılar kiliseye dönüştürmedikleri tüm camileri yıkmıştı). Neden mi? Oranın Şlomo’nun Mabedi” olduğunu ve yakındaki El Aksa camiinin Şlomo’nun Sarayı” olduğunu sandılar. Peki ne yaptılar? Kubbet-ül Sahra’nın tepesindeki hilali çıkarıp bir haç yerleştirdiler ve Templum Domini “Tanrı’nın Mabedi” diye adlandırdılar. El Aksa camiinin ve altındaki kemerli kabri manastıra dönüştürdüler. Diğer yanılgılarına uyumlu bir şekilde, Herod tarafından inşa edilmiş olan bu alana “Şlomo’nun Ahırları” ismini verdiler. (Bu sözde ahırlar son zamanlarda Müslüman Vakfı tarafından kazılmış ve İsrail hükümetinin durduramadığı devasa arkeolojik yıkım çerçevesinde başka bir camie dönüştürülmüştür.) Hospitalier Şövalyelerin, Hıristiyan kutsal mekanlarını ziyaret edecek çok sayıdaki Hıristiyan hacıya konukseverlik göstereceği ve aralarındaki hastaları tedavi edeceği farz ediliyordu. (Gördüğünüz gibi konukseverlik daha sonra hastaların bakıldığı yerle eşanlamlı oldu: hospital – hastane.) Hospitalier Şövalyeler ana binalarını Kutsal Kabir Kilisesi’nin yakınına, yani mantıklı bir yere inşa etti. Bir kilise, acizler yurdu ve hastaneden oluşan başka bir kompleksi ise bugün eski Yeruşalayim şehrindeki Yahudi mahallesinin kalbi olan yerde, Batı Duvarı’na giden ana merdivenin yakınlarında kurdular. Bu kalıntı korunmuş, turistleri çekmektedir. Yakınlarındaki Haçlı yapıları yenilenmiş ve apartman dairesi, okul ve dükkan olarak kullanılmaktadır. Hospitalier Şövalyelerin Yahudilere konukseverlik göstermediğini söylemeye gerek yok. Şehrin Hıristiyan nüfusunu artırmak için Hıristiyan Arap kabileleri getirdiler. Yahudiler ise her zaman kutsal şehrin parçası olmaya can atıyordu. Bu Yahudilerden biri, Kutsal Topraklardaki Haçlı istilasına meydan okudu. Bu Yahudi ünlü şair ve yazar Yeuda HaLevi’den başkası değildi (44. bölümde ele aldığımız Kuzari eserinin yazarı). Yeuda HaLevi şehre ulaşmayı başardı ama şehir kapılarının hemen dışında Hıristiyan bir Arap atlısı tarafından çiğnendi. Ölürken kendi şiirlerinden birini okuduğu söylenir: “Sion, seni görürsem... Taşlarını bağrıma basacak, onları öpeceğim ve toprağının tadı, bana baldan tatlı gelecek.” SULTAN SELAHADDİN Haçlıların Kutsal Topraklardaki hükümdarlığı kısa ömürlü oldu. Yüz yıldan kısa bir sürede, 1187 yılında Mısırlı Sultan Selahaddin tarafından fethedildiler (44. bölümde gördüğümüz gibi Maimonides, Sultan’ın ailesinin hekimi idi). Sultan Selahaddin Haçlıları Ortadoğu’nun ortaçağ tarihinin en önemli savaşlarından biri sırasında yendi: Galile Denizi’nin kuzeybatısında yer alan Hattin’de. Selahaddin orada Haçlıları açık alana sürmeyi başardı. Yazın ortasında, yakıcı sıcak altında kendilerini sayıca çok daha az, manevra yapma yeteneğinden yoksun buldular. Selahaddin onları bu şekilde yok etti. Yeruşalayim’i kaybettikleri halde Haçlılar vazgeçmedi. Kutsal Toprakları yeniden ele geçirmek üzere sefer üzerine sefer düzenlediler. Hiçbir zaman Yeruşalayim’i geri alamadılar (ama Müslümanlar oradaki Hıristiyan mekanlarına girmelerine izin verdi). Sonunda son haçlı kalesi Acco (Akka) 1291 yılında düştü. Bugün İsrail’in her yerinde Haçlı döneminden kalma şaşırtıcı kalıntılar vardır. En büyük ve etkileyici olanlarından bazıları Kesarya, Acco, Tiberya ve Belvoir’dadır (Hattin savaşının yer aldığı alanın yakınında). Bu yerleri ziyaret edecek olursanız, onlara hayranlıkla seyrederken Haçlıların Yahudilere neler yaptıklarını hatırlayın.

Alıntı.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 19 Nisan 2009, 14:44   #3
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Musevilik ve Yahudi Tarihi - Hristiyanlık ve İslam'ın Yayılması




İFTİRALAR(1144_1215)


Yahudi tarihinin sürekli ve amansız Hıristiyan zulmü altında kalan acı verici bir dönemini tartışmaya başlamak üzereyiz. Bu dönem zarfında göreceklerimiz: İngiltere’den kovulan Yahudiler (1290) Fransa’dan kovulan Yahudiler (1306 ve 1394) Macaristan’dan kovulan Yahudiler (1349 ve 1360) Almanya’dan kovulan Yahudiler (1348 ve 1598) Avusturya’dan kovulan Yahudiler (1421) Litvanya’dan kovulan Yahudiler (1445 ve 1495) İspanya’dan kovulan Yahudiler (1492) Portekiz’den kovulan Yahudiler (1497) Bu sadece kısmi bir liste. (Çoğu zaman Yahudiler kovuluyor, ardından yokluklarında önemli bir ekonomik çöküş kaydedilince tekrar kabul ediliyor, sonra yine kovuluyorlardı. Klasik “ne onlarla, ne onlarsız” felsefesi. Bu zulümlerin hikayesi gerçekte 1.000 yılı –ilk milenyum- civarlarında başlar. İnsanların, özellikle de Vahiy kitapları bin yılın sonunda şeytanın hapisten çıkıp dünyayı alt üst edeceğini öngören Hıristiyanların, büyük tarihler konusunda huzursuz olduğu anlaşılmaktadır. Yaklaşan milenyum Hıristiyan aleminde, tarihçilerin “Yeni Dindarlık” diye adlandırdığı dini bir canlanmaya yol açtı. Yeni Dindarlık özellikler İsa’nın tarihselliğine odaklandı. İsa’nın hayatına odaklanmak, onun ölümüne odaklanmak demekti. Hıristiyanların “Yeni Ahit”i İsa’yı Romalıların öldürdüğünü söylese de, Yahudiler onun ölmesini istemekten dolayı suçlanıyordu. Böylece o dönemde, en başta 4. yüzyılda ortaya çıkan Yahudilerin “İsa’nın katilleri” olduğu kavramının popülerlik kazandığını görüyoruz. Yine de bu tek başına Hıristiyan zulümlerinin şiddetini açıklamaya yetmez. Bu konuyu tam manasıyla anlamak için başka, daha karmaşık nedenlere bakmamız gerekir. TEOLOJİ DEĞİŞİKLİĞİ Bir kere Yahudilerin varlığı bile birçok Hıristiyan’ı sinirlendiriyordu. İşte nedeni: Hıristiyan teolojisi İbranilerin Tevrat’ını kabul eder. İçinde yer alan, Yahudilerin Tanrı tarafından Tora’yı almak ve dünyaya kutsallık getirmek üzere seçilmiş özel bir halk olduğu beyanını tartışmaz. Ama Hıristiyan teolojisi Yahudilerin misyonlarını başaramadığını söyler. Bu nedenle Tanrı, işleri düzeltmek için “oğlunu” (İsa) gönderdi ama Yahudiler onu “tanrı” olarak tanımayı reddetti. Bunun sonucunda Tanrı Yahudileri terk etti ve onların yerine “yeni seçilmiş ulusu”, Hıristiyanları getirdi. (Tevrat’ın Hıristiyan bölümü bu yüzden “Yeni Ahit” adını taşır). Bu mantık yürütmenin sonucunda Yahudilerin dünyada var olması için hiçbir amaç kalmamıştır. Birçok güçlü ulus gibi, onlar da yok olmalıdır. Ne var ki ilk milenyumda –İsa’nın ölümünden 1.000 yıl sonra- Yahudiler hâlâ her tarafta varlık gösteriyordu. Hıristiyan teolojisi bu soruna bir tür çözüm getirmek zorundaydı ve getirdi. Yahudiler Tanrı tarafından “tanık ulus” olarak (Latince teste veritatis) dünyada dolaşmaya mahkum edilmiş olmalıydı. Tanık bir ulusun amacı, İsa’nın sözde “İkinci Geliş” için tekrar ortaya çıkacağı “günlerin sonuna” tanıklık etmek üzere tarih boyunca hayatta kalmaktır. Ancak Hıristiyan teolojisinin açıklamaları Yahudilerin –zaman zaman güçlü ve başarılı- varlığını ortadan kaldıramıyordu. Meselenin kalbinde, Hıristiyanların Yahudilerin insan ruhu için doğrudan bir rakip olduğu görüşü yer alıyordu. Hıristiyanların Yahudilere karşı husumeti Hıristiyan kilisesinin ilk atalarının yazılarında görülebilir. (Bkz. Alan Gould’un What Did They Think of the Jews? –Yahudiler Hakkında Ne Düşünüyorlardı- kitabı, sh.24-25): Konstantinopolis Patriği John Chysostom’dan bunları öğreniyoruz. “Yahudiler insanların en değersizleridir: şehvet düşkünü, açgözlü, zorbadırlar; Hain Hıristiyan katilleridirler. Şeytana taparlar. Dinleri bir illettir. Yahudiler İsa’nın iğrenç katilleridir ve tanrı öldürmenin kefareti, hoşgörüsü, affı yoktur. Hıristiyanlar intikamı hiçbir zaman bırakmamalıdır. Yahudiler sonsuza kadar köle olarak yaşamalıdır. Bütün Hıristiyanların görevi Yahudilerden nefret etmektir.” Nyssalı Greogry’den ise aynı bağlamda daha fazlasını öğreniyoruz: “Tanrımızın katilleri, peygamberlerimizin canileri, tanrının rakipleri, tanrıdan nefret edenler, kanunu hor görenler, merhamet düşmanları, babanın inancının hasımları, şeytanın avukatları, yılan yuvaları, iftiracılar, alaycılar, zihinleri karanlıkta olan adamlar, Farisilerin mayası, iblisler topluluğu, günahkarlar, kötü adamlar, doğruluğu taşa tutanlar ve ondan nefret edenler.” Böylesine iftiralar bazı yerlerde insanları şiddete sevk ediyordu. (Örneğin 45. bölümde Haçlıların Avrupa’da yaşayan Yahudilerin %30 ile 50’sini katlederek oradaki Yahudi nüfusunu nasıl mahvettiğini gördük. 1095 yılında ilk Haçlı Seferi başladığında yaklaşık 20.000-30.000 arasında tahmin edilen Yahudi nüfusunun 10.000 kadarı öldürüldü.) Bu iftiralar başka yerlerde farklı zulümleri doğurdu. TEFECİLER Makul bir Hıristiyan, kilise babalarının birinin Yahudiler hakkında böyle konuştuğunu duyunca doğal olarak, bu türden insanların temiz bir toplumda yerinin olmadığı sonucuna varabilirdi. Zamanla çıkarılan sonuç da bu oldu.


Alıntı.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 19 Nisan 2009, 14:44   #4
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Musevilik ve Yahudi Tarihi - Hristiyanlık ve İslam'ın Yayılması




İlk milenyum civarında Yahudilerin anlamlı bir şekilde dışında bırakıldığı Hıristiyan ticaret loncalarının yükselişini görürüz. Artık Yahudi altın ve gümüş işleyicileri ve cam üfleyicileri yoktur. Yahudiler toprak sahibi olamaz, işyeri açamaz, doktor ve avukat olamaz. Yahudiler onları ayıran “belirleyici bir elbise” –bir rozet, işaret ya da aptal görünüşlü bir şapka- giymeye zorlanıyordu. Bunun amacı onların yalnızca farklı görünmesini sağlamak değil, aynı zamanda aşağılamaktı. Sonra 1123 yılından başlayarak kilise piskoposları politikalarını belirmek üzere Lateran Konsilleri diye adlandırılan bir dizi toplantı başlatınca, Yahudilere Hıristiyan toplumunda yeni bir görev verildi. Papazların bekar kalması gerektiğini ilan eden bir kararnamenin yanı sıra, piskoposlar Hıristiyanların birbirlerine para borç vermesine izin verilmediğini kararlaştırdı. (Bu, kişinin kardeşine borç verirken faiz uygulamasını yasaklayan Tora emrinin yanlış anlaşılmasından doğdu.) Yahudilere gelince, piskoposlar onları Hıristiyanların hizmetkarları ilan eden bir doktrin yayınladı ve onlara küçük düşürücü para borç verme –tefecilik diye adlandırılan ve Hıristiyanların bu şekilde ellerini kirletmesine izin verilmeyen- görevini verdi. Piskoposlar aptal değildi. Bankacılığın olması için faiz uygulanması gerektiğini ve ekonomik gelişmenin olması için bankacılığın şart olduğunu, aksi takdirde büyümenin olamayacağını ve ekonominin durgunluğa gireceğini biliyorlardı. Birisinin para borç vermesi lazımdı. Bu birisi de Yahudiler olacaktı diye karar verdi piskoposlar. Daha sonra olan şu ki Yahudilerin, belirli sayıda tefeci çıkarmadıkları takdirde Avrupa’nın çeşitli kentlerinde yaşamasına izin verilmiyordu. Ne var ki para borç vermek tehlikeli bir işti. Bir kere çok düşmanlığa yol açıyordu. Kim borç aldığı parayı geri ödemek ister ki? Yerel asilzade ya da piskopos borcunu geri ödememeye karar verdiyse ne olurdu? Yahudi’yi korkunç bir şey yapmış olmakta suçlardı, örneğin Hıristiyan bir bebeği öldürmek gibi. Bu şekilde borçlarının üstüne yatar, Yahudilerin tüm mallarına el koyar, sonra kovar, hatta öldürürdü. Bu defalarca tekrarlandı. Bazıları Yahudilerin tefecilik uygulamalarının bu tür eylemlere yol açtığını ve Antisemitizm’den önemli ölçüde sorumlu olduğunu iddia etmiştir. Bu tamamıyla uydurmadır. O dönemde Yahudiler ortalama %45’lik bir faiz oranı uyguluyordu. Bugünün standartlarına göre yüksek görünse de, Vatikan’ın burnunun dibinde yaşayan İtalyan bankerler Lombardlar’ın %250’ye kadar varan faizler uyguladığını düşünün. Böylece görüyoruz ki Lombardlar’ın para borç verme uygulamaları çok daha kötüydü, kimse de gidip Lombard bankerlere zulüm etmiyordu. Diğer yandan Yahudilere yapılan zulümlerin sınırı yoktu. KAN İFTİRASI Yahudilere bu zaman zarfında yapılan suçlamaları açıklamak neredeyse imkansızdır. Yahudiler yalnızca “İsa katilleri” değil “bebek katilleri” oldukları için de zulüm gördü. Bu türden ilk suçlama –kan iftirası olarak bilinir- 1144 yılında İngiltere’de Norwich’te yapıldı. Yahudiler Hıristiyan bir bebeği kaçırmak ve bebeğin kanını boşaltmakla suçlandı. Bu suçlama o kadar popüler oldu ki, çeşitli şekillerde Avrupa’ya yayıldı, oradan da dünyanın diğer kısımlarına sıçradı.

Alıntı.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 19 Nisan 2009, 14:45   #5
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Musevilik ve Yahudi Tarihi - Hristiyanlık ve İslam'ın Yayılması




Hıristiyanlara göre Yahudiler neden Hıristiyan kanına ihtiyaç duyuyordu? Bu çok seçenekli bir sorudur: a. Yahudiler İsa’yı öldürmenin cezası olarak hemoroitten çekiyordu ve kan içmek o dönemde hemoroitin en iyi tedavisiydi. b. Tüm Yahudi erkekler adet görüyordu ve aylık bir kan nakline ihtiyaçları vardı. c. Yahudi erkekler sünnet edildiğinde cerrahi işlem yüzünden o kadar çok kan kaybeder ki Hıristiyan bebeklerinin kanını içmeye gereksinim duyar. d. Kan matsanın ana malzemesidir, dolayısıyla her Pesah Yahudilerin bol miktarda kana ihtiyacı vardı. e. Yukarıdakilerin hepsi. Doğru yanıt hangisi sizce? Şoke edici de olsa, (e), yukarıdakilerin hepsi. Bu Antisemitizm’de çok önemli bir derstir. Yahudiler hakkında herhangi bir şey söyleyebilirsiniz, insanlar da buna inanır. Yahudi kanunu ile her ne şekilde olursa olsun kan tüketmeleri yasak olan (kaşer et tüm kan kalıntılarını yok etmek için dikkatle yıkanır ve tuzlanır) Yahudilerin, kan içmekle suçlanması kaderin garip bir cilvesidir. Kan iftirası kilisenin 13. yüzyılda ekmek ve şarabın İsa’nın et ve kanına dönüşmesi doktrinini benimsemesi karşısında daha da anlamsızlaşır. Bu mistik fikre göre papaz ekmek ve şarap hakkında bir ayin yaptıktan sonra bu nesneler mistik bir şekilde İsa’nın bedenine ve kanına dönüşür. Ekmeği yiyen ve şarabı içen Hıristiyanların mistik olarak İsa’nın etini yiyip, kanını içtiği söylenmektedir. “İsa’nın kanını içme” ritüeli ile meşgul olan Hıristiyan aleminin, kan içmesi yasak olan Yahudileri bu tamamıyla uydurma cürümle suçlaması komiktir. Ama suçlamalar daha da azdı. 13. yüzyılda İsviçre ve Almanya’da Yahudiler kiliselerdeki ayin ekmeklerini kaçırmakla suçlandı. Hıristiyanların görüşüne göre Yahudiler bunları ne yapacaktı? İşkence edeceklerdi. Ortaçağ belgeleri bir Yahudi’nin (genellikle Abraham adında) bir kiliseden nasıl ekmek çaldığını, içine bıçağını batırdığını ve ekmekten kan akmaya başladığını tarif eden hikayeler anlatır. Sonra ekmeği parçalara böler ve işkence etmeleri için başka Yahudilere gönderir. Binlerce Yahudi bu türden hikayelerin sonucunda katledilmeseydi bu hikayeler komik olabilirdi. Örneğin Berlin yakınlarındaki Berlitz Yahudi cemaatinin tamamı bir ekmek parçasına işkence etme suçlamasıyla diri diri yakıldı. YAHUDİ VERGİLERİ Bütün bu zaman zarfında Yahudiler fiziksel olarak zulüm görüyor, dövülüyor, yakılıyor, ırzlarına geçiliyor; ekonomik açıdan zulüm görüyor, talan ediliyor, soyuluyor, ölümüne vergilendiriliyordu. Aslında onlara tahammül edilmesinin nedenlerinden biri paralarıydı. Yahudiler krallık için iyi bir gelir kaynağı idi. Onlara ceza niteliğinde özel “Yahudi vergileri” kesiliyordu. Almanya’da daha sonra Yahudilere 38 özel verginin dayatıldığını göreceğiz. Doğum, ölüm, kipa takma, evlenme, sünnet, Şabat mumları yakma, Yahudi oldukları için her durumda hizmet etmelerine izin verilmeyen Alman ordusundan muaf tutulma vergileri... Yahudilerin vergiden kaçınmada neden bu kadar becerikli olduğunu, neden bu kadar çok Yahudi muhasebeci olduğunu öğrenmek isterseniz, bu düşmanları tarafından ölümüne vergilendirilmeleri karşısında sağ kalmaya çalıştıkları 1.500 yıllık deneyimden kaynaklanmaktadır. Sonunca olacak olan da, paraları tükendiğinde Yahudilerin kovulmasıdır. İngiltere’de 5.000 kişilik Yahudi nüfusun krallığa gelirinin %20’sini sağladığı İngiltere’de olan budur. 1290 yılının 9 Av günü –Yeruşalayim’deki Bet Amikdaş’ın iki kez yıkıldığı gün, dolayısıyla Yahudi tarihindeki en kötü gün- Yahudiler İngiltere’den kovuldu ve neredeyse dört yüz yıl boyunca geri dönmelerine izin verilmesi. Başka ülkeler kısa zamanda onları izleyecekti. Ama önce Yahudilere yapılan zulümlere bir değişim olacaktı.

Alıntı.

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
hristiyanlik, islamin, musevilik, tarihi, yahudi, yayilmasi


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Musevilik ve Yahudi Tarihi - 1000 Yıllık Süre YapraK Musevilik 0 18 Nisan 2009 16:44
Musevilik ve Yahudi Tarihi - Hristiyanlığın Tohumları YapraK Musevilik 0 18 Nisan 2009 16:40
Musevilik ve yahudi tarihi - krallar sonrası dönem YapraK Musevilik 0 28 Mart 2009 20:06
Musevilik ve yahudi tarihi - kral_david YapraK Musevilik 0 28 Mart 2009 20:03
Musevilik ve yahudi tarihi - kral şaur YapraK Musevilik 0 28 Mart 2009 20:02