Ayşenur Aslan’ın pek de beklemediği şok bir açıklama bu...
Birkaç saniye düşünerek cevap veriyor Ayşenur Aslan:
“Fethullah Gülen’in kaseti gizli çekim miydi ki?.. Değildi... Ayrıca biz sana yönelik haberleri yayınlamadık...”
“O ayrı bu ayrı...” diyor Mehmet Ali Birand...
Muhatabıyla biraz orta yolu bularak, ısrar ediyor söylediklerinde...
***
Önce şu noktayı belirteyim...
Mehmet Ali Birand’la çok ağır tartışmalar yaptım...
Çok daha ağırını da yapardım, ancak birşeyler tuttu elimi...
Gitmedi kalemim...
Fakat gazetecilik, “her olayı kendi içinde doğrusuyla eğirisiyle değerlendirebilme sanatıdır...”
Mehmet Ali Birand’ın son itiraflarının gerçekliği ve doğruluğu tartışılabilir...
Ancak “samimi” olduğu kesindir...
Mehmet Ali Birand bu açıklamaları yaparken, yüzde yüz doğruları aksettiremese de kendi açısından “samimidir...”
Onun bu noktada samimiyetini sorgulamak yanlıştır...
***
Fethullah Gülen’in yayınlanan kasetleri konusuna gelince...
Mehmet Ali Birand o zamanlar köşe yazarlığı ve program yapıyordu, olayı tam bilmeyebilir...
Tarihe kayıt düşmek açısından anlatayım...
Bu kasetler, o zamanlar hemen her olayda olduğu gibi ilk kez başında bulunduğum SHOW Haber’e geldi...
Kimin ürettiğini bilmem, ancak kaseti getirenler Mehmet Ali Birand’ın söylediği gibi “askerler” değildi...
Fethullah Gülen’in müridi olduğu anlaşılan birkaç kişiyle sohbet baabındaki konuşmasını içeriyordu...
Sohbetin samimiyetiyle söylenmiş birçok söz vardı...
Ayşenur Aslan yanlış söylüyor...
“Bunlar gizli çekim değildi” diyor...
“Gizli çekimden ne anladığınıza bağlı” bu...
O çekim, bir dost sohbetinin kayda alınması...
Fethullah Gülen’in açık, kamuya yönelik bir konuşması değil kesinlikle bu konuşma...
***
Dost ya da yakın müritleriyle sohbetini birisi kaydetmiş...
Fethullah Gülen’in kayıttan haberi var mı yok mu belli değil...
Ancak bu çok önemli değil...
Kasetlere baktım, izledim ve bir süre düşünüp, şimdi kim olduğunu hatırlamadığım haber merkezindeki arkadaşlara “Biz bu kaseti şu anda yayınlamayacağız” dedim...
Canlı yayında rüşvetin bile SHOW Haber’de yayınlandığı günlerdi...
Erbakan’ın masasında duran “rakı kadehinin” ona ait olup olmadığını sorduğumuz, Refah Partili milletvekillerinin kamuya açık salonlarda, Hac’da “ağır salvolarla dolu sallamalarının” kasetlerini tereddütsüz yayınladığımız günlerdi...
***
Bunları yayınlıyorduk, çünkü bunları söyleyenler, bir dost sohbeti samimiyetiyle değil, kitlelere açık bir belagat ustalığının şehvetiyle bu konuşmaları yapıyorlardı ve karşılarındaki insanlar onları huşu içinde dinliyordu...
Fethullah Gülen’in kaseti böyle bir kaset değildi...
İkincisi ve benim için daha önemlisi Fethullah Gülen hakkında zaten arka arkaya davalar açılıyordu...
Fethullah Gülen Türkiye’yi terketmek üzereydi ya da terketmişti...
“Sansasyonel bir haberden ziyade, psikolojik bir harbin” parçası gibi göründü o anda bana o kasetler...
***
Bir gazetecinin “vicdanı”nın sesini dinlediği çok tarihi anlar vardır...
O sırada Fethullah Gülen bugünkü gibi güçlü ve kudertli değildi...
Tukaka edildiği günlerdi...
Bu tip kasetleri yayınlamak prim getirirdi, yayınlamamak değil...
Üstelik rating de getirirdi...
Arkasından da “gündelik başarı” elbette...
Fethullah Gülen’in ne cemaatine, ne düşüncelerine, ne de dünya görüşüne herhangi bir yakınlığım yoktu...
Tersine uzak olduğum söylenebilirdi...
Fakat bu bir duygudur...
Bir yerlerde “bu kaseti yayınlamanın salt bir gazetecilik olayı olmadığını” hissedersiniz...
Belliydi ki, bu özel sohbeti içeren kaset, yeni açılacak davalara zemin teşkil edecek ve bombardıman daha da artarak sürecekti...
Oysa zaten, bir süreç başlamıştı ve bunun daha fazlası “psikolojik savaştı...”
İlk kez bana gelen ve o günlerde sadece bende olan o kasetleri yayınlamaya vicdanım el vermedi...
Salt gazetecilik gibi gelmiyordu bana bunları yayınlamak...
Bir psikolojik savaşın parçası olduğunu hissediyordum...
***
Aradan bir aydan fazla zaman geçti...
O kasetlerin ATV Haber’de yayınlanacağı flaş flaş altyazısıyla geçmeye başladı...
Hiçbir şey yapmadım...
Kendi haberlerimizi yayınladım...
Bir taraftan göz ucuyla bir ay önce bana gelen ve “Biz yayınlamayacağız” dediğim o kaseti izliyordum...
Haberci olarak bende olan bir haberi yayınlamayarak geride kalmıştım...
Sansasyonel olarak rakibim bir kanal “bu olayın o günlerde görünen parsasını” toplamıştı...
Haber bitti, camekanlı odama geçtim...
Kendime viski koydum...
Hiç sesimi çıkarmadan 15-20 dakika tek bir noktaya sabitlenmiş bakıyordum...
Ertesi günü ne yapacaktım...
Kaset olayını görecek miydim görmeyecek miydim?..
Göreceksem nasıl görecektim ne diyecektim?..
Gözüm ve kendim sabitlenmişti...
Elim sadece arada bir viski kadehine gidiyordu...
Neden sonra şimdi Cine 5’in Genel Yayın Yönetmeni olan Haber Müdürüm Bülent Çöltekin bana geldi...
-”Bülent otur oturduğun yere” diye terslediğimi hatırlıyorum...
Gitti 10 dakika oturdu...
Bütün haber merkezi çıt çıkmıyor, adam ne zaman odadan çıkıp, toplantı yapacak diye bekliyordu...
Sonra baktım Bülent yeniden geldi...
“Abi gitmem lazım kız dışarda bekliyor...”
“Giiiit” diye bağırdığımı hatırlıyorum...
Belli ki “ne yapacağımızı şimdi konuşmak istemiyordu...”
Oysa bana kalsa saatlerce toplantı yapacaktım...
O gittikten sonra herkes yavaş yavaş dağıldı...
Odada yalnız kaldım...
Uzunca bir süre daha...
O gece gidip İstinye iskelesinin yanıbaşındaki çay bahçesinde oturdum...
Gözümün önüne anneannemin balık tuttuğu anlar geldi o iskelede...
Vapurların yanaştığı ve cirit attığı o sularda 8 yaşında vapurların arasında sudan çıkar, anneannemi korkuturdum...
Deli gibi bir akıntı ve vapurların çıkardığı köpükler olurdu çevremizde...
Vicdanımın huzuru ile “haber gibi sansasyonun huzursuzluğu” arasında gitti geldi kalbim...
En azından gece rahat uyuyacaktım...
Bu da bana yeterdi...
***
ASKERDEN TALİMAT ALINDIĞI DOĞRU DEĞİL... MEHMET ALİ BİRAND’IN ANDIÇ BELGESİNİ DE YAYINLAMADIK BİZ...
O günlerde sadece Fetullah Gülen’in değil...
Mehmet Ali Birand’ın da Cengiz Çandar’la birlikte PKK’dan para alarak röportaj yaptığı gibi “andıç”lar ortaya çıkmıştı...
Doğruluğunu veya yanlışlığını saptama olanağımız yoktu...
Sonunda haber bir PKK yöneticisinin ağzından sızdırılan “andıç” belgesinde böyle yer alıyordu...
***
Mehmet Ali Birand’la da, esasen Cengiz Çandar’la da pek seviştiğimiz söylenemezdi...
Hani meslekte kanka gazeteciler vardır...
Ne Mehmet Ali’yle ne Cengiz’le böyle bir durumum yoktu...
Özellikle Mehmet Ali Birand’la tam tersi bir durumdan söz edilebilirdi...
Fakat Fethullah Gülen kasetinde olduğu gibi, benim kendi mütevazi ölçülerimde bir “vicdani kıstasım” vardı...
Gelen haberden emin değilsem, ve vicdanım bir yerden bende “Burada sanki psikolojik bir savaş var... Bu haber onun parçası” duygusu uyandırıyorsa, o haberi ne olursa olsun yayınlamıyordum...
***
Askerden o andıç geldi ama, “askerden talimat almadığımız için” biz o haberi yayınlamadık Mehmet Ali...
Sonraları senden “haberleri maymun ve sirk haberiydi” laflarını duyarken, üzülmedim değil senin onurunu korumak uğruna görmediğim o sahte andıç belgeleri...
Ama pişman mıyım, senin itibarsızlaştırılmana ortak olmadığım için...
Hayır Mehmet Ali...
Pişman değilim...
Bugün olsa bugün de yayınlamazdım o andıç belgesi denilen şeyleri...
Vicdan ve habercilik böyle bir şey...
Hiç ilgin olmadığı bir Fethullah Gülen kaseti...
Pek de hazetmediğin bir Mehmet Ali Birand suçlaması...
Ve vicdanının sesini dinleyerek kullanmadığın kasetler, haberler...
Siz rahat uyuyun Abdi Bey, Çetin Bey, Orhan Tokatlı, Orhan Duru, İlhami Soysal...