02 Şubat 2022, 07:14 | #381 |
Çevrimdışı ♪ Lafazan FM ♪
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | RECEP AYI İLK 10 İKİNCİ 10 VE ÜÇÜNCÜ 10 GÜN ZİKİRLERİ RECEP AYINDA ÇEKİLECEK ZİKİRLER Recep Ayının İlk On Gününde Okunacak Dua: “Allâhümme bârik lenâ fî recebe ve şa’bân ve belliğnâ ramazân vehtimlenâ bil-îmân ve yessirlenâ bil-Kur’ân.” Ardından yüz defa: Sübhânallâhil-Hayyi’l-Kayyûm. Recep Ayının İkinci On Gününde Okunacak Dua: “Allâhümme bârik lenâ fî recebe şa’bân ve belliğnâ ramazân vehtimlenâ bil-îmân ve yessirlenâ bil-Kur’ân.” Ardından yüz defa: Sübhânallâhil-ehadis-samed. Recep Ayının Üçüncü On Gününde Okunacak Dua: “Allâhümme bârik lenâ fî recebe ve şa’bân ve belliğna ramazân vehtimlenâ bil-îman ve yessirlenâ bil-Kur’ân.” Ardından yüz defa: Sübhânallâhi’l-Ğafûri’r-Rahîm. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
|
02 Şubat 2022, 07:25 | #383 |
Çevrimdışı ♪ Lafazan FM ♪
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | HOŞ GELDİN RECEP AYI (RECEP AYI ALLAH C.C ÜN DÜR ) RECEB AYI Mübârek üç ayların ilki olan Receb ayıdır. Receb, “Tercîb” kelimesinden gelmektedir. Bu da ta’zîm ve hürmet manasına gelmektedir. Allahü teâlâ, bu ayda oruç tutanların, bu aya saygı gösterenlerin, günahlarını affeder, çok sevap ve üstün dereceler ihsân eder. Receb ayının üstünlükleri hadîs-i şerîflerde şöyle bildirildi: “Receb, Allahü teâlânın, Şaban benim ve Ramazan ümmetimin ayıdır” “Receb-i şerîfte bir kimsenin tuttuğu bir orucun sevabı, o kimsenin otuz sene nâfile oruç tutmasına eşittir.” “Bir kimse, Allahü teâlânın ay’ı olan Receb ayında bir mü’min, kardeşini gam ve üzüntüden kurtarırsa, Allahü teâlâ, ona Firdevs’te gözünün görebildiği kadar büyük bir köşk ihsân eder. Uyanınız, kendinize geliniz ve Receb ayına hürmet ve ikrâm ediniz ki, Allahü teâlâ da size, ikrâm ve ihsân etsin.” “Cennette bir nehir vardır. Ona Receb denir. Sütten beyaz, baldan tatlıdır. Receb ayında birgün oruç tutana Allahü teâlâ Kıyâmet günü o nehirden su verir.” Ömer bin Abdülaziz hazretleri buyurdu ki: “Senede dört geceye dikkat edip, ibâdetle geçirmek lâzımdır. Allahü teâlâ o gecelerde rahmetini saçar. Bu geceler, Recebin ilk cum’a gecesi, Şa’banın onbeşinci gecesi, Ramazanın yirmi yedinci gecesi ve Ramazan bayramı gecesidir.” Receb ayında yapılan iyilikler, tutulan oruçlar, günahları temizler. Zîra Receb-i şerîfin isimlerinden birisi de “Şehrü’l mutahhar” dır. Günahlardan temizlenilmesi ve yüksek derecelere kavuşulması sebebi ile bu isim verilmiştir. Receb, tevbe, hürmet ve ibâdet ayıdır. Şa’ban, muhabbet ve hizmet ayıdır. Ramazan ise, yakınlık ve ni’met ayıdır. Zünnûn-i Mısrî hazretleri buyurdu ki: “Receb tohum ekme, Şa’ban sulama, Ramazan ise, hasat ayıdır. Yâni ekip suladığını biçip toplayacak bir aydır. Herkes ektiğini biçer. Amelinin, ibâdetinin karşılığını alır. Tohum ekmeyen, hasat mevsimi gelince pişman olur.” Receb ayının magfirete, Şa’ban ayının şefâ’ate ve Ramazan ayının da sevapların kat kat verilmesine mahsus olduğu bildirilmiştir. Bu aylara hürmet etmek, günâhlardan uzaklaşmakla ve ibâdetleri yapmakla olur. Hürmet edip, saygı gösteren, kat kat karşılığını görecektir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Receb, Allahü teâlânın ayıdır. Receb ayına ikram edene, saygı gösterene, Allahü teâlâ dünyada ve âhırette ikram eder.” Bâzı âlimler de şöyle buyurdu ki: “Yıl ağaç gibidir. Receb ayı, ağacın yapraklı olduğu, Şa’ban meyveli, Ramazan ise, meyvesinin toplanacağı zaman gibidir. Receb Allahü teâlâdan mağfiret, Şa’ban şefâ’at, Ramazan sevabların kat kat olduğu aydır.“ Peygamber efendimiz, Receb ayı gelince; “Yâ Rabbî, bize Receb ve Şa’bânı mübârek eyle ve bizi Ramazana eriştir.” diye duâ ederdi. Hazret-i Ali yılda dört geceyi tamamen ibâdetle geçirirdi. Bu geceler; Receb-i şerîfin ilk gecesi, Ramazan bayramı ve Kurban bayramı geceleri ve Şa’bân-ı şerîfin onbeşinci gecesidir. Recep ayında oruç Bir defasında, Peygamber efendimiz, Receb ayında tutulacak oruçların fazîletini anlatıyordu. Orada bulunanlardan, yaşı ve pîr-i fânî bir zât ayağa kalkıp: – Yâ Resûlallah, ben Receb ayının hepsini oruç tutamam, dediğinde; Peygamber efendimiz: – Sen Receb ayının birinci, onbeşinci, sonuncu günleri oruç tut, hepsini tutmuş sevabına kavuşursun. Çünkü sevaplar on misli yazılır. Fakat sen Receb-i şerîfin ilk cum’a gecesinden gafil olma ki, melekler o geceye Regâib gecesi demişlerdir. Zîra o gece, gecenin üçte biri geçtikten sonra göklerde ve yerde bir melek kalmaz, hepsi Kâ’be-i muazzama etrafında toplanırlar. Allahü teâlâ onlara hitâben: “Ey meleklerim dilediğinizi benden isteyiniz.” buyurur. Onlar: “Yâ Rabbî, istediğimiz, Receb ayında oruç tutanları mağfiret etmendir.” deyip, isteklerini arzederler. Allahü teâlâ: “Ben, Receb ayında oruç tutanları mağfiret ettim “buyurur. Yine Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Receb ayında bir gün, bir gece vardır ki, bir kimse o gün oruç tutsa, gecesinde namaz kılsa, ibâdete devam eylese, bir senenin bütün günlerini oruç tutmuş, bütün gecelerini ibâdetle geçirmiş sevâbı verilir. O gün Recebin yirmiyedinci günüdür.” Recep ayına hürmetin karşılığı Receb ayı, Âdem aleyhisselâmdan beri kıymetli idi. Bu ayda muhârebe etmek günâh idi. Her ümmet, bu aya saygı gösterirdi. Îsâ aleyhisselâm zamanında bir genç, güzel bir kıza tutulmuştu. Ona kavuşmak için çırpınıyordu. Nice zaman sonra söz aldı. Bir akşam, bir yerde buluştular. Genç, pek sevinçli idi. Aylardır bu zamanı bekliyordu. Genç ansızın, pencereden hilâli, yeni ayı gördü. Kıza: – Bu hangi aydır, dedi. Kız da: – Receb ayı, diye cevap verdi. Genç birden toparlandı. Kız bu âni değişikliğe çok şaşırdı: – Ne oluyorsun, ne oldu sana birden, diye sordu. Genç, şöyle cevap verdi: – Babalarımdan işittim. Receb ayında günâh işlenmez. Bu aya saygı gösterilir, deyip, özür diledi ve evine gitti. Allahü teâlâ, Îsâ aleyhisselâma vahy gönderip, olanları bildirdi. “Bu genci ziyâret et! Selâmımı söyle!” buyurdu. Genç, Receb ayına gösterdiği bu saygı için, büyük bir peygamberin kendine gönderildiğine sevinerek îmân etti. İyi bir mü’min oldu. Receb ayına gösterdiği bu saygı sebebi ile, îmân şerefine kavuştu. Bu mübârek zamanlarda va’dedilen sevâblara kavuşabilmek için, her şeyden önce i’tikadı düzeltmelidir. İlmihal bilgilerini, ibâdetleri, haramı ve helali öğrenmeli ve yaşayışı bunlara uygun hale getirmelidir. Çok tevbe ve istigfar etmeli, kazaya kalmış oruç ve namazları, bu günleri vesile ederek hemen kaza etmeye başlamalıdır. Fırsatı, ganîmet bilmelidir. Bu günlere bir daha kavuşup, kavuşamayacağımız belli değildir. Bu günleri fırsat bilerek günâhlara istigfar etmeli, Allahü teâlânın affetmesi için yalvarmalıdır. İbâdetleri yapmalı, ömrü zayi etmemelidir. |
|
02 Şubat 2022, 07:30 | #384 |
Çevrimdışı ♪ Lafazan FM ♪
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | RECEP AYININ İLK CUMA GECESİ REGAİP KANDİLİ ÖNEMİ VE İBADETLERİ Receb-i Şerîf – ( Şehrullah ) Receb ayı “Eşhur-u hurum“dan olup ŞEHRULLAH yâni Allah’ın ayıdır. Bu aya oruçlu olarak girilmeli ve bu ayda Allah’a çok ilticâ etmelidir. Recebin 1’inci günü oruç tutanlara 3 senelik, 2’nci günü oruç tutanlara 2 senelik, 3’üncü günü oruç tutanlara ise 1 senelik nâfile oruç sevâbı verilir. Bu, hadîs-i şerîf ile sâbittir.Üç günden sonra her gününe birer ay oruç sevâbı verilir. Receb-i şerîf Cenâb-ı Hakk’a mahsus bir ay olduğu için yalnız Zât-ı İlâhî’yi bildiren İhlâs-ı şerîf sûresini çok okumalı; tevhîd, istiğfar ve salevât-ı şerîfeleri ihmal etmemelidir. Bu ayda 2 kandil vardır: 1. İlk Cuma gecesi Regaib Kandili, 2. 27’nci gecesi Mi’rac Kandili. 1’inci gecesi bir tesbih namazı veya Receb-i şerîfin ilk onu zarfında bir defaya mahsus olmak üzere kılınan on rek’at namaz kılınabilir. Bu namazda, her rek’atte Fâtiha-i şerîfeden sonra 3 “Kul yâ eyyühel-kâfirûn...”, 3 İhlâs-ı şerîf okunur. Nitekim ileride kılınış şekli anlatılacaktır. Receb ayında her gün başında ve sonunda 7’şer Fâtiha-i şerîfe okumak sûretiyle 100 İhlâs-ı şerîf okumak da çok sevaptır. Bu ayda, mümkün olduğu kadar Hatm-i Enbiyâ yapmalı ve oruç tutmalıdır. 13, 14 ve 15’inci günlerinde oruç tutanlar, bu sünnet-i şerîfeyi yerine getirdiklerinden, nice hastalıklardan şifâ bulur. Receb Ayında Kılınacak Namaz Receb’in 1’i ile 10’u arasında, 11’i ile 20’si arasında ve 21’i ile 30’u arasında sadece birer defa olmak üzere kılınacak 10’ar rek’at Hacet namazı vardır. Hepsinin de kılınış şekli aynıdır. Bu namazlar, akşamdan sonra da, yatsıdan sonra da kılınabilir. Fakat Cuma ve Pazartesi gecelerinde ve bilhassa teheccüd vaktinde kılınması efdâldir. Bu namaz, mü’min ile münâfığı ayırır. Bu 30 rek’at namazı kılanlar hidâyete ererler. Münâfıklar bu namazı kılamazlar. Bu namazı kılanın kalbi ölmez. Bu 30 rek’at namaz, Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in berberi Selmân-ı Pâk (r.a.) Hazretleri tarafından rivâyet edilmiştir. Kılınış şekli Hacet namazına şu niyetle başlanır: “Yâ Rabbî, beni dünyayi teşrifleri ile nûra gark ettiğin Efendimiz hürmetine, sevgili ayın Receb-i şerîf hürmetine, feyz-i ilâhîne, rızâ-i ilâhîne nâil eyle. Âbid, zâhid kulların arasına kaydeyle. Dünya ve âhiret sıkıntılarından halâs eyle, rızâ-i şerîfin için Allâhü Ekber.” Her rek’atte 1 Fâtiha-i şerîfe, 3 “Kul yâ eyyühel-kâfirûn…”, 3 İhlâs-ı şerîf okuyup, 2 rek’atte bir selâm verilir. Böylece 10 rek’at tamamlanır. Namazdan sonra 11 defa: لاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ وَهُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ “Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh. Lehül-mülkü ve lehül-hamdü yuhyî ve yümît. Ve hüve hayyün lâ yemûtü biyedihil-hayr. Ve hüve alâ külli şey’in kadîr” Receb’in 11’i ile 20’si arasında kılınan 10 rek’attan sonra 11 defa şu duâ edilir: اِلهًا وَاحِدًا اَحَدًا صَمَدًا فَرْدًا وِتْرًا حَيًّا قَيُّومًا دَائِمًا اَبَدًا “İlâhen vâhiden ehaden sameden ferden vitran hayyen kayyûmen dâimen ebedâ” Receb’in 21’i ile 30’u arasında kılınan 10 rek’atten sonra da, şu duâ 11 kere okunur: اَللَّهُمَّ لاَ مَانِعَ لِمَا اَعْطَيْتَ وَلاَ مُعْطِيَ لِمَا مَنَعْتَ وَلاَ رَادَّ لِمَا قَضَيْتَ وَلاَ مُبَدِّلَ لِمَا حَكَمْتَ وَلاَ يَنْفَعُ ذَا الْجَدِّ مِنْكَ الْجَدُّ سُبْحَانَ رَبِّىَ الْعَلِىِّ اْلاَعْلَى الوَهَّابِ سُبْحَانَ رَبِّىَ الْعَلِىِّ اْلاَعْلَى الوَهَّابِ سُبْحَانَ رَبِّىَ الْعَلِىِّ اْلاَعْلَى الْكَرِيمِ الوَهَّابِ يَا وَهَّابُ يَا وَهَّابُ يَا وَهَّابُ “Allâhümme lâ mânia limâ a’tayte ve lâ mu’tıye limâ mena’te ve lâ râdde limâ kazayte ve lâ mübeddile limâ hakemte ve lâ yenfeu zel-ceddi minkel-ceddü. Sübhâne rabbiyel-aliyyil-a’lel-vehhâb. Sübhâne rabbiyel-aliyyil-a’lel-vehhâb. Sübhâne rabbiyel-aliyyil-a’lel-kerîmil-vehhâb. Yâ vehhâbü yâ vehhâbü ya vehhâb“ Regâib Gecesi Receb-i şerîfin ilk Cuma gecesi “Regâib gecesi”dir. Bu gece, oruçlu olarak karşılanmalıdır. Regâib gecesi, akşamla yatsı arasında 12 rek’at “Hacet namazı” kılınır. 2 rek’atte bir selâm verilerek kılınan bu namazda, Fâtiha-i şerîfeden sonra her rek’atte 3 “İnnâ enzelnâhü…”, 12 İhlâs-ı şerîf okunur. Namazdan sonra 7 Salât-ı Ümmiye okunup secdeye varılır. Salât-ı Ümmiye: اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ النَّبِىِّ اْلاُمِّىِّ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمْ “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedinin-nebiyyil-ümmiyyi ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim” Secdede 70 defa: سُبُّوحٌ قُدُّوسٌ رَبُّنَا وَرَبُّ الْمَلاَئِكَةِ وَالرُّوحِ “Sübbûhun kuddûsün rabbünâ ve rabbül-melâiketi ver-rûh” okunur. Secdeden kalkıp 1 defa: رَبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَتَجَاوَزْ عَمَّا تَعْلَمُ اِنَّكَ اَنْتَ اْلاَعَزُّ اْلاَكْرَمُ “Rabbiğfir verham ve tecâvez ammâ ta’lem. İnneke entel-eazzül-ekrem” okunur. Tekrar secdeye varılıp yine 70 defa: سُبُّوحٌ قُدُّوسٌ رَبُّنَا وَرَبُّ الْمَلاَئِكَةِ وَالرُّوحِ “Sübbûhun kuddûsün rabbünâ ve rabbül-melâiketi ver-rûh” okunur. Secdeden kalkıp duâ yapılır. Duâda Hz. Allâh’a şu şekilde de ilticâ etmelidir: اَللَّهُمَّ بَارِكْ لَنَا رَجَبَ وَشَعْبَانَ وَبَلِّغْنَا رَمَضَانَ “Allâhümme bârik lenâ recebe ve şa’bân. Ve bellığnâ ramazân” Regâib gecesinden sonraki gündüzde (yani Cuma günü) öğle ile ikindi arasında, 2 rek’atte bir selâm verilerek 4 rek’at teşekkür namazı kılınır. Her rek’atte 1 Fâtiha-i şerîfe, 7 Âyetü’l Kürsî, 5 İhlâs-ı şerîf, 5 “Kul eûzu birabbil-felak…”, 5 “Kul eûzu birabbin-nâs…” okunur. Namazdan sonra 25 defa: لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ الْعَلِىِّ الْعَظِيمِ الْكَبِيرِ الْمُتَعَالِ “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîmil-kebîril-müteâl“ 25 defa: اَسْتَغْفِرُ اللهَ الْعَظِيمَ وَاَتُوبُ اِلَيْكَ “Estagfirullâhe’l-aziym. Ve etûbü ileyk” denilip duâ yapilir. |
|
02 Şubat 2022, 07:42 | #385 |
Çevrimdışı ♪ Lafazan FM ♪
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Bir âyete bir servet bağışladı(HİKAYE) Bir âyete bir servet bağışladı Her Müslüman, “Kur’an-ı Kerim’e tâbîyim.” der. Ancak, Ashab-ı Kiram’dan öğreniyoruz ki asıl mesele, bu son mukaddes kitaptan bir ayet duyduğunda malını feda edecek kadar tabi olmaktır. Bir gün Ashâb-ı Kirâm, Mescid-i Nebevî’de toplanmış, Rasûlullâh’ın feyizli sohbetini dinlemekteydiler. Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir ara şu âyet-i kerîmeyi tilâvet buyurdular: َ “Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe aslâ “birr”e (yâni hayrın kemâli*ne) eremezsiniz! Her ne infâk ederseniz, Allâh onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân, 92) Derin bir vecd hâlinde Rasûlullâh’ı dinleyen Ashâb-ı Kirâm, bu âyet-i ke*rîmeyi de kendi iç dünyalarının derinliklerinde hissedebilmenin ve bu ilâhî dâ*vetin muhtevâsından hareketle, ellerinde ne varsa hepsini infâk edebilmenin muhâsebesine dalmışlardı. Bu mübârek sahâbîlerden biri de Ebû Talha -radıyallâhu anh- idi. Onun Mescid-i Saâdet’e yakın, içinde altı yüz hurma ağacı bulunan kıymetli bir bahçesi vardı ve burayı pek se*verdi. Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i sık sık dâvet edip ikramlarda bulunarak da bahçesini bereketlendirirdi. ALLAH’IN GÖSTERDİĞİ İSTİKAMET Ebû Talha -radıyallâhu anh-, bu âyet-i kerîmenin tesiriyle, Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek şöyle dedi: “–Yâ Rasûlallâh! Cenâb-ı Hak kitabında: “Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe aslâ “birr”e eremezsiniz!..” (Âl-i İmrân, 92) buyuruyor. Şüphesiz servetim içinde en kıymetli ve bana en sevimli olanı, Beyruhâ diye bilinen bahçemdir. Şu andan itibâren onu Allâh ve Rasûlü’ne bırakıyorum. Umarım ki bu sâyede Rabbim beni birre (hayrın kemâline) ulaştırır ve onu bana âhiret azığı eyler. Yâ Rasûlallâh, artık bu bahçede Allâh’ın sana gösterdiği istikâmette tasarruf et.” Rivâyetlere göre bu sözlerinin ardından Ebû Talha -radıyallâhu anh-, bu güzel kararını derhal tatbik etmek için bahçeye gitti. Bahçeye vardığında hanımını bir ağacın gölgesinde otururken buldu. Ebû Talha bahçeye girmedi. Hanımı sordu: “ –Yâ Ebâ Talha! Dışarıda ne bekliyorsun? İçeri girsen ya!” Ebû Talha: “−Ben içeri giremem, sen de eşyanı toplayıp çıkıver.” dedi. Beklemediği bu cevâb üzerine hanımı şaşkınlıkla sordu: “–Neden yâ Ebâ Talha! Bu bahçe bizim değil mi?” Ebû Talha: “–Hayır, artık bu bahçe Medîne fukarâsınındır.” diyerek, âyet-i kerîmenin müjdesini ve yaptığı fazîletli infâkı sevinç ve neşe içinde anlattı. Hanımının: “−Bahçeyi ikimiz nâmına mı, yoksa şahsın için mi bağışladın?” suâline de: “−İkimiz nâmına” diye cevap veren Ebû Talha, bu sefer hanımından huzur içinde şu sözleri dinledi: “–Allâh senden râzı olsun Ebû Talha! Etrafımızdaki fakirleri gördükçe aynı şeyi düşünürdüm de sana söylemeye bir türlü cesaret edemezdim. Allâh hayrımızı kabul buyursun. İşte ben de bahçeyi terk edip geliyorum!” Ebû Talha’ya bu fedâkârlığı yaptıran ahlâk-ı hamîdenin ruhlarda kökleşmesi hâlinde ortaya çıkacak güzelliğin, insanlık sathında revaç bulmasıyla yeryüzünde nasıl bir asr-ı saâdet ikliminin oluşacağını tahmin etmek hiç de zor değildir. |
|
02 Şubat 2022, 07:46 | #386 |
Çevrimdışı ♪ Lafazan FM ♪
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | KALPLERİN HALLERİ (AŞK) AŞK «Sevgi» canlı varlığın, haz veren bir nesneye karşı meyil duyması-dır. Söz konusu meylin pekişip güçlenmesi haline «aşk» denir. Aşk duygusu, aşkın sevgilisine kul olması ve sahip olduğu her şeyi uğrunda feda etmesine yol açacağı bir dereceye varabilir. Züleyha'nın Hz. Yusuf'a (A.S.) karşı duyduğu aşkın ne dereceye var-dığına bir baksana! Kadının bütün servet ve güzelliği bu uğurda gitmiş. Yetmiş deve yükü mücevher ve gerdanlığının var olduğu söylenir, hepsi-ni Hz. Yusuf'un (A.S.) aşkı uğruna harcamış, «Bu gün Hz. Yusuf'u gör-düm» diyen herkese eline geçeni zengin edecek değerde bir mücevher vere vere elinde hiç bir şey kalmamış. Aşırı aşkından dolayı diğer her şey aklından çıktığı için karşılaş-tığı her şeyi «Yusuf» diye çağırır olmuş, o kadar ki, başın göğe kal-dırdığı zaman Hz. Yusuf'un (A.S.) adını yıldızların üzerinde yazılı görür-müş. Rivayete göre Züleyha iman edip Hz. Yusuf (A.S.) onunla evlendik-ten sonra eski aşığı ve yeni kocasından ayrı yaşamaya yönelerek kendi-sini ibadete vermiş, varlığını tamamen Allah'a adamış. Hz. Yusuf (A.S.) kendisini gündüz yatağa çağırsa «akşama» diye savar, akşam çağırınca da «yarına» diye ertelermiş. Nihayet bir gün Hz. Yusuf'a (A.S.) demiş ki, «ben sana Allah'ı tanı-madan önce aşık olmuştum, fakat O'nu tanıyınca kendisine karşı duydu-ğum muhabbet, diğer her şeyin sevgisini gönlümden giderdi. O'nun sev-gisine bedel istemiyorum.» Hz. Yusuf Züleyha'nın bu sözlerine şöyle karşılık verdi, «seninle bir-leşmemi emreden ulu Allah'dır. Senden iki çocuğumuz olacağını ve bun-ları Peygamber olarak görevlendireceğini bana bildirdi.» Bunun üzerine Züheyla, «Allah sana böyle emrettiğine ve beni de böyle bir neticeye vesile olarak seçtiğine göre Allah'ın emri başım üze-rine!» demiş. Bundan sonra ancak kendini Hz. Yusuf'a (A.S.) teslim et-miştir. «Leylâ ile Mecnun'un aşk hikâyesini herkes duymuştur» Mecnuna adın nedir diye sorarlar, «Leylâ» diye cevap verir. Bir gün yine Mec-nuna «Leylâ ölmedi mi» derler. «Hayır, Leylâ kalbimde yaşıyor ölmedi, Leylâ benim» diye karşılık verir. Yine bir gün Mecnun, Leylâ'nın evi önüne gider ve gözlerini gök yü-züne diker. Ona «ey Mecnun, gök yüzüne değil, Leylâ'nın odasının du-varına bak, belki onu görürsün» derler. O böyle diyenlere «gölgesi Ley-lâ'nın evine düşen yıldız bana yeter» diye cevap verir. Anlatıldığına göre Hallac-ı Mansur'u (rehimehullahu) seksen gün hap-setmişler, İmam-ı Şiblî (rehimehullahu) bir gün ziyaretine gitmiş ve «ey Mansur, Muhabbet nedir» diye sormuş. Mansur «bu soruyu bana bugün değil, yarın sor» demiş. Ertesi gün olunca Mansur'u zindandan çıkarır-lar, ve üzerinde boynunu vurmak üzere yere yaygı yayarlar, bu sırada İmam-ı Şibli çıka gelerek karşısında dikilir. Bu anda Mansur ona sesle-nir, «ey Şiblî! Sevginin başı yangın, sonu ise ölümdür. Hallac-ı Mansur'un nazarında Allah'dan başka her şeyin batıl oldu-ğuna kesin kanaat gelince ve yalnız Allah'ın hak olduğunu bilince, hak isminin onun kendi adı olduğunu unutmuş ve sen kimsin sorusuna muha-tap olunca «ben hakkım» diye cevap vermiştir. Anlatıldığına göre sahici muhabbet, şu üç davranışta belli olur: 1 - Aşık, sevdiğinin sözünü diğerlerinin sözlerine tercih eder. 2 — Aşık, sevgilisi ile oturup kalkmayı başkaları ile birarada olma-ya tercih eder. 3 — Yine aşık, sevgilisinin rızasını kazanmayı, başkalarının hoşnut-luğunu elde etmeye tercih eder. (El Münteha - Nam Kitapta da böyledir.) Söylendiğine göre «aşk» perdeyi yırtmak ve sırları keşfetmektir. «Vecd» hali ise zikrin lezzetine varıldığı anda ruhun, arzunun taşkınlığı-na katlanamamasıdır, öyle ki, bu hali yaşayan kimsenin azalarından biri kesilse hiç bir şey duymaz. Anlatıldığına göre adamın, biri Fırat nehrinde yıkanıyormuş, bu ara-da: «ey günahkârlar! Bugün seçiliniz» mealindeki âyet-i kerimeyi okuyan bir adamı duymuş (35). Ayetin içine saldığı dehşetin etkisi ile çırpınmaya başlamış ve sonunda boğulmuş ve ölmüş. Muhammed İbni Abdullah el-Bağdadî (rehimehullahu) diyor ki, «Bas-ra şehrinde iken bir gün yüksek bir çatıya çıkmış bir delikanlı gördüm, yüzünü halka dönmüştü, şöyle diyordu: «Aşık olarak ölen kimse işte böy-ledir. Uğrunda ölüm olmayan aşkın hiç bir değeri yoktur.» Bu sözlerin arkasından kendini boşluğa attı. «manzarayı hayretle seyreden halk» tarafından «ölüsü» alıp götürüldü. Cüneydül Bağdadî (rehimehullahu). «Tasavvuf, ihtiyarı terketmektir» demiştir. Hikâye edildiğine göre Zünnun'ül Mısrî (rehimehullahu) bir gün Mes-cid-i Haram'a girer, sütunlardan birinin altında çırılçıplak, yerde yatan hasta bir delikanlı görür, delikanlı yanık bir sesle inlemektedir. Bundan sonrasını Şeyh'in kendisinde dinleyelim: «Yanına sokuldum, selâm verdim ve «ey delikanlı, sen kimsin» diye sordum. «Ben aşık bir garibim» diye cevap verdi. Ne demek istediğini anlamıştım, «ben de senin gibiyim» dedim. Bu sırada ağlamaya başladı, onun ağlaması beni de ağlattı. Bana «sen de mi ağlıyorsun» diye sordu, «ben de senin gibiyim» diye karşılık verdim. Bunun üzerine daha yüksek bir sesle ağlamaya başladı ve gür, yüksek bir nara attı, hemencecik ruhunu teslim etti. Elbisemi üzerine örttüm, kefen bulmak için yanından ayrıldım, kefen satın alıp dönünce onu yerinde bulamadım. Şaşkınlık içinde «sübhanel-lah» dedim. Bu sırada kulağıma gizli bir ses geldi, şöyle diyordu: «Ey Zün-nun! O öyle bir garibdir ki, onu dünyada şeytan aradı, bulamadı. Malik aradı/bulamadı, cennette Rıdvan aradı, o da bulamadı.» «O nerededir?» diye seslendim. Kulağıma şu cevap geldi: «Samimî muhabbeti, çok iba-det etmesi ve hatasından derhal tevbe etmesi sayesinde Muktedir Mâ-lik'in (ulu Allah'ın) yanında sadakat koltuğundadır . Şeyhlerden birine «Allah'ı seven nasıl olur, alâmetleri nelerdir» di-ye sormuşlar, şu cevabı vermiş: «İnsanlarla az münasebet kurar, zama-nının çoğunu kendisi ile başbaşa geçirir, devamlı düşünme halindedir, çok az konuşur, bakar fakat görmez, çağrıldığında duymaz, kendisine söyleneni anlamaz, başına gelen belâya üzülmez, acıktığını hissetmez, vücudunun bir yeri çıplak kalsa farkına varmaz, kendisine ağır söz söy-lense korkmaz. Yalnızlığında Allah'a nazar eder. O'nunla ünsiyet kurar, O'na yal-varır. Dünya ehliyle dünya işleri için hiç bir tartışmaya girişmez. Ebu Türab al-Nahbaşî (rehimehullahu) Allah sevgisinin alâmetleri hak-kında şu beyitleri söylemiştir: «Sakın aldanma! Sevenin alâmetleri vardır. Onun üzerinde sevgili tarafından armağan edilmiş nişanlar vardır. Bunlardan biri ondan gelen belâdan haz duymasıdır. Onun her yaptığına sevinmesidir. Ondan gelen yokluk, makbul bir hediyedir. Yoksulluk ise bir ikram, bir geçici ihsandır. Delillerden biri, onun kararlı görmedir. Sevgilisine itaat hususunda bütün kışkırtıcı kınamalara rağmen Delillerden biri güler yüzlü görünmesidir. Kalbinde sevgiliden gelen heyecan kaynaşır Delillerden biri anlayışlı görünmesidir Nazarında sevgi sahibi olan bir soranın sözüne karşı Delillerden biri de tedirgin görünmesidir Söylediği her sözü tartarak konuşan. Nakledildiğine göre Hz. İsa (A.S.) bir gün bahçe sulayan bir delikan-lı ile karşılaşır. Delikanlı Hz. İsa'ya «Rabb'inden, sevgisinin zerre ağırlığın-daki bir kısmını bana bağışlamasını dile» der. Hz. İsa ona «sen zerre ka-darına dayanamazsın» diye karşılık verir. Delikanlı «o halde zerre kadarı-nın yarısını versin» der. Bunun üzerine Hz. İsa onun için «ya Rabb'i! bu gence sevginin zerre kadarının yarısını bağışla» diye dua eder ve yolu-na devam eder. Epeyce bir müddet sonra Hz. isa'nın (A.S.) yolu yine oraya düşer, delikanlıyı sorar, «delirdi, dağlara çıktı» derler. Hz. İsa delikanlıyı ken-disine göstermesi için Allah'a dua eder. O sırada delikanlıyı dağlar ara-sında görür; onu gözlerini gök yüzüne dikmiş ve bir kaya üzerinde dim-dik ayakta dururken bulur. Hz. İsa (A.S.) delikanlıya selâm verir, selâmını almaz, «ben İsa'yım» diye kendisini tanıtarak delikanlının ilgisini çekmeye çalışırken ulu Allah'-dan kendisine şu vahiy gelir: Kalbinde benim sevgimin yarım zerresini taşıyan kimse insanoğlunun sözünü hiç duyar m»? İzzet ve celâlim hak-kı için sen onu testere ile ikiye biçsen onun acısını bile duymaz.» Üç şeyden kendini kurtarmaksızın şu üç şeyi iddia eden kimse al-danmıştır: 1 — Dünyayı sevmesine rağmen Allah'ı zikretmekten lezzet aldığını söyleyen kimse, 2 — İnsanları pohpohlamayı sevdiği halde amelde ihlâsı sevdiğini id-dia eden kimse, 3 —Nefsinin burnunu kırmaksızın Allah'ı sevdiğini ileri süren kimse Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor: — Öyle bir gün gelecek ki, ümmetim beş şeyi unutarak beş şeyi se-vecektir: 1 — Dünyayı sevecek, ahireti unutacaklardır. 2 _ Malı sevecekler, fakat ahiret günü hesaplaşmasını unutacak-lardır. 3 — Mahlukatı sevecekler, yaratıcıyı unutacaklardır, 4 — Günahları sevecekler, tevbeyi unutacaklardır. 5 - Köşkleri sevecekler, mezarları unutacaklardır. Mansur İbni Ammar (rehimehullahu), bir delikanlıya öğüt verirken ona der ki, «ey delikanlı! Gençliğin seni aldatmasın. Boş kuruntulara dala-rak tevbe etmeyi hep ileriye bırakan ve öleceğini düşünmeyen nice genç vardır ki» «Yarın, ya da öbür gün tevbe edeceğim» diye cevap verir. Oy-sa tevbeye sıra getirmeden ölüm meleği ona geliverir ve kabrin boşluğu-na yuvarlanır, artık orada ona ne malın, ne kölenin, ne çoluk-çocuğun ve ne de ana-babanın bir faydası vardır. Nitekim ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor: — Ne malın ve nede çoluk-çocuğun fayda vermediği gün. Yalnız Allah'a temiz kalb ile gelen müstesna» (36). Allah'ım! Bize ölmeden evvel tevbe etmeyi nasib eyle, gaflette iken bizi ikaz buyur ve elçilerin önderi olan Peygamber'imizin şefaatinden fay-dalanmamızı müyesser eyle. Müminin özelliği, günah işler-işlemez hemen o gün, hatta o anda tevbe etmesi, işlediği kusura karşı pişmanlık duyması, dünyadan azık edecek kadar bir paya razı olarak onun ile oyalanmaması, kendini ahiret için amel etmeye vermesi ve Allah'a ihlâs içinde ibadet etmesidir. Anlatıldığına göre münafık ve cimri bir adam varmış, karısına hiç kimseye sadaka vermeyeceğine dair yemin verdirmiş, aksi halde boşa-yacağını söylemiş. Günün birinde kapıya bir dilenci gelmiş ve «ey hane halkı! Allah hakkı için bana bir şey verir misiniz,» diye seslenmiş, kadın da dilenci-ye üç çörek vermiş, dilenci yolda münafıkla karşılaşmış, adam «bu çö rekleri sana kim verdi» diye sormuş, dilenci de «işte şu evin hanımı» di-ye cevap vermiş, dilencinin tarif ettiği ev, kendi eviymiş. Münafık koca öfke ile eve girmiş ve karısına sen «hiç kimseye bir şey vermeyesin diye yemin etmedin mi» diye bağırmış. Kadın «Allah için verdim» diye cevap vermiş. Adam kalkmış, tandırı yakmış ve tam kızınca karısına «kalk, kendini Allah için şu tandıra at bakalım» diye emretmiş. Kadın kalkmış ziynetleri-ni almış Münafık ziynetlerini bırak» diye bağırmış, kadın «seven sevgi-lisi için süslenir, ben sevgilimi ziyaret etmeye gidiyorum» diyerek yeni el-biselerini giymiş olarak kendini kızgın tandıra atmış, adam da kapağını kapatarak oradan uzaklaşmış. Aradan üç günün geçmesi üzerine münafık, tandırın başına gel-miş kapağını kaldırınca kadının Allah'ın izni ile yanmadan içerde sapa-sağlam durduğunu görerek şaşkına dönmüş, o sırada gizliden kulağına şöyle bir ses gelmiş, «ateşin sevdiklerimizi yakmadığını bilmiyor muydun?» Nakledildiğine göre Firavun'un karısı Asiye kocasından gizli olarak iman etmiş, imanını saklıyormuş. Fakat Firavun sonunda durumu öğ-renince, ona işkence edilmesini emretmiş, çeşit çeşit işkencelerden ge-çirildikten sonra Firavun ona «imanından dön» diye teklif etmiş, fakat Asiye dönmemiş. Bunun üzerine Firavun bir tomar kazık getirtmiş, bunlarla Asiye'nin vücudunun çeşitli yerlerine vurmuşlar sonra. Firavun karısına bir daha «dininden dön» diye teklif etmiş. Asiye ona şöyle cevap vermiş, «senin zorbalığın ancak benim nefsime hükmedebilir, kalbim ise Allah'ın hima-yesindedir. Beni kıymık kıymık doğrasan bile sadece Allah'a karşı duy-duğum sevginin artmasına sebep olabilirsin.» Derken Hz. Musa (A.S.) Asiye'nin yanma varmış, Asiye onu görün-ce «ey Musa! Söyle bana, Rabb'im benden hoşnut mu, yoksa bana kızgın mı?» diye seslenmiş. Hz. Musa ona şu cevabı vermiş, «ey Asiye! Göklerin melekleri senin yolunu gözlüyor, yani hepsi senin özlemini çekiyor, ulu Allah seninle iftihar ediyor, ne istiyorsan bana söyle, mutlaka yerine ge-tirilecektir.» Bunun üzerine Asiye şöyle dua etmiş, Asiye'nin bu duası Kur'an-ı ke-rimde Allah tarafından bize nakledilmektedir. Ulu Allah şöyle buyuruyor: <<—EyRabb'im! Bana Cennette senin yanında bir ev yap. Beni Fira-vundan ve onun amelinden kurtar. Beni zalimler gürühundan kurtar» . Selman-ı Farisî'den (R.A.) rivayet edildiğine göre Firavu'nun karısı Asiye'ye uygulanan işkencelerden birisi de kızgın güneş altında yanmaya bırakılması idi» fakat işkenceciler çekilip gidince, melekler onu kanatları-nın gölgesi altına alırlardı, bu sırada cennetteki evini görürdü. Hz. Ebu Hüreyre'den (R.A.) rivayet edildiğine göre Firavun, karısı Asiye için yere dört kazık çakmış, kadını bunların üzerine yatırmış, göğ-sünün üstüne bir değirmen taşı bindirerek bu durumda onu kızgın güneşe doğru çevirip yanmaya bırakmış. Asiye bu halde iken başını göğe kal-dırarak az önce naklettiğimiz ayetteki dua ile Allah'a seslenmiş ve «Ey Rabbim bana cennette senin yanında bir ev yap...» demiş. Hasan-ül Basrî (rahimehullahu) der ki, «Allah O'nu en şerefli bir şe-kilde kurtararak cennete çıkardı. O orada yer, içer.» Bundan anlaşıldığına göre Allah'a (C.C.) sığınmak, O'ndan yardım dilemek, sıkıntı ve belâ anın-da O'ndan kurtuluş istemek salihlerin bir geleneği ve müminlerin bir gö-reneğidir. |
|
02 Şubat 2022, 08:11 | #387 |
Çevrimdışı ♪ Lafazan FM ♪
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | İNSANIN KENDİNİ TANIMASI ( AÇLIK VE TOKLUK) AÇLIĞIN FAYDALARI VE ÇOK YEMENİN ZARARLARI Peygamberimiz buyuruyor ki: “Aç ve susuz kalarak nefsinizle mücadele ediniz. Mükafat oradadır.” Açlığa, sıkıntı verdiği için bu kadar önem verilmiş değildir. İlacın kıymetinin acılığından ileri gelmemesi gibi. Açlıkta on fayda vardır: 1. FAYDA: Kan fazla kalbe hücum etmediği için sakin saf ve berrak olur. zira tokluk tembelliği doğurur ve kalbi körleştirir. Adeta sarhoşluk gibi beyni kaplar ve düşünmeyi önler. Onun için kalbin fikir hakkındaki düşünce cereyanı ağırlaşır, süratle intikal vasfını kaybeder. Çocuk bile çok yediği zaman adeta aptallaşır, zeka ve hafızası körelir. Ebu Süleyman-ı Darrani diyor ki: “Açlığa devam eden. Zira açlık nefsi terbiye eder, kalbi yumuşatır ve semavi ilimlerin insanda gelişmesine sebep olur.” Peygamberimiz buyuruyor ki: “Kalblerinizi az yemekle ihya ediniz, açlıkla temizleyiniz ki saf ve hafif olsun.” Peygamberimiz buyuruyor ki: “Midesini aç bırakan kimsenin düşünce kabiliyeti gelişir ve zekası keskinleşir.” Peygamberimiz buyuruyor ki: “Yemek yiyip arkasından uykuya yatan kişinin kalbi katılaşır. Her şeyin bir zekatı vardır, vücudun zekatı da açlıktır.” Şibli Diyor ki: “Ne zaman aç kaldımsa kalbimde hikmet açılmış bir kapı buldum.” İbadetten gaye, marifete ulaştıracak fikre sahip olmak ve basiret gözü ile hakikati keşfetmektir. Açlık bu kapıyı açar, tokluk ise kapatır. Marifet cennet kapılarından biridir. Bu kapıyı açabilmek için açlığa devam etmek lazımdır. Oğluna tavsiyede bulunurken; Lokman diyor ki: “Oğlum mide dolunca fikir uyur, hikmet ölür ve azalar durur.” Ebu Yezid-i Bestami diyor ki: “Açlık buluttur. Kul acıktığı zaman bulutun yağmur yağdırması gibi kalb de hikmet yağdırır.” Peygamberimiz buyuruyor ki: “Hikmetin nuru açık, Allah’tan uzaklaşmanın nedeni tokluk, Allah’a yaklaşmanın sebebi ise fikirleri sevmek ve onlara yaklaşmaktır. Midenizi tıka-basa doldurmayınız. Zira dolu mide kalbteki hikmet nurunu yok eder. Az yemekle uykuya yatan kimsenin etrafında sabaha kadar huriler dolaşır.” 2. FAYDA: Açlık kalbi yumuşatır. Kalbin zikirden etkilenmesi zevk alması ve zikre devam etmesi bu yumuşaklık sayesinde mümkün olur. Nice zamanlar dil ile yapılan zikirlerden samimi olduğu halde kalb hiçbir zevk almaz. Sanki kalb katı olduğu için araya bir perde meydana gelmiştir. Bazı zamanlarda da kalb yumuşar, zikirden son derece etkilenir. Allah’a yakarıştan büyük zevk duyar. Bunun başlıca nedeni midenin boş olmasıdır. Süleyman Derrani diyor ki: ” İbadetten en çok zevk aldığım zaman, karnımın sırtıma yapıştığı aç zamanlarımdır.” Cüneyd-i Bağdadi diyor ki: “Kendisi ile Yüce Allah arasında yiyecek torbasını bulundurup Allah’a yakarıştan zevk almak isteyen, bu isteğine hiçbir zaman kavuş amaz.” 3. FAYDA: İnsanın nefsini en çok kıran ve zillete düşüren şey açlıktır. Aynı zamanda sevinç, neşe ve böbürlenmeyi de yok eder. İnsan acıktığı vakit Rabbine döner. O’nun büyüklüğü karşısında eğilir, acizlik ve zilletini anlar. Zira açlık sayesinde kuvvet azalır ve kaybedilen her lokma hilenin bir yolunu daraltır. İçemediği bir yudum su onu dünyadan soğutur. Kendi zillet ve acizliğini farketmeyen kimse, Rabbinin izzet ve gücünü bilmez. İnsanın saadeti, devamlı olarak zillet ve acizliğini görmesi ve Rabbinin izzet , güç ve kahrını bilmesi ile olur. Bunun için devamlı aç kalmalı, Rabbine muhtaç olduğunu hatırdan çıkarmamalı ve bu ihtiyacı zevk ile seyretmelidir. Bunun için dünya hazinelerini kendisine takdim ettiklerinde. Peygamberimiz buyuruyor ki: “Hayır, dünya serveti istemem. Bir gün aç, bir gün tok olarak yaşamayı daha çok severim. Aç olunca sabreder, tok olunca da şükrederim.” Mide ile ferc, cehennemin kapılarıdır. Bunların aslı da tokluktur. Mide dolunca cehennemde doğru bir kapı açılmış olur. Zillet ve kırgınlık ise cennetin kapılarıdır. Bunun aslıda açlıktır. Bunlar doğu ile batı gibi birbirlerinin zıddıdırlar. Birinden uzaklaşan diğerine yaklaşır. 4. FAYDA: Aç kalmanın bir faydası da, Yüce Allah’ın azabını unutmayıp, aç ve muhtaçlara yardım etmektir. Tok olan açlığı unuttuğu gibi, aç olan insanlarda unutur. Akıllı olan bir insan bir felaketle karşılaştığı zaman ahiret azabını, dünyada susadığı zaman mahşer susuzluğunu, acıktığı zaman da cehennem açlığını ve oradaki açlara yedirilip içirilen kötü şeyleri hatırlar. İnsan, bir an olsun ahiretin azap ve üzüntülerini hatırdan çıkarmamalıdır. Zira korkuyu doğuran bu düşüncedir. Zillete düşmeyen, hasta olmayan, ihtiyaç hissetmeyen ve bir felaketle karşılaşmayan kimse, ahiret azabını unutur. Bunları unutmamanın en iyi yolu da açlıktır. Açlığın ahretin azabını hatırlatmaktan başka daha birçok faydaları vardır. Peygamberlere ve diğer din büyüklerinin çoğuna musallat olmasının bir hikmeti de budur. Yusuf (A.S.) vakitlerinin bir çoğunda aç kalıyordu. Kendisine sordular. “Niçin aç kalıyorsun?” Şu cevabı verdi: “Açları unutmamak için.” Demek ki açlığın faydalarından biri de aç ve muhtaçları hatırlayıp onlara acımak ve yardım etmektir. Karnı tok olan açların çektiği ızdırabı bilmez. 5. FAYDA: Açlığın en büyük faydası, bütün kötülüklerin doğuracağı olan nefsi körletmek ve ona hakim olmaktır. Bütün günahların başı kuvvet ve şehvettir. Kuvvet ve şehvetin ana maddesi de yemek ve içmektir. Yemeği azaltmak, bütün şehvet ve kuvvetleri zayıflatır. Saadetin başı nefis hakimiyetini sağlamak olduğu gibi, kötülüklerin başı da nefse esir olmaktır. Azgın bir hayvan nasıl aç bırakılmakla kontrol alt ına alınabiliyorsa, nefsi kontrol altında tutabilmek için, aç bırakmak gerekir. Adamın birine sordular: “Kos kocaman bir adamsın. Neden kendine bakmıyor, yiyeceğini uygun bir şekilde temin etmiyorsun?” Adam şu cevabı verdi: “Ben vücuduma bakarsam çabuk neşelenir, şımarıp azgınlaşarak beni kötülüğe sürüklemesinden korkuyorum. Benim onu sıkıntı ve ihtiyaç içinde bulundurmam, onu beni kötülüğe sürüklemesinden daha iyidir.” Zinun-i Mısri diyor ki: “Ne zaman karnım doyduysa işi azalttım ve azgınlığa meylettim.” Hz. Aişe (R.A.) diyor ki: Peygamberden (S.A.S.) sonra ortaya çıkan ilk bid’at (sonradan meydana gelen şey) doyasıya yemektir. Hz. Aişe (R.A.) diyor ki: ” İnsanların karınları doyunca nefisleri dünyaya meyleder.” Açlık yalnız bu saydıklarımız değil, bütün faydaların kaynağıdır. Onun için açlık, Yüce Allah’ın yeryüzündeki hazinelerinden biridir. En küçük faydası, cinsi arzuyu kırması ve fazla konuşmayı önlemesidir. Karnı aç olan kimse dili dönmediği için dedikodu, yalancılık, arkadan çekiştirme gibi dilin zararlarından kurtulmuş olur. Karnı tok olan da bu saydığımız şeyleri yapma ihtiyacını hisseder. İnsanları cehenneme sürükleyen en büyük neden dilleridir. Cins i arzulara gelince; bunun zararları açıktır. Açlık, onun kötülüklerinden insanı korur. Karnı doyan kimse şehvetine hakim olamaz. Eğer Allah korkusu buna mani olsa bile, gözünün şehvetle bakmasını engelleyemez. Allah’tan korktuğu için gözlerine de hakim olsa, bu sefer düş üncelerine hakim olamaz. Biz burada dilin ve cins i arzuların zararlarını sadece örnek olsun diye verdik. Oysa bütün organların azgınlıkları tokluğun sonucu dur. Büyüklerden biri diyor ki: “Hangi mürid bir yıl başka zamanlarda yediğinin yarısı kadar yalnız kuru ekmek yerse, Yüce Allah onun kalbinden kadın tutkusunu yok eder.” 6. FAYDA: Açlığın bir faydası da uykuyu azaltmaktır. Zira çok çok yiyen ve çok içen çok uyur. Bunun için bir şeyh sofra başında müridlerine şöyle dedi: “Çok yemeyin. Zira çok yemek, çok su içmeğe, çok su içmek te çok uykuya sebep olur. Çok uyku da büyük zarara yol açar.” Büyüklerimizden yetmiş kişi çok uykunun çok içmekten meydana geldiğini söylemişlerdir. Çok uyku, ömürün boşa harcanmış anlarıdır. Gece ibadetini önler, insanı tembelleştirir ve kalbi karartır. Oysa insanın en değerli varlığı ömrüdür. Ömür, insanın sermayesidir. Ondan kar edilir. Uyku ise bir nevi ölümdür. Çok uyku ömürden çalınmış zamanlardır. Üstelik ibadetin üstünlüğünü de yitirir. Hatta uykulu kılınan teheccüte fayda yoktur. Uykulu olarak yapılan ibadetin zevkine varılmaz. Tok karınla yatan bekârlar ihtilam olurlar. Bu ise gece ibadetlerine mani olur. Zira yıkanma zaruretleri doğurur. Eğer soğuk su ile yıkanırsa hastalanır. Gece vakti de hamama gidemediği için, gece namazından mahrum kalır. Hamama gitse bile para harcar veya başkasının mahrem yerlerini görerek günaha girer. Bütün bunlar çok yemenin sonuçlarıdır. Ebu Süleyman-ı Darrani diyor ki: ” İhtilam, işkencedir.” Zira ihtilam, her zaman için hemen yıkanmak mümkün olmadığından birçok ibadete mani olur. Demek ki uyku zararların kaynağıdır. Uykuyu ise açlık önler. 7. FAYDA: Açlığın bir faydası da ibadete devamı kolaylaştırmasıdır. Çok yemek, fazla ibadet etmeye mani olur. Yemeği satın alıp pişirmek, yemek, yedikten sonra elleri yıkamak, ikide bir su içmek, bunun neticesi olarak sık sık tuvalete gitmek, abdest almak zaman kaybına sebep olur. Nafaka temini az zaman almış olsa bile bu saydıklarımızın yapılmasında kaybedilecek zamanın ibadetle meşgul olunması daha karlıdır. Sırr-i Sakat i (R.Aleyh) diyor ki: “Ali Cûrcani devamlı arpa unu yiyordu. Niçin yemek yemiyorsun? dedim. Şu cevabı verdi: Bununla ekmek yemem arasında yetmiş tesbihlik zaman farkı var. Onun için kırk yıldır ekmek yemedim. Bu faydalı zamanımın çiğnemekle geçmesini doğru bulamadım.” İşte zamanı değeri böyle takdir edilir. Ömürden giden her nefes , paha biçilmez bir hazinedir. İnsana yakışan bu değerli hazineyi ahiret için sermaye etmektir. O da ancak her nefesi ibadetle geçirmekle mümkün olur. Çok yemekle güçleşen ibadetlerden biri de oruçtur. Zira oruç açlığa alışanlar için kolay, çok yiyenler için zor bir ibadettir. Çok yemenin en gellediği itikaf, devamlı abdestli b ulunma gibi şeyler din eh linin küçümsenecek ibadetler değildir. Bu gibi şeyleri küçümseyenler dünya hayatına bağlanan kimselerdir. Bu gibileri için, Yüce Allah buyuruyor ki: “Onlar bu dünya hayatının yalnız dış görünüşünü bilirler. Ahiret hayatından ise habers izdirler.” RUM SURESİ, Ayet : 7 Süleyman-ı Darrani diyor ki: “Doyuncaya kadar yiyen kimseye altı şey olur: a) İbadetten zevk almaz. b) Kur’an-ı Kerimi ezberlemek güçleşir. c) Acıma hissi azalır. Çünkü tok açın halini bilmez. d) Az ibadet eder. e) Şehveti artar. f) Midesi boş olan mü’minler cami civarında dolaşırken o belada ve çöplüklerde dolaşır.” 8. FAYDA: Az yemekle vücut sağlıklı olur. Zira has talığın asıl sebebi oburluktur. Mide, bağırsak ve damarları dolduran insan hastalanır. Hastalıkta ibadete mani olur, kalbi yorar ve insanı zikirden alıkoyar. Ayrıca, çok yemek geçim sıkıntısı doğurur, çeşitli hastalıklara yol açar. İnsanoğlu, bunları elde etmek için çektiği yorgunluklardan başka, çeşitli tehlike ve birçok gayri meşru hareket lerle de karşı karşıya kalır. Oysa az yemekle bunların hiçbiri olmaz. Harun Reşit Hindistan, Rum, Irak ve Sevat ‘ta birer mütehassıs doktor getirip onlara sorar: “Hastalık yapmayan şey nedir?” Hintli doktor: “Kabil diye tanınan siyah eriktir.” Iraklı doktor: “Reşad-Ebyaz tanesidir.” Rum doktor: “Sıcak sudur.” En âlimleri olan Sevatlı doktor da: “Erik mideyi ekşitir, reşat tanesi mideyi tahriş eder. Sıcak su ise mideyi sarkıtır. Bütün bunlar rahatsızlık verir.” der. Bunun üzerine sorarlar: “O halde size göre hiçbir zararı olmayan ilaç sıkıntı vermeyen şey nedir?” Adam cevap verir: ” İyice acıkmadan yememek ve iyice doymadan geri çekilmek.” Bu cevabı diğerleri tarafından da kabul edilir. Büyük bir doktor diyor ki: ” İnsanın yediği en faydalı şey nardır. En kötüsü de çok kızartılmış ettir. Kavrulmuş etten az yemek, çok nar yemekten iyidir.” Peygamberimiz buyuruyor ki: “Oruç tutunuz ki sıhhatli olasınız.” 9. FAYDA: Az yiyen kimsenin masrafı da az olur. oburluğa alışan kimse, midesinin esiri olur, sürekli onu düşünür. Mide adeta her gün sahibini sıkıştırıp “Bugün ne yiyeceksin” der. Adam haramdan kazanırsa asi olur. helal kazanayım derse zillete düşer ve başkalarının kazancına göz diker. Bu ise daha büyük zillettir. Oysa gerçek mü’min geçimi kolay olan kimsedir. Büyüklerden biri diyor ki: “Birçok ihtiyaçlarımı, o arzuyu terk etmeyi söylemekle yerine getirmiş olurum. Bu benim için daha kolay ve rahat oluyor.” Büyüklerden biri diyor ki: “Birisinden borç almak istediğim zaman kendi mideme borç yapar ve borcu terketmesini söylerim.” İbrahim Edhem (R. Anh.), arkadaşlarına yiyecek maddelerinin fiatını sordu. Çok pahalı olduğunu söylediler. İbrahim Edhem şöyle dedi: “Onları almayın ki ucuzlasın.” Sonuç olarak söylenebilir ki, insanların felakete sürüklenmesinin belli başlı sebebi, dünya hırsıdır. Hırsın sebebi ise mide, fercdir. Fercin sebebi de midedir. Bunların önüne geçmenin yolu yemeği azaltmaktır. 10. FAYDA: Az yemek yemenin bir faydası da fakirlere ve yoksullara yardım edebilme imkanının doğmasıdır. Böylece az yiyerek artırabildiği kadarını sadaka olarak vermiş ve bu yönden de sevap kazanmış olur. Mideye giren herşeyin karşılığı tuvalet , sadaka verilenin karşılığı ise lütufdur. Fazla yiyerek mideyi yorup hazım için çare aramak suretiyle günah kazanmaktansa, bir kısmını fakire vermek çok daha hayırlıdır. Peygamberimiz (S.A.S.) göbekli bir adama rastladı. Göbeğini işaret ederek şöyle buyurdu: “Buraya koyduğunu başka yere, yani sadakaya ve Allah yolunda verseydin daha iyi olurdu.” Açlık ahiret için zengin bir hazinedir. Bunun için büyüklerden biri diyor ki: “Açlık, ahiretin anahtarı ve zuhdün kapısıdır. Tokluk ise dünyanın anahtarı ve dünyaya rağbetin kapısıdır.” |
|
02 Şubat 2022, 09:13 | #388 |
Çevrimdışı ♪ Lafazan FM ♪
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | İNSAN İLİŞKİLEİRİNDE EDEB E RİAYET İnsani ilişkilerimizde edep Her şeyi mahşer adına yaşadığımız ne kadar da kendini gösteriyor, değil mi? Mahşere ne çok malzeme çıkarıyoruz? Yığınla! İnsanlar arası ağız bozukluğundan el bozukluğuna, hakaretlerden haksızlıklara, nezaketten saygıya her şey, ama her şey mahşer için bulunmaz malzemeler teşkil ediyor. Birisi sana sövdüğü zaman, cevap vermezsen, mahşerde alacaklı olursun. Şeytan itekler ve bir fazlasıyla sövgüsünü iade edersen, bir iki de patlatırsan, bu defa mahşerde o alacaklı olur, çünkü sen bire bir söylemedin, hem bir fazla söyledin, hem de vurdun. Her iki halde de mahşerliksin. Ancak bire bir söylersen, hakkını mahşere bırakmadan almış olursun. Fakat bu defa da sövmekle ilgili yasak karşımıza çıkar. Müslümanın Müslümana sövmesi haramdır. İster ilk saldırı niteliğinde, ister cevap niteliğinde, fark etmez, her ikisi de haramdır. Eğer ilk saldırı niteliğinde olursa günahı “kebâir” derecesine çıkar. Peygamber Efendimiz (asm) Müslümanlığı şöyle tanımlıyor: “Müslüman, Müslümanın elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” Konuyu açıklayan hadislerden bazılarını buraya alalım: * “Biri sana dil uzatır ve sende olmayan bir kusurla seni ayıplarsa, sen onu sahip olduğu kusurla dahi ayıplama. Onu, günahı kendine, sevabı sana olduğu halde terk et. Kimseye asla sövme.” * “ALLAH’ın mü’min kulu kızdığında zulmetmez. Sevdiği kişi için günaha girmez. Kendisine emanet edilen şeyi zayi etmez. Haset etmez. Başkasının şerefini lekelemez. Etrafına sövüp saymaz. Şahidi bulunmasa da, üzerindeki hakkı itiraf eder. Başkasına kötü lakap takmaz. Başkalarının kusurlarını biriktirip intikam alma yoluna gitmez. Yapmak istediği bir hayırlı işe cimrilik mâni olmaz. Öğrenmek için insanlarla haşir neşir olur. Meseleleri kavramak için insanlarla konuşur. Zulüm ve haksızlık gördüğünde, Rahman olan ALLAH bizzat intikamını alıncaya kadar sabreder.” * “Dikkat ediniz! Mü’mini öldürmek kâfirlerin vasfıdır. Mü’mine sövmek fâsıkların vasfıdır. Bir mü’minin, kardeşini üç günden fazla konuşmayarak terk etmesi helâl değildir.” * “Müslümanı öldürmek kâfire yakışır. Müslüman’a sövmek günahtır.” * “Bir kişinin Müslümanın şerefine dil uzatması büyük günahlardandır. Bir sövmeye iki sövme ile karşılık vermek büyük günahlardandır.” * “Birbiriyle sövüşen iki kimsenin söyledikleri şeylerin günahı, kendisine sövülen haddi aşmadığı sürece ilk sövmeye başlayan kimse üzerinedir.” Hadislerden anladığımızı özetleyecek olursak: Haddi aşmak yok. Yani; 1- Sövmeyi başlatan taraf olmamalıyız. 2- Karşı taraf sövmeyi başlatan taraf olursa, mümkünse sabretmeli ve onun seviyesine inmemeli. ALLAH’a havale etmeli. ALLAH’ın adaletinin hak olduğunu unutmamalı. 3- Karşılık vermediğimizde, karşı tarafın pişman olacağı ve özür dileyeceği hesaba katılmalı. Bu durumda onun işi bizim elimizde olacaktır. Eğer onu affedersek, mahşerde karşımıza çıkmaktan onu kurtarmış oluruz. Eğer hakkımızı helâl etmez isek, özür dilemiş olsa bile hakkımızı bir gün muhakkak alırız. Veya biz bilmesek de, ALLAH (cc) bizim hakkımızı ondan alır. Bize de barışı bozmamak için başardığımız istikametten ve vakardan dolayı sevap ve rızasını lütfeder. 4- Eğer kendimize hâkim olamamış isek, bu defa bir fazlasıyla değil—çünkü bu zulme girer—aynıyla iade etmekten öteye geçmemeli. 5- Tam bu esnada şeytanın çok şiddetli telkinleri kulaklarımızda yankılanır. Şeytan gözümüzü karartır. Zulmetmekten ALLAH’a sığınmalıyız. 6- Halkın tahrikleri ile şeytanın telkinleri ne acıdır ki, bu noktada birleşmektedir. Asla, asla, asla kulak vermemeliyiz. Eğer kötü sözü veya dil belâsını başlatan taraf karşı tarafsa, aynıyla iade hakkımız var. Fakat bu durumda da bu meseleden mahşere bir hak kalmadığını, çünkü kötü sözünü kendisine aynıyla iade etmek sûretiyle hakkımızı aldığımızı unutmamalıyız. |
|
02 Şubat 2022, 09:52 | #389 |
Çevrimiçi # Forum Dedesi #
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: İNSANIN KENDİNİ TANIMASI ( AÇLIK VE TOKLUK) Çok güzel bir konu daha eline sağlık üstat +
__________________ Yahudi mi dediniz? onlar yumurtalarini pisirmek icin dunyayi atese vermekten cekinmeyen LANETLILERDIR!!! Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. |
|
03 Şubat 2022, 01:16 | #390 |
Çevrimdışı ♪ Lafazan FM ♪
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | SOSYAL ORTAM DA İLK KİMİ TANIDINIZ BİR ANINIZ VARMI .. VARSA NEDİR SANIRIM İLK Ece yi tanıdım .. Aslında beraber büyüdük . Çocukluğumuz kaldırım tozu yutmakla geçti. Astım bronşitim o günlerden kalma.,, Ece çok obur du .. Herşeyi o yediği için ben normal gelişimimi tamamlıyamadım .. Aramızda çeyrek asır yaş farkı olmasına rağmen ben konuşmaya Ece den sonra başladım İlk o Dj olsun diye aslında konuşabildiğim halde dilsiz gibi davrandığımı yıllar sonra lafazan da Dj lik yapınca öğrendi Ece.. Elbise dolabının içinde yıllar yılı biriktirdiği terliklerin ne manaya geldiğini LAFAZAN eğlence modunda terlikler havada uçuşmaya başlayınca anladım.. ileriyi gören birisi idi Ece evvelden beri .. Bu günler için yatırım yapmış meğer .. evet belkide birçok kişi Ece hakkında pekçok bilgiye sahiptir . Ben sadece Ece nin cumartesi günleri nereye kaybolduğunu hep merak etmişimdir.. Çok fazla terlik stoklamış olduğundan ötürü bu soruyu Ece ye sorma cesareti gösteremedim asla . yayınları güzelmiydi derseniz .. evet güzeldi Ama şunuda demem gerekirse benimle devam eden süreçte Ece tarzını çeşitlendirdi . Ve adeta kendini yeniden keşfetti. zaman ne çabuk akıp geçmiş ... bitmeyen ve geçmeyen şey ise kalıcı olan dostluğumuz dur .. hımmmm . bu arada Ece ile bir fotomuzu da paylaşmadan edemiyeceğim .. Obur Ece ne olacak [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
|
Konuyu Toplam 8 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 8 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Fotoğraf paylaşımları hk. | M | Duyuru Arşivi | 1 | 21 Ağustos 2019 13:03 |
Günün Müzik Paylaşımları | AsiRuh | Albüm Tanıtımları | 0 | 02 Mart 2018 12:12 |
Günün Müzik Paylaşımları | AsiRuh | Albüm Tanıtımları | 0 | 23 Şubat 2018 10:56 |