30 Aralık 2021, 18:27 | #11 |
Çevrimdışı ~ Lafazan.Net ~
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Manda Yuva Yapmış Söğüt Dalına Türkü Hikayesi Türküler eleştirilmek istendiğinde, sözleri anlamsız bulunduğunda genellikle örnek gösterilen ”Manda Yuva Yapmış Söğüt Dalına” adlı türkünün baştan sona doğruları anlatan, ilk bakışta anlamsız gibi görünse de ozanın ince zekâsıyla hiciv sanatının çok güzel örneğinin sunulduğu bir eser olduğu bildirildi. İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Sanatçı Öğretim Görevlisi İrfan Kurt, ”Halk kültüründe hiciv ve ‘Manda Yuva Yapmış Söğüt Dalına’ gerçeği” adlı makalesinde bu türkünün anlamını irdeledi. Türkünün Kastamonu’nun Tosya ilçesinden derlendiğinin hatırlatıldığı makalede, türküde anlatılmak istenenin ne olduğunun anlaşılabilmesi için, hem türkünün çıkış nedeninin hem de yöresel özelliklerin bilinmesi gerektiği vurgulanıyor. ”Kuru ekmeğe tepki”- Makalede, türkünün hikâyesi şöyle anlatılıyor: ”Dönemin beyi tarafından halk ozanlarının yönetim aleyhine söz söylemeleri yasaklanmıştır. Bu yasağın yanı sıra saz çalıp türkü söyleyen ozana bir eğlencede kendilerine türkü çalması emrivakisi yapılmış, bir kenara da kuru ekmeklerden oluşan yemek konmuştur. Bu ortamda bu türkünün çıktığı söylenmektedir. Ozan da kendisine yapılan bu haksızlığı onlarla dalga geçerek dile getirmiştir.” Manda Söğüt dalına nasıl yuva yaptı? Bazı kişiler tarafından saçma bulunan ‘manda yuva yapmış söğüt dalına’ sözlerinde anlatılmak istenen ise şöyle ifade ediliyor: ”Tosya bilindiği gibi pirinci ile ünlüdür. Çeltik tarlalarının sürülmesinde kullanılan manda yazın sıcağında göletlere yatarak az kıllı olan derisini hem serinletmek hem sineklerden korumak amacıyla çamura bular. Bunun için de göletlerin ve çeltik tarlalarının kenarlarında bulunan ve dalları da suyun içine kadar uzanan salkım söğütlerin dalları üzerine, gölgesine yatar. İşte mandanın söğüt dalına yuva yapması budur.” ‘Yavrusunu sinek kapması’ ifadesinin de yavrunun sinek tarafından ısırılması anlamı taşıdığının belirtildiği makalede, çünkü yörede ‘kapmak’ sözünün ısırmak anlamında kullanıldığı, bir tür sineğin hayvanların kuyruk altlarına girip ısırmasının hayvanı delirten ve oradan oraya sıçratan bir olay olduğu belirtiliyor. Türküdeki sözler ve anlatılmak istenenler; Ardından ”gördün mü?” sözcüğü ile türküye devam edip akıl almaz olayların olduğunu vurgulayıp alay etmek amacı taşıdığının kaydedildiği makalede, türkünün anlamı hakkında şu bilgiler veriliyor. İkinci kıtadaki ‘Öküzün torbadan düşmesi’ ise öküzlerin hem yemlenmesi, ekine zarar vermemesi, hem de zaman kazanmak için boyunlarına takılan yem torbasının öküzün boynundan çıkması ve öküzün yemeden içmeden kesilmesi anlamını taşır. Üçüncü kıtadaki müezzinin minareden uçması da erenlere karışması, ermesi anlamındadır. Bağlantı bölümünde de tirit yemeğini emeği karşılığı hak ettiğini anlatıyor. Türkü baştan sona doğruları anlatıyor. Fakat ilk bakışta anlamsız gibi görünse de ozanın ince zekâsıyla hiciv sanatının çok güzel örneğinin sunulduğu bir eser olduğu ortada.
__________________ Edeptir AŞK Sevdirenin Hürmetine... Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. |
|
30 Aralık 2021, 18:30 | #12 |
Çevrimdışı ~ Lafazan.Net ~
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Mezar Arası – Hıdırlık Türküsü Hikayesi Anadolu’da her yörenin türküsü olarak bilinir.(Kütahya,Konya,Amasya gibi.) Yeşillikler içindeki Hıdırlık Tepesi,türbesiyle birlikte Kütahya’nın her yerinden görünen ve yıllardır mesire yeri olarak bilinen bir mevkimizdir.Bu güzel tepe 1960’lı yıllara kadar eteklerinde bulunan Sultanbağı ve Gökçimen(Hmidiye) mahalleleri gençleri arasıda sahiplenebilmek için mahalle kavgalarına sahne olmuştur.Bahar aylarında hangi mahalle yenerse tepe onların kontrolüne geçermiş.Diğer mahalle sakinlerini Hıdırlığa sokmazlarmış.Kavgalarda kama,bıçak,değnek,sapan vb.aletler kullanırlarmış.Bundan 80 yıl kadar önce yine böyle bir kavga zamanındaGökçimen mahallesi delikanlılarından 3-5 ay önce askerden gelen Kazım;öğle yemeği için annesinden cimcik yapmasını ister.Annesi işe koyulur.Bu arada Kazım annesine yemek oluncaya kadarHıdırlık’a dolaşıp geleyim,arkadaşlar ne alemde bir bakayım der.Annesi:oğlum cimciği ateşe koyuyorum yiyipte git derse deKazım anne sen hazırlayıncaya kadar ben gelirim deyip evden çıkar.Hıdırlık eteklerindeki iki mezarlık arasında Sultanbağı gençlerinden sevdiği,tanıdığı Arabacı Musa ile karşılaşır. Hıdırlık yüzzünden hasım olduklarından tartışıp kavgaya tutuşurlar.Kazım’ın üzerinde hiç bir şey yoktur.Musa dövüleceğini anlayınca kamasına sarılır ve Kazım’a rasgele saplamaya başlar.Kazım aldığı bıçak darbeleri ile yığılır kalır.Musa kaçar.Bu arada bir hayli zaman geçtiği halde oğlu gelmeyen Kazım’ın annesi”cimcikte soğudu,nerde kaldı bu oğlan”diye sokağa çıkar.Bakar ki bütün insanlar “Kazım vurulmuş”çığlıklarıla koşuşturuyorlar.Duyduklarına inanamaz,onların arasına katılıp oğlum evladım çığlıklarıyla koşarak mezar arasına gelir.Bir de ne görsün yiğit delikanlı Kazım kanlar içinde yerde yatıyor.Annesi üzerine kapanıp feryat figan içinde üzüntüye garkolur,ağıtlar yakmaya başlar.Hıdırlık yüzünden bir delikanlı daha kaybedilmiştir.Musa yakalanıp hapse atılır.Bu olay üzerine yakılan ağıtlar günden güne hüzünlü bir türküye dönüşür.(Misket akordu ile çalınıp söylenir.) Mezar Arasında Harman Olurmu Kama Bıçak Yarasına Derman Olurmu Kamayı Vuranda İman Olurmu Aslanım Kazımım Efem Yerde Yatıyor Kaytan Bıyık Saat Köstek Kana Batıyor. Mezar Arasından Atlayamadım Cephanem Döküdü Anam Toplayamadım Birtek Düşmanımı Haklayamadım Aslanım Kazımım Efem Yerde Yatıyor Kaytan Bıyık Saat Köstek Kana Batıyor Hıdırlktan Çıktım Yan Basa Basa Ciğerim Sökülüyor Kan Kusa Kusa Seni Vuran Zalım Arabacı Musa Aslanım Kazımım Efem Yerde Yatıyor Kaytan Bıyık Saat Köstek Kana Batıyor Mezar Arasında Kanlı Kasaplar Adam Sevdiğine Aman Kamamı Saplar Mezarıma Gelsin Bütün Ahbaplar Aslanım Kazımım Efem Yerde Yatıyor Kaytan Bıyık Saat Köstek Kana Batıyor Mezar Arasında Ötmesin Kuşlar Hayırdır İnşallah Gördüğüm Düşler Cenazeme Gelsin Bütün Dervişler Aslanım Kazımım Efem Yerde Yatıyor Kaytan Bıyık Saat Köstek Kana Batıyor
__________________ Edeptir AŞK Sevdirenin Hürmetine... Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. |
|
30 Aralık 2021, 18:42 | #13 |
Çevrimdışı ~ Lafazan.Net ~
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Ormancı Türkü Hikayesi Gevenes Köyü’nde 1922 yılında dünyaya gelen Mustafa Şahbudak, ağa çocuğudur. Köy Muhtarı Tevfik Cezayirli, Mustafa’nın en yakın arkadaşıdır. Bu ikili her akşam köy kahvesinde ”dama” maçı düzenler, iddialı ve dostça yapılan bu karşılaşmalar, kahvehanedekiler tarafından ilgi ile izlenir. 1946 yılının bir Temmuz gününde, Mustafa Şahbudak ve Muhtar Tevfik Cezayirli, yine dama tahtasının başına otururlar. Oyunun yarısında ”Sarı Memet” lakaplı Orman Memuru Mehmet İn, çıkagelir. Mehmet, sarhoştur. Bir gün önce, komşu olan Çiftlik Köyü’nde yangın çıkmıştır. 1946 seçimlerinin evrakı Yatağan’a gönderilecektir. Seçim evrakını Yatağan’a, köy bekçisinin götürmesi zorunludur. Ormancı ise, yangın evrakının bir an önce ilçeye götürülmesi için bekçiyi muhtardan ister. Muhtar Cezayirli, ”Olmaz, daha acil olan seçim sonuçlarının ulaştırılması gerekiyor. Bekçiyi gönderemem” diye cevap verir. Bunun üzerine ormancı ile muhtar arasında tartışma başlar. Muhtar Tevfik Cezayirli, ”Ayıp ediyorsun Mehmet, bize müsaade et” der. Ormancı kahveye geri döner, dama masasını bir yumruk atar. Mustafa Şahbudak, bu davranışa tahammül edemez ve ormancıyı tokatlar. Olayın büyüyeceğini anlayan köylüler, ormancıyı sakinleşmesi için kahvenin arka tarafına götürürler. Ormancı bağırarak küfürler savurmaktadır. Küfürler Mustafa Şahbudak’ın tahammül sınırını daha da zorlar. Şahbudak, yerinden kalkar, ormancının üzerine yürür. Ormancı Mehmet, kamasını çıkarıp Mustafa Şahbudak’ı kolundan yaralar. O zaman, Mustafa Şahbudak ormancıyı korkutmak için, belindeki tabancayı çıkarır, yere doğru ateş eder. Muhtar, ormancının ikinci kez kama vurmaması için elini tutar. Fakat, Mustafa tetiği çoktan çekmiştir… Ormancı Mehmet İn, bunun üzerine kaçmaya başlar. Mustafa Şahbudak kaçmasın diye, bir el daha ateş eder. Bu ateş de öldürmek için değil, kaçmasına engel olmak içindir. İkinci atışta Mehmet İn, yere düşer. Arka cebinde tabaka olduğu için, ona bir şey olmaz. Ama, Mustafa Şahbudak, kaza kurşunu ile dostu Tevfik’i vurmuştur. O günlerin imkansızlıkları içerisinde Tevfik’i, tahta bir sal üzerinde köyden 23 kilometre uzaklıktaki Muğla Devlet Hastanesi’ne götürürler. Tevfik, çok kan kaybetmektedir. Mustafa, Doktor Veli Bey’e, ”Babamın selamı var, bu adamı iyileştir” diye yalvarır. Doktor Veli Bey, ”O ölecek, önce senin kolunu saralım” diye yanıt verir. O sırada Tevfik eliyle işaret edip Mustafa’yı yanına çağırarak, ”Ben ölüyorum, hakkını helal et” dedikten sonra can verir. Yıllardır her şeyi unutmaya çalışan Mustafa’ya bir gün arkadaşları, Tahir Usta adında bir değirmenciden bahsederler. Bu değirmenci, annesinin akrabasıdır. Değirmenci Tahir Usta aynı zamanda türkü de bestelemektedir. Gevenes Köyü’nde yaşanan bu acı olay, Tahir Usta tarafından bestelenmiştir. Düğünlerde okunan, herkesin diline düşen türkü, ORMANCI’dır…
__________________ Edeptir AŞK Sevdirenin Hürmetine... Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. |
|
30 Aralık 2021, 18:45 | #14 |
Çevrimdışı ~ Lafazan.Net ~
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Sarı Yıldız Mavi Yıldız Türkü Hikayesi Şöyle rivayet ederler kim: Evvel zamanda Sivas ilinden bir kervancı Halep´ten mal getirir. Tam üç yıldır kervancılar yurtlraından, baba ocaklarından ayrı düşmüşlerdir. Gurbet ilin kahrı, üç yılın hasreti yüreklerinde. Kiminin yolunu anası-babası, kimininkini sevgilisi, kimininkini de çocukları gözlüyor. İçlerinden en genci kara yağız, uzun boylu bir delikanlı… adı Veysel, Veysel´in bıyıkları daha yeni terlemiş… Bunlar Halep´ten aylarca yol ala ala, en sonunda, karlı fırtınalı bir kış günü Sivas´la Kayseri arası yıkık bir Selçuk hanına kendilerini zor atarlar… Handa gecelemeğe karar verip, yüklerini çözerler.. Bir insan çok uzaktan günlerce, aylarca yol alarak yurduna yaklaşır. Yurduna yaklaştığı zamana kadar, içinde o kadar rahatsız edici, dürten bi duygu olmaz.. Vakta ki memleket kokusu insanın burnuna gelir, içindeki hatıralar depreşir, işte o zaman içinde kıyamet kopar… Birşey durmadan seni oraya doğru çeker… “Ya bir kanat verse, ya bir kuş olsam…” dedirtir. Sivas çok yakındı. Kervancılar yerlerinde duramıyorlardı. Akşam oldu. Yataklarını serip içine girdiler… Ama hiç birini uyku tutmuyordu. Veysel´in nişanlısı.. Nişanlı olduğu gibi Veysel´in gözünün önünde.. “Yatamıyorum, hayal meyal düşlerden..” Veysel iki de bir yatağından kalkıp, ışıdı mı diye, doğudan yana bakıyor.. Veysel bir türlü yatakta duramıyor… Sabah, bir olsa! Şimdi, geceden yola çıkılımaz mı? diyor Veysel… Kar kar… Allah´ın belası bir fırtına var. Gün ışımadan önce, doğuda, tam günün doğacağı yerde bir yıldız gözükür. Sabah yıldızıdır o.. Sabah yıldızı gözükünce yola çıkılır.. Sabah yıldızı bir gözükse.. Bu gece, bir gece değil; karanlık bir yıldır. Veysel sevinçle çoktan beri durup seyrettiği doğuda kocaman, yalp yalp ışıyan bir yıldız görüyor.. Delicesine bağırıyor: “Sarı yıldız… Mavi yıldız…” Telaşla kervanı yüklüyorlar.. Kar savuruyor.. Geceye ve sarı yıldıza kar yağıyor.. Gece ve sarı yıldız üşümüş. Kervan yola düşüyor.. Kervancılarsa sevinç.. Geceye, kara, sarı yıldıza karşı şarkılar söylüyorlar.. “Bir bulut oynadı Sivas ilinden.. Ucu telli mektup geldi gelinden..” Yarın Sabah Sivas´ta olacaklar.. Veysel´i sorsanız, Veysel, kervandan belki beş yüz metre ilerde.. Atı, ağaçlar boyu yüklemiş karı göğüslüyor.. At, bazan yorulup bazen yavaşlıyor.. Veysel atı öldürecek gibi.. Veysel atı kırbaçlıyor.. Bir hayli yol alıyorlar.. Kar, arada açılıp, ortalık süt liman oluyor ve Sarı yıldız oturmuş oraya.. Sarı yıldız.. Sarı yıldız.. Sarı yıldız çoktan kaybolmalıydı.. Gün doğmalıdı çoktan dağların ardından. Tan yıldızı ışımış, ışıdı demek, biraz sonra gün doğacak demektir… Gün nerelerde? Kar daha savuruyor… Fırtına döndürüyor.. Bir zaman geliyor ki kervan toptan kara gömülüyor. Zar-zor kervanı kar altından çıkarıyorlar.. İçlerinde kimisi “dönelim!” diye ayak diriyor.. Ötekiler dinlemiyorlar… “İşte sarı yıldız. Biraz sonra nasıl olsa gün doğar…” ve dönmüyorlar. Git, git! Sarı yıldızın bir türlü kaybolduğu, günün doğduğu yok. “-Biz uykuluyuz da onun için zaman bize çok uzun geliyor. Nasıl olsa biraz sonra gün doğacak.” diyorlar. İçlerinden hiçbirinin aklına bu yıldızın tan yıldızı olmayacağı gelmedi.. Gözleri yıldızda.. Boyuna, kara bata çıka yol alıyorlar.. Sivas ovasının kar altındaki uçsuz bucaksız düzlüğü, gidiyorlar gidiyorlar bitmiyor… Aklı başında eski kervancılar felaketi sezinliyorlar. Kervancıbaşıya, Veysel´e, daha öteki gençlere: “Dönemlim!” diye yalvarıyorlar.. Kervancıbaşı da genç.. Veysel´in yüreğindeki aşk da gittikçe ateş alıyor. Veysel, arkadaşlarına yıldızı gösterip: “Hepiniz bilirsiniz ki yıldız doğduktan sonra gün ışır…” Arkadaşları ne desinler!.. Bu yıldız doğduktan sonra gün ışır. Ama yıldız ne zamandan beri orada öylecene duruyor… Ne gün ışıyor, ne birşey.. Bir kaç kere dönecek oluyorlar, dönseler nereye dönecekler.. Çarnaçar gidiyorlar… En sonunda gide gide şimdiki “Kervankıran” dedikleri yere varıyorlar. Ve orada bir tipi başlıyor; görülmedik. Kar tepeden tepeye savuruyor. Sarı yıldız tipinin arkasında.. Ve neden sonra gün usuldan usuldan karşı dağıb arkasından gözüküyor. Kervan nerede? Kervanı koydunsa bul! Bahar geliyor.. Bahar gelip toprak kabarıyor.. Çimenler yeşerip karlar eriyor.. Kervankırandan geçen ilk yolcu , atı, eşeği, katırı, develeri, insanları ile bir kervanı orada, kara toprağa üst üste yığılmış buluyor… Bütün kervan üst üste yığılmış.. Yalnız beş yüz metre ileride, toprağa boylu boyunca uzanmış, atın dizginleri elinde, ileri doğru uçar gibi yatıyor… Üstüne de yeşil sinekler inip kalkıyor… Ve onları yerlerinden bir santim bile ayırmadan oldukları yere atıyla, katırıyla, eşeğiyle gömüyorlar.. Kervankıran dedikleri yerden geçerseniz, mezarları görürsünüz.. Veysel´in topluluktan ayrılmış mezarı, daha ileri doğru uçar gibidir.. Ve bu olay üstüne Anadolu insanları, türlü türlü türküler çıkarmışlardır. Bu türküleri şairler, şair olmayanlar, olayı kim duyup ta yüreği yandıysa ver yansın etmiş Kervankıran üstüne.. Az daha unutuyordum.. O yere Kervankıran dedikleri gibi, o yıldıza da “Kervankıran yıldızı” demişlerdir.. Hangi Anadolu köylüsüne, “Bana Kervankıran yıldızını göster” derseniz, hemencecik size gösterir…
__________________ Edeptir AŞK Sevdirenin Hürmetine... Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. |
|
30 Aralık 2021, 18:46 | #15 |
Çevrimdışı ~ Lafazan.Net ~
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | İzmir’in Kavakları Türkü Hikayesi Çakıcı Efe Ege Bölgesinde halkın dilinde dilden dile efsaneleşen bir kahramandır. Osmanlı’nın son zamanlarında devlet iradesinin iyiden iyiye kaybolduğu yıllarda (1800-1900) halk kendi kahramanlarını, kendi kurtarıcılarını çıkarmıştır. Kimileri bu boşluktan yararlanarak zalimlikler yapmışlar kimileri de adalet dağıtan güçlü yürekli halk kahramanı olmuşlar. Bu devirde Ege Bölgesinde’de Efelik çok meşhurmuş. Çakıcı Efe de İzmir, Denizli, Aydın civarında hüküm sürmüş bir Efe’dir. O zamanlarda yaşadığı bölgede o kadar güçlenmiş ki Osmanlı ile egemen olduğu bölge konusunda resmi anlaşma yolları bile aramıştır. Çakıcı çoğu zaman dağlarda, kimi zamanda halkın yanına inerek zalimi durdurmuş, adalet dağıtmış, zenginden alıp fakir vermiştir. Bu sebeple halkın gönlünde de taht kurmuştur. Cesur hareketleriyle halkın gözüne girmiştir. Kimi zamanda düşmanla işbirliği yaptığı söylentisi çıkmışsa da halk onu hep sevmiş ona yapılan bu türküyle ismi ölümsüzleşmiştir. İzmir’in kavakları, Dökülür yaprakları. Bize de derler Çakıcı. Yar fidan boylum Yakarız konakları. Servim senden uzun yok, Yaprağında gözüm yok. Kamalı aa zeybek vuruldu. Yar fidan boylum Çakıcı’ya sözüm yok.
__________________ Edeptir AŞK Sevdirenin Hürmetine... Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. |
|
30 Aralık 2021, 18:49 | #16 |
Çevrimdışı ~ Lafazan.Net ~
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Sarıkamış´ta Ölenlerin Ağıtı “ Avşarlar,Ceritler,Tecirliler,Bozdoğanlar,Mürseloğu lları ve öteki Türkmen boyları ve oymakları 1865 yılında iskân edildiler. O tarihe kadar göçebe bir yaşam süren bu Türkmenler bundan böyle artık nüfus kütüklerine geçerek resmen Osmanlı vatandaşı oldular. 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı başlayınca, devlet seferberlik ilan ederek bu Türkmenleri de askere çağırdı. Güçlü, yiğit bu delikanlılar Kafkas cephesine gönderildiler. Enver Paşa yönetimindeki Osmanlı ordusu daha Kars’a ulaşmadan Allahüekber dağlarında,Soğanlı dağının eteğinde Şenkaya’ya yakın Bardız Deresi’nde, Çil Horoz dağında,Çakır Baba’da donarak şehit oldular.Asıl donma zirveye yakın yerde Taht yaylalarında oldu. Daha savaşa başlamadan Şubat 1915’te doksan bin asker şehit oldu.Sağ kalanlar Ruslar tarafından esir edildiler.Bunlar Gediksatılmış köyündeki esir kampına konuldu İşte bu esir kampındaki askerler şehit olan arkadaşlarının ardından yürekleri dağlayan,yanık bir ağıt yaktılar.Bu ağıt o günden bu güne söylene geldi. Sarıkamış’ta var maşın Urus yığmış ağır koşun Bizim uşak açık, çılpak Dağlarda buyudu kışın Sarıkamış için meşe Urus yaktı hep ateşe Bizi koydu eli bacğlı Nere gitti Enver Paşa Sarıkamış al kan oldu Zalım Urus murat aldı Kimsesiz kız,dul gelinler Kara giyip saçın yoldu Enver Paşa hücum dedi Yarıldı Moskof’un ödü Zalım Allahüekber dağı Neçe yiğit aslan yedi Sarıkamış saza döndü Dağları gülzara döndü Serçe canlı Ermeniler Hepisi şahbaza döndü Soğanlı’da soğan olur Kar,tipisi boran olur Urus’u bozgun görenler Anasından doğan olur Bardız Deresi kan çağlar Analar ciğerin dağlar Çil Horoz dağı salında Neçe nişanlılar ağlar Çadırlar dağa kuruldu Hücum borusu vuruldu Bir Sarıkamış uğruna Doksan bin fidan kırıldı Allah(hü)ekber başı duman Olduk Urus’a perişan Kör olasın Hakkı Paşa Sen eyledin bizi pişman Allah(hü)ekber Kars’ın dağı Mübarek şehit yatağı Allah(hü)ekber’de söndü hep Doksan bin evin ocağı Allahüekber kar,boran Tırmandık dağlara yayan Gökten ateş dökülse de Yılar mı hiç Ali-Osman Allahüekber yan yatar Kırazmış da güneş batar Allah(hü)ekber’in döşünde Neçe bin şetiler yatar Yaşa babamoğlu yaşa Kan bulaştı çatık kaşa Biz Urus’u alt edterdik Sebep oldu Enver Paşa Aşağıdan ses geliyor Figan bağrımı deliyor Kör olasın Enver Paşa Gelinleri el alıyor “(l) (1) Bu ağıtın öyküsü 1939 Toklar-Tomarza doğumlu Çetin Önal’dan alınarak Araştırmacı Yazar Emir Kalkan tarafından Kayseri ve Yöresi Ağıtları,Kültür Müdürlüğü Kayseri 1992 kitabında yayınlanmıştır.Bu kaynaktan da Ahmet Z.Özdemir’in hazırladığı Öyküleriyle Ağıtlar II,Kültür Bakanlığı Kültür Eserleri Dizisi 303 sayılı ve 2001 tarihli eserde yer verilmiştir.
__________________ Edeptir AŞK Sevdirenin Hürmetine... Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. |
|
30 Aralık 2021, 18:50 | #17 |
Çevrimdışı ~ Lafazan.Net ~
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Sefil Baykuş Ne Yatarsın Bu Yerde Türkü Hihayesi, Sefil baykuş ne yatarsın bu yerde Yok mudur vatanın illerin hani Hani ya! Bülbül gibi şakıyan; aşkı gözlerden okuyan dillerin hani?.. Hey gidi onbeş yaşın Suna´sı hey ! . Toprağa girecek yaş mı bu ! .. Varıp türküye sorsan “Ey türkü nedir bu Sefil Başkuş öyküsü… neyin nesi bu Suna kız”. Türkü dillenir. Öyküler meseleyi. Recep derler bir genç vardı, Kars´ın Kağızman´ında Recep´in babası Ağa Dede adlı bir rençberdi. Oğlunun okuma-yazma yaşına gelince, Hafız Lütfi Efendi´ye yolladı onu. Eskiden nerde şimdiki okullar. Varsa yoksa rrıedreseler. İşte Recep´te gözlerini Hafız Lütfi Efendi´nin medresesinde açtı çevreye.. Sesi güzel olduğu için de hocası onu çok seviyordu. Recep oniki yaşına gelince, medresede ders vermeye başladı. İyi, hoş ama, Yaşının da ergenliğe geçiş dönemi: Öğrenciler arasında kızlar da var. Hele bunlar arasında emmisinin kızı Suna var ki, bir içim su.. Suna da onun yaşlannda, çocuk daha. Ama, Recep´in ilgisini anlıyor. İçten içten de boş değil Recep´e. Recep derseniz günden güne tutuluyor Suna´ya. Uykuları kaçar oluyor, rahat, huzur hak getire. Medreseyi terkedip, dağlara düşüyor. Elinde sazı, çalıp; söylüyor. Yaktığı türküler de hep Suna´nın üstüne. derken, mesele Recep´in babasının kulağına gidiyor. Babası olgun adam..Varıp Sunâ nın babasına açıyor konuyu. “Valla kardeş durum böyleyken böyle bizim oğlan deli divana. Dağlara düştü. Suna der de başka birşey demez…. Allah kısmet etmişse, baş-göz edelim çocuklan. Elin akıllısından, bizim delimiz iyidir” diyor. Suna´nın babası dinliyor kardeşini. Sonra da: “İyi ya kardaşım. Anşa evdeyken, Suna´yı nasıl veririm. Elalem ne der. Büyüğü dururken, küçüğünü verdi. Törelere karşı geldi demezler mi? Suna olacağına, Anşa olsun” der. Recep´in babası ilkin hık-mık eder, sonra da: “Gençtir. Çabuk unutur. EI kızı geleceğine, Anşa olsun” der. Eee devir eski devir, töreler baskırı. Emmioğlu, emmikızıyla evlenecek. Onunda ilkin büyüğü gelin olacak. Kim ne der. Haber Recep´in kulağına gelince, vurulmuşa döner… Ama, ağzını açıp da babasının kararına karşı gelmek ne haddine, boynunu büküp oturur. Suna derseniz, olanlardan habersiz. Ona kalsa, ömür boyu bekleyecek Recep´i. “Anşa evlenir giderse sıra bana gelir. Bende Recep´e vannm” hesap ediyor Suna. Ama, iş açığa çıkıp durumu öğrenince iki göıü, iki çeşme Suna´nın. Ağlamak için kenar köşe anyor. Sonra da iki elinin arasına alıyor başını. Haykıra haykıra ağlıyor. Başka da birşey gelmiyor elinden. “Hayır Recep beni istiyor, ben de Recep´i” dese, kim dinler. Üstelik elaleme rezil olur. Babasının anasının da yüzüne bakamaz. Boynunu büküp bekliyor. Uzun sözün kısası, Recep´le Anşa´nın düğünü yapılıyor. Başgöz olup çekiliyorlar evlerine. Ama, nerde Suna; nerde Anşa. Recep´in gönlü illaki Suna diyor. Kimseye belli etmek istemiyor. İçini türkülerle döküyor, dertli dertli çalıp, türküler yakıyor Suna´ya. Gece gündüz demeyip, dağ-bayır; ova yayla dolaşıp duruyor. Medreseyi de, hafızlığı da bırakıyor… Bir tek “Hıfzı” takma adı kalıyor hafızlığından. Türküleri de dilden dile dolaşmaya başlıyor. Duyan duymayana; bilen bilmeyene söylüyor.~Kağızman´lı Hıfzı´nın türkülerini. Suna derseniz içine kapanık. Arada bir ablasına gittiğinde görüyor Hıfzı´yı. O kadar!.. Onda da dertlenip dönüyor eve. İçine atıyor hep. Hıfzı, Suna´yı alsa kaçsa; töreler! hlâki babasının, emmisinin şerefi. Bakıyor oluru yok, Sunâ sız yaşamak zor, çareyi gurbette anyor. “Alır başımı giderim. Olaki unuturum. Gözden ırak olan, gönülden de olurmuş” diye teselliyi gurbette aramaya çıkıyor. Babasına da geçimi sebep gösteriyor. “Baba bu geçimle iki ay baş edemez. Ben Anşa´yı alıp gurbete gidiyorum. Üç-beş kuruş biriktirir döneriz” diyor. Babasr karşı koymak istiyorsa da Hıfzı kararlı. Çok geçmeden de yükünü sırtlayıp, yollara düşüyor. Şura senin, bura benim. Vara vara Çukurova´ya varıyorlar. Toprağı bereketlidir Çukurova´nın diye duymuştur. Gidip bir çiftliğe yerleşiyorlar. Ufak tefek işlerine bakıyorlar çiftliğin. Kendisi at arabasını süriiyor. Tarlaya gidip geliyor. Ekim dikimle uğraşıyor. Anşa da, çiftlikte yemek yapıyor, ortalığı temizliyor. İnek sağıyor. Geçinip gidiyorlar. İyi. Hoş. Ama, Suna aklından çıkmıyor Hıfzı´nın. Unuturum diye çıktığı gurbet, daha çok yakıyor içini. Rüyalanna giriyor Suna. Derdini bir tek kavalına anlatıyor. Anşa hiç birşey anlamıyor. Ağzını açıp iki çift laf etmiyor zaten Hıfzı´yla. İki yabancı gibiler evde. Bunlar böyleyken, acaba Suna ne yapar? Suna ne durumdadır? Haberi Suna´dan verek. Hıfzı Kağızman´dan çıkıp gurbet yoluna düşünce, Suna´nın içini de kurt kemirmeye başladı. Eriyip akmaya başladı Suna. Yanaklarındaki onbeş yaşın pembeliği, yerini, limon rengine bıraktı yavaş yavaş. Sararıp soldu Suna. İlaçtı yatırdı boş!. . Kimse çare olamadı Suna´nın derdine. Bir de şu var; yaşlılardan bazısı ancak evlenirse iyileşir bu, diyor. İsteyeni de çok Suna´nın. Babası uygun birini kestirip, işini bitirdi. Kimse de Sunâ ya bir şey sormadı. Bir yandan, sırtı kesiliyor, düğün hazırlığı yapılıyor; öteki yandan derdine çare aranıyor Suna´nın. Küt küt öksürüyor, soğuk soğuk terliyor Suna. Kimsenin olmadığı yerlere çekilip için için de ağlıyor. O kadar. Bir tek rüyalarda teselli buluyor. Rüyalarında Hıfzı´yı görüyor hep. Kuş olup uçuyor Hıfzı. Gelip evin bahçesine konuyor. Sonra kocaman kanatlarnı vurup iniyor aşağı kaptığı gibi havala.ra uçuyor Suna´yı. Suna da kollarını kanat gibi çarpıyor. O da Hıfzı´yla uçuyor. Dağları ovaları geçip, gözden kayboluyorlar. Sonra ılık bir ter basıyor yeniden. Açıyor gözlerini ağlıyor ağlıyor. Uzun sözün kısası; ince hastalık yakıp kavuruyor Suna´yı.. Gün güne de eriyip akıyor. Bir deri, bir kemik kalıyor… Öte yandan düğün günü de gelip çatıyor… Bir yanda saz söz; bir yanda davul zurna. Yeniyor içiliyor. Buz gibi şerbetler dağıtılıyor… Gelinlik elbisesi de çok yakışıyor Suna´ya. Düğünün ikinci gecesinde Suna yataklarda.. Bakıyorlar olacak gibi değil, erteliyorlar düğünü. Suna´nın son yatağa düşüşü oluyor bu. Bir daha çıkamıyor yataktan. Hıfzı´nın adını sayıklaya sayıklaya, son nefesini veriyor. Evin şenliği, yasa dönüyor. Gelinlik elbiseleriyle koyuyorlar mezara Suna´yı. Başına da “Murad almamış gelin” diye yazıyorlar. Suna´nın son nefesini verdiği gece, Hıfzı sabaha kadar uyuyamıyor. Kan ter içinde dönüp duruyor yatağında. Gözlerinde Suna´nın hayali. “tez gel” diye yalvanyor. Gözlerini kapasa, rüyasında Suna. Sabahı iple çekiyor Hıfzı. Sabahın erkeninde kalkıp, Anşa´ya: “Tez hazırlan memlekete döneceğiz. Zaten gurbetin hayrı yok. Elimiz görüyor, cebimiz görmüyor. Hasretlik de cabası”. Varıp çiftlik sahibine anlatıyor durumu. Tez elden yola çıkıyorlar. Şura senin; bura benim. Günlerce yol tepip, ulaşıyorlar Kağızman´a. Tez varıp Suna´yı soruyor Hıfzı. Ağlayarak durumu anlatıyorlar… Olduğu yere yıkılıyor Hıfzı. Başı ellerinin arasında, saatlerce ağlıyor. Sonra sazını alıp, Suna´nın mezanna gidiyor. Mezar taşına bir baykuş konmuş, figan etmektedir. Bir kenara da Hıfzı çekilir…. Vurur sazın tellerine. Sefil başkuş ne gezersin bu yerde Yok mudur vatanın illerin hani Küsmüş müsün selamımı almazsın Şeyda bülbül gibi dillerin hani Ecel tuzağını açamaz mısın Açıp da içinden kaçamaz mısın Azat eyleseler uçamaz mısın Kırık mı kanadın kolların hani Aç mısın, yok mudur ekmeğin aşın Odan ne karanlık, yok mu ataşın Hanidir güveyin, hani yoldaşın Hani kapın bacan, yolların hani Kara yerde mor menevşe biter mi Yaz baharda ishak kuşu öter mi Bahçede alışan, çölde yatar mı Uyan garip bülbül güllerin hani Burda yorgan döşek, yastık var mıdır Bu geniş dünyada yerin dar mıdır Dalın tahta duvar, önün yar mıdır Yeşil başlı Suna´m güllerin hani Körpe maral idin dağlanmızda Dolanırdın solu sağlanmızda Taze fıdan idin bağlanmızda Felek mi budadı dalların hani Düğününde acı şerbet içildi Gelinlik esvabın dar mı biçildi İlikle düğmele göğsün açıldı N´oldu kemer-beste belleri hani Alışmış kaşların var mı karası Ala idi gözlerinin binası Kocaldın mı onbeş yaşın Suna´sı Yok mudur takatin, hallerin hani Aç kapıyı emmim kızı gireyim Hasta mısın halin sual edeyim Susuz değil misin bir su vereyim Çaylarda çalkanan seslerin hani Yatarsm gaflette gamsız kaygusuz Ninni balam ninni kalma uykusuz Hem garip hem çıplak, hem aç hem susuz Felek fukarası malların hani Her gelip geçtikçe selam vereyim Nişangah taşına yüzler süreyim Kaldır nikabını yüzün göreyim Ne çok sararmışsın alların hani Civan da canına böyle kıyar mı Hasta başın taş yastığa koyar mı Ergen kıza beyaz bezler uyar mı A1 giy allı, balam şalların hani Daha seyrangaha çıkarmaz mısın Çıkıp da dağlara bakamaz mısın Kaldırsam ayağa, kalkamaz mısın Ver bana tutayım ellerin hani Bir kuzu koyundan, ayrı ki durdu Yemez mi dağların kuşiyle kurdu Katardan ayrıldın, şahin mi vurdu Turnam, teleklerin tellerin hani Sen de Hıfzı gibi tezden uyandın Uyandın da taş yastığa dayandın Aslı hanım gibi kavruldun yandım Yeller mi savurdu, küllerin hani ıfzı sorar da Suna durur mu? Suna´nın cevabını da şöyle dillendirir halkımız: Emmioğlu küsmemişim ben senden Ölüm lal eyledi, dillerim yoktur Eğdi kametimi, büktü belimi Kalkamam ayağa hallerim yoktur Haber edin kuşlar çeksin yasımı Yuva yapsın püskülümü gesimi Koymadılar doldurayım tasımı Havuzdan ayrıldım, sellerim yoktur Bende Hıfzı gibi tezden uyandım Uyandım da taş yastığa dayandım Aslı Hanım gibi, kavruldum yandım Sam yeli savurdu, küllerim yoktur
__________________ Edeptir AŞK Sevdirenin Hürmetine... Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. |
|
30 Aralık 2021, 18:54 | #18 |
Çevrimdışı ~ Lafazan.Net ~
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Zahidem Türküsü Hikayesi Kırşehir Çiçekdağı’ndan Aşık Arap Mustafa, Hacı Büro’lardan Mehmet Ağa’nın kızı Zahide’ye aşık olur. Aşıkda ne kelime yanar tutuşur. Ama gönül bu işte, Aşık Arap Mustafa çok fakir, bir o kadar da garip bir kişi. Zahide ise Hacı Bürolar’ın zengin ve güzel kızı, üstelik ağa kızı, üstelik çok güzel, yaşı ise Aşık Arap Mustafa’dan büyük. Dolayısıyle nereden bakarsanız bakın birbirlerine hiç ama hiç denk değiller. Üstelik Zahide’yi isteyen çok zenginler var. Hem zenginler hemde yaşıtları Zahide’nin peşinde. Bu kadar kişinin arasında Zahide bir fakire hele hele bir garibe verilirmi..? Aşık Arap Mustafa bütün bu olumsuzluklara rağmen istetir Zahide’yi ama sonuç malum: Zahide’yi Aşık Arap Mustafa’ya vermezler. Aşık Arap Mustafa sonunda askere gider. Zahide’yi ise başka biri ile evlendirirler. Zahide’nin başkası ile evlenmesini Aşık Arap Mustafa’ya duyurmak istemezler ama o bir yolunu bulur ve öğrenir. Yıkılır, dünyası kararır ve İşte Zahidem Türküsü Aşık Arap Mustafa’nın sesinden sazından bizlere kazandırılır. 1965 yılında Zahide vefat eder. 1966 yılında’da Aşık Arap Mustafa vefat eder.
__________________ Edeptir AŞK Sevdirenin Hürmetine... Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. |
|
30 Aralık 2021, 18:55 | #19 |
Çevrimdışı ~ Lafazan.Net ~
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yörük Ali Türküsü Hikayesi Bu türkünün daha bir çok kıtaları, Ege havalisinde söylenmekte ise de, muhite göre değişmeler olmaktadır. Biz, buraya meşhur olmuş on kıtasını aldık… (Efelerin efesi) kelimeleri üzerinde dikkatle durulacak olursa, Yörük Ali´nin muhiti dahilinde olan ve tarihi eserleriyle meşhur (Efes) meydana çıkmaktadır… Yörük Ali (1896-1953) Istiklal Savaşımızın başlarında birçok yararlıklarıyla meşhur olmuş efelerdendir. Nazilli köylülerindendir. Ailesi Sarı Tekeli adlı bir Türk aşiretinden olup, Ayvazoğulları lakabıyle anıhr. Üç sene çetecilik ettikten sonra, hükümete dehalet etmiş, Yunanlıların Izmir´i ve Aydın´ı işgal etmesi üzerine, Çine´nin Yağcılar köyünde tekrar bir küçük çete kurmuştur. 15 Haziran 1920´de Menderes nehrini 50 arkadaşıyla sallarla geçerek Malkoç tren köprüsünü muhafaza eden Yunan karakolunu imha etmiş ve silahlarını almıştır ki, Aydın ve Köşk cephesinde bir buçuk sene kadar vuruşan ve Aydın´ın içindeki savaşta çok yararlığı görülen bu alay´ın adı, 57. nci Tümende (37. nci Yörük Ali Efe Alayı) ismi ile hala anılır. Efe´ye Istiklal madalyası ve Milis albaylığı rütbesi verilmişti. Milli Mücadele´den sonra, çiftlik ve ticaretle meşgul olan Efe, altısı erkek olmak üzere dokuz evlat yetiştirmiştir. 1953 yılında vefat etti.
__________________ Edeptir AŞK Sevdirenin Hürmetine... Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. |
|
30 Aralık 2021, 18:57 | #20 |
Çevrimdışı Tefeci'nin Kızı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Sefil Baykuş Ne Yatarsın Bu Yerde Türkü Hihayesi, Hanımefendi emeğinize sağlık paylaşım için teşekkürler
__________________ ''Zamanın Eli Değdi Bize Artık Aynı Değiliz İkimiz de'' Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
DJ-Türkü ile Türkü Seli CanLı Yayında (TatLiSohbet) | AyNiL | Yayındaki DJ'ler | 1 | 09 Aralık 2021 00:26 |
DJ-Türkü ile Türkü Seli CanLı Yayında (TatLiSohbet) | AyNiL | Yayındaki DJ'ler | 1 | 09 Aralık 2021 00:25 |
En çok dinlenilen 10 türkü ve hikayeleri.. | AyNiL | Sunucu Radyolarından Son Haberler | 0 | 10 Eylül 2021 11:43 |
Dj Türkü ile Türkü Şöleni Derin Fm de. | Derin Fm | Yayındaki DJ'ler | 1 | 09 Ekim 2020 22:28 |
Türkü türkü Anadolu | Zeytin | Kültür ve Sanat | 1 | 24 Nisan 2019 18:04 |