IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  reklamver

Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 11 Ağustos 2012, 08:42   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Al-i İmran Suresi, 156 - 171) Uhud Savaşı – 4




156- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ كَفَرُواْ وَقَالُواْ لإِخْوَانِهِمْ إِذَا ضَرَبُواْ فِي الأَرْضِ أَوْ كَانُواْ غُزًّى لَّوْ كَانُواْ عِندَنَا مَا مَاتُواْ وَمَا قُتِلُواْ “Ey iman edenler! Yeryüzünde sefere veya savaşa çıkan kardeşleri için “Eğer bizim yanımızda olsalardı ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi” diyen kâfirler gibi olmayın:”
لِيَجْعَلَ اللّهُ ذَلِكَ حَسْرَةً فِي قُلُوبِهِمْ “Allah bunu, onların kalplerine bir pişmanlık kılacak.”
Ayette medar-ı bahs edilen kâfirler, münafıklardır. Kardeşleri ise, ya nesep itibariyledir veya aynı görüşte olan kimselerdir.
وَاللّهُ يُحْيِي وَيُمِيتُ “Allah, diriltir ve öldürür.”
Ayetin bu kısmı, onların görüşlerini reddeder. Yani, hayat ve ölümde müessir olan Allah’tır, yoksa bir yerde ikamet etmek veya sefere çıkmak değildir. Çünkü Allah-u Teâlâ bazen sefere ve savaşa çıkanı yaşatır, evinde oturanı vefat ettirir.
وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ “Allah, ne yaparsanız görendir.”
Ayette mü’minleri onlar gibi olmaktan sakındırmak vardır. Kâfirlere bakan yönüyle de, onlar için bir vaîddir.

157- وَلَئِن قُتِلْتُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌ مِّنَ اللّهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ “Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah’tan bir mağfiret ve rahmet, onların topladıklarından çok daha hayırlıdır.”
Yani, sefer ve savaş ölümü celbeden, onu öne alan şeylerden değildir.
Ayrıca, şayet Allah yolunda iken size ölüm gelse, bu ölümde nail olacağınız ilâhî mağfiret ve rahmet, şayet ölmeseydiniz dünyada elde edeceğiniz imkân ve menfaatlerden çok daha hayırlıdır.

158- وَلَئِن مُّتُّمْ أَوْ قُتِلْتُمْ لإِلَى الله تُحْشَرُونَ “Andolsun, ölseniz veya öldürülseniz Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.”
Şöyle veya böyle nasıl ölürseniz ölün, kendisine yöneldiğiniz, rızası uğrunda ruhunuzu feda ettiğiniz mabudunuza götürüleceksiniz, başkasına değil. O da size yaptığınız amellerin karşılığını eksiksiz verecek ve size büyük menfaatler takdim edecek.

159- فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ “Allah’tan bir rahmetle onlara yumuşak davrandın.”
Ayette geçen اَم “ma” kelimesi te’kid içindir. Hz. Peygamberin savaş sonrası onlara yumuşak davranmasının ancak Allahtan bir rahmetle olduğuna tenbih ve delalette bulunur.
Ayette geçen “Allahın rahmeti”, Hz. Peygamberin olayı metanetle ve soğukkanlılıkla karşılaması ve onlara yumuşak davranmaya muvaffak kılınmasıdır. Öyle ki, onlar kendisine muhalefet ettikten sonra, yine onların dertleriyle dertlenmiştir.
وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ“Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar etrafından dağılıp giderlerdi.”
فَاعْفُ عَنْهُمْ“Artık sen onları affet.”
Seninle ilgili durumlarda onları affet.
وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ“Onlar için mağfiret dile.”
Allaha ait olan durumlarda ise onlar için mağfiret talebinde bulun.
وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ“İş konusunda onlarla müşavere et.”
“Savaşla ilgili durumlarda onlarla meşveret yap.”
Çünkü kelâm Uhud harbiyle alâkalıdır.
Veya genel olarak meşveret yapılabilecek meselelerde onlara danış.
Çünkü meşverette,
-Onların görüşlerini öğrenmek,
-Gönüllerini hoş etmek,
-Ümmete meşveret âdetini göstermek vardır.
فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ “Karar verip azmettiğinde ise, artık Allah’a tevekkül et.”
Meşveret ettikten sonra kalbin bir şeye kanaat getirdiğinde senin için en uygun olacak şekilde, ilgili kararı uygulama hususunda Allaha tevekkül et. Çünkü O’ndan başkası, en uygun olanı bilemez.
إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ “Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.”
Allah onlara yardım eder, uygun olan duruma onları sevk eder.

160- إِن يَنصُرْكُمُ اللّهُ فَلاَ غَالِبَ لَكُمْ “Allah size yardım ederse, size galip gelecek yoktur.”
Eğer Bedir’de olduğu gibi, Allah size yardım ederse, kimse size galip gelemez.
وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ“Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir?”
Uhudda olduğu gibi sizden yardımını çekerse O size yardım etmedikten sonra kim size yardım edebilir?
Yani, o zaman kimse size yardım edemez!
Ayet, tevekkülü gerektiren duruma bir tenbihtir. Ve Allahtan yardıma layık kılacak duruma bir teşviktir ve O’nun yardımını kesmesine yol açacak durumdan da bir sakındırmadır.
وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ “Mü’minler, ancak Allah’a tevekkül etsinler.”
Ondan başkasının kendilerine yardım edemeyeceğini bilip, sadece O’na tevekkül etsinler ve O’na güvensinler.

161- وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَن يَغُلَّ“Bir peygamberin emanete hıyanet etmesi asla düşünülemez.”
Bir peygamber için ganimetlerde hıyanet etmesi söz konusu olamaz. Çünkü nübüvvet, hıyanete aykırıdır.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre Bedir savaşı sonrası kırmızı bir kadife kaybolmuştu. Münafıklardan bazısı “belki de Rasulullah aldı” demişti. Ayet, böyle hallerden Hz. Peygamberin uzak olduğunu anlatır.
Uhud savaşının başında Müslümanlar galip gelince, okçuların çoğu merkezi terk ettiler, “Rasulullah “kim ganimet olarak ne almışsa, kendisinindir” deyip ganimetleri taksim etmemesinden korkarız” demişlerdi.
Ayet Hz. Peygambere “sakın ganimetlere ihanet etme!” anlamında kuvvetli bir nehiy de olabilir. Rivayete göre Hz. Peygamber öncü birlik göndermişti. Ganimet alındığında yanında olanlara ganimeti dağıttı, öncü birliğe bir şey ayırmadı. Bu münasebetle ayet indi.
وَمَن يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ “Kim hıyanet ederse, kıyamet günü, hıyanet ettiği şeyle birlikte gelir.”
Hadiste bildirildiği gibi, ganimette bir şey aşıran kıyamet günü aşırdığı şeyi boynuna yüklenerek gelir.
Veya onun vebali ve günahıyla gelir.
ثُمَّ تُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ “Sonra herkese kazandığının karşılığı eksiksiz ödenir.”
Ayet, öncesine uygun olarak “sonra ona yaptığının karşılığı verilir” şeklinde gelebilirdi. Ama “Sonra herkese kazandığının karşılığı eksiksiz ödenir” denilerek genel bir hüküm bildirildi. Böyle gelmesi, maksada bir delil gibidir ve maksadı kuvvetli bir üslûbla anlatmaktır. Çünkü herkes amelinin karşılığını görecekse, ganimetlere ihanet gibi büyük bir cürümle gelen, evleviyetle cezasını çekecektir.
وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ“Ve onlar haksızlığa uğramazlar.”
Ne itaatkâr olanların sevabı noksanlaştırılır ne de isyankâr olanların cezası artırılır.

162- أَفَمَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللّهِ كَمَن بَاء بِسَخْطٍ مِّنَ اللّهِ وَمَأْوَاهُ جَهَنَّمُ“Allah’ın rızasına uyan kimse, Allah’ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi midir?”
وَبِئْسَ الْمَصِيرُ “O, ne kötü varılacak yerdir!”

163- هُمْ دَرَجَاتٌ عِندَ اللّهِ “Onlar (Allah katında) derece derecedirler.”
Ayette, onların sevap ve cezada aralarındaki farklılıkları merdiven basamaklarına benzetildi.
واللّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ“Allah, onların yaptıklarını görendir.”
Allah onlardan meydana gelen amellerini ve derecelerini bilir, bunlara göre karşılık verir.

164- لَقَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَى الْمُؤمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْ أَنفُسِهِمْ“Andolsun, Allah müminlere kendi içlerinden bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur.”
Peygamberlik nimeti umuma bakmakla beraber, burada tahsisen Hz. Peygamberin kavminden Ona iman edenlere dikkat çekilmesi, onların bu peygamberlik nimetinden ziyade istifade etmelerindendir.
Arab kavmi içinde gönderilen Hz. Peygamberin bir Arab olması, O’nun kelâmını kolaylıkla anlamaları, O’nun sıdk ve emanet hâline vâkıf olmaları ve kendisiyle iftihar etmeleri içindir.
يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ “Onlara (Allahın) âyetlerini okuyor.”
Onlar, hiçbir şey bilmeyen, vahyi duymamış kimseler iken, kendilerine Kur’an ayetlerini okuyor.
وَيُزَكِّيهِمْ“Onların nefislerini arıtıyor.”
Onları kötü ahlak, bozuk inanç ve amellerden tertemiz hâle getiriyor.
وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ“Onlara kitabı ve hikmeti öğretiyor.”
Onlara Kur’anı ve sünneti öğretiyor.
وَإِن كَانُواْ مِن قَبْلُ لَفِي ضَلالٍ مُّبِينٍ“Oysa onlar, daha önce apaçık bir dalalet içinde idiler.”

165- أَوَلَمَّا أَصَابَتْكُم مُّصِيبَةٌ قَدْ أَصَبْتُم مِّثْلَيْهَا قُلْتُمْ أَنَّى هَذَا “Onların başına iki mislini getirdiğiniz bir musibet sizin başınıza geldiğinde, “Bu, nereden başımıza geldi?” mi dediniz?”
“Bu, nereden başımıza geldi?” mi dediniz?” ifadesi, “Evet böyle dediniz” manasında olup onları kınamak içindir.
Müslümanlar Bedir savaşında diğer taraftan yetmiş kişi öldürmüş, yetmişini de esir almışlardı. Uhudda ise yetmiş Müslüman şehit oldu. Durum böyleyken, bunu adeta kabullenmeyip “Bu nerden böyle oldu?” dediniz.
قُلْ هُوَ مِنْ عِندِ أَنْفُسِكُمْ“De ki: O, kendinizdendir.”
Size verilen emre muhalefet edip merkezi terk ettiniz. Size vaad edilen zafer, sebat ve itaate bağlı idi. Siz bunu göstermeyince, böyle bir sonuca sebebiyet verdiniz.
إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ“Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.”
O her şeye kâdir olunca, size yardıma ve yardımı men etmeye, sizi galip ve mağlup yapmaya da kâdirdir.

166- وَمَا أَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِإِذْنِ اللّهِ “İki topluluğun (ordunun) karşılaştığı günde başınıza gelen musibet Allah’ın izniyledir.”
وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِنِينَ“Bu, Allahın mü’minleri bilmesi içindi.”

167- وَلْيَعْلَمَ الَّذِينَ نَافَقُواْ “Bir de münafıklık yapanları belli etmesi için.”
Böyle bir olayla Allah müminleri ve münafıkları ayıracak, böylece bunların imanı ve diğerlerinin küfrü ortaya çıkacaktır.
وَقِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْاْ قَاتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَوِ ادْفَعُواْ“Onlara (münafıklara), ‘Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunma yapın’ denilmişti.”
O münafıklar, ahiret için savaşmak veya en azından can ve mallarını savunmak hususunda muhayyer bırakıldılar.
Şu manaya da dikkat çekildi: Kâfirlerle savaşın veya en azından mücahitler tarafını sayıca artırmanızla düşmana karşı savunma yapın. Çünkü savaşta sayıca çokluk düşmanı korkutur, cesaretini kırar.
قَالُواْ لَوْ نَعْلَمُ قِتَالاً لاَّتَّبَعْنَاكُمْ “Onlar, “Eğer bir savaş bilseydik, arkanızdan gelirdik” dediler.”
“Savaş denilmeye değer bir durum olsa biz de size katılırdık. Ama görüyoruz ki, sizin yaptığınıza savaş denilmez. Olsa olsa göz göre göre kendini tehlikeye atmaktır” dediler.
Veya şu mana da olabilir: “Şayet biz savaşmayı bilseydik size tâbi olurduk”
Bunu, tamamen istihza yollu söylediler.
هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ أَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلإِيمَانِ“Onlar o gün, imandan çok küfre yakın idiler.”
Bu, onların küfrünü haber veren ilk emareler idi.
Şöyle de mana verildi: Onlar bu sözleriyle ehl-i imandan ziyade ehl-i küfre daha yakın oldular. Çünkü bu şekilde cepheden geri çekilmeleri ve bu sözleri söylemeleri müşrikleri kuvvetlendirmek ve müminleri ise desteksiz bırakmaktı.
يَقُولُونَ بِأَفْوَاهِهِم مَّا لَيْسَ فِي قُلُوبِهِمْ “Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlar.”
Onlar, gizlediklerinin tersini izhar ediyorlar. Kalpleri, iman hususunda dillerine uyum sağlamıyor.
Ayette, sözün dillerine nispeti bir te’kid ve tasvirdir.[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَ“Oysa Allah, içlerinde gizledikleri şeyi çok iyi bilmektedir.”
Allah, onların gizlemiş olduğu nifakı ve yalnız kaldıklarında konuştuklarını en iyi bilendir. Allah bunları ezeli ilmiyle ayrıntılı olarak bilir. Siz ise bir kısım emarelerle mücmel olarak bilirsiniz.

168- الَّذِينَ قَالُواْ لإِخْوَانِهِمْ وَقَعَدُواْ“Kendileri oturup kaldıkları halde kardeşleri için şöyle dediler:”
Bunlar, kendileri savaştan geri kalmış, yerlerinde oturmuşlardı. Uhud savaşında öldürülen yakınları veya arkadaşları için şöyle dediler:
لَوْ أَطَاعُونَا مَا قُتِلُوا “Eğer bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi.”
Onlara “Medine’de kalın” demiştik. Bizi dinleselerdi öldürülmezlerdi.
قُلْ فَادْرَؤُوا عَنْ أَنفُسِكُمُ الْمَوْتَ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ“Onlara de ki: Eğer iddianızda doğru iseniz, haydi kendinizden ölümü uzaklaştırın.”
Yani, savaştan geri kalmak ölümden kurtarmaz. Ölümün sebepleri çoktur, savaş ölümün sebeplerinden, geri kalmak da kurtuluş sebeplerinden biridir. Ama bazen da durum tam tersi olabilir.[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

169- وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتًا“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma.”
بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ“Bilakis onlar diridirler, Rab’leri katında rızıklanmaktadırlar.”
Ayet, Uhud şehitleri hakkında indi.
Hitap Hz. Peygamberedir.

170- فَرِحِينَ بِمَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ “Allah’ın lütfundan verdikleriyle sevinçlidirler.”
Allahın lütfundan onlara verdiği,
-Şehitlik payesi.
-Ebedi hayatı kazanmak.
-Allahın kurbiyetine mazhar olmak.
-Cennet nimetlerinden faydalanmak gibi nimetlerdir.
وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذِينَ لَمْ يَلْحَقُواْ بِهِم مِّنْ خَلْفِهِمْ أَلاَّ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ “Arkalarından kendilerine henüz katılmamış kimseler için hiçbir korku olmayacağını ve onların üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler.”
Geride henüz şehid olmamış mü’min kardeşlerine şunu müjdelemek isterler:
Geride kalan ehl-i iman öldüklerinde veya öldürüldüklerinde, yine hayatta olacaklar. Bu yeni hayatlarını kötü bir şeyin olma korkusu ve sevilen bir şeyi elden kaçırma hüznü bulandırmayacak.
Ayet,
-İnsanın maddi bir bedenden ibaret olmayıp, bizâtihi idrak sahibi bir cevhere sahip olduğuna,
-Ve bu ruh cevherinin, bedenin harap olmasıyla harap olmadığına,
-Ruhun idraki, elem duyması ve lezzet almasının bedene bağlı olmadığına delâlet eder.
Cenab-ı Hakkın Âl-i Firavn hakkında şu sözü de bu manayı kuvvetlendirir:
“…(Öyle bir) ateş ki, onlar sabah-akşam ona arz olunurlar.” (Mü’min, 46)[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
İbnu Abbas Hz. Peygamberden şöyle rivayet eder: “Şehitlerin ruhları yeşil kuşların içlerindedir. Bunlar cennet pınarlarından içerler, meyvelerinden yerler. Arşın gövdesinde asılı kandillerde yerleşirler.”
Bu rivayeti inkâr eden ve ruhu arizî bir varlık olarak gören “o şehitler kıyamet günü hayatta olacaklar” şeklinde görüş belirtir. Bunlara göre, şehitlerle ilgili ayette ilerdeki hâllerinin şimdiki zamanla ifade edilmesi tahakkukunu ve bu zamanın gelmesinin yakın olduğunu bildirmek içindir.
Veya onların hayatta olması, kendilerinin yâd edilmesi cihetiyledir.
Ayette,
-Cihada teşvik,
-Şehit olmaya rağbet uyandırmak,
- İlâhi emirlere daha ziyade itaata sevk etmek,
-Kardeşleri hakkında kendine olan nimetleri temennî etmeyi medhetmek,
-Mü’minlerin felah bulacaklarını müjdelemek vardır.

171- يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَفَضْلٍ وَأَنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُؤْمِنِينَ “Onlar, Allah’tan bir nimeti ve lütfu, ayrıca Allah’ın mü’minlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelemek isterler.”
Bu şehitler, yaptıkları amellere karşılık Allahın sevap vermesini ve kendi lütfundan, ziyade ikramda bulunmasını müjdelemek isterler. Ayette “Güzel amel yapanlara en güzeli ve bir ziyade vardır.” (Yunus, 26) denilmiştir.

Ayette nimet ve fadl (lütuf) kelimesinin elif-lâmsız gelmesi, büyüklüğünü göstermek içindir.
Ayette “Allah mü’minlerin ecrini zayi etmez” denilmesi, onların imanları sebebiyle bu mükâfata layık olduklarını gösterir. Ayrıca imanı olmayan kimsenin amellerinin boşa gideceğini, ecrinin zayi olacağını hissettirir.

__________________
Eğer "dokuz" CanLı oLsaydın biLe En fazLa "sekiz" kez kaçabiLirdin öLümden..
BiLki "
yedi" düveLe suLtan oLsan dahi Yerin "aLtı" mekan oLacak sana
En fazLa "beş" metre kumaş götürebileceksin Kapatacaksın "dört" açsanda gözünü..
Bu dünya "
üç" günLük dünya , AzraiLin yanında "iki" kat oLup yaLvarsanda nafiLe
ELbet "
bir" gün öLeceksin İşte o gün herşey "sıfır"dan başLayacak..!
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Uhud Savaşı sonrası Peygamberimiz'in (s.a.v.) duâsı Violent Dualar 0 16 Kasım 2012 17:40
Al-i İmran Suresi, 172 - 180) Uhud Savaşı – 5 Sır Kuran-ı Kerim 0 11 Ağustos 2012 08:43
Al-i İmran Suresi, 149 - 155) Uhud Savaşı – 3 Sır Kuran-ı Kerim 0 11 Ağustos 2012 08:41
Al-i İmran Suresi, 137 - 148) Uhud Savaşı – 2 Sır Kuran-ı Kerim 0 11 Ağustos 2012 08:40
Al-i İmran Suresi, 121 - 136) Uhud Savaşı – 1 Sır Kuran-ı Kerim 0 11 Ağustos 2012 08:38