Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Bir Geometri Olur Yaşam
Yatay bir oluşumun, seçimsiz doğuşuydu bedenimiz. Zihnimiz kendimizi tanımaya henüz hazır değilken açtık gözlerimizi. Nerden bilirdik ki çembersel bir yaşamın içinde, ömrün yarıçapına uzak bir noktaydık sadece. Her ilerleyişimiz, çemberin dışına taşabilmek ve kesişen iki doğrunun biri olabilmek içindi…
Kendimizi tanımak; tıpkı seveceğimizi bulmak gibi, uzun, zahmetli, bazen serzenişli… Kendimizi tanımak, bazen başkasını tanımakla başlayan tuhaf gerçeklik… Her yaşanılanı bir derecelendirmeye sokan benliğimiz, ölçütleri karışmış bir trigonometrik cetvel gibi, yaşayacaklarımıza da formül olmaya başlar.
… Sonrasında dört kişinin, toprağa dikey durarak taşıdıkları yatay ahşap kutunun içerisinde bilmediğimiz evrensel bir kümeye yolculuğumuz başlar.
Benim yaşantımda 3 isim altın harflerle aklımda ve kişisel tarihimde iz bırakacak kadar güçlü etki bırakmıştır. Kimler mi? Söyleyeyim hemen… Mevlana, Yunus Emre ve Hacı Bektaş-ı Veli.
Neden mi? Söylemek çare değil sanırım anlatmak daha doğru olur.
Bizler aslında öyle zeki insanlarız ki bu zekiliğimizi sadece kendimizi kandırmak için kullanırız. Gerçi hepimiz biliyoruz ki gerçekten zeki insanlar kendilerini kandırabilen insanlardır. Konumuzla oldukça alakalı olan bu durumu neden hiç şöyle detaylı düşünmedik? Benim düşüncemde GRİ renk yoktur. Ya SİYAH vardır ya da BEYAZ. Daha doğrusu yaşama ya siyah ya da beyaz bakmak vardır.
Grilik belirsizlikten öteye gitmeyen duygu ve düşünce kütlesidir sadece. Oysaki yaşama olumlu ya da olumsuz bakmak, ikisi de uygun düşüncedir. Hayattan ne istediğini bilmeyenler sadece GRİ kimliğe sahip olan ve bu kelimeyi cümlelerinde telaffuz ederken, bilinçaltında içten içe mutluluk duyan insanlardır. Oysaki hayattan her ne olursa olsun bir şekilde ne istediğini bilerek, düşünerek bakmak… Olması gereken bu.
Hayata bakmak demişken ve nasıllığını aslında çok sorgulamadan anlatmak istemişken işte yukarda verdiğim 3 ismin güzelliğinden bahsedeyim. Aslına bakarsanız ben de bunu yeni fark ettim, bir eğitimimde öğrencilerime anlatırken bu isimleri “bu insanları bilmekle bu insanlar olmak farklıdır” diye bir düşünce geldi aklıma. Uzun uzun düşündüm o günün akşamı ve aklıma gelenleri bir bir yazdım.
Yaşam her yanımızı tüm dolguluğuyla sararken kendimizi nasıl görüyoruz? İyi, kötü, mutlu, mutsuz, sarı saçlı, siyah saçlı, kahverengi gözlü… Peki ne kadar BEN diyebiliyoruz. Biz olumlu ya da olumsuz ne kadar kendimizi kabulleniyoruz? Mevlana “Ne olursan ol gel” demiş de insan evlatlarına, bir de biz kendimize diyelim aynını. Güzel ya da yakışıklı mı değiliz? Saçımız kıvırcık da hep biz düzüne mi meğillendik? Vs. kendimizi olduğumuz gibi kabullenip yaşarsak özgüvenimiz artar ve o zaman Mevlana misali “ben buyum kendimi her halimle kabulleniyorum” diyerek kendimizin MEVLANASI oluruz.
Yaşam sarmışken dört yanımızı bir fiil, ayakta durmak adına kendi doğrularımızı arayıp dururuz. Bulduklarımızı uygularız veya doğrularımızı NESNELLEŞTİRMEK için bizzat yaşarız. Yunus Emre değil miydi düz çubuklara anlam yükleyip mutlu olan. Onun doğrularıydı bunlar. Biz de kendimizin doğrularıyla kendimizin Yunus Emre’si oluruz.
Bunları bilmek, BİLMEYE açık olmak, bilgiye aç olmak, araştırmak, uygulamak, merak etmek ve sürekli kendimizi geliştirmek… Okuduysanız belki bilirsiniz, eskiden veli (bilge) olana deli derlerdi. Çünkü o veli(bilge)lerin anlattıkları, yaptıkları cehalete tersti ve bu velilerin adı DELİye çıktı. İlme olmadığı kadar değer veren ve yaşamının VELİ’si olmuş DELİleriz aslında bu yazıyı okurken. Kendimizi bilmek adına bilgilenmek, bilgiye sığınmak… Kendimizin HACI BEKTAŞ-I VELİ’ si olmakla başlar.