26 Ekim 2011, 10:55 | #61 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Sinop arşivi Pervaneoğulları Dönemi 1243 Kösedağı yenilgisinden sonra Moğol kontrolüne giren ve hızla zayıflayan Anadolu Selçuklu hakimiyetinin bu durumu karşısında Trabzon Rumlarının Sinop'u 1259'da tekrar işgal ettikleri anlaşılmaktadır. Moğollara karşı izlediği bağlılık politikası sayesinde devlete hakim olan Pervane Müinüddin Süleyman 1259'dan beri Trabzon Rum yönetiminin elinde bulunan Sinop'un geri alınması isteğini yasallaştırmıştır. Bu durumda kısa sürede Selçuklular'ın eline düşen şehirde kilise olarak kullanılmakta olan Cami-i Kebir tekrar camiye dönüştürüldü. Pervane olayı kutlamak için bunun yanına bir medrese yaptırdı. Şehrin düşmesi 1262 yılının yaz aylarına rastlar. Pervaneoğulları yönetiminde Karamanoğulları 1276'da Konya üzerine yürüdükleri zaman Rumlar, yine fırsat bilerek asker ve silah dolu gemilerle Sinop'a hücum edince sahil kumanda Tayboğa liderliğindeki Çepni oymakları saldırıyı püskürtmüşlerdir. Selçuklu Devleti'nin sonlarına doğru ise Kırım'da bulunan II. İzzeddin Keykavus'un oğlu Rükneddin Geyûmers'in bir ara Sinop valisi olarak görünmesi, Pervaneoğulları hakimiyetinin bir beylik kuvvetinde olmadığını düşündürür. Pervane'nin idamından sonra Sinop'ta bulunan oğlu Muinüddün Mehmed, yöreye hakim olmuş 1297 yılında ölümüne kadar çevresine zalim davranmıştır. Mehmed'in ölümünden sonra yerine Müinüdden Süleyman Pervane'nin diğer oğlu Ali'nin oğlu Mühezzübiddin Mesud geçmiştir. Mesud zamanındaki en önemli olay Sinop'ta Cenevizlilerin bir konsolosluklarının açılmış olmasıdır. Bu sırada bir Ceneviz donanmasının Sinop'a baskın yaparak Mesud'u kaçırması ve fidye karşılığında serbest bırakması Cenevizliler ve Türkler arasında Karadeniz ticareti konusunda rekabet yaşandığını gösterir. Bu devirde Anadolu'dan geçmesi gereken ticaret yolunun boğazlara aktarılması Sinop ve Samsun Limanlarının ticaretine büyük zarar vermiştir ve Gazi Çelebi'nin XIV. Yüzyılın başlarında Cenevizlilere karşı korsanlığa girişmesinin başlıca nedeni olmuştur. Gazi Çelebi'nin babası Mesud'un son Selçuklu Sultanı mı? Yoksa Pervaneoğlu Mesud mu olduğu fikri tartışma konusu olmakla birlikte bu kişinin Pervaneoğlu olduğu kabul edilmiştir. Gazi Çelebi'nin erkek evladı olmadığından ölümünde kızı bir süre babasının yönetimini ele almış, hatta bu yüzden Sinop'a bir ara "hatun ili" denmiştir. O sırada Kastamonu'da Candaroğlu Süleyman Trabzon Rumlarının şehri işgal edeceği gerekçesiyle Sinop'u Candaroğlu beyliğine katmıştır. (1323) Buraya vali olarak oğlu I. İbrahim Bey'i göndermiştir. Pervaneoğulları Beyliği Anadolu Selçuklulari'nin dagilmasi sirasinda Sinop'ta Pervâne Muineddin Süleyman'in oglu Mehmet tarafindan kurulan beyligin adidir. Sinop, 1214'te Trabzon Rum Imparatorlugu'ndan alinmis önemli bir deniz üssü ve ticaret iskelesi idi. Anadolu Selçuklulari'nin iç karisikliklari sirasinda Trabzon Rum Imparatoru tarafindan geri alinmis ve kendi topraklarina dahil edilmistir (1259). Pervâne, Ilhanli hükümdari Abaka Han'dan izin alarak Sinop'u ele geçirmek için faaliyete giristi. Yaklasik bir yil karadan denizden kusattigi sehri 1266'da zaptetti. Böylece Selçuklular'in Karadeniz'deki ticaret kapisi olan Sinop, Muineddin Süleyman'a ikta olarak verilmis ve yine onun istegi üzerine kendisine temlik edilmistir. Sinop'un fethi ve Pervane'ye temlik edilmesi, Sultan Rükneddin Kiliç Arslan ile onun arasinin açilmasina sebep oldu. 1266'da Selçuklu sultaninin Pervane'nin Mogollar tarafindan tahrikiyle öldürülmesinden sonra, Selçuklu Devleti'nin idaresinde Pervane'ye ortak kalmadi. Selçuklu Devleti'nde nâibu's-sultan olan Pervâne, devamli bir sekilde merkezde bulundugundan bizzat Sinop'ta ikamet edememekteydi. Bu sebeple oglu Muinüddin Mehmed'i malikanesi olan Sinop'a gönderdi. Pervane Süleyman, 1277'de Ilhanli hükümdari Abaka Han tarafindan öldürülünce oglu Mehmed istiklâlini ilan ederek Sinop'ta Pervaneogullari adi ile kisa süre devam den beyligi kurmus oldu. Muinüddin Mehmed yaklasik yirmi yil beyligin idaresini elinde tuttu. Muinüddin Mehmed, Mogollar ile iyi geçinmek zorunda kaldi ve onlarin verdigi devlet islerinde görev yapti. Bu sirada halki agir vergilerle ezen Mehmet Bey, Mogollar'a karsi bir hareketin hazirliklari içindeyken hastalanarak öldü. Bundan sonra beyligin idaresi Pervane Süleyman'in torunu Mühezzibüddin Mesud tarafindan yürütüldü. Mesud Bey, Mogollar'la iyi iliskilerde bulunarak herhangi bir tehlikenin gelmesini önledi. Ayrica devletin sinirlarini genisleterek Bafra ve Samsun'u ele geçirdi. Mesud Bey, Sinop'ta ticarî koloni bulunduran Cenevizliler tarafindan ticarî bir anlasmazlik sebebiyle ani bir baskinla esir edilerek Ceneviz müstemlekesi olan Kefe'ye götürüldü. Ancak çok agir bir fidye ödemek suretiyle tekrar Sinop'a döndü (1298). Bundan iki sene sonra vefat eden Mesud Bey'in yerine oglu Gazi Çelebi, Sinop emiri oldu (1300). Donanmaya önem veren Gazi Çelebi, önce Trabzon Rum Imparatoru ile anlasarak Kirim ve Kefe taraflarina sefer düzenledi ve bir Ceneviz donanmasini Kefe yakinlarinda maglup etti (1313). Daha sonra da Trabzon'a karsi hücuma geçti (1319). Cenevizliler'in 1322'de Sinop'a karsi giristikleri saldiriyi basariyla püskürttü. Gazi Çelebi'nin erkek evladi olmadigi için Kastamonu beyi olan Candaroglu Süleyman Pasa'nin hakimiyetini tanidi. 1322'de vefati üzerine bir ara kizi Sinop'ta beylik etmis ve bu sebeple Sinop'a Hatuneli adi da verilmistir. Daha sonra Candaroglu Süleyman Pasa tarafindan ilhak edildi. Böylece Pervaneogullari Beyligi, Candarogullari Beyligi'nin topraklarina katildi. Sinop'ta Pervane Süeyman tarafindan 666 (1267-1268)da yaptirilan Ulu Cami en önemli mabedler arasindadir. Yine Pervane Süleyman Medresesi ve Pervane türbesi, Pervaneogullari Beyligi devrinden kalma mimarî eserlerdir. |
|
26 Ekim 2011, 10:55 | #62 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Sinop arşivi Candaroğlu-İsfendiyaroğulları Beyliği Dönemi Sinop'un Osmanlılara kadar tarihi tamamen Candaroğlu Beyliği'nin gelişimi içinde kaldığından bu beyliğin tarihine ve olaylarına bakmak gerekir. Selçuklu hanedanının taht kavgalarına karşı İlhanlı hükümdarı Geyhatu'nun Anadolu'ya gönderdiği yardımcı kuvvetler arasında Şemseddin Yaman Candar komutasında bir kuvvetin olduğu ve mücadeledeki hizmetine karşılık olarak Geyhatu tarafından kendisine Osmanlı tahrir defterlerinde Eflagunlu şeklinde geçen Eflani'nin verilmiş olduğu kaydedilmektedir. Ölümünden sonra oğlu Süleyman Bey Eflani'de beyliğin başına geçmiş, Kastamonu ve Safranbolu'yu alarak hakimiyetini genişletmiştir. Bu arada beyliğin merkezini Kastamonu'ya nakletmiştir. 1323 yılında Sinop'u da topraklarına katan Süleyman Bey şehrin yönetimini oğlu İbrahim Bey'e vermiştir. Sinop'un alınmasıyla Candaroğlu Beyliği Karadeniz'de Ceneviz ticaretine rakip olarak çıkmıştır. 1341'de Süleyman Bey'in yerine tahta oturan oğlu I. İbrahim Bey hakkında eldeki tek belge, h.742/1341 tarihli Sinop'ta kendisi tarafından yaptırılan camiinin kitabesidir. İbrahim Bey zamanında Candaroğlu donanması düşmanlara karşı gelebilecek güçtedir. İbrahim Bey'den sonra iktidara Yakub Bey'in geçtiği hakkında bilgiler varsa da kaynaklar açık bir bilgi vermezler. H.747/1346-1361 tarihleri arasında hüküm sürdüğü sanılan Adil Bey'in beylikte kaldığı süre kesinlik kazanmamıştır. Venediklilerin iki müşavirle ve oniki üyeli meclis yardımıyla bir konsolos tarafından idare edilen ticaret kolonisinin de ilk faaliyetleri bu tarihlere rastlar. Adil Bey'den sonra yerine "kötürüm" sıfatıyla tanınan oğlu Celaleddin Beyazit Bey geçmiştir. H.787/1385 yılında ölen Kötürüm Beyazıt yerine İsfendiyar Bey geçti. Bu dönemden sonra Candaroğlu Beyliği hanedanı Kastamonu ve Sinop'ta ayrı ayrı hüküm süren beyler olarak ikiye ayrılmıştır. Sinop'ta hükümdarlık yapan beyler İsfendiyar Bey'den geldikleri için hanedanın Sinop koluna "İsfendiyaroğulları" denmiştir. Yıldırım Beyazıt döneminde Osmanlılara karşı Karamanoğulları'nın kurduğu ittifaka Kötürüm Beyazıt'ın oğlu Süleyman Bey de katılmıştır. Bunun üzerine Yıldırım Beyazıt Kastamonu'da hüküm süren Süleyman Bey'in üzerine yürüdü ve H.794/1392 yılında yapılan savaşta Süleyman Bey yenildi. Bu sırada Yıldırım Beyazıt Sinop'u da kuşatmış ancak alamamıştır. Süleyman Bey'in ölümünden sonra Sinop'tan ibaret olan Candaroğlu topraklarına İsfendiyar Bey hükümdar oldu. Yıldırım Beyazıt'ın 1402'de Ankara yenilgisinden sonra Candaroğulları'nın eski topraklarının yanı sıra Kastamonu, Çankırı ve Kalecik de Timur tarafından İsfendiyaroğlu yönetimine bırakıldı. I. Mehmet Devri'nde İsfendiyar Bey'in oğlu Kasım, Kastamonu ve çevresinin kendisine verilmesi için Osmanlı Padişahının yardımını istedi. İsfendiyar Bey Sinop'a çekilerek topraklarını Osmanlılara bıraktı. I. Mehmet, bu toprakların yönetimini Kasım Bey'e verdi. II. Murat ise 1425 yılında İsfendiyar Bey'in oğulları ile kız kardeşlerini evlendirerek İsfendiyaroğlu mirası üzerinde kuvvetli haklar elde etti. Bu sırada İbrahim Bey ile Selçuk Hatun, Kasım Bey ile de Sultan Hatun evlenmişlerdir. Mezar kitabesine göre H. 842/1439 yılında ölen İsfendiyar Bey'in yerine II. İbrahim Bey geçti. H.847/1443 yılına kadar tahtta kalan İbrahim Bey mezar kitabesine göre Sinop'ta ölmüştür. Yerine geçen oğlu İsmail Bey İstanbul'un Osmanlılar tarafından muharasına ordu ile katılmak zorunda kalmıştır. Özellikle ipek yolu üzerinde bulunan İsfendiyaroğulları ülkesini ele geçirmek ve böylece batı seferiyle uğraşırken tüm kuzey Anadolu'daki beylik ve devletleri fethetmek isteyen Fatih Sultan Mehmet'in ilk hedefi Sinop oldu. Fatih Sultan Mehmet Kastamonu'ya gelerek ordugahını kurdu ve Mahmut Paşa'yı Sinop'a gönderdi. Bu sırada donanma da Sinop Limanı'na girdi. Sinop karadan ve denizden kuşatıldı. Mahmut Paşa İsmail Bey'e bir mektup göndererek kaleyi teslim ettiği takdirde kendisine Anadolu'da istediği yerin yurtluk olarak verileceğini bildirdi. Teklifi kabul eden İsmail Bey 1461 Mayıs ayında şehri Osmanlılara teslim etti. Daha sonra İsmail Bey'in Anadolu'da kalması mahsurlu görülerek Filibe'de dirlik verildi. İsmail Bey burada 1479 yılında öldü. Candaroğlu Beyliği döneminden önemli bir belge, 1331-32 kışında I. Süleyman Bey'in hükümdarlığı sırasında büyük İslam seyyahı İbn-i Batutan'ın şehre geldiğinde aldığı gözlemlerdir. Burası kalabalık bir şehir olup, savunma bakımından iyi imkanlara sahiptir. Şehrin doğu tarafı hariç her tarafı denizle çevrilidir. Şehrin tek kapısı vardır o da doğudadır. Belde hakiminin izni olmadan kimse oradan içeri giremez. En çok üzüm ve incir yetişir. Sinop Camii en güzel camilerinden biridir. Sinop Candaroğlu idaresinde iken şehri gören Clavijo ve Pero Tafur'un verdikleri bilgiler genel mahiyette kalır. |
|
26 Ekim 2011, 10:55 | #63 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Sinop arşivi Osmanlı Dönemi Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Sinop'un fethi ile İsfendiyar tersanesi de Osmanlılar'a geçti ve burası Gelibolu ile devletin başlıca üslerinden biri oldu. İdari bakımdan Kastamonu sancağına bağlanan Sinop, Kırım ve Karadeniz'e yapılan seferlerde üs hizmetini gördü. Osmanlı yönetiminde Sinop, XVI. Yüzyılda Celali ve Suhte ayaklanmaları sırasında zorluklarla karşılaştı. 1614'de Kazaklar Sinop'a saldırdı. Karadeniz muhafızı İbrahim Paşa baskınla Kazaklar'ı bozguna uğrattı. Sinop'a yönelik kazak saldırıları ancak IV. Murat döneminde durdurulabildi. XVIII. Yüzyıl sonlarında Rusların Kırım'ı işgalleri sırasında Sinop'ta tersanenin yoğun olarak gemi yapımında çalıştığını Osmanlı arşivlerinden öğrenmekteyiz. II. Mahmut devrinin ilk yıllarında tüm imparatorlukta olduğu gibi ayanların güçlenmesi nedeniyle ortaya çıkan isyanları devleti güçlükle önlediği anlaşılır. 1827 - 1828 Osmanlı-Rus savaşlarında Sinop kalesine asker gönderilmiş, Sinop ayanı Kavizade Hüseyin Bey kale muhafızı olarak atanmıştır. 1853 yılında Rus donanması tarafından yapılan Sinop baskını Osmanlı Devleti ve müttefikleri ile Rusya arasında Kırım savaşının başlamasına neden olmuş, bu da Sinop'un gelişmesinde dönüm noktası olmuştur. Sinop baskını nedeniyle gerçekleşen Kırım savaşı sonrasında Sinop sancağına Kafkaslardan muhacir geldiği de bilinir. Bu savaştan sonra imzalanan Paris Anlaşmasına göre tarafsız bölge haline getirilen Karadeniz'de Osmanlı Devleti ve Rusya ne tersane ne de donanma bulundurmayacaklardı. İki devlette kıyılarda güvenliğin korunması gerekli olduğundan savaş gemilerinin sayısını aralarında özel bir anlaşmayla kararlaştıracaklardı. Bu anlaşmadan sonra Sinop'ta ufak çapta da olsa tersane faaliyetinin olduğu anlaşılmaktadır. Bu baskından ve savaştan sonra askeri bir tersane şehri olmaktan çıkan Sinop, II. Abdülhamit döneminde suçluların alıkonulduğu iç kaledeki hapishanesiyle ünlenmiştir. 93 Harbi sırasında Sinop Limanı'nın tahkim edildiği ve gece girişinin yasaklandığı bilinir. Osmanlı Dönemi'nde Sinop'ta Nüfus ve Ekonomik Yaşam Şehrin Osmanlı sistemi içinde asıl önemi ticari ve askeri gemi yapımından ve kerestecilikten ileri gelmiştir. XVII. Yüzyıl ortalarında Sinop'un kale içinde ve dışında 24 mahallesi vardı. Hıristiyan mahalleleri deniz kıyısında bulunurdu. Bir bölümü kale onarımıyla görevli olduklarından haraç vermezdi. 1582 de 3000-5000 arasında olduğu tahmin edilen kent nüfusu, 1783 de 15000 e kadar yükselmiştir. Sinop kentinin ekonomik açıdan tarih boyunca ve özellikle XII. Yüzyılda zayıf olmasının başlıca nedeni bir liman kenti olan Sinop'un arkasındaki yüksek dağ sıralarının karayolu ulaşımını engellemesi olmuştur. Kereste üretimi de orman tahribatı nedeniyle Ayancık'a kaymıştır. Ayrıca şehri tümüyle harap eden büyük yangınların şehrin gelişimini engellediği görülmüştür. Bu yangınlar içinde 1917 ve 1946 yangınları önemlidir. |
|
26 Ekim 2011, 10:55 | #64 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Sinop arşivi Milli Mücadele Dönemi Ülkemizin dört bir taraftan işgali ve azınlıkların zararlı çalışmalarından Sinop da nasibini almıştır. Samsun merkezi ayrılıkçı Rum Müdafaa-i Meşrufa Cemiyeti'nin Sinop'ta bir şubesi vardı. Bağımsız bir Rum Pontus Devleti kurmayı amaçlayan ayrılıkçı çeteler, zaman zaman Sinop yörelerine de sarkıyor, Müslüman köyleri basıyor halkı yıldırmaya çalışıyordu. Üçüncü Ordu Müfettişliği'ne ve Anadolu'da Milli Mücadeleyi başlatma görevine atanan Mustafa Kemal, 18 Mayıs 1919 günü Sinop Limanı'na uğramış, Sinop Askerlik Şubesi Başkanı'nı gemiye çağırıp, gerekli emirleri vermiş ve kara yolunun uygun olmadığını öğrenip, hiç gemiden inmeden, Samsun'a hareket etmiştir. Eylül 1919'da şehirdeki küçük İngiliz birliği, Sinop Mutasarrıfı Mutasarrıfı Mazhar Tevfik Bey'i tutuklamak ve Hükümet Konağı'na İngiliz Bayrağı asmak istemişlerse de, halkın sert tepkisi üzerine bundan vazgeçmek zorunda kalmışlardır. Sinop ve yöresindeki Milli Cemiyetler'in (Müdafaa-i Hukuk) örgütlenmesi Mazhar Tevfik Bey'in yeniden güç kazanmasından sonra hızla gelişti. Sivas Kongresi'nde alınan karar uygulanınca, Sinop ve nahiyelerinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin bir çok şubesi açıldı. Meclis-i Mebusanda da Sinop'u Rıza Nur Bey ve Miralay Zeki Bey temsil etmişlerdir. Sinop İstiklal Savaşı'na da bütün gücüyle katılmıştır. Sinop sancağının Ayancık-Boyabat ve merkez ilçeleri İstiklal Harbinde en çok şehit veren bölgelerden kabul edilir ve bu yüzden askeri belgelerde bu savaş takdirle anılır. 23 Nisan 1920'de toplanan Birinci dönem T.B.M.M.'ne Sinop adına şu Millet vekilleri seçilmiştir: Şerif (Arkan) Bey, Abdullah (Karabina) Bey, Hakkı Hami (Ulukan) Bey, Rıza Namık (Uras) Bey, Şevket (Peker) Bey, İstanbul Meclis-i Mebusanı'nda Sinop Mebusu olan Rıza Nur Bey'de, Meclis-i Mebusan'ın kapatılmasından sonra Ankara'ya gelerek Büyük Millet Meclisi'nin çalışmalarına katıldı. Meclisin ilk geçici başkanlığını da en yaşlı üye sıfatıyla Sinop Mebusu Şerif Bey yürütmüştür. |
|
26 Ekim 2011, 10:56 | #65 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Sinop arşivi SİNOP ŞEHRİNİN BAŞINDA DÖNENLER Fikirler, cebir ve şiddetle top ve tüfekle asla öldürülemez. 4 Ağustos 1919 günü Samsun'dan gelip İstanbul'a giden yolcu vapurundan bir Türk polis memuriy1e bir adam çıktı. Polis, bu adamın muhafızıydı. Yanındaki adamı alıp Sinop hükümet konağına götürdü. Mutasarrıf dairesinde oturmuş, kimi evrakları gözden geçiriyor, bir yandan da Karadenizin koyu mavi yaz suyu üzerinde gözlerini gezdirerek serinlemeğe çalışıyordu. Gözleri, hem ferahlamak istiyor hem de denizi kendi gölleri durumuna getiren düşman savaş gemilerinin külrengi silüetlerini araştırıyordu. Onlardan biri ya da birkaçı Sinop'a yakın sulardan geçerken her zaman yüreği hop ediyordu. Onun da Mustafa Kemal'in kocaman altın meşalesinden yaktığı küçük bir meşalesi vardı. Mustafa Kemal, karargah arkadaşları ile Bandırma vapurunda İstanbul'dan Samsun'a giderken Sinop'a yeni atanmış olan bu genç ve iyi yürekli Sinop mutasarrıfına da rastlamıştı. Mustafa Kemal, bu genç adamda bir Hürriyet ve itilafçı tipi bulmuş, İstanbul'dan Sinop'a dek üzerinde işleye-işleye onu ihtilalci aydınlardan biri olarak yetiştirmişti. İstanbul'dan bir hürriyet ve İtilaf partili olarak çıkan Mazhar Tevfik bey, Sinop'a bir Kuvayı milliyeci olarak ayak basmıştı. İşte, onun biraz böyle olduğu Sinop'ta bilindiğinden her gelen ve Sinop limanına demirleyen gemiden bir kötü haber bekliyordu. Onu daha çok ürküten gemiler, İstanbul'dan gelenlerdi. Bütün kötü haberlerin kaynağı orasıydı. Bütün taun mikropları, Anadolu'nun temiz ve saf havasına ordan yayılıyordu. Evet, sanki İstanbul' da mikrop fabrikaları vardı ve bunlar, durup dinlenmeden bir avuç toprağa sıkışıp kalmış olan birkaç milyon Türk'ü yok etmek için harıl harıl mikrop üretiyor ve bu umutsuz ülkenin içine salıyorlardı. Mazhar Tevfik beyle pek çok Sinoplu'yu hergün titreten kötü haberler birbiri arkasından gelip duruyor, millet, ölüm saatini bekleyen bir idam mahkumu gibi durmaksızın yaklaşan uğursuz ayak seslerini dinliyordu. Mustafa Kemal'in yeni çömezi Mazhar Tevfik bey, karaya ayak basan her yabancıyı hemen seçtiği gibi vapurdan inip hükümet dairesine doğru yürüyen resmi Türk Polisiyle yanındaki Orta yaşlı, aydın yüzlü adamı da görmüş, odasının kapısını çalmalarını bekliyordu. En sonra kapı çalındı, ilk önce polis, sonra. yanındaki adam, içeri girdi. Mazhar Tevfik bey, zayıf yüzünün ortasındaki zeki gözleriyle her ikisini de süzdü. Polis, ilerleyerek elindeki evrakı genç mutasarrıfa uzattı. O evrakı incelemeğe başlamadan polisin getirdiği adam, mutasarrıfın bürosunun önüne dek geldi ve hikayesini kısaca şöyle anlattı: Mustafa KEMAL - Mutasarrıf beyefendi, ben eski Samsun mebusu Osman'ım! Samsun Rum metropolitinin isteği ile İngilizler beni yakaladılar ve Malta zından1arına göndermek üzere yola çıkardılar. Hamiyet ve milliyet namına beni himaye ediniz ve beni Malta'ya göndertmeyiniz. Bu, sizin elinizdedir, mutasarrıf beyefendi. Mazhar Tevfik, buna çok üzüldü. Hemen Osman beyle polise oturmaları için yer gösterdi .Adam salarak Belediye başkanı Rasim, Hürriyet ve İtilaf partisi başkanı Akif, Ticaret Odası Başkanı Şükrü, askerlik Şubesi Başkanı Binbaşı Şevket beyleri çağırttı. Hepsi gelip oturduktan sonra Osman beyi onlarla tanıştırdı ve üzücü hikayesini anlattı Ayrı-ayrı hepsine danıştı: - Sizin vereceğiniz karara bağlı bu, dedi. Osman beyi İngilizlere vermemek ve vapura göndermemek sizin hamiyet, milliyet ve insanlığınıza bağlı. Aydın bir Türk çocuğunu göz göre arslanın ağzına mı atacağız? Yarın, bunun hepimizin başına gelmeyeceğini kim söyleyebilir? Genç mutasarrıfın odasında toplanan bu iyi yürekli insanlar eski Samsun mebusunu geri vermemek için direnmeğe karar verdiler. Nedir ki İngilizleri kızdırmamak için de bunu bir "hilei şeriyeye" bağlamak gerektiğinde karar kıldılar. Güzel bir dek gelişle o günlerde sağlık kurumlarını denetlemek için Kastamonu Sağlık Müdürü Ferruh Niyazi Sinop'ta bulunuyordu. Şer'i bir hileyle yolu arayan bu iyi insanlar, Ferruh Niyazi beyin de düşüncesini sordular: - Osman beyin bu tehlikeyi atlatması için bir tek çare vardır, o da doktor raporudur! Bunun için de hükümet tabibi Kenan beyden "dört başı mamur" bir rapor alıp bana getirirseniz, ben de İmzaladıktan sonra hükümete verirsiniz! Dedi. Osman bey, bunun üzerine hükumet doktorundan güzel bir rapor aldı ve rapor Sağlık Müdürünce imzalanarak mutasarrıf Mazhar Tevfik beyin masasının üzerine geldi. Mazhar Tevfik bey, Osman beyin vapurla İstanbul'a gidemeyeceğini, gittiğinde diriminin tehlikeye gireceğini, bu rapora dayanarak bildirdi. Görevli polis, bu evrakı alıp Osman beyi Sinop'ta bırakarak Samsun'a döndü. Mazhar Tevfik bey, bu olayı Mustafa Kemal paşa ile birlikte Dahiliye Nezaretine ve Kastamonu Vali vekiline de bildirdi. Samsun mutasarrıfı Hamit beyden de durumu sordu. Nedir ki mutasarrıf orda yoktu. Onun için ordan bir ses çıkmadı. Dahiliye Nazırı Adil bey, gönderdiği şifrede anlam olarak şöyle diyordu: - Bu gibi işlere kanşmayınız ve Osman beyi hemen mahfuzen İstanbul'a doğru yola çıkarınız. Kastamonu Vali Vekili de bu anlamda bir emir gönderdi. Sonradan Samsun hükümet konağına gelip Mazhar Tevfik beyin şifresini okuyan Samsun mutasarrıfı Hamit bey şöyle karşılık verdi: - Vatanperverleri imhaya matuf bir harekettir. Benim Samsun'da bulunmayışımdan bilistifade yapılmıştır. Mümkün olan muavenet ve müzahereti esirgemeyiniz. Mustafa Kemal'den bir karşılık gelmeyişine genç mutasarrıf çok üzüldü. Iki gün sonra Dahiliye Nezareti müdürlerinden Münir bey, yanında Samsun İngiliz temsilcisi Rum asıllı yedek yüzbaşı Solter ve bir Ermeni tercüman olarak, Sinop hükümet konağının kapısından içeri girdi. O aralık genç mutasarrıf yerinde olmadığından tahrirat müdürleri odasına girip oturarak mektupçu Hüseyin Hilmi beyi çağırttılar. Bir İngiliz ganbotunun limana demir attığını gören Tevfik bey hemen bir tehlike sezin1eyerek sıvışmıştı. Ermeni Tercüman Yüzbaşı Solter'in ilk sorusunu Hüseyin Hilmi beye şöylece sordu: - Osman bey nerede? Mazhar Tevfik bey, böyle bir sonuç beklediğinden mektupçu ile anlaşmış, ne biçim karşılık verileceğini kararlaştırmıştı. Direktifi yerine getirmekte hiç duraksamadı: - Bilmiyorum ve tanımıyorum. Solter, çekilmiş şifrelerin müsveddelerini istedi. Mektupçu: - Şifreler mutasarrıftadır; bende yoktur! Dedi. Yüzbaşı Solter adamakıllı kızdı: - Şimdi çağırtınız mutasarrıfı! Diye bağırdı. - Mutasarrıf, köylere teftişe çıkmıştı. Şimdi, hangi köyde olduğunu bilmiyorum. Solter küplere binmişti. Bir yandan da Hüseyin Hilmi beyin sözlerini taklit etmeğe çalışarak: - Bilmam.. Bilmam! Diye kekeledi, öfkeli bir alayla örtülen yüzü, öfkesinin yapmacık olduğunu gösteriyordu. Yüzbaşı Solter, Mektupçuyu dışarı bırakmayarak polis komiseriyle karantina memuru Mustafa efendiyi çağırttı. Onlar da : - Osman beyi bilmiyoruz. Görmedik! Deyince Solter, bu kez gerçekten öfkelendi. Bütün bu memurlardaki ağız birliğini sezmişti. ' Yeni gelenleri sorguya çekerken mektupçu, tahrirat kalemine açılan ufak pencereden arkadaşlarına çabucak fısıldadı: Osman beyi arıyorlar; haber verin iyi ki bunu fısıldamıştı. Osman bey, başında dönen büyük tehlikeden habersiz kahvede oturmuş, çay içiyordu. Haberi alanlardan biri hemen kahveye koştu, durumu anlattı. Bunun üzerine yanında oturan Hürriyet ve İtilaf partisi başkanı Akif bey, Osman beyi elinden yakaladığı gibi kendi evine götürdü. Mektupçu Hüseyin Hilmi beyle polis komiseri ve Karantina memuru hala yüzbaşının karşısında sorulan sorulara kaçamak karşılık vermeğe çalışırken bir Ermeni yurttaş koşarak soluk soluğa geldi: - Osman bey şimdi kahveden; kalkarak Hürriyet ve İtilaf Partisi Başkanı Akif beyin evine girdi. Kahvede de bir, gözcü bıraktılar! Dedi. Bu gammazlamayı küçük tahrirat kalemi penceresinden dinleyen arkadaşlardan biri, yine koşarak Akif beyin evine haber götürdü. Polisler, Ermeni muhbiri önlerine katarak Akif beyin evine gittiler. Her yanı aradılar. Kimseyi bulamadılar. Akif beyin ev halkı espiyonun hünerini işitince hemen Osman beye bir kara çarşaf giydirmişler ve onu kadın kılığında yandaki komşu eve aşırmışlardı. İngiliz yedek yüzbaşısı Solter, artık oyunu adamakıllı anlamıştı. Bu sık saflar arasından Osman beyi söküp alamayacağı belliydi. Elinde de zorlayıcı bir güç yoktu. Nedir ki yine de zarar yapabilecek durumdaydı. Münir bey ,işi çözümlemeğe kararlı, mektupçuyu alarak odadan çıktı: - Azizim, dedi, vaziyet çok fena; hepimizi tevkif etmek istiyorlar. Beni gizlice mutasarrıfla görüştür. İşi idare etmeğe çalışalım. Münir bey, İngilizleri alıp sonradan Rıza Nur Kitaplığı olan eski Rus konsoloshanesine götürdü. Hüseyin Hilmi bey, Mazhar Tevfik beyi saklandığı yerde telefonla buldu ve olup bitenleri olduğu gibi anlattı. Mutasarrıf, yine gizliden Münir beyle görüştü. Bir karara varmışlardı. Öğleden sonra bürosunda İngiliz1erle görüştü. Yüzbaşı Solter'in de başı derde girmişti. Bu kuvayı milliyecilerin elinden adam alınamayacağını anlamıştı. Mutasarrıf, Osman beyin hastalığı geçince onu göndereceğini bildiren bir kağıt İmzalayarak yüzbaşıya verdi. Ona bu da yeterdi. O da bu kağıtla daha üst kumandanlığa karşı kendini koruyacak bir kalkan ele geçirmişti. Kağıdı, Osman bey yerine, cebine indiren yüzbaşı Solter görevini yapmış ve sözünü geçirmiş olduğundan ak giynekli ve silahlı deniz askerlerinin önünden yürüyerek küI rengi dumanlar püsküren ve parmaklıklarına dayanmış meraklı deniz askerlerinin ve subaylarının başları dizilmiş küçük Ganbota bindi. Küçük savaş gemisi, kıçında büyük bir İngiliz bayrağı dalgalanarak Samsun'a doğru İlerlemeğe başladı. Mazhar Tevfik bey, bir kez daha Osman beyi kurtar dığı için seviniyordu. Pek iyi tanıdığı bu ganbotun limana demir attığını ve içinden bir manga silah-endazla bir İngiliz subayının çıktığını gören Mazhar Tevfik bey, hemen, görevi Mektupçuya bırakarak belli bir yere saklanmak için savuşmuştu. Ancak böylece onları savsaklayabilir, zaman kazanabilir, bir tedbir düşünebilirdi. Mazhar Tevfik bey ve arkadaşlarının sabırsızlık ve üzüntü ile bekledikIeri Mustafa Kemal'in şifresi en sonra 15 Ağustosta gelebilmişti. Şifre şu anlamdaydı: - Osman bey üstüne gönderdiğiniz uzun telgrafınız buraya tam dokuz günde gelebildi. Mutasarrıf Hamit beyin 8 Ağustos 1919 tarihli "cevabı" şifresi burada hiç çözümlenemedi. İsmail Hakkı beyin buna uygun davranışı üzerinde gereken işlem yapılmak üzere 3. Kolordu Kumandanı ile Samsun Mutasarrıfı Hamit beye Kazım paşa hazretlerine önemle yazılmıştır. Serüven gerçekten üzücüdür. Göstermiş olduğunuz milli yiğitlik ve sevgi şükrana değer. Osman beyin İstanbul'a gitmesi hiç doğru değildir. Kendileri benimle buluşmak üzere hemen Sivas'a yola çıkmalıdır. Biz de bir kaç güne dek oraya yollanacağız. 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat paşa hazretleriyle her zaman ilişki sürdürülmesi ve onun direktiflerine göre davranılması rica olunur. Mevkiinden düşmek, yurtseverler için hiç sözü edilecek bir şey değildir, Her ne zaman zorunluk karşısında kalınırsa milletin kucağı fedakar çocuklarına açıktır. Durumu, gecikmeden bildirmenizi diler, size başarılar dilerim. Bu telgrafı alıp a1madığınızı bildirmenizi rica ederim. Mustafa Kemal Mustafa Kemal'den Sinop'a gelen bu telgraf, en başta Mutasarrıf Mazhar Tevfik olmak üzere eski Samsun mebusu Osman beyle bütün onu kurtarmağa çalışan yurtsever arkadaşları çok sevindirdi. Onun emrine uyarak hemen, Osman beyi Karadan Sivas'a göndermek üzere davrandılar. O ara Samsun'dan gelip İstanbula giderken Sinop limanına uğrayan Amasya vapuru, İngilizlere yeni bir oyun oynamak için genç mutasarrıf ve arkadaşlarına yeni bir düşünce verdi. Sözde Osman bey, Şükrü efendi adlı polis muhafıziyle bu va- pura binmiş olacak, bindiğini bildiren bir telgraf da hemen Dahiliye Nezaretine çekilecekli. Vapur İstanbul'a vardığında elbette içinden ne Osman bey, ne de muhafızı çıkacaktı. İşte, Amasya vapurunun kaptanı da onların Sinop'ta gemisine bindiklerine ve Zonguldak'ta karaya çıkıp bir daha geri dönmediklerine tanıklık edecekti. Kaptanla bu yolda anlaşan Mahzar Tevfik bey ve arkadaşları, sessizce Osman beyi yola çıkarmağa hazırlandılar . Tam gece yarısı, el-ayak çekilip te sokaklarda kedilerden, köpeklerden, bir de dost pazvantlardan başka kimse kalmayınca Osman beyle polis Şükrü efendi birer kiralık ata bindirilerek uğurlandılar. Bulutsuz, apak bir gökyüzünde yusyuvarlak bir ay, sık ağaçlıklar, bağlar, bahçeler arasındaki ince toprak yolları aydınlatıyor, Mustafa Kemal'in üzgün yolcusunu yüreklendiriyor ve hülyalandırıyordu. Onu yolcu eden Mazhar Tevfik bey, Binbaşı Şevket bey, Belediye başkanı Rasim bey, Hürriyet ve İltifak partisi başkanı Akif bey, Ticaret Odası Başkanı Şükrü bey, parmaksızzade İsmail bey ve Mektupçu Hüseyin Hi1mi bey, yeni hürriyet güneşi Mustafa Kemal'e doğru yola çıkan yolcunun elini sıkıp paşaya çok selam söylemesini de sabık verdikten sonra ev 1erine dağıldılar. Eski Samsun mebusu Osman bey, gitmiş, ardında gözleri Mustafa Kemal'e dönük ve birbirine yeni bir ideal için kenetlenmiş bir avuç yürek bırakmıştı. Mazhar Tevfik bey, ertesi sabah, İstanbul'a Samsun' daki İngiliz temsilciliğine, Ali Fuat Paşaya ve Mustafa Kemal'e yalan ve doğru dört şifre telledi ve ,bu kez giderken Sinop limanına uğrayan Amasya vapuru, İngilizlere yeni bir oyun oynamak için genç mutasarrıf ve arkadaşlarına yeni bir düşünce verdi. Sözde Osman bey, Şükrü efendi adlı polis muhafıziyle bu va- pura binmiş olacak, bindiğini bildiren bir telgraf da hemen Dahiliye Nezaretine çekilecekli. Vapur İstanbul'a vardığında elbette içinden ne Osman bey, ne de muhafızı çıkacaktı. İşte, Amasya vapurunun kaptanı da onların Sinop'ta gemisine bindiklerine ve Zonguldak'ta karaya çıkıp bir daha geri dönmediklerine tanıklık edecekti. Kaptanla bu yolda anlaşan Mahzar Tevfik bey ve arkadaşları, sessizce Osman beyi yola çıkarmağa hazırlandılar . Tam gece yarısı, el-ayak çekilip te sokaklarda kedilerden, köpeklerden, bir de dost pazvantlardan başka kimse kalmayınca Osman beyle polis Şükrü efendi birer kiralık ata bindirilerek uğurlandılar. Bulutsuz, apak bir gökyüzünde yusyuvarlak bir ay, sık ağaçlıklar, bağlar, bahçeler arasındaki ince toprak yolları aydınlatıyor, Mustafa Kemal'in üzgün yolcusunu yüreklendiriyor ve hülyalandırıyordu. Onu yolcu eden Mazhar Tevfik bey, Binbaşı Şevket bey, Belediye başkanı Rasim bey, Hürriyet ve İltifak partisi başkanı Akif bey, Ticaret Odası Başkanı Şükrü bey, parmaksızzade İsmail bey ve Mektupçu Hüseyin Hi1mi bey, yeni hürriyet güneşi Mustafa Kemal'e doğru yola çıkan yolcunun elini sıkıp paşaya çok selam söylemesini de sabık verdikten sonra ev 1erine dağıldılar. Eski Samsun mebusu Osman bey, gitmiş, ardında gözleri Mustafa Kemal'e dönük ve birbirine yeni bir ideal için kenetlenmiş bir avuç yürek bırakmıştı. Mazhar Tevfik bey, ertesi sabah, İstanbul'a Samsun' daki İngiliz temsilciliğine, Ali Fuat Paşaya ve Mustafa Kemal'e yalan ve doğru dört şifre telledi ve ,bu kez gibi bir bomba patlayacağını serinkanlılıkla beklemeğe başladı. Mustafa Kemal'den 27 Ağustos tarihli bir şifre geldi. Mazhar Tevfik bey yurtseverce işinden dolayı kutluyor ve Sivasa genel kongreye üç Sinop delegesi göndermesini istiyordu. Üç gün sonra Ali Fuat paşadan gelen şifre daha uzundu ve genç mutasarrıf için övgülerle dolu olduğu gibi Kuvayı Milliyenin güçlenmekte olduğu ve daha da güçlenmesi gerektiği üzerinde bilgiler veriyor, güzel şeyler söylüyordu. Henüz İstanbul'dan ve Samsun'dan beklenen olumsuz ve tehlikeli ses çıkmamıştı. Geciktiğine göre epeyce yüksek takatta bir patlayış olacağı anlaşılıyordu. 7 Eylül 1919 günü Sinop limanına iki Amerikan savaş gemisi yanaştı. Gürültü ile demir attılar. Bunlardan birisinden iki İngiliz subayı ve üç silahlı denieri bir motora binerek karaya çıktılar. Bu subaylardan biri Samsun Ingiliz temsilcisi Rum Milli yedek yüzbaşısı Solter' di. Silahlı üç deniz askerinden birinin elinde katlanmış kocaman bir İngiliz bayrağı bulunuyordu. Yüzbaşı Solter, askerlerin başında doğruca eski Rus konsoloshanesine gitti. Askerlere, savaş sırasında yarısı sağlam kalan bayrak direğine İngiliz bayrağını çektirdi. İngiliz bayrağı, Karadenizden esen serin rüzgarla dalgalanmağa başladı. Mustafa Kemal, henüz Havza'dayken Amasya Saat Kulesine İngiliz bayrağı çeken ve halkın kendisini linç etmesinden korkup kaçan bu yüzbaşı, aylardan sonra, içindeki bir komplekse çıkış noktası arayarak Sinop'a da İngiliz bayrağı astırarak otorite kurmak istiyordu. Amerikan Savaş gemilerinden inen yalnız bunlar değildi. Ayrı bir motor karaya birkaç Amerikalı da çıkardı. bunlar albay Boer ile maiyetiydi. Solter'le adamları, Rus konsoloshanesine kapanıp kaldıkları halde Amerikalı deniz Albayı doğruca hükümet konağına gittiler ve bürosunda genç mutasarıfı ziyaret ettiler. Mazhar Tevfik bey, konuklarına kahve ve çay ikram etti. Oturup havadan-sudan konuştular. Konuklar kalkıp giderken Mazhar Tevfik beyi de gemileri ziyarete çağırdılar. Muta- sarrıfın içinden kötü kuşkular geçti. Böyle düzenbazlıkla yakalanmak, "belkisi" kafasından birçok kez geldi geçti. Yine de Amerikalıların bu kahpeliği yapmayacakları üzerinde bir kanı ,onu konukların yanı sıra savaş gemilerine sürükledi. Onlar da genç mutasarrıfa soğuk içecekler ikram ettiler, onu ağırlayarak yine motora bindirip kıyıya bıraktılar. Amerikan mandası propagandası İngiliz mandası propagandasının dolu dizgin yarış ettiği Türkiye'de yüzbaşı Solter elbette bu davranışlariyle okkanın altına gitmişti.. İkindi üstü, Karadenizi yalayarak gelen tatlı bir poy raz, Amerikan savaş gemilerinde ça1mağa başlayan bandonun coşkun ve hoppa havalarını kıyıya sürüklemeğe başladı. Gemiler, kalkmak üzereydiler. Sinop halkı da deniz kıyısına dökülmüş, hem Amerikan savaş gemilerini seyrediyor, hem de mızıka dinliyordu. Mutasarrıf Mazhar Tevfik, Binbaşı Şevket, Belediye Başkanı Rasim, Hürriyet ve İtilaf Partisi Başkanı Akif bey de kayıkla limanda dolaşıyor ve bandonun çaldığı güzel havaları dinliyorlardı. Gemiler, demir alıp ağır-ağır suları yarmağa başladı. Sonra kayalığı dönüp gözden Irak oldular, arkadaşları ile, kayıktan iskeleye çıktığında mutasarrıfın eline bir zarf tutuşturdular. Mazhar Tevfik bey, zarfı büyük bir ilgiyle açtı, yer gibi okudu, bütün keyfi kaçtı. Gözleriyle ne yazdığını soran arkadaşlarına mektubun içindekileri özetledi : - Bugün gelen İngiliz mümessili yazıyor, dedi, "bizim geldiğimizi duymadınız mı? Niçin bizi gelip ziyaret etmediniz? Hep Amerikalıların peşinde dolaştınız. Şimdi, gel, beni ziyaret et" diye emir veriyor. İngiliz temsilcisi burda haksızdı. İlkin nezaket ziyaretini onun yapması gerekti. Bu protokolu bilerek çiğneven İngiliz subayının bir hadise çıkarmak istediği anlaşılıyordu. Bu, Rus konsolosluğuna hışımIa İngiliz bayrağını çekmesinden de belliydi. Mazhar Tevfik bey, temsilcinin mektubuna Fransızca birkaç satırIa karşılık verdi: "Hoşgeldiniz!" dedi. Ayrıca bir istekleri olup olmadığını da sordu. 8 Eylül 1919 kurban bayramı sabahı Sinop şehri karıştı. Olay şöyle başladı: bütün sokaklarda alaca-bulaca entari ve giyneklerini giymiş çocuklar dolaşıyor, büyükler birbirlerini kutlamak için sokağa ilk adımlarını atıyorlardı. VarlıkIı evlerin önünde boğazlarından kan fışkıran koçlar yatıyor, yoksul evlerin insanları, bu koyunları belki kendilerine de bir parça düşer diye uzaktan yakından sabırsızIıkIa gözetIiyorlardı. Mutasarrıf evinde pijamasiyle oturmuş, sabah kahvesini içiyor, bir yandan da herkesten önce kutIamağa gelen muhasebeci İhsan beyle şurdan-burdan konuşuyordu. Bu ara dışarda bir gürültü oldu. Mazhar Tevfik bey, yerinden fırladı, zaten kuşku da idi. Nedir ki hiçbir şey düşünmeğe ve yapmağa vakit kalmadan yüzbaşı Solter yanındaki İngiliz teğmeni ve üç silahlı İngiliz askeriyle odaya daldı. Dışarda kapıyı bekleyen adamı bir kenara iterek palas-pandıras içeri dalmışlardı. Yüzbaşı Solter, süngü takmış olan askerleri kapıya dikti. Sonra, İhsan beye kim olduğunu sordu, karşılığını alınca onun çıkıp gitmesini emretti.. Muhasebeci çıkıp gittikten sonra Solter Mutasarrıfa: - Çabuk giyinip benimle geleceksiniz! Diye sert bir sesle ve amirce bağirdı. Mazhar Tevfik bey, İngilizle gitmenin nereye vara cağını anladığından bir kurnazIık düşündü: - Peki, şimdi giyinip geleyim! Dedi. Oturma odasından yatak odasına geçen Mazhar Tevfik bey, pencereden dışarı atladı. Arka bahçeye ayak bastıktan sonra ağaçların arasında gözden uzaklaşmak kolaydı. Çitler üzerinden atladı, bahçeden bahçeye geçti. Epeyce ötede bahçeler içindeki Belediye Başkanı i Rasim beyin evinin tokmağını güm-güm öttürdü. Rasim bey, mutasarrıfı sabah-sabah böyle pijama ve terlikle görünce işi anladı. Hemen adam salarak küçük Kuvayı Milliye grupuna haber gönderdi. Yüzbaşı Solter, Mazhar Tevfik beyin bir türlü giyinip gelmediğini görünce bir kez daha aldatıldığını anladı. Bunun üzerine bütün evi aramağa başladı. Harem bölümünde mutasarrıfın eşinin bayramını kutlamağa gelen kadınlar süngülü ve tabancalı İngiliz asker ve subaylarının destursuz odaya daldığını görünce çığlığı basarak paniğe kapıldılar. Odada çarşaflariye oturan ve askerler içeri girince peçelerini de yüzlerine örten bu kadınlar karşısında Yüzbaşı Solter de şaşırdı. Daha önce bir evden mebus Osman beyin çarşafa sokularak kaçırıldığını işittiğinden şimdi karşısında peçelerini örterek korkudan tir-tir titreyen kadınlardan her birini bir mutasarrıf olarak düşünmenin gerektiğine inandı ve bu Müslüman kurnazlığını boşa çıkaracak zekaya sahip olduğunu İspatlamağa kalktı. Bütün kadınları kaldırıp karşısına dizdi ve birer-birer peçelerini açarak yüzlerini gözden geçirmeğe başladı. Hepsinin de kadın olduğunu görünce yenildiğini anladı. Bundan sonra bütün evi, deliğine-deşiğine varıncaya dek aramak emrini verdi. Yüzbaşı Solter, elleri boş dönmenin ve yenilmiş olmanın utancı içinde darmadağın ettiği evden ayrıldı ve doğruca hükümet konağına gitti. Kapalı cümle kapısını açtırdı. Odacının kapıyı açmasını beklemeyen Solter bu nu dipçikle kırdırarak mutasarrıfın odasına girdi. Odacıdan bir bayrak direği istedi. Odacı, bayrak direği yerine meydan süpürgesinin sopasını çıkararak getirdi. Solter'in emri üzerine İngiliz askerleri İngiliz bayrağını bu sopaya geçirdiler ve bunu pencereden dışarı sarkıttılar. Öbür yanda kuvayı milliye grupu çabucak Rasim beyin evinde hala sırtındaki pijamasiyle oturan Mutasarrıfın çevresinde toplandılar. İvedi bir karar vermek gerekiyordu. Tarihin bütün olumlu ve başarılı olayları çabuk verilmiş sağlam ve doğru kararların altında yatmaktaydı. Karar, şimşek gibi verilmişti. Alman Savaş bilgininin düşüncesini uyguladılar: en iyi savunma, saldırıydı. Millici grup hemen sokağa dökülmüş olan hemşeriler arasına karıştı, kalabalık bayram yerini. şöyle bir dolaştı. Her dekgeldikleri güvenilir hemşeriye şunu fısıldadılar: - İngilizler hükümet konağını bastılar, hükümeti işgalleri altına aldılar. Penceresine İngiliz bandırası astılar. Mavzeri çiftesi olan alsın, hükümet konağının önünde toplansın. Halk, bunu kolayca anladı. Silahlı-silahsız, çoluk - çocuk koca bir kalabalık, hükumet konağını sarıverdi. Halkın tehdit edici bir durumda hükümet önünde toplandığını ve işin kıvama geldiğini anlayan Belediye başkanı Rasim bey, doğru yukarı çıktı. Mutasarrıfın koltuğuna kurularak uzun bacaklarını yeşil örtülü büyük masanın üzerine atmış olan yüzbaşının karşısına dikildi: - Yüzbaşı Solter, dedi, şöyle pencereden dışarı bakınız, biraz. Halk heyecandadır. Onların öfkesinden korkulacağını sizler de bizim kadar bilirsiniz. ilk iş olarak hemen şu bandırayı kaldırmalarını askerlerinize emrediniz. Yüzbaşı Solter: - Ben Mutasarrıfı aradım, bulamayınca da boş makamını işgal ettim, dedi, mademki aracılık ediyorsunuz, hemen söyleyiniz, mutasarrıf buraya gelsin, görüşelim. Mazhar Tevfik bey, Rasim beyle birlikte hükümet konağına yaklaştığında halkın korkutucu bir kalabalık halinde homurdandığını gördü. Onlar durumlariyle korkmamasını ona duyurdu. Mutasarrıfla B. Başkanı bu yiğit halk seli içinden geçerek hükümet konağına girdiler. Mazhar Tevfik bey odaya girdiğinde Yüzbaşı Solter'i kendi koltuğuna kurulmuş, bacaklarını da büronun iizerine uzattığını gördü. Solter, yüzünde kötü bir alay maskesi olarak o durumda sordu: - Benden neden kaçıyorsunuz? Elbette, Osman beyin nerde olduğunu söylemernek için. Şimdi madem ki , geldiniz, söyleyin, bakayım, Osman bey nerde? Mazhar Tevfik bey, sert bir sesle: - Siz, benim makamımı işgal etmişsiniz, bir de bana ordan soru soruyorsunuz. Bu durumda size hiçbir şey,söylememek hakkını muhafaza etmekteyim. Makamımdan kalkıp bir konuk gibi şurdaki iskemlelerden birine oturup benden insanca ve nezaketle bir şeyler saracak olursanız Size sorduklarınız üzerinde cevap verebilirim: Mutasarrıf, sert ve öfkeli sesiyle bunları söyledikten sonra sinirli adımlarla odadan çıktı gitti. Mutasarrıfın hışımla çıkıp gitmesi Salter'i şaşırttı. Bu adam, deli miydi? Neyine güveniyordu, iki-üç jandarmasına ve polisine mi? Kalktı, bayrağın asıIdığı açık pencerenin önüne gitti, caddeyi şöyle bir gözden geçirdi. Orda öfkeli bir kalabalık dalgalanıyordu. Hepsinin gözü İngiliz bayrağının asılı bulunduğu penceredeydi. Garip şey, bu bir kuru kalabalık ta değildi. Ellerindeki mavzerlerin mekanizmalarını kurcalayan birçok sert yüzlü ve bakışlı kimse de orda dolaşıp duruyor ve pencereye bakıyordu. Demek iş gerçeğe binmişti. Blöf, ters bir sonuç vermişti, demek. Bu halk topluluğu yeltmiyormuş gibi ara sokaklardan çıkıp gelen takım takım insanlar da göze çarpıyordu. Solter de öbür İngilizler de papucun pahalı olduğunu anlamışlardı. İngiliz soğukkanlılığının bu tuzaktan kurtulmanın çaresini bulacağı belliydi. Solterin korkunç ve alaycı öfkesi dinmiş, yerine yüzüne soğukkanlı bir düşüncenin kurnaz1ığı yayılmıştı: - Belediye Başkanı gelsin, diyeceklerim var! Diye seslendi. Rasim bey, biraz sonra geldi: - Ne istiyorsunuz? Diye sordu. Solter, dostça gülümsedi: - Bugün kurban bayramınızın birinci günü olduğunu biliyorum, dedi, bu bayram şenliğine katılmak için biz de İngjliz bandırasını çektik, bunda heyecanlanacak ne var? Söyleyin, halk boşuna heyecana kapılmasın. Biz, zaten buraya av için gelmiştik. Sinop orman1arında yaban domuzu, geyik filan avlayacaktık. Nedir ki iş bu üzücü sonuca. geldi. İsterseniz hep beraber bir sürek avı yapalım, Belediye başkanı Rasim bey, bu uydurmaları sabırla dinledi ve sonra şunları söyledi: - Bakınız, halk, gittikçe coşuyor, sonra başınıza bir şey gelirse kabahat benden gitti. Ava filan gitmesi sonra düşünülür. Evvela şu bandırayı kaldırın! Rasim bey, bunları öyle büyük bir saflık ve inandırıcılıkla söylemişti ki Solter ve arkadaşları tam bir tehlikenin içine düştükleri duygusuna kapıldılar. Solter, askerlerden birine emir vererek bayrağı içeri aldırdı. Sonra, yüzbaşı, Rasim beyin koluna girdi. Kendileri önden öbür ; İngilizler arkadan dışarı çıktılar ve halkın arasından ilerlemeğe başladılar. Halk, durumu hemen kavramıştı. Bütün yüzlerde sessizce kazanılmış bir zafer sevinciyle bir küçümseme ve alayın izleri açıkca göze çarpıyordu. Yüzbaşı, Solter, canının kurtarmak için Belediye Başkanını kalkan gibi kullanmak zorunda kalmıştı. Rasim bey, konuklarını doğruca Belediye dairesine götürdü. Orada onlara bayram şekeri ve kahve ikram etti. Ayranı kabaran halk caddeyi boşaltıp bayram şenliklerine dönünce yüzbaşı Solter ve arkadaşları, konuk edildik leri Rus Konsolosluğuna döndüler. Yüzbaşı Solter, ikidir Türk halkının saldırısına uğramıştı. Biri Amasya'da saat kulesine İngiliz bayrağı çektiği gün, bir de şimdi. Demek ki Türkler, yabancı bayraklara kendi kutsal saydıkları topraklarında dayanamıyorlardı. Bilmiyoruz, ama, genç yüzbaşı, bundan sonra belki de bu her yere bayrak asmak manisinden temelli vazgeçmişti. Çünkü, hiçbir bibliyografyada Solter'in üçüncü bir bayrak olayına dek gelemedik. Mazhar Tevfik bey, bu olayı inceden inceye anlatan bir rapor yazarak birini Mustafa Kemal'e öbürlerini de İstanbul'da Damat Ferit paşa ile İngiliz siyasal temsilcisi olan Amiral'e gönderdi. Nedir ki olay bitmemişti. Çorap söküğü gibi uzamak eğilimi gösteriyordu. Mutasarrıf, aynı raporun bir örneğini de Kastamonu vilayetine göndermişti. 8 Eylül 1919 günü giden telgrafa geceleyin karşılık ge1mekte gecikmedi. Kastamonu' da Vali vekili bulunan Jandarma Kumandanı Osman Nuri bey makina başında genç mutasarrıfa kısaca şunIarı salık veriyordu: - Şimdi İstanbul'dan aldığım emir şudur: Hemen İngilizlerin oturdukları yere giderek kendilerine tarziye vereceksiniz. Mutasarrıf ona şöyle karşılık verdi: - Yaptıkları hakaret karşısında asıl İngilizler gelip bana tarziye vermelidir. Sizin bu tebligatınıza uymakta mazurum. O zaman, kararlı olan Vali Vekilinden şu emir geldi. - Size muvakkaten işten el çektirdiğimi bildirmek zorundayım. Mutasarrıf vekaletini hemen Binbaşı Şevket beyin almasını ve onun gidip yüzbaşı Solter'e tarziye vermesini kendisine bildiriniz. Mazhar Tevfik bey, haber salarak Binbaşı. Şevket beyi de makina başına çağırttı. Vali Vekilinin emrini mutasarrıftan dinleyen Binbaşı, çok içten bir öfkeye kapıldı. Milll bir öfkenin bütün içtenliğini taşıyan şu sözlerIe Vali Vekilini bombardıman etti : - Bir Türk Binbaşısı olarak gidip te bir İngiliz yüzbaşısına tarziye veremem. Eğer bu emri bana bir asker sıfatiyle veriyorsanız şu dakikadan itibaren askerlikten dahi istifa ediyorum! Telin öbür ucuna doğru bu yiğitçe sözler bir şamar gibi uzaklaşırken Şevket bey, omuzlarındaki apoletleri sinirli ve güçlü parmaklariyle sökerek masanın üzerine fırlattı. Şevket bey, bu emre baş ka1dırınca Vali vekili, Sinop Jandarma Kumandanı Remzi beyi makina başına çağırdı; Mutasarrıf vekilliğini ve gidip İngilizlerden özür dilemesi emrini ona verdi. Remzi bey hiç duraksamadan bu emri benimsedi. Gidip Mazhar Tevfik beyin makamına "azametle" kuruldu. Sonra da Rus konsolosluğunda kuşku ve sabırsızlık içinde bekleyen yüzbaşı Solter ve arkadaşlarına tarziye verdi. Böylece, Sinop'taki kuvayı milliye ruhu da okkalıca bir tokat yemiş oldu. Solter, ertesi gün yeni Mutasarrıf Vekili Remzi beyi gelip makamında ziyaret etti. Birkaç gün sonra da maiyetini alıp Pontos çetelerini ve örgütlerini silahlandırma yeri olan Samsun'a yollandı. Mazhar Tevfik bey, yeni Mutasarrıf vekili Remzi beyin bir kahpeliğine uğrayarak yakalanıp İstanbul'a gönderilmek korkusuyle Sinop'tan hemen ayrılıp Sivas'a, Mustafa Kemal'e gitmeğe karar verdi. Sinop'un meşhur Çerkez beylerinden Çerkez Hasan bey ve atlıları, Mazhar Tevfik beyle ailesini aralarına alıp birkaç gün dinlenmesi ve yolculuğa hazırlanması için atla Sinop'a beş saat çeken Şamlıoğlu köyüne götürdüler. Ordan Sivas'a doğru yola çıkacaktı. Mustafa Kemal "başın daralınca çık gel!" dememiş miydi? Mazhar Tevfik bey, giderayak mektupçu Hüseyin Hilmi beye şu pusulayı gönderdi: - Azizim! Kısmet olursa. yarın köye' gidiyorum. Bi zim maaşı lütfen alınız. Bir de hadisede nezarete ve vilayete yazdığım mufassal telgrafla ikinci günü, tekrar yazdığım telgrafın ikişer adet suretini kurşun kalemi ile olsun bana çıkarıp vermenizi rica ederim. Kalemde yazısı okunaklı iki efendi on dakika içinde yazabilirler. İngilizlerin avdet için emir almaları şayanı dikkattir. Ağır bastık demek oluyor Neyse Sinop'u kaybediyoruz. Şerefi milli yerine gelsin de ne olursa olsun. Sinop istediğinden ala mutasarrıf bulabilir. Halk namına Kastamonu vilayet makamına çekilen isyancı telgraf, Vali Vekili Osman Nuri beyi kızdırmış görünüyordu. Yeni Mutasarrıf Vekili Remzi beye halka bildiri1mek üzere çektiği telgrafta, - Blöf yapıyorsunuz! Diyerek korkutucu bir dil kullanıyordu. Belediye başkanı Rasim bey 12 Eylül 1919 günü Vali Vekiline şöyle bir telgraf püskürtmesi verdi: - Burada son defa cereyan eden vakayii müessife dolayısiy1e arayı umumiyeye istinaden çektimiz telgrafnameler makamı vilayetçe blöf telakki edilmiş ve bir nevi tehditkar vaziyet gösterilmiştir. Ben, memleketin eşraf ve kadim hanedanındanım. Hiçbir vakit blöfçü yarandan değilim. Milletin vekaletini haiz olarak efkarı umumiyeyi makamatı aliyeye iblağ için O telgrafları çektik. Böyle blöfçülükle ithamım, vekaletini haiz olduğum milletim benim için mucibi şin ve ağır olduğundan bugünden itibaren makamı mutasarrıf1ye istifamı veriyorum. Şaşırtıcı olaylar her yanda hava fişekleri gibi patlıyordu. 18 Eylül 1919 günü Kastamonu'dan Vali Vekili Ferit imzası ile gelen bir telgraf orda işlerin yolunda gittiğini gösteriyordu. Bu telgrafi şaşırtıcı olduğu gibi sevindiriciydi de. Telgraf, özet olarak şunları yazıyordu: - Sivas kongresi, İstanbul hükümetiyle bütün ilişkilerin kesilmesine karar vermiştir. siz de bu karara göre davranınız ve milli gösteriler yapınız! Rasim bey 19 Eylül 1919 günü vilayete genç mutasarrıf Mazhar Tevfik beyin göstermiş olduğu milli yiğitlik dolayısı ile işinden uzaklaştırıldığını, halkın da çok sevdiği ve tuttuğu bu değerli mutasarrıfın yine eski görevine dönmesinin çok iyi ve yerinde olacağını bildiren bir telgraf çekti. Ali Fuat paşanın Kastamonu'ya gönderdiği topçu albayı Osman bey bu sırada hapisten kurtulmuş ve başın- dan geçen çok tehlikeli serüveni bir yana bırakmış olarak Kastamonu telgrafhanesinde bulunuyordu. Osman bey, Kuvayı Milliyenin Kastamonu'da işe el koyduğunu gösteren sevindirici ve şaşırtıcı telgrafında şöyle diyordu: - Mutasarrıf Mazhar Tevfik bey hakkında Vilayete olan telgrafınızı gördüm. Mütalaaları pek muvafıktır. Vilayetten emir verilmesinin temin edileceğini arzederim. 19 Eylül 1919 Hemen o akşam vilayetten Mazhar Tevfik beyin görevine dönmesi için emir geldi. Mektupçu Hüseyin Hilmi bey, gelen emri sevinçle alarak gece yarısı Şam1ıoğlu Köyüne doğru tırısla yola çıktı. Çerkes köyüne bu güzel haberle varan Hüseyin Hilmi bey, mutasarrıfa zaferini bildirdiğinde o da genç yönetici gibi mutluydu. Ertesi sabah, genç mutasarrıf için yaşayışının en heyecanlı ve şerefli saatleri başlıyordu. Çerkes Hasan bey, topladığı silahlı, silahsız yüzlerce atlının başına geçirdiği Mazhar Tevfik beyi at oynatmaları, silah sesleri, neşeli haykırışlar ve gösteriler arasında Sinop'a dek yolcu etti. Şehir, bir anda el değiştirmiş, İstanbul hükümetinin dokunduğu yeri kirleten kara parmakları, bu güzel Karadeniz şehri üzerinden bir daha kirletmernek üzere çekilmişti. Mazhar Tevfik bey, sandalyesine bütün güveniyle 0turduktan sonra kocaman bir bildiri yayınladı ve bunda artık, Sivas Kongresi kararlarının ve Mustafa Kemal'in sözü geçen bir yurtta yaşamağa başladıklarını İstanbul hükümetinin Sinop ufuklarında ve Kastamonu'nun yeşil ağaç denizi üzerinde hüküm süremeyeceğini dosta-düşmana anlatmağa çalıştı. Sinop şehrinin kaderini böyle birdenbire değiştiren Kastamonu'daki değişikliğin nedeni neydi? Sinop hikayesinin baş halkası olan Kastamonunun da kocaman bir hikayesi vardır. Şimdi oraya varalım |
|
26 Ekim 2011, 10:56 | #66 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Sinop arşivi SİNOP KİBRİT FABRİKASI [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Sinop Kibrit Fabrikası binalarının ve kulesinin yıkılmadan önceki görünüşü Sinop'ta Cumhuriyet Devri başlarında, modern ve büyük bir kibrit fabrikası kurulmuştu. İşletmeye açıldıktan kıs bir süre sonra fabrika, güney tarafından denize doğru kaymaya başladı. kaymanın önüne geçmek için sahilde beton ve demir kazıklardan setler yapıldı fakat kayma önlenemedi. Fabrika, aynı zamanda deniz kıyısında bulunan ve kuzey rüzgarları tarafından sürüklenen kumulların da istilasına uğramıştı. Güneye doğru ilerleyen kumlar, şöseyi aşarak fabrikanın makina ve kazan dairelerinin damları üzerine yığıldı. Kumların ağırlığına dayanamayan fabrikanın çatısı çöktü. Bu durum fabrikanın işleyymez duruma gelmesine sebep oldu. Daha sonra makineleri sökülerek İstanbul'a götürüldü ve Büyükdere'de yeniden kibrit fabrikası olarak işletmeye açıldı. "Fotoğraf ve Amblem Basri ÖZGEN'in özel koleksiyonundan alınmıştır." Sinop Kibrit Fabrikası'nda üretilen kibrit kutularının üzerinde bulunan amblemde Arapça harflerle "Türkiye Kibritleri Sinop Fabrikası" ibaresi yer almaktadır. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
|
26 Ekim 2011, 10:56 | #67 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Sinop arşivi Sinop : Hicretin 92 yılında (= 29 Ekim 710 - 18 Ekim 711) Emeviler' den Süleyman bin Abdülmelik devrinde Ömer bin Abdül'aziz İstanbul' u kuşatarak alamadan döndüğü gibi burayı da kuşatarak alamadı. Sonraları burasını Kastamonu hakimi " Ulu Beğ " fethetmiştir. 796 yılında (=6 Kasım 1393 - 26 Ekim 1394) Yıldırım Bayazıd Han tarafından kuşatılarak gayet sarp ve sağlam kale olduğundan ancak üçüncü kuşatma ile fethedilebilmiştir. Kastamonu Eyaleti' nde imtiyazlı bir zeamettir. Dizdar' ı, Serdar' ı, Kale Neferleri, 300 akça payesiyle Kadı' sı, Nakibüleşraf ' ı, Müftü' sü, ilerigelenleri vardır. Halkının çoğu tüccar ve doğramacıdır. Deniz ve kara ticareti yaparlar. Bir takımı avam, bir takımı da bilginler ve şeyhlerdir. Halkının çoğu çuka feraca ve hil' at giyer. İlim erbabı bu şehri 17 nci iklimde bulmuşlardır. Kıble ve doğu tarafı dağ ve baştanbaşa bağdır. Kastamonu doğu tarafından üç günlük yoldur. Bu şehir Karadeniz' in Anadolu kıyısında " Sinap Burnu " diye tanınan bir burundadır ki Karadeniz ' in batısında ve Rumeli tarafında bu Sinap Burnu' na karşılık "Gülfeza Sultan Kayaları" (daha aşağıda " Kilgrad " diye geçiyor) vardır. Sinap ile Gülfeza Burnu arası sanki bir boğazdır. Sinop' un İstanbul ve Trabzon tarafları geniş denizlerdir. Sinop, İstanbul' dan 500 mildir. Samsun' la arası 4 duraktır. Sinop Kalesi yüksek bir sırt üzerinde üç kat büyük bir rıhtımdır. Rum Kayserinin oğlu "Sinobe " adlı kıralın yapısıdır. Gayet sağlam bir taş kaledir. Çevresi 6100 burçludur. Kum Kapısı, Meydan Kapısı, Tersane Kapısı, Yenice Kapı, Tabahane Kapısı ve iç hisarların lonca Kapısı her tarafı görür. Uğru Kapı ve aşağı kalede Deniz Kapısı vardır. Bu kapıların hepsi ikişer kanatlı demir kapılardır. Hepsi çok sağlamdır. Dizdarı kaleden bir top menzili uzak giderse öldürülmesi için şehirlilerin elinde Padişah yazısı vardır. Bundan dolayı Dizdar kaleden bir adım ayrılamaz. Sultan Ahmed Han çağında bu kaleyi Kazaklar geceleyin basıp merdivenlerle çıkarak aldılar. Büyükvezir Nasuh Paşa, kalenin Kafir tarafından alındığını Padişaha haber vermediği için idam olundu. Sonra kale kurtarıldı. Aşağı kaleye de 50 kul koyarak birçok kantar barutla küçük, büyük 1000 top hazır ettiler. O zamandan beri her gece ikişer yüz kişi Bölükbaşıları ve Çavuşlarıyla sabaha kadar gözcü olarak davul ve borudan sonra : Kal' a tende nöbetçisi çalar naleleri, Çağırır burc-i bedenden gönül : Allah yekdir diye bağırırlar. Böylelikle her gece savaşa hazır dururlar. Kaç kere Kafirler kuşattığı halde topu birden kılıçtan geçirilip öldürüldü. Tanrı' ya şükür, Dördüncü Murad çağından beri gelmediler. Şehir bu kalenin dış ve içinde 24 mahalledir. Hırıstiyan mahalleleri deniz kıyısında olup 1100 kadar haraç verici Kafirlerdir. Bunlardan 100 kadarı kalenin tamiri için her şeyden bağışlanmıştır. Şehrin bütünü 1060 kadar kat kat binalarda oturan eski hanedanlardır. Evleri batıya, denize bakar. Eski mabedleri kaledeki Sultan Alaaddin Camisi ' dir. Kurşun kubbeli, bir minareli camidir. Uzunluğu 100 adımdır. Güzel bir bahçesi vardır ki örneği hiçbir yerde yoktur. Mihrabı ve müezzin mahfili sanatkaranedir. Caminin minberi de okadar sanatkaranedir ki övmede Melekler bile acizdir. Öteki camileri şunlardır : Süleymaniye Camisi : İç Hisar' da bir minareli ve kiremitli bir camidir. Yeni Cami : Meydan Kapısı' ndadır. Ayasofya Camisi : Bu da kiremitli eski bir mabeddir. Kefeli Camisi : Meydan Kapısı' ndan dışardadır. Mehmed Ağa Camisi : Kale yazısındadır. Bu da kiremitlidir. Biçimli bir minaresi var. Şehrin güney tarafında Boztepe Dağı adıyla meşhur yüksek bir dağ vardır. Açık havada karşıda, Rumeli' deki Kilgrad Dağları (yukarıda Gülfeza diye geçmişti) görünür. Bu Boztepe' de tilki, çakal, zerduva, ayı gayet çok olur. Bu şehri üç gün gezip görerek yine gemilere bindik. " Fındıcak Ağzı " adlı yere geldik. Burada mamur köyler vardır. Ahalisi hep gemici ve marangozdur. İyi gemiler yaparlar. |
|
26 Ekim 2011, 10:57 | #68 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Sinop arşivi Coğrafi Konum : [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]Sinop, Karadeniz kıyı şeridinin kuzeye doğru en çok sivrilerek uzanmış bulunan Boztepe Burnu ve Yarımadası üzerinde kurulmuştur. 41o 12' ve 42o 06' kuzey enlemleri ile 34o 14' ve 35o 26' doğu boylamları arasında yer alır. İlin yüzölçümü 5862 km2 olup il bu yüz ölçümünle %0.8'ini kaplar. Batısı Kastamonu, güneyi Çorum, güneydoğusu Samsun illeri, kuzeyi ise Karadeniz ile çevrilidir. 475 km. uzunluğundaki sınırlarının 300 km.si kara, 175 km.si ise deniz kıyısıdır. Dağlar denize paralel olarak uzanmış olup, kuzeybatıda yükselen dağlar Merkez İlçe sahillerine 9-10 km yaklaştıkça alçalır ve sahil ovaları meydana getirir. En yüksek tepeler Ayancık'ta Çangal (1.605 m.) ve Boyabat'ta Dranaz ( 1.345 m.)dır. Boyabat- Durağan yöresindeki Kızılırmak vadisi dışında önemli vadi yoktur. Sinop ve Boyabat düzlükleri en önemli ova benzeri yerlerdir. Önemli akarsulardan Gökırmak Boyabat ovasını sulayıp Kızılırmak'a karışır. Çatalzeytin, Ayancık, Karasu, Kanlıçay ( Güzelceçay) ve Kabalı çayları Karadeniz'e dökülür. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]Şehrin biri kuzeybatısında, biri güneydoğusunda olmak üzere iki limanı vardır. Esas limanı, güneydoğudaki koyda bulunur. Kuzeybatısındaki Akliman ve Hamsaroz Koyu eski devirlerin barınak yerlerindendir |
|
26 Ekim 2011, 10:57 | #69 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Sinop arşivi Jeolojik Yapı : Sinop'ta temel yapıyı paleozoik yaşlı başkalaşım kayaçları oluşturur. Boyabat ve Durağan ilçeleri çevresinde yer alan başkalaşım serileri doğu ve güneybatı doğrultusunda geniş bir alana yayılmıştır. Türkeli-Gerze çizgisinin güneyindeki, üst kretase fliş ve kalkerleri vardır. Bu kesim genellikle kalin kumtaşı, marn ve marnlı kalker tabakalarından oluşmuştur. Ayancık ve Erfelek ilçeleri çevresinde yer alan eosen flişleri, ince tabakalalı, gevşek çimentolu, kumtaşı ve marn oluşumudur. Merkez ilçenin güneybatısında Karasu Vadi'sinde yer alan flişler neojen yaşlıdır. Bunlar, iri taneli konglomeralar ve grelerden oluşmuştur. Sinop İli'nin batısında ve Gerze'nin kuzeyinde pleistosen yaşlı serilere rastlanır. Buralarda, kumlu ve killi yataklar, geniş alanlar kaplar. Sinop Burnu'nda (Boztepe) ve Boyabat ilçesi'nin kuzeybatısında volkanik kayaçlar vardır. Bunlar üst kretase yaşlıdır. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]Sinop ili genellikle sismik bakımdan aktif bölgeler dışında kalır. Ancak Durağan ve Boyabat ilçeleri I. derece deprem bölgesine girer. Kuzey Anadolu kırık çizgisi üzerinde yer alan Sinop İli genel olarak 4. derece deprem bölgesindedir. İl alanı genellikle II. Jeolojik zaman'da oluşmuştur. Yarımada, volkanik yapılıdır. Sülük Gölü eski bir volkanik kütledir. Sinop Körfezi, karayla önündeki bir adanın birleşmesi sonucunda oluşmuştur (Tombolo). Bazalt ve andezit lavlarından oluşan bu volkanik serinin üstünde anglomeralar vardır. Bunlara, yarımadanın kuzeyinde ve güneyinde de rastlanır. Güneyindeki tabakaların eğimleri %15-20 arasındadır. Bazalt serilerinin eğimli oluşunun nedeni tektonik hareketlerdir. Bu alan, kretase sonlarında ve bütün neojende alp yükselmelerinden etkilenmiştir. Yarımadanın batı ve kuzeybatısında 50-60 metre yükseklikte, kuzey ve kuzeybatı yönünde %45 kadar eğimli küçük kalker tabakalarına rastlanır. Sinop İlinin kuzeyinde, Çukurbağ çevresinde dik yalıyarlar genellikle ve ters yönde eğimli kırmızı kum ve gre tabakalarından oluşmuştur. Bu kesimde kırılmaların etkileri açıkça görülür. Kıyı dalgaların aşındırmasıyla gerilemiş, küçük bir koy görünümü almıştır. İl Merkezi yakınında 50 metre yükselti düzlüklerden başlayarak, neojen oluşumları yayılır. Bunlar güneyde ve batıda geniş alanlar kaplar. İldeki kuaterner depoları çok farklı nitelikler taşır. Bu farklar, iç limandaki yalıyarlarda daha açıktır. Bu depoların üzerinde, kuvars çakıllarından oluşmuş konglomeralar yer alır. Daha üstte, geniş alanlar kaplayan kırmızı kum depolarında yer yer sert gre tabakaları görülür. |
|
26 Ekim 2011, 10:57 | #70 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Sinop arşivi bitki Örtüsü : [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]Sinop, her zaman yağış aldığından zengin orman ve bitki örtüsüyle kaplıdır. Ormanlar hem zengin, hem de çeşitlidir. çam, köknar, meşe, gürgen, kayın, dişbudak, karaağaç ve kavak, başlıca ağaç türleridir. Ağaç denizi olarak nitelendirilen Çangal Ormanları, Ayancık, Türkeli ve Boyabat yörelerini kaplar. Dıranaz, Göktepe, Soğuksu ve Elekdağ Ormanları da hem önemli doğal güzellikler oluşturur, hem de ekonomik bakımdan büyük değer taşır. Sinop İli'ndeki bitki örtüsü, çok çeşitli ağaç türlerinden oluşmuştur. İlin kıyı şeridinde Akdeniz bitkileri de görülür. Meşe defne, karaağaç, çınar, fındık, kızılcık, kayın, gürgen, karaçam ve sarıçamdan oluşan bu bitki örtüsü, yükseltinin 1.800 metreye ulaştığı kesime dek yayılır. Sinop-Gerze ormanları kıyıdan iç kesimlere, kuzeyden, güneye doğru uzanır. Bu ormanlar yaşlıdır. Kayın, gürgen, meşe, dişbudak, çam ve köknar ağaçlarından oluşur. Giregöz Ormanı ildeki en büyük ormandır. Kıyıya koşut biçimde uzanan bu orman alanının yükseltisi ortalama 80 m. dolayındadır. Ayancık Ormanları ise Zangal Ormanları ile Ayancık Orman Bölge Şefliği alanındaki ormanların bileşiminden oluşmaktadır. Buradaki başlıca ağaç türleri, köknar, çam, kayın, gürgen, meşe, ıhlamur, çınar, kavak ve kestanedir. Gerze Ormanları eski ve doğal ormanlardır. Bunların yayılım alanı, topografyayla belirlenmiştir. Bu nedenle kimi kesimlerde kıyıya koşut uzanırlar. 200 metrenin üzerindeki yükselti kuşağında rastlanan ormanlarda, ağaçlar çok büyük ve sıktır. Burada Akdeniz bitkileri yoktur. Ağaç türleri de azalır. Başlıcaları, kayın ve gürgendir. 800 metreden yüksek kesimlerde ağaç türleri arasına köknar girer ve öbür ağaç türleri giderek azalır. 1000 metreden sonra ormanlar tümüyle köknarlardan oluşmuştur. Bu ormanlarda, oldukça gür bir orman altı örtüsü vardır. Bu örtü, defne, ılgın, kızılcık ve çitlenbiklerden oluşur. Orman altında nem oranı yüksek olduğundan orman altı örtüsü çok sıktır. Bu orman altı örtüsü yanan ya da kesilen bir ormanın yerinde birkaç yılda yetişir. Ormanların altında, yaban menekşesi, çuha çiçeği, mayıs karanfili, çezgir menekşesi, küçük kırlangıç otu, ciğer otu gibi bitkilere de rastlanır. Sinop İli'nde güneye doğru gidildikçe iklim kuraklaşmaya başlar. Bu nedenle, bu kesimde kuzeydeki gür bitki örtüsünün yerini bozkır bitkileri alır. |
|
Etiketler |
arşivi, sinop |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Sinop/Gerze | Ecrin | Yöresel Kelimeler ve Anlamları | 0 | 28 Haziran 2013 17:47 |
Sinop | Sır | İl ve İlçelerimizin Tarihçesi | 0 | 29 Ocak 2011 18:47 |
Sinop Yöresi | Sır | Yöresel Yemekler | 1 | 19 Ekim 2010 23:30 |