IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet odaları

Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 07 Nisan 2016, 09:08   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Asa-yı Musa




Medîne-i Münevverede bulunan mühim bir alimin Bediüzzaman Hazretlerinin Tarihçe-i Hayatı için yazdığı önsözdür.
Büyük İkbal’e ait olan "Önsöz"de demiştim ki, "Büyüklerin tarih-i hayatları okunurken, ulvî menkıbeler söylenip, azîz hatıraları anılırken, insan başka bir aleme girdiğini hissediyor, gönlünü, ter temiz sevgi hislerinin ulvî ateşi yakıyor ve İlahî feyzi sarıyor. Tarih, öyle büyük insanlar kaydeder ki, birçok büyükler, onlara nispetle küçük kalır."

"Tarihe şerefler veren erler anılırken,
Yükselmede ruh en geniş alemlere, yerden.
Bin rayihanın feyzi sarar ruhu derinden,
Geçmiş gibi Cennetteki gül bahçelerinden. "
Bu derin hakîkati, "Önsöz"ü yazarken bütün azamet ve ihtişamıyla idrak etmiş bulunuyorum. Zîra, azîz ve muhterem okuyucularımıza en derin bir ihlas ve samimiyetle takdim ettiğimiz bu eser, hemen bir asra yaklaşan uzun ve bereketli ömrünün her safhası binlerle harikaya sahne olan gönüller fatihi büyük üstad Bediüzzaman Said Nursî’ye, onun yüz otuz parçadan ibaret olan Risale-i Nur külliyatına ve ahlak
ve fazîletleri, ihlas ve samîmiyetleri, îman ve irfanları ile hayatın her safhasında sadece bir ülkeye değil, bütün insanlık alemine ter temiz örnekler vermekte devam eden Nur Talebelerine aittir.
Bir kitabın "Mukaddeme"sini, o kitabın hülâsası diye tarif ederler. Halbuki, her mevzûu müstakil bir esere sığmayacak kadar derin ve geniş olan bu muazzam kitabın muhteviyatını böyle birkaç sahîfelik mukaddimeye sığdırmak kàbil midir?
Bugüne kadar, acizane yazdığım manzum ve mensur yazılarımın hiçbirisinde bu kadar acz ve hayret içerisinde kalmamıştım. Binaenaleyh, bu eseri derin bir zevk, İlahî bir neşe ve coşkun bir heyecanla okuyacak olanlar, hayranlıkla görecekler ki, Bediüzzaman çocukluğundan beri müstesna bir şekilde yetişen ve bütün ömrü boyunca İlahî tecellîlere mazhar olan bam başka bir alim ve mümtaz bir şahsiyettir.
Ben, bu büyük zatı, eserlerini ve talebelerini inceden inceye tetkik edip de, o nur aleminde hissen, fikren ve rûhen yaşadıktan sonra, büyük ve eski bir Arap şairinin bir beyti ile, çok derin bir hakîkati ifade ettiğini öğrendim: "Bütün alemi bir şahsiyette toplamak, Cenab-ı Hakka zor gelmez. "
Gàyesinin ulviyetinden, davasının ihtişamından ve îmanının azametinden feyiz ve ilham alan bu kutbun cazibesine takılanların adedi günden güne çoğalmaktadır.
Akıllara hayret veren bu ulvî hadise münkirleri kahrettiği gibi, müminleri de şad ve mesrûr eylemekte devam edip gidiyor.
Îmanlı gönüllerde manevî bir rabıta halinde yaşayan bu İlahî hadiseyi büyük bir mücahid, kalpleri vecd içinde bırakan bir üslûpla, bakınız nasıl ifade ediyor:
"Ahlaksızlık çirkefinin bir tûfan halinde her istikàmete taşıp uzanarak her fazîleti boğmaya koyulduğu kara günlerde, onun, yani Bediüzzaman’ın feyzini bir sır gibi kalpten kalbe mukàvemeti imkansız bir hamle halinde intikal eder görmekle tesellî buluyoruz... Gecelerimiz çok karardı; ve çok kararan gecelerin sabahları pek yakın olur."
Evet, bir sır gibi kalbden kalbe mukàvemeti imkansız bir halde yayılıp dağılan bu nûrun memleketin her köşesinde feyiz ve tesirini görenler, hayret ve dehşetler içinde sormaya başladılar:
"Şöhreti memleketimizin her tarafını kaplayan bu zat kimdir? Hayatı, eserleri, meslek ve meşrebi nedir? Tuttuğu yol bir tarîkat mi, bir cemiyet mi, yoksa siyasî bir teşekkül müdür?"
Bununla da kalmadı; derhal, gerek idarî ve gerek adlî çok mühim takipler ve pek ciddî tetkikler, uzun ve müselsel mahkemeler cereyan etti. Neticede, bu İlahî tecellînin gönüller ülkesine kurulan bir "îman ve irfan müessesesi"nden başka birşey olmadığı tahakkuk edince, adaletin İlahî bir sûrette tecellîsi şu şekilde zuhur etti:
Bediüzzaman Said Nursî ve bütün Risale-i Nur eserlerinin beraeti kararı resmen ilan edildi. Ve artık, rûhun maddeye, hakkın batıla, nûrun zulmete, îmanın küfre her zaman galebe çalacağı, ezelden ebede değişmeyecek olan İlahî kànunların başında gelen bir hakîkat olduğu güneşler gibi belirdi.
Herhangi bir iklimde zuhur eden bir ıslahatçının mahiyet ve hakîkatini, sadakat ve samîmiyetini gösteren en gerçek miyar, davasını ilana başladığı ilk günlerle muzaffer olduğu son günler arasında ferdî ve içtimai, uzvî ve rûhî hayatında vücuda gelen değişiklik farklarıdır, derler. Mesela, o adam ilk günlerde mütevazı, alicenap, feragat ve mahviyetkar; hülâsa, bütün ahlak ve fazîlet bakımından cidden örnek olan gàyet temiz ve son derecede mümtaz bir şahsiyetti. Bakalım, cihadında muzaffer olup, hislerde, emellerde, gönüllerde yer tuttuktan sonra yine o eski temiz ve örnek halinde kalabilmiş mi? Yoksa, zafer neşesiyle birçok büyük sanılan kimseler
gibi, yere göğe sığmaz mı olmuş? İşte, büyük küçük herhangi bir dava ve gàye sahibinin mahiyet ve hakîkatini, şahsiyet ve hüviyetini en hakîki çehresiyle aksettirecek olan en berrak ayna budur. Tarih boyunca, bu müthiş imtihanı kazanmanın şaheser misalini, evvela peygamberler ve bilhassa Sultanü’i-Enbiya Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimiz, sonra onun halîfe ve Sahabeleri ve daha sonra onların nurlu yolunda yürüyen büyük zatlar vermişlerdir.
Peygamber Efendimiz, şu, yani "Alimler peygamberlerin varisleridirler" hadîs-i şerifleriyle, alim olmanın pek kolay birşey olmadığını, i’cazkar belagatları ile beyan buyuruyorlar. Zîra, madem ki bir alim, peygamberlerin varisidir; o halde, hak ve hakîkatin tebliğ ve neşri husûsunda, aynen onların tutmuş oldukları yolu takip etmesi lazımdır-her ne kadar bu yol, bütün dağ, taş,çamur, çakıl, uçurum; daha beteri takip, tevkif, muhakeme, hapis, zindan, sürgün, tecrit, zehirlenme, îdam sehpaları ve daha akıl ve hayale gelmeyen nice bin zulüm ve işkencelerle dolu da olsa...
İşte, Bediüzzaman, yarım asırdan fazla o mukaddes cihadı ile bütün ömrü boyunca bu çetin yolda yürüyen ve karşısına çıkan binlerle engeli bir yıldırım süratiyle aşan ve peygamberlerin varisi olan bir alim olduğunu amelî bir sûrette ispat eden bir zattır.
Kendisinin ilmî, ahlakî, edebî birçok fazîlet ve meziyetleri arasında beni en çok meftûn eden şey, onun o dağlardan daha sağlam, denizlerden daha derin, semalardan daha yüksek ve geniş olan îmanıdır. Rabbim, o ne muazzam îman, o ne bitmez ve tükenmez sabır, o ne çelikten irade; hayal ve hatıralara ürpermeler veren bunca tazyik, tehdit, tazib ve işkencelere rağmen, o ne eğilmez baş, ne boğulmaz ses ve nasıl kısılmaz nefestir!
Büyük İkbal’in heyecanlı şiirlerinden aldığım coşkun bir ilham neşesi ile, vaktiyle yazdığım "Mücahid" unvanını taşıyan bir manzûmede, aşağıdaki mısraları okuyanlardan, belki şairane bir mübalağada bulunduğumu söyleyenler olmuştur. Lakin şu mukaddimesini yazmakla şeref duyduğum şaheseri okuyanlar, vecd ile dolu bir hayranlıkla anlayacaklar ki, Allah’ın ne kullan varmış. Eğer bir îman, kemalini bulursa, neler yapar ve ne harikalar doğururmuş?
Bir azm, eğer îman dolu bir kalbe girerse,
İnsan da o îmandaki son sırra ererse,
En azgın ölümler ona zincir vuramazlar,
Volkan gibi coşkun akıyor, durduramazlar.
Keşfü’l-Hafa, 2:1745.
Rabbimden, iner azmine kuvvet veren ilham;
Peygamberi rüyada görür belki her akşam.
Hep nur onun îman dolu kalbindeki mihrab;
Kandil olamaz ufkuna dünyadaki mehtab.
Kar, kış demez; irkilmez, üzülmez, acı duymaz;
Mevsim, bütün ömrünce ılık gölgeli bir yaz.
Cennetteki alemleri dünyada görür de,
Mahvolsa, eğilmez sıra dağlar gibi derde.
En sarp uçurumlar gelip etrafını sarsa;
Ay batsa, güneş sönse, ufuklar da kararsa,
Gökler yıkılıp çökse, yolundan yine dönmez,
Rûhundaki îmanla yanan meşale sönmez.
Kalbinde yanardağ gibi îman ne mukaddes!
Vicdanına her an şunu haykırmada bir ses:
Ey yolcu, şafaklar sökecek durma, ilerle,
Zulmetlere kan ağlatacak meşalelerle.
Yıldızlara bas, çık; yüce alemlere yüksel,
İnsanlığı kurtarmaya Cennetten inen el.

Sanki, bu mısralar îman kahramanı büyük mücahid Bediüzzaman Hazretleri için yazılmış. Zîra bu yüksek sıfatlar, hep onun sıfatlarıdır. Cenab-ı Hak, şu ayet-i kerîmede, bakınız, mücahidlere neler vaad ediyor:

Meal-i Şerîfi: "Bizim uğrumuzda mücahede edenlere mutlaka yollarımızı gösteririz. Ve hiç şüphe yok ki, Allah muhsinlerle-Allah’ı görür gibi ibadet eden mücahidlerle-beraberdir. "
Demek ki, îman ve Kur’ân uğrunda, candan ve cihandan en mücahidlere, büyük Allah, hakîkat ve hidayet yollarını göstereceğini vaad buyuruyor. Haşa; Cenab-ı Hak vaadinde hulf etmez; yeter ki, bu azîm va’d-i İlahîyi îcap ettirecek şartlar tahakkuk etsin.
Bu ayet-i kerîme, Üstadın karakter ve şahsiyetini tahlil husûsunda bize nurdan bir rehber oluyor ve o nûrun billûr ışığı altında artık en ince çizgileri ve en hassas noktaları görüp sezebiliyoruz. Zîra, madem ki bir insan Cenab-ı Hakkın hıfz ve himayesinde bulunmak nîmetine mazhar olmuştur; artık onu için korku, endişe, üzüntü, yılma, usanma, vesaire gibi şeyler bahis mevzuu olamaz.
Ankebût Sûresi: 69.
Allah’ın nûru ile nurlanan bir gönlün semasını hangi bulutlar kaplayabilir? Her an huzûr-u İlahîde bulunmak bahtiyarlığına eren bir kulun ruhunu, hangi fanî emel ve arzular, hangi zavallı teveccüh ve iltifatlar ve hangi pespaye gàye ve ihtiraslar tatmin, teskin ve tesellî edebilir?
Allah’tır onun yarı, mürebbîsi, velisi;
Andıkça, bütün nur oluyor duygusu, hissi.
Yükselmededir marifet iklimine her an,
Bambaşka ufuklar açıyor rûhuna Kur’an.
Kur’an ona yad ettiriyor, "Bezm-i Elest"i,
Aşık, o tecellînin ezelden beri mesti.
İşte, Bediüzzaman böyle harikalar harikası bir inayete mazhar olan mübarek bir şahsiyettir. Ve bunun içindir ki, zindanlar ona bir gülistan olmuş; oradan ebediyetlerin nurlu ufuklarını görür. İdam sehpaları, birer vaaz ve irşad kürsüsüdür; oradan insanlığa ulvî bir gàye uğrunda sabır ve sebat, metanet ve celadet dersleri verir. Hapishaneler birer Medrese-i Yûsufiyeye inkılap eder; oraya girerken, bir profesörün üniversiteye ders vermek için girdiği gibi girer. Zîra oradakiler, onun feyz ve irşadına muhtaç olan talebeleridir. Her gün birkaç vatandaşın îmanını kurtarmak ve caniléri melek gibi bir insan haline getirmek, onun için dünyalara değişilmez bir saadettir.
Böyle bir yüksek îman ve ihlas şuuruna malik olan insan, hiç şüphesiz ki, zaman ve mekan mefhumlarının fanîler üzerinde bıraktığı yaldızlı tesirleri kesif madde aleminde bırakarak, rûhu ile maneviyat aleminin pırıl pırıl nurlar saçan ufuklarına yükselmiş bir haldedir. Büyük mutasavvıfların (r.a.) fenafillah, bekàbillah diye tarif ve tavsif buyurdukları yüksek mertebe, işte bu kudsî şerefe nail olmaktır.
Evet, her müminin kendine mahsus bir huzur, huşû, tefeyyüz, tecerrüd ve istiğrak hali vardır. Ve herkes, îman ve irfanı, salah ve takvası, feyiz ve maneyivatı nispetinde bu İlahî hazdan feyizyab olabilir. Lakin, bu güzel hal, bu tatlı visal ve bu emsalsiz haz, geçen ayet-i kerîmedeki ihsan erbabı olan o büyük mücahidlerde her zaman devam ediyor. Ve işte onlar bu sebepten dolayıdır ki, Mevlayı unutmak gaf letine düşmüyorlar. Nefisleri ile, aslanlar gibi bütün ömürleri boyunca çarpışıyorlar. Ve hayatlarının her lahzası, en yüksek terakkî ve tekamül hatıraları kaydediyor. Ve bütün varlıkları o Cemal, Kemal ve Celal sıfatları ile muttasıf olan Rabbü’ 1-Alemînin rızasında erimiş bulunuyorlar.
Mevla; bizleri de o bahtiyarlar zümresine ilhak eylesin, amin.
Yukarıdaki sahifelerde, Büyük Üstadın, dostlarını meftûn ve hayran ettiği kadar da düşmanlarını dehşetler içerisinde bırakan azametli îmanından bahsettik. Biraz da mümtaz şahsiyeti, nurdan bir hale halinde sarmakta olan üstün meziyetlerinden, ahlak ve kemalatından bahsedelim.
Malûm ya, her şahsiyeti, muhtelif ve muayyen meziyetler çerçeveler. Binaenaleyh, Üstadın şahsiyetini tekvin eden başlıca sıfatlar şunlardır:
Feragati
Bir dava sahibinin ve bilhassa ıslahatçının muvaffakiyet şartlarının en mühimmi feragattir. Zîra gözler ve gönüller bu mühim noktayı en ince bir hassasiyetle tetkik ve takibe meyyaldirler. Üstadın bütün hayatı ise, baştan başa feragatin şaheser misalleriyle dolup taşmaktadır.
Allame Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi merhumdan, feragate ait şöyle bir söz işitmiştim: "İslam, bugün öyle mücahidler ister ki, dünyasını değil, ahiretini dahi feda etmeye hazır olacak."
Büyük adamdan sadır olan bu büyük sözü tamamen kavrayamadığım için, mutasavvıfların istiğrak hallerinde söyledikleri esrarlı sözlere benzeterek, herkese söylememiş ve olur olmaz yerlerde de açmamıştım. Vaktaki aynı sözü Bediüzzaman’ın ateşler saçan heyecanlı ifadelerinde de okuyunca, anladım ki, büyüklere göre feragatin ölçüsü de büyüyor.
Evet, İslam için bu kadar acıklı bir feragate katlanmaya razı olan mücahidleri, Erhamürrahimîn olan Allah-ı Zülkerîm Teala ve Tekaddes Hazretleri bırakır mı? O fedai kulunu lütuf ve kereminden, inayet ve merhametinden mahrum etmek şanına-haşa-yakışır mı?
İşte, Bediüzzaman, bu müstesna tecellînin en parlak misalidir. Bütün ömrü boyunca mücerred yaşadı. Dünyanın bütün meşrû lezzetlerinden tamamen mahrum kaldı. Bir yuva kurmak ve orada mesut bir aile hayatı geçirmek sevdasına düşmeye vakit ve fırsat bulamadı. Fakat, Cenab-ı Hak, kendisine öyle şeyler ihsan etti ki, fanî kalemlerle tarif olunamayacak kadar muazzam ve muhteşemdir.
Bugün, dünyada hangi bir aile reisi manen Bediüzzaman Hazretleri kadar mesuttur? Hangi bir baba, milyonlarla evlada sahip olmuştur? Hem de nasıl evlatlar!. Ve hangi bir üstad, bu kadar talebe yetiştirebilmiştir?
Bu kudsî ve rûhî rabıta-Biiznillahi Teala-dünyalar durdukça duracak ve nurdan bir sel halinde ebediyetlere kadar akıp gidecektir. Çünkü, bu İlahî dava, Kur’an-ı Kerîmin nur deryasında tebellür eden bir varlık olduğu gibi, Kuran’dan doğmuş ve Kuran’la beraber yaşayacaktır.
Şefkat ve Merhameti
Büyük Üstad, hak ve hakîkati ta çocukluğunda bulmuştu. Kalbinin feryadını ve rûhunun münacatını dinlemek için mağaralara kapandığı günlerde bile, ibadet ve taatten, tefekkür ve murakabelerden feyiz ve huzur almanın zevkine ermiş olan bir "Arif-i Billah" idi.
Lakin, karanlık gece dalgalarını andıran korkunç küfür ve ilhad kabusunun Müslüman dünyasını ve dolayısıyla memleketimizi kaplamak üzere olduğu o tehlikeli günlerde, yatağından fırlayan bir aslan gibi, yanardağları andıran bir kükreyişle cihad meydanına atıldı. Bütün rahat ve huzurunu bu mukaddes davaya feda etti. Ve işte bu hikmete mebnîdir ki, o günden beri, her sözü bir dilim lav, her fikri bir ateş parçası olmuş; düştüğü gönülleri yakıyor, hisleri, fikirleri alevlendiriyor.
Büyük Üstadın tam bir uzlet ve inzivadan sonra, tekrar irşad ve cemiyet hayatına atılması, aynen İmam-ı Gazalî’nin hayatında geçirmiş olduğu o mühim ve tarihî merhaleye benzemektedir. Demek ki, Cenab-ı Hak, büyük mürşitleri, böyle, bir müddet inzivada terbiye, tasfiye ve tezkiye ettikten sonra tenvir ve irşad vazifesiyle mükellef kılıyor. Ve bu sebepledir ki, bir ma-i mukattardan daha temiz ve berrak olan yüreklerinden kopup gelen nefesler, kalplere akseder etmez, bam başka tesirler icra ediyor.
Arz ettiğim gibi, İmam-ı Gazalî’nin bundan dokuz yüz sene evvel ahlak ve fazîlet sahasında yapmış olduğu fütuhatı, bu asırda, Bediüzzaman îman ve ihlas vadisinde başarmıştır.
Evet, Hazret-i Üstadı bu müthiş cihad meydanlarına sevk eden, hep bu eşsiz şefkat ve merhameti olmuştur. Ve bunu bizzat kendisinden dinleyelim:
"Bana, `Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkında değilim; karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor, içinde evladım yanıyor, îmanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, îmanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda birisi beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış, ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hadise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!.. "
İstiğnası

__________________
SusKun ve Sessiz Mürekkep...


Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver
Cevapla

Etiketler
asa-yı musa


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Muz (musa) Ecrin Alternatif Tıp 0 08 Ağustos 2013 00:43
Ebû Mûsa El-Es'arî Liaaa İslamiyet 0 11 Şubat 2012 20:21
Asa-yı Musa Swat İslamiyet 2 16 Ocak 2012 22:08
Hz. Ebu Musa El-Eş'arî (r.a.) Kalemzede İslam Alimleri 0 26 Eylül 2011 01:29