18 Ocak 2015, 16:44 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Rabbani Yol ve Sünnetullah (Yolda Vahdet) Müslümanları ezmek isteyen şeytan ve dostları, bu emperyalist arzularına ulaşabilmek için müslümanları parçalamayı, çeşitli grup ve ekollere ayırmayı kaçınılmaz görerek sistemli bir çalışmaya girmişler ve neticede bu arzularına ulaşmışlardır. Kur’an’ı Kerim bu şeytani yaklaşımdan şöyle bahsetmektedir. Gerçekten Firavun yeryüzünde büyüklenmi ş ve bulunduğu yerin halkını bir takım fırkalara bölmüştü; onların bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı. Kasas 4 Firavun, halkı birtakım fırkalara neden bölmüştü? Neden buna gerek duymuştu? İnsan ve toplum üzerinde yeterli araştırma yapan kimseler bunun nedenini ve Firavun’un maksadını açıkça anlayabileceklerdir. İnsanlarda muhalefet duygusu olduğu gibi, insanlardan meydana gelen toplumlarda da muhalefet duygusu vardır. Hele ki bu toplumların başında Firavun veya Firavun’a benzer kimseler bulunuyor ve halka zulmediyor ise bu halkın, başta bulunan Firavunlara aşırı muhalif olacakları aşikârdır. Halk bir bütün ise halktaki muhalefet duygusu da bütünleşecek ve bütünleşen bu muhalefet, Firavunların zulme dayalı saltanatlarını devirebilecekler. Firavunların hem zulmetmeleri ve hem de zulme dayalı saltanatlarını devam ettirebilmeleri için, halkı birbirine muhalif olan çeşitli gruplara ve partilere bölmeleri gerekmektedir. Bu yapıldığı zaman toplumdaki muhalefet duygusu, partiler ve gruplar arasındaki komplo sürtüşmelere kanalize edilebilecek ve neticede toplumdaki muhalefet potansiyeli, toplumun kendi bünyesinde pasifize olacaktır. Halkı çeşitli guruplara ayıran ve bu grupların üzerinde bulunan Firavun ise birbirine muhalif olan grupları perde arkasından kısmi olarak destekler ve kuvvetlenen grubu zayıflatmak için diğer grupları teşvik eder ve bu gruplara yardım ederse, bu gruplar tarafından yardımı kutsal bir aziz durumuna getirilecektir. Nitekim halkında müslüman olan ülkelerde İslam adı ile ortaya çıkan birçok grup, çağdaş firavunların gizli yardımlarına mazhar olmakta ve bu yardımların kesilmemesi için Firavunlara değil, Firavunlara düşman olan müslümanlara düşmanlık yapmaktadırlar. Birçok ülke sınırları içerisinde yürürlükte olan bu senaryo, o ülkelerdeki firavunlar tarafından hazırlanmakta ve tatbik edilmektedir. Milliyetçilik propagandasıyla ümmet ve ümmet anlayışından uzaklaştırılan müslümanlar, ırkçılık propagandasıyla yaşadıkları coğrafi sınırlarda tekrar bölünmeye uğratılmışlardır. Bölme ve parçalama eylemleri bununla da kalmayıp, mezhebi taassubun gündeme getirilmesi ve tahrik edilmesi neticesinde, birbirine karşı katı ve müsamahası mezhebi bloklaşmalar ortaya çıkmıştır. Mezhebi dairelere hapsedilen müslümanlar, yaşadıkları bu düzlemde de birlik ve beraberliği sağlayamamışlar, bu düzlemde de değişik gruplara ayrılmışlardır. Bu gibi parçalayıcı operasyonlardan geçen müslümanlara, Eritre’deki müslümanların durumunu belirterek onlardan duygulanmalarını ve Eritre’deki müslümanların eylemlerine sahip çıkmalarını beklemek, elbetteki ütopik bir yaklaşımdır. Müslümanlar o hale getirilmiştir ki, kendi mahallesinde oturan müslümanlarla bile grupsal taassup yüzünden kucaklaşmamaktad ırlar. Ne hazindir ki bazı gruplardaki müslümanlar, bu parçalanmadan rahatsız olmamakta ve “Rabbin rızasına giden binlerce yol vardır. Hedef tepeye çıkmaksa siz o yamaçtan, biz bu yamaçtan ilerleyelim.” şeklindeki ifadelerle, durumlarını haklı göstermeye çalışmaktadır. Bu kimseler “Rabbin rızasına giden binlerce yol vardır” görüşünü, yanlış ve saçma bir yaklaşımla savunmaktadırlar. Herhangi bir insanı sırat-ı müstakime ulaştıracak olan değişik yollar, değişik vesileler vardır. İnsanların sırat-ı müstakime ulaşmasında birer vesile olan bu yollar çok sayıda olmasına rağmen sırat-ı müstakim bir tanedir. Allah (c.c.)’ın rızası, sırat-ı müstakimde olan müslümaları kuşatacaktır. Meselemizi bu şekilde anladığımız zaman “Rabbin rızasına giden binlerce yol vardır” görüşünü, Rabbin rızası sırat-ı müstakimde olduğu için “İnsanları sırat-ı müstakime ulaştırabilecek olan binlerce yol (vesile) vardır” şeklinde açıklayabiliriz. Nitekim değişik vesilelerden ve yollardan sırat-ı müstakime ulaşan birçok kardeşimiz vardır. İdrak etmemiz gereken husus, sırat-ı müstakime ulaşmadan birer vesile durumunda olan yollar çok sayıda olmasına rağmen sırat-ı müstakim bir tanedir. İlim ve insaf sahibi her müslüman, şanı yüce Rabbimizin kendi rızası için bir araya gelen bütün müslümanlara birçok yollar değil, tek bir yol gösterdiğine şahadet edeceklerdir. Her gün defalarca okunan Fatiha suresinde “Bizi doğru yola ilet” hükmüyle yolun tek olduğu vurgulanmış, bu nedenle “Bizi doğru yollara ilet” şeklinde bir ifade kullanılmamıştır. Al-i İmran süresindeki “Allah’ın ipine topluca sanlın, ayrılmayın..” buyruğunda da aynı gerçek zikredilmektedir. Ayrıca Kur’an ve Sünnet’e bir bütün olarak yönelen her müslüman görecektir ki, müslümanlar tek bir yola davet edilmekte ve bu yoldaki müslümanlara tavır birliğine girmeleri emredilmektedir. Kur’an ve Sünnet’in bütünlüğündeki bu Rabbani gerçeği müşahade ederek bakışlarını günümüz müslümanlarına çevirecek olan kardeşlerimiz ise önce üzülecekler, sıkıntıya düşecekler ve İlahi vahyin ağırlığını omuzlarında hissedeceklerdir. Yaşanan olayın güç ve zor tarafı müslümanların çeşitli gruplara bölünmüş olmaları değil, bu gruplardaki müslümanların İslami kişilikten uzaklaşmış olmalarıdır. Değişik nedenlerle çeşitli gruplara bölünen müslümanlar İslami kişiliğe sahip olsalar, ihtilaf ettikleri meselelerde Kur’an ve Sünnete yönelecekler ve muhkem ayetlerin gölgesinde bütünleşebileceklerdir. Fakat ne yazık ki değişik gruplardaki birçok müslüman, içinde bulunduğu grupta erimiş, kimliğini ve kişiliğini kaybetmiştir. Bu kimseler Kur’an’ı Kerim’le yüzyüze gelmemekte, İlahi vahiyle kendileri arasında abileri, üstadları, hocaları bulunmaktadır. Rabbani ölçüden uzak bir teslimiyetle bağlandıkları hocalarına “Bu hükmün kaynağı nedir?” veya “Bulunduğumuz ortam ve konumda Rabbimiz bizlere ne yapmamızı emrediyor?” sorusunu sorabilecek bilinç ve cesaretten uzak olan bu kimseler, hocaları ne derse onu yapmaktadırlar. Sıradan kabul ettikleri bir müslüman, kendilerini Rabbani bir hükümle ikaz ettiği zaman, yüce payeler verdikleri efendileri ile o müslümanı kıyas etmekteler ve “Bunları sen biliyorsun da, hocam bilmiyor mu?” diyerek gülüp geçmektedirler. Onların güldükleri bu duruma, bizler elbetteki gülmüyoruz, gülemiyoruz!. Çünkü İlahi ölçülerden uzak böylesi yaklaşımlar, bir hocayı veya bir üstadı putlaştıran yaklaşımlardır. Meydandaki putları kırmaya talip olan bu kimselerin, öncelikle gönüllerine yerleştirdikleri ve gönüllerinde yaşattıkları bu putları kırmaları gerekmektedir. Aşılması gereken ilk engel ve kırılması gereken ilk put budur. Allah adını kullanmalarına rağmen insanları Sırat-ı Müstakime değil de, kendi kişisel görüşlerinden kaynaklanan beşeri yollara davet eden kimseler, insanları Sırat-ı Mustakim’den engeleyen Lat, Menat, Uzza gibi birer putturlar. Mekke’li müşrikler Lat, Menat, Uzza gibi putlara ibadet ederlerken nasıl ki “Biz bunlara, bizleri Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” demislerse, zamanımızda ki birçok şaşkın da, hocalarının veya şeyhlerinin Kur’an ve Sünnet’e zıd olan görüşlerine itaat ederlerken “Biz hocalarımıza veya şeyhlerimize, bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye itaat ediyoruz” demektedirler. İşte bu itaat ile yapılan ibadet, Allah’a ibadet etmek değil, Allah’tan başkasına ibadet etmektir. Çünkü itaat ettikleri hüküm, Allah’ın hükmü değildir. Hiç şüphesiz ki Allah’a itaat edenlere ve insanları Allah’a davet edenlere itaat etmek, Allah’a itaat etmektir. Nitekim “Resule itaat, Allah’a itaattir.” buyruğu bizlere bu gerçeği beyan etmektedir. Fakat insanları Allah’a ve Allah’ın razı olacağı Sırat-ı Müstakime davet etmeyip de, parça parça aldıkları Kur’an’ı Kerim ayetlerine dayanarak kendi sapık yollarına davet eden kimselere itaat etmek, en açık ifadesiyle kendilerini putlaştıran bu kimselere itaat ve ibadet etmektir. Bu gibi kimselere körü körüne itaat eden ve bu kimseleri her türlü Rabbani tenkidden tenzih eden kimseler, nasıl bir sapıklığa düştüklerini mutlaka ve mutlaka anlayacaklardır. Tabi ki müslümanlar olarak, bu kimselerin ölmeden önce durumlarını idrak etmelerini ve Sırat-ı Müstakim’e bir an önce kavuşmalarını temenni ediyoruz. İnsanların birer beşer olduklarını, yanılabileceklerini veya hata yapabileceklerini kabul etmeliyiz. “Ben alimim!” psikolojisi ile insanlara yukarıdan bakan kimseler, gerçekte cahil olan kimselerdir. Çünkü gerçek alimler, bilmedikleri birçok mesele olduğunu idrak eden ve hak bir söz çocuktan dahi gelse, bu hakkı kabul ederek o çocuğa “Bana bunu öğrettiğin için Allah senden razı olsun” diyebilen kimselerdir. Nitekim Hz. Ömer (r.a.) kendi görüşü ile dul bir kadının görüşü çatıştığı zaman, meseleyi Rabbani düzlemde değerlendirerek kadının görüşünü kabul etmiş ve halife olmasına rağmen “Burada herkes Ömer’den daha fakih” diyerek, makam ve unvana değer verenlerin kavrayamayacağı bir tavır göstermiştir. Değişik ve birbirlerine muhalif gruplardaki müslümanlara “Resulullah (s.a.v.) aramızda olsaydı, hangi grubu tasvip ve kabul ederdi?” şeklinde bir soru sormayacağız. Çünkü ne gibi cevaplar geleceği bilinmektedir. Bu nedenle ilk soruyu geçiyor ve değişik fırkalara ayrılan müslümanlara şunu sormak istiyoruz. “Resulullah (s.a.v.) aramızda olsaydı, bu fırkalaşmalara, bu gruplaşmalara rıza gösterir miydi?” Temiz akıl sahibi kardeşlerimiz “Elbetteki rıza göstermezdi!” diyeceklerdir. Peki ne yapardı? Resulullah (s.a.v.)’i yeterince tanıyan kardeşlerimiz, bu soruya da “Tüm müslümanları İlahi vahyin bütünleyici buyruğunda toplardı” diyeceklerdir. Evet. Resulullah (s.a.v.) aramızda olsaydı, parça parça olan biz müslümanları İlahi vahyin bütünleyici buyruğunda toplardı. O halde ne yapalım? Yahudilerin “Musa bize dönene kadar, buna (puta) sarılmaktan vazgeçmeyeceğiz.” (20-Taha 91) dedikleri gibi, bizler de ” Ya Rabbi, Resulullah (s.a v.) bize dönene kadar, biz bu parçalanmaktan, bu gruplaşmaktan vazgeçmeyeceğiz!” mi diyelim? Oysa ki alimler peygamber varisidir. Peygamber varisi olmak, bunu bir ünvan kabul ederek müslümanlardan hürmet ve saygı beklemek değildir. “Ben alimim, ben peygamber varisiyim” diyen kişilerin, bu peygamber görevini üstlenmeleri ve üstlenen kardeşlerine yard ımcı olmaları gerekir. Bir köşeye çekilerek “Biz hak yolday ız, birleşmek isteyenler bize gelsin” şeklinde ifadeler kullanmak, müslümanları hiçbir zaman bir araya getirmeyecektir. Çünkü birçok gruptan bu gibi sesler gelmekte ancak hiçbirisi Kur’an ve Sünnetin bütünlüğünde haklılığını ortaya koymamaktadır. Meseleyi bu şekilde dile getirişimiz, birçok kişilerce hoş karşılanmayacak ve bazı müslümanlar duygusal olarak feveran edeceklerdir. Çünkü bu müslümanlar meselelere yaklaşış mantıklarıyla kendilerini hak yolda bilmekte ve buna yürekten inanmaktadırlar. Genellikle birçok grupta hakim olan bu mantığı biraz açmamız ve açıklamamız gerekmektedir. Tevhidi yolu ve bu yolda yaşanması gereken hükümleri, namaz ve namaza ait hükümlere benzetirsek, meselenin anlaşılması daha kolay olacaktır. Hepimizin bildiği gibi namazla ilgili niyet, tekbir, kıyam, kıraat, ruku, secde ve tesbih hükümleri vardır. Namaz kılmak isteyen bir müslüman, bu hükümlerin hepsiyle muhatap olmakta ve bu hükümleri sırasına göre yerine getirmektedir. Namazı bir bütün olarak kavrayamayan herhangi bir insan, namaza ilişkin hükümlerden sadece secde hükmünü alır ve sadece secde ederse, elbette namaz kılmış olmaz. Kendisini haklı çıkarmak için; “Kur’an’ı Kerim’in birçok yerinde secde hükmü vardır. Resulullah (s.a.v.) de secde etmiştir. Biz bu nedenle secde ediyor ve diğer insanları da secdeye davet ediyoruz” diyen bu kimse, meseleye yaklaşış mantığı ile kendisini haklı sanacaktır. Çünkü eylemine Kur’an ve Sünnet’ten delil getirdiğine inanmaktadır. Bu kimse secde hükmünü esas aldığı gibi başka kimseler de kıyam, rüku veya tesbih hükmünü esas alabilecekler ve yerine getirdikleri bu kısmi ameller ile namaz kıldıklarını zannedeceklerdir. Oysa namazı ihya etmek isteyen kişi nasıl ki namazla ilgili rükünlerin hepsine muhatap oluyor ve bu rükünleri sırasına göre yerine getiriyorsa; tevhidi yola ait hükümlere de aynı bilinçle yaklaşılması gerekmektedir. Namaza ait birkaç hükmü alıp, sadece bu hükümleri ihya etmek isteyen kimseler ile tevhidi yola ait hükümlere gelişi güzel yaklaşıp, bazı hükümleri ihya etmek isteyen kimselerin meseleye yaklaşış mantıkları aynıdır. Nitekim Kur’an ve Sünnete gelişigüzel yaklaşan birçok grup, bazı hükümleri ihya etmeye çalışmaktalar ve bu hükümlerin kaynaklarını zikrederek haklı olduklarına inanmaktadırlar. Halbuki tüm müslümanlar, Kur’an’ı Kerim’de beyan edilen tevhidi tavırların hepsine muhataptırlar. Ancak bu tavırları eylem safhasına geçirecekleri zaman, konumlarını ve Kur’an’ı Kerim’de belirtilen hareket metodunu dikkate almak zorundadırlar. Bu inceliği kavramadan Rabbani hükümlere gelişi güzel yaklaşan kimseler, Rabbani hükümlerin hikmetiyle hiçbir zaman karşılaşamayacaklardı. Çünkü Rabbani bir hükmün hikmetiyle karşılaşabilmek için, o hükmü zamanında, mekanında ve İlahi ölçülere uygun olarak yaşamamız gerekmektedir. Fikirlerde vahdet sağlamadan, tavırlarda vahdet sağlamak mümkün değildir. Bu vahdetin sağlanabilmesi için öncelikle metod konusunda mutabık kalınmalıdır. Birçok grubun bu meselede takip ettikleri metod, ıslahatçı bir metoddur. Bu kimseler mevcut durumu düzeltmeye, kusurlarını gidermeye ve iyileştirmeye çalışmaktadırlar. Bu metod, İslamın hakim olduğu bölgeler için geçerli bir metoddur. İslamın hakim olduğu toplumlarda yaşayan müslümanlar, bu toplumsal yapıyı düzeltmekle ve kusurlarını gidermeye çalışmakla mükelleftirler. Nitekim bu toplumlardaki müslümanlar bid’at ve hurafelere karşı amansız bir mücadele verme durumundadırlar. Ancak söz konusu bid’atlar, hurafeler ve batıl görüşler İslami bir yapıyı ortadan kaldıracak boyutlara ulaşmışsa ve netice olarak İslami bir yapı ortadan kalkmışsa, ıslahatçı metodu takip etmek anlamsızdır. Şeytani otoritelerin hakim olduğu bir bölgede ıslahatçı metodu takip etmek, şeytani yapıların bazı İslami motiflerle kamufle edilmesine ve dolayısıyle müslümanların bu yapıyı sahiplenmelerine neden olacaktır. Bid’at ve hurafelerin her alanı kuşattığı bir ortamda, bid’at ve hurafelere karşı mücadele vermek ile pislik çukuruna düşen bir insanın pislikleri bir parça pamukla temizlemeye çalışmak arasında bir fark yoktur. Oysa ki bu insanın pisliğe batmış elbisesini temizlemeye çalışmak yerine, o elbiseyi çıkartarak yeni ve temiz bir elbise vermek durumundayız. Daha açık bir ifadeyle, tevil ve tahrif edilmiş geleneksel din anlayışını bid’at ve hurafelerden temizlemeye çalışmakla değil, İslam dinini tüm berraklığı ile ortaya koymak ve insanları yaşadığımız bu dine davet etmekle mükellefiz. Bu metod ise ıslahatçı değil, inkılabi bir metoddur. Bazı kimseler “Bu gerçekleri müslüman halk anlamaz, alimler bu meseleyi kendi aralarında halletmelidir” diyorlar. Bu görüşe tabi ki katılmıyoruz. Çünkü tüm müslümanlar Allah ‘a inanarak, nefislerine hoş gelmesine rağmen birçok haramları terkederek ve nefislerine ağır gelse de birçok Rabbani eylemleri yerine getirerek akıllı, gerçekten akıllı olduklarını göstermektedirler. Meselelerimizi müslümanlara açık bir şekilde gündeme getirirsek, her müslüman gücü nisbetince meselesini kavrayacak, gitmekte olduğu ve gitmesi gereken yolu net ve açık bir şekilde görebilecektir. Bundan bir süre önce cephede şehid olan bir kardeşimiz, şehid mezarlığına götürülürken vasiyeti gereği çıplak elleri tabuttan çıkarılmış ve gözleri kapatılmamıştır. Şehid olan kardeşimiz bunun nedenini vasiyetinde şöyle açıklıyor. “İnsanlar çıplak ve boş ellerimi görsünler ki, bu dünyadan hiçbir şey götürmüyorum. Açık olan gözlerimi de görsünler ki, ben bu yola gözü kapalı girmedim.” Müslüman yolunu böylesine bilmelidir, müslüman yolunu böylesine görmelidir. Yaşadığımız çağ, bu şekilde kutlu müslümanların da bulunduğu bir çağdır. Böylesi kardeşlerimiz olduğu için Rabbimize hamd ediyor, diğer kardeşlerimizin de hak yolu görmelerini, hak yolu kavramalarını ve hak yolda bütünleşmelerini diliyoruz. | |
|
Etiketler |
rabbani, sünnetullah, vahdet, ve, yol, yolda |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Rabbanî | Desmont | Osmanlı Türkçesi Sözlüğü | 0 | 02 Kasım 2014 15:17 |
İmam-ı Rabbani | hAte | İslamiyet | 0 | 25 Ekim 2014 17:09 |
Mektubat-ı Rabbani | hAte | İslamiyet | 0 | 25 Ekim 2014 16:44 |
Mektubat-ı Rabbani | KarakıZ | İslamiyet | 0 | 26 Aralık 2011 15:54 |
Şeyh Amr Rabbânî | Kalemzede | İslam Alimleri | 0 | 09 Kasım 2011 12:22 |