21 Ağustos 2014, 18:38 | #1 | |
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | MODERN ÇAĞIN SALİHA KADINLARI Geçmişte yaşayan salih ve saliha insanlara ait rivayetleri okurken onların artık ulaşılması imkansız bir noktada durduğunu düşünmeden edemiyoruz. Bir yanda içinde bulunduğumuz çağın karanlığı bir yanda kemalat ehlinin aydınlık yüzü… Bu iki olgu asla yan yana gelmez yanılgısına düşüp “Bu zamanda böyleleri olmaz” diyerek hem kendimiz hem başkaları için ardına kadar açık duran ıslah kapısını görmezden geliyoruz aslında. Tam bu noktada, konuyla ilgili görüşlerini sorduğumuz Araştırmacı Yazar Şemseddin Bektaşoğlu, “Bu kapının kapandığını söylemek Allah Teala’nın Rabbü’l-alemin ism-i şerifinin tecellilerini inkar etmek olur” diyerek önemli bir hususa dikkatimizi çekiyor ve ekliyor: “Rabb, bir manasıyla da terbiye edici demektir. Kainattaki her varlık, bu ismin tecellisine mazhar olur ve kemalat kesbeder. Allah Teala’nın isminin tecellisinde inkıta söz konusu olamayacağına göre insanların arasında her zaman bu ismin tecellisi ile kemale eren güzel ahlak sahibi kullar olmuştur, olmaya da devam edecektir.” Şemseddin Bektaşoğlu, salih insan olmaya götüren kapının kıyamete kadar açık kalmasının gerekliliğini de şu sözlerle anlatıyor: “İslam dini fıtrattaki vicdanı inkişaf ettirir. Mademki bu din kıyamete kadar devam edecek, vicdanların onunla inkişaf etmesi de kaçınılmazdır. Peygamberlik müessesesi sona erdi fakat zahir ve batın ilimlerde Efendimiz’in (s.a.v) varisi olan ulema her devirde olmuştur, olacaktır. Bu sebeple İslam dinini yaşayarak, sünnet-i Rasulullaha tabi olarak, mürşit terbiyesi ile güzel ahlaka erişen kadın ve erkek müminler her devirde olacaktır.” “Peki, insanları bu devirde güzel ahlaklı, salih kimselerin olamayacağı düşüncesine iten nedir?” diye sorduğumuzda Bektaşoğlu, “İlim eksikliği” diyor ve can alıcı gerçeği şu sözleriyle dile getiriyor: “Kötü ahlaklarından rahatsız olan insanlar, fıtratlarındaki vicdanın itirazlarını bu yöntemle susturuyorlar.” Gelin biz tam tersini yapalım ve vicdanımızın sesine kulak verip beraberce bu kapıdan içeri uzatalım başımızı. Kitap sayfalarında değil, yakın zamanda aramızda yaşamış olan; modern çağın -isimleri bizde mahfuz- saliha kadınlarını okuyalım bu defa… Onlar gibi bir ömür sürüp onlar gibi Hakk’a yürümek dileği ile... BU HANIMIN BİR İKİNCİSİ DAHA VAR MI? Zümra Hanım, hikayesi gıpta ve hayranlıkla okunacak bir hanım. Ahlaki zaafların ayyuka çıktığı, insanların bencillikte birbirleriyle yarışır oldukları şu zamanda sanki bir tezkiretü’l-evliya sayfasından bizim keşmekeşimizin ortasına düşmüş gibi. Tıp fakültesinde öğrenci iken manevi rızkı genişliyor ve kendisine dini hakikatlerle tanışmak nasip oluyor. Mezun olduktan sonra o günün şartları, öğrendiği hakikatlerle çeliştiği için uzmanlık sınavına girmiyor. Uygun ortam bulamadığı için bir müddet mesleğini de aktif olarak icra edemiyor. Bir süre sonra hanımların cerrahi müdahaleler konusunda hanım doktor bulmada yaşadığı sıkıntıyı fark ediyor ve şartların da nispeten iyileşmesiyle genel cerrahi branşında uzmanlaşmaya karar veriyor. Zümra Hanım’ın bu branşı seçmekteki amacı bu alandaki hanım doktor ihtiyacını karşılamak olmakla beraber kendisinin “hizmet şuuru” elbette bu düşüncesiyle sınırlı değilmiş. İnsanlara faydalı olmayı hayatının o kadar merkezine yerleştirmiş ki bu amaca ulaşmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyormuş. Öyle ki onunla kısa bir süre beraber olan herkes iyilikseverliği ve tevazusu karşısında hayretler içinde kalıyormuş. Ahbaplarından Latife Hanım onun bu yönüne şu şekilde işaret ediyor: “Zümra Hanım çok yoğun ve ağır şartlarda çalışmasına rağmen hastalara karşı daima güler yüzlüydü. Günde belki yüzlerce hastayla muhatap olmasına rağmen her birini iyi hissettirecek enerjisi vardı. Onun hastalarına muamelesi insanlığının ve yüksek ahlakının en önemli izharıydı. Çalıştığı hastanede diğer birçok doktor, hastalarına yoğunluktan ötürü ‘Hoş geldiniz’ bile diyemezken, Zümra Hanım büyük bir sabırla kendisinden medet umanları memnun etmeye çalışırdı. Üstelik ne kadar zor olursa olsun bundan kendisi de memnuniyet duyardı.” Latife Hanım tüm bu anlattıklarından sonra Zümra Hanım’la ilk tanışmasında onun ahlakına hayran kaldığını, “Acaba bu hanımın bir ikincisi daha var mıdır?” diye düşünmeden edemediğini söylüyor ve ekliyor: “Bir insan hiç mi yorulmaz, hiç mi bıkmaz, hiç mi morali bozulmaz? Her durumda sükunetini ve iyi niyetini muhafaza edebilmesine hala şaşırırım…” Mesai arkadaşları ise Zümra Hanım’dan şöyle bahsediyor: “Birisi ona bir kötülük yapsa, bir kırıcı söz söylese yahut vazifesi olmayan bir iş yüklese; o olaydaki olumsuz yönleri kesinlikle fark ederdi. Fakat ‘Mutlaka bir mazereti vardır’ diyerek üstünde durmazdı. Kendini öyle kodlamış, onun için her durumda herkesin bir mazereti vardır. Başka türlüsünü düşünmez ve söyleseniz de kabul etmezdi.” Zümra Hanım’la ilgili anlatılanlar bir an Hz. Ali’nin (r.a) şu sözünü anımsatıyor: “Kardeşinin mazeretini kabul et, mazereti olmadığı takdirde ona mazeret bul.” BİR İŞTEN YORULDUĞUNDA DİĞERİNE KOŞAN HANIM “Bir işten yorulunca diğerine koş” ayet-i kerimesi sanki onda tecelli etmiş. Alime Hanım’dan bu şekilde bahsediyor onu uzun zamandır tanıyan bir arkadaşı. Entelektüel birikimini ve çalışma azmini hizmet sahasında kullanmayı tercih eden nadide bir örnek olarak anabiliriz Alime Hanım’ı. İlk gençlik yıllarından itibaren hususen eğitim hizmetlerinde gece gündüz çalışmış ve bu hizmetlerin olgunlaşmasına vesile olmuş fakat tüm bunları yaparken “sessizliği” şiar edinmiş özel bir insandan bahsediyoruz. İş yaparken gönül yıkmamanın ne kadar zor olduğunu bu sahada çalışan herkes bilir. İşte Alime Hanım henüz otuzlu yaşlarının başında genç biri olmasına rağmen bu zor işi başarma olgunluğuna sahip gönül erlerinden biri olmuş. Bu başarısının altında herhalde günümüz insanında nadiren rastlanan diğerkamlık ahlakına fazlasıyla sahip olması yatıyor. Dostlarından Zeynep Hanım onun bu yönüne işaret ederek şu cümleleri sarf ediyor: “Bir gün arkadaşımın sesi kesilirdi. ‘Bugün hiç iyi değildi’ derdi. Zannedersiniz ki başına bir şey gelmiş, kendisine bir haksızlık yapılmış, nefsine çok ağır gelen bir muameleyle karşılaşmış. Bunun için mücadele etmiş, zor durumda kalmış. Ama biraz anlatmaya başladığında anlardınız ki kendi ile ilgili en ufak bir meselesi yok. Bütün kızgınlığı, ruhunun kırgınlığı, içine çöken karanlık, bir Müslüman kardeşinin hak etmediği bir muameleye maruz kalmasından kaynaklanıyordu. Benzer yahut daha ağır muamelelere maruz kaldığında kendisini savunmak için göstermediği enerjiyi, o kadar da içli dışlı olmadığı bir din kardeşi için harcıyordu.” Beraber çalıştığı gençlerin hemen hepsi Alime Hanım’dan azim ve üretkenlikle beraber en yüce insani değerleri de kopyalamaya çalışmışlar. Kendisiyle uzun yıllardır yol arkadaşlığı yapmış olan Şebnem Hanım, “Zamanın bir altından daha değerli olduğunu onunla çalışırken anlayabilirdi insan” diyerek başlıyor Alime Hanım’ı anlatmaya: “Yaptığı işi en mükemmel şekilde yapmaya odaklanırdı. Bunun nasıl başarılacağını ben ondan öğrendim. İstişareye önem vermesi de onun bizlere kazandırdığı bir alışkanlık oldu aynı zamanda. Onun için istişare edeceği insanların genç olması, yaşının küçük olması önemli değildi. Bu da etrafındaki gençleri yüreklendiren bir davranış. Gençlere sorumluluk vermesi de hizmet sahasında yeni insanların keşfedilmesine ve ilerlemesine imkan tanıdı. Hiçbir zaman ‘Sen yapamazsın ya da yapabilecek misin bilmiyorum’ dediğini duymadım. Her zaman ‘Sen bu işi yaparsın, sana güveniyorum’ diyerek verirdi verdiği işi. Biz de ‘O verdiyse demek ki yapabiliriz Allah’ın izniyle’ diyerek başlardık o işe. Çünkü karşısındakine o güveni fazlasıyla verirdi.” Şebnem Hanım, Alime Hanım’ın hizmet çalışmalarında adeta lokomotif görevi gördüğünü de şu sözlerle ifade ediyor: “Bize ne kadar çok iş verse de kendisi bizden daha çok çalışırdı. Biz bunu bildiğimiz için daha bir şevkle sarılırdık verdiği işe. Vazifenin başında sabahladığımız, masa başında uyuyakaldığımız çok olmuştur onunla çalışırken…” Alime Hanım’ın hizmete olan düşkünlüğünü anlatmanın en iyi yolu yine kendisinin çalışma arkadaşlarına verdiği bir nasihati paylaşmak olacak herhalde: “Hizmet bizim yaşam amacımız, vücudumuzun ana damarı. O olmadan nefes alamayız, aldığımız nefesten lezzet alamayız. Ama şunu da hesaba katmak gerek: Hizmet tekdüze bir şey değildir, hayatın her alanına yayılan bir şeydir…” TOPRAK GİBİ İNSAN Makamı, saygınlık ve izzet sahibi olmayı kim istemez ki? Ayşenur Hanım bunların tümüne kavuşmuş fakat elde ettikleriyle şımarmamış, alçak gönüllülüğünü korumayı başarmış kamil bir karakter. Kırk yaşından sonra yürüdüğü yol tasavvuf kapısının önüne çıktığında, Ayşenur Hanım bu kapıdan içeri eğilerek giriyor ve kalbine işlemiş tevazusu ile halkadaki yerini alıyor. Ülkenin önde gelen üniversitelerinden birinde isminin önünde profesör ünvanı yer alır halde çalışıyorken o, mürşidinin işaretine tabi olup tesettür emrini yerine getirebilmek için emekli olmayı tercih ediyor. Seküler düşünce biçimi bu davranışı delilik olarak tasvir etse de hakikatte Ayşenur Hanım mümin aklının güzide örneklerinden birini sergilemiş. Bu tavrıyla Allah’ın rızasından hiçbir dünyalık için vazgeçilemeyeceğini öğrencilerine ve arkadaşlarına anlatırken belki sayfalar dolusu okumaktan daha etkili bir aydınlanmaya vesile olmuş. Tasavvuf halkasında tanıştığı arkadaşlarından bir tanesi olan Emine Hanım, Ayşenur Hanım’la ilgili şunları söylüyor: “Onunla ilk tanıştığımda kendini sadece ismiyle tanıtmıştı. Profesör olduğunu sonradan öğrendim. Küçük büyük herkese karşı samimi, dostane tavırlar sergiliyordu. Toprak gibi insan derler ya, Ayşenur Hanım öyle biriydi. Maddi-manevi sahip olduğu hiçbir şey onun karakterini değiştirememişti. Bu olgunluk bir insan için büyük bir nasip.” Nuriye Hanım, Ayşenur Hanım’ın tasavvufla tanışmasına vesile olup bir müddet vazife itibarıyla onunla farklı ortamlarda sıkça görüşmüş. Ayşenur Hanım’ın dikkat çekici güzel bir huyunu anlatırken şunları söylüyor: “Kimse onu dedikodu ile yanyana düşünemezdi. Uğraşsan da o sahaya girmezdi. Zira insanlara karşı hüsnü niyet sahibiydi.” Nuriye Hanım’ın tespitlerinden bir diğeri de Ayşenur Hanım’ın toplumla ilişkisini betimlemek adına zikre değer: “Çevresinde olup bitenlere duyarlı bir insandı. Haksızlık ve zulme uğrayan kim olursa olsun ‘Bana ne?’ demezdi. Duygu dünyasının zenginliği müsaade etmezdi buna. İnsanlara karşı ziyadesiyle merhametli ve halimdi. Giyimiyle, yaşantısıyla toplumdan ayrışmamaya; girdiği ortamlara uyum sağlamaya çalışırdı. Makamı itibarıyla taşıdığı bu haslet daha çok önem kazanıyor…” BU ZAMANDA DA OLUR! Zümra Hanım, Alime Hanım ve Ayşenur Hanım; yolları güzel ahlakta birleşen üç saliha kadın. “Salihlerin hayat hikayeleri Allah Teala’nın rahmetini taşıyan manevi ordular gibidir. Allah onlarla müritlerin kalplerini kuvvetlendirir” buyuruyor Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri (k.s). Biz de onların hikayeleri ile kuvvetlendirelim kalbimizi. Ve ıslah olmuş insanların her devirde var olduğunu ve olmaya devam edeceğini, nice salih ve saliha kişilerin hemen yanı başımızda duruyor olabileceğini hatırlatarak söyleyelim son sözü: “Böyleleri bu zamanda da var…” Semerkand Dergisi | |
|
Etiketler |
ÇaĞin, kadinlari, modern, salİha |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
İstanbul Modern ''Hayal ve Hakikat '' Türkiye’den Modern ve Çağdaş Kadın Sanatçılar | Sevda | Kültür ve Sanat | 0 | 05 Aralık 2011 03:36 |
Burcunu cool yapan şey ne? ( KADINLARI ) | Lucifer | Burçlar, Fallar ve Kehanetler | 4 | 21 Kasım 2011 22:30 |
Kahvalti kadinlari | Candy | IF Ekstra | 3 | 15 Nisan 2011 17:41 |
Kadinlari bitiren 12 Haraket. | SuNSeT | Genel Paylaşım | 3 | 07 Aralık 2007 19:39 |
Beyza'nin kadinlari. | kont_dracula | Sinema Dünyası | 7 | 24 Mart 2006 17:25 |