IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  reklamver

Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 20 Mayıs 2014, 17:05   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Şakık-i Belhi (Radıyallahü Anh)




Tebe-i tâbiînden. Evliyânın büyüklerindendir. Künyesi Ebû Ali olup, babasının ismi İbrâhîm'dir, İb-râhîm Edhem'in (r.a.) talebesi, Hâtim-i Esâm'ın (r.a.) hocasıdır. Dünyâya gönül bağlamayıp, harâmlardan ve şüphelilerden şiddetle kaçardı. Şüpheli korkusuyla mübahların da çoğuna yaklaşmadı. Ticâretle uğraşırdı. 174 (m. 790) senesinde vefât etti.
Hz. Şakîk'in tövbe etmesine Türkistan'daki bir putperest sebeb oldu. Ticâret için Türkistan'a gitti. Merak edip bir puthane'ye girdi. Puta, isteklerini yana yakıla anlatan bir putpereste; "Seni ve herşeyi yoktan var eden, alîm ve kudretli bir yaratanın var. Sana hiç bir fayda ve zararı olmayan puta tapacağına ü teâlâya ibâdet et" dedi. Putperest, "Eğer söylediğin doğru ise, O, sana senin memleketinde rızk vermeye kadirdir. Madem öyledir, niçin tâ buralara kadar geldin?" dedi. Şakîk-i Belhî hazretleri, bu söz üzerine derin düşüncelere daldı ve Belh şehrinin yolunu tuttu. Yolda gelirken bir mecûsî ile yolculuk yaptı. Mecûsî, Hz. Şakîk'in tüccar olduğunu öğrenince "Eğer kısmetin olmayan bir rızık peşindey sen, kıyâmete kadar gitsen onu ele geçiremezsin. Şayet kısmetin olan bir rızk peşindeysen onun arkasında koşmana lüzum yoktur. Çünkü sana ayrılan rızkın seni bulur" dedi. Bu söze Hz. Şakîk hayran kaldı. Dünyâya karşı meyli azaldı. Artık âhıret için çalışacağına kendi kendine söz verdi. Belh şehrine geldi. Belh'de müthiş bir kıtlık vardı. İnsanlar yiyecek bir şey bulamıyorlardı. Bu yüzden kimsenin yüzü gülmüyordu: Şakîk-i Belhî (r.a.), çarşıda neş'eli bir köleye "Ey köle, herkes üzüntü içindeyken, senin neş'ene sebep nedir?" deyince, köle, "Niçin üzüleyim? Benim efendim zengin bir kimsedir. Beni aç, çıplak bırakmaz ki" dedi. Hz. Şakîk, bu söze şaştı ve "Aman yâ Rabbi! Az bir dünyâlığı olan şu zenginin kölesi böyle neş'eli. Halbuki, sen bütün canlıların rızıklarına kefil oldun. Biz niçin gam ve keder içinde olalım" deyip dünyâ meşguliyetlerinden elini çekti. Samîmi bir tövbe ile âhırete yöneldi. ü teâlâya olan tevekkülü son derece fazlalaştı, İbrâhîm Edhem hazretlerinin sohbetlerine başladı. Ondan feyz alarak olgunlaştı. İbrâhîm Ethem'le (r.a.) olan sohbetlerinden birini kendisi şöyle anlattı: "Hocam ile Mekke'de buluştum. Bana Hızır aleyhisselâm ile olan karşılaşmasını anlattı. Buyurdu ki, "Hızır ile bir defa görüştüm. Bana yeşil bir kabın içinde, güzel kokulu sekbaç ismindeki ekşili bir yemekden verdi. "Bunu ye, ey İbrâhîm!" dedi. Almadım. Hz. Hızır, bana "Meleklerden duyduğuma göre, bir kimse verileni kabul etmezse, bir şey verilmesini istediği yerden eli boş döner" buyurdu."
Şakîk-i Belhî (r.a.) gençliğinde gençlerin reisi idi. Birgün arkadaşlarıyla birlikte, Mecûsîlerin taptıkları ateşin bulunduğu tapınağa geldiler. Arkadaşlarına, "Haydi içeri girelim. Mecûsîler ne yapıyorlar? Ateşe nasıl tapıyorlar, bakalım" dedi. İçeride güzel yüzlü bir gencin ateşe tapınmakta olduğunu gördüler. Hz. Şakîk o gence, müslüman olmasını teklif etti. O genç Hz. Şakîk'in yanına gelip ona bir tokat vurdu. Hz. Şakîk ve arkadaşları buna bir ma'nâ veremeyip, dışarı çıktılar. Hz. Şakîk, "Kendi kusurlarım sebebiyle bu Mecûsî müslüman olmadı. Sözüm te'sîr etmedi" diyerek, tövbe ve istiğfâr eyledi. Hattâ, kusur ve günahlarının affı için ağladı, çok gözyaşı döktü. Uzun yıllar ilim öğrendi. Büyük âlimler arasına girdi. ü teâlânın katında sevilen kimselerden oldu. Aradan uzun yıllar geçmişti. Bir gün talebeleriyle yine o Mecûsîlerin tapındığı yere geldiler. Talebelerine. "Geliniz Mecûsîleri görelim de, onlar gibi olmadığımız için ü teâlâya şükredelim" buyurdu, içeri girdiklerinde, ihtiyar bir Mecûsînin ateşe tapınmakta olduğunu gördüler. Şakîk (r.a.) ona, "Niçin müslüman olmuyorsun? Güzel simâli bir ihtiyarsın" deyince, ihtiyar, "Bana İslâmı anlat" dedi. Hz. Şakîk ona İslâmiyeti anlattı. O da müslüman oldu. Beraberce dışar çıktılar. Giderken, Hz. Şakîk, yeni müslüman olan ihtiyara, "Filan târihte, Mecûşilerin bu tapınağında bir genç vardı. Şimdi ne hâldedir?" diye sordu, ihtiyar "İşte ben o gencim" dedi. Hz. Şakîk çok hayret etti ve "Sana o zaman müslümanlığı anlattım, müslüman olmanı teklif ettim, kabul etmedin. Şimdi anlattım, hemen'müslüman oldun. Hikmeti nedir?" diye sordu. İhtiyar bunu şöyle cevaplandırdı: "O zaman senin sözün bana te'sîr etmedi. Şimdi ise o kadar temiz ve nurlusun ki, benim pislik ve zulmetimi giderip temizledin. ü teâlâ da senin nurunu arttırsın" dedi. "Oradakiler "Âmin" dediler.
Birgün yolda bir gayr-i müslim Şakîk-i Belhî'ye (r.a.) dedi ki: "Bir kimse, kendisine rızık verdiği için ü teâlâya îmân ve ibâdet ederse, o kimsenin bu yaptığı yalancılıktır." Şakîk bunu duyunca yanındakilere, "Bu kimsenin söylediği sözü bir yere yazınız" buyurdu. O gayr-i müslim dedi ki: "Nasıl olur, senin gibi yüksek bir zât, benim gibi birinin söylediği sözü kaydeder mi?" Hz. Şakîk buyurdu ki, "Evet biz, kim olursa olsun doğruyu söyleyen kimsenin sözünü alır, kabul ederiz. Peygamber efendimiz buyuruyor ki: "Hikmet, mü'minin gayb ettiği malıdır. Nerede bulursa alsın." Bu sözler karşısında hayrette kalan gayr-i müslim "Bana İslâmiyeti anlat. Ben de müslüman olacağım. Senin dînin hak dindir. Tevazu ve hakkı kabul etırieyi emretmektedir" dedi ve müslüman oldu.
Zengin olan zâtlardan birisi. Hz. Şakîk'e dedi ki: "Ben senin ihtiyaçlarını, kendi malımdan karşılayayım." Şakîk (r.a.) buyurdu ki, "Kabul ediyorum, ama şu şartla, bana verdiklerinden dolayı hazinende noksanlaşma olursa, malların hırsızlar tarafından çalınıp telef olursa, olur ya bir gün bu niyetinden ayrılıp bana nafaka vermekten vazgeçersen, bende bir kabahat görüp vermekte olduğun nafakayı kesersen ve ömrün bitip ölürsen ve ben de nafakasız kalırsam ne olacak? Bütün bunların olmıyacâğma dair bana bir teminat verebilirsen teklifini kabul edeyim. Halbuki, benim rızkımı öyle bir zât veriyor ki, bütün mahlûkların rızıklarını verdiği halde hazinelerine zarar verme durumu yoktur. Bu kadar günahlarımız olduğu ve en ince teferruatına kadar bütün yaptıklarımızı bildiği halde ihsanı ve merhameti o kadar boldur ki, kimsenin rızkını kesmiyor. Sonra onun için ölüm diye birşey yoktur. Böyle bir zât rızkıma kefil olmuş iken başkasından birşey beklemekliğim kulluğuma yakışır mı? Her türlü ayıb ve kusurlardan uzak olan böyle bir zâtı bırakıp da, kendim gibi âciz olan bir kula el açarsam Rabbim gücenmez mi ve böyle yapan kimselerin ne kadar zavallı ve akılsız oldukları meydanda değil midir?" Bunun üzerine o zengin kimse birşey diyemedi.
Bir gün, kendilerine nasîhat kâr etmeyen bir grub insanlara şöyle buyurdu: "Eğer çocuk iseniz mektebe, deli iseniz tımarhaneye, ölü iseniz kabristana gidin. Ama müslüman iseniz müslüman olmanın şartlarını yerine getiriniz!"
Şakîk-i Belhî (r.a.) bir gün hocalarından Ebû Hâşim er-Rummânî'yi ziyâret etti. Hocası Hz. Şakîk'in cebini kabarık görünce ne olduğunu sordu. Hz. Şakîk "Dostlarımdan biri, orucunu bunlarla açmanı arzu ediyorum. Lütfen kabul et diye yiyecek bir şeyler verdi. Çok ısrar ettiği için ben de kabul ettim" dedi. Bunun üzerine hocası "Demek sen akşama kadar yaşıyabileceğini düşünebiliyorsun" diyerek sitem etti.
Bir sene hacca gitmek üzere yola çıktı. Bağdâd'a Vardığında Halife Hârûn Reşîd bunun geldiğini haber aldı ve yanına çağırttırdı. Hz. Şakîk, halifenin yanına geldi. Halife Hârûn Reşîd sordu: "Zâhid olan Şakîk-i Belhî sen misin?" Hz. Şakîk: "Şakîk benim ama zâhid değilim" dedi. Halife nasîhat isteyince şöyle buyurdu: "Aklını başına topla ve çok dikkatli ol. ü teâlâ sana Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk'in makamını verdi ki, senden, onda olduğu gibi doğruluk istiyor. Sana Hz. Ömer-ül-Fârûk'un makamını verdi ki, senden, onda olduğu gibi, hak ile batılı ayırmanı istiyor. Sana Hz. Osman-ı Zinnûreyn'in makamını verdi ki, senden, onda olduğu gibi haya ve kerem (çok lütuf ve ihsan) sahibi olmanı istiyor. Sana Hz. Aliyyül Mürtezâ'hın makamını verdi ki, senden onda olduğu gibi ilim ve adalet istiyor." Hârûn Reşîd "Biraz daha nasîhat et" deyince, Hz. Şakîk buyurdu ki, "ü teâlânın Cehennem diye bilinen bir yeri vardır ve seni de oraya bekçi yaptı. Eline üçşey verdi ki bunlar mal, kılıç ve kırbaçdır. İnsanları bu üç şeyle Cehennemden uzaklaştır. Muhtaç biri gelirse ona mal ver. ü teâlânın emirlerine aykırı davrananları bu kırbaçla edeblendir, yola getir. Başkalarına haksızlık edenlerin, haksız yere adam öldürenlerin karşısına bu kılıçla sen çık. Eğer bunları yapmazsan Cehenneme ilk gidecek olan sen olursun." Halife biraz daha nasîhat istedi. Hz. Şakîk buyurdu ki, "Sen suyun menbaı (kaynağı) gibisin. Senin valilerin, kumandanların da bu suyun kolları gibidir. Suyun menbaı saf, temiz, berrak olursa, suyun kolları da berrak olur. Suyun menbaı temiz olup, kollarda hafif bulanıklık olursa da zararı olmaz. Ama menbaı bulanık olursa, artık suyun kollarının saf ve berrak olmasını ümid etmek mümkün olmaz." Hârûn Reşîd: "Biraz daha anlat" dedi. Şakîk (r.a.) buyurdu ki: "Düşün ki çölün ortasında kaldın, susuzluktan ölmek üzeresin. Birisi getirip bir içim su satsa bu suyu kaça alırsın? O da "Ne kadar istiyorsa onu verir, suyu satın alırım" dedi. Şakîk (r.a.) buyurdu ki: "Elinde su bulunan kimse, bu suya mukabil senden servetinin yarısını istese, yine râzı olur musun?" Hârûn Reşîd, "Evet râzı olurum" dedi. Hz. Şakîk buyurdu ki, "Düşünki servetinin yarısını verip satın aldığın suyu içtin. Bir zaman geçince bu suyu dışarı atmak ihtiyâcını duydun, fakat idrar yapamadın, öyle ki ölecek hâle geldin. Birisi çıkıp dese ki, ben senin bu sıkıntından kurtulmana sebeb olurum, lâkin buna mukabil olarak mülkünün öbür yarısını isterim, dese ne yaparsın?" Hârûn Reşîd, "Elbette râzı olurum. Ben o sıkıntıda iken servetimin ne ma'nâsı var?" dedi. Bunun üzerine Hz. Şakîk buyurdu ki, "O halde önce içtiğin sonra idrar yoluyla dışarıya attığın bir içim su kıymetinde bile olmıyan şu servetine sakın güvenme. Bir kimseye karşı bununla öğünme." Bu nasîhatlardan sonra Hârûn Reşîd çok ağladı. Hz. Şakîk-i Belhî'yi çok hürmet ve saygı ile uğurladı.
Şakîk-i Belhî (r.a.) Mekke'ye gitti. Orada çok kimseler etrafında toplanır, sohbetlerinden ve nasîhatlarından istifâde ederlerdi. Birisine dedi ki, "Geçimini nasıl temin ediyorsun? Bir şey bulamazsan ne yapıyorsun?" O kimse dedi ki, "Bir şey bulursam şükrediyorum, bulamazsam sabrediyorum." Hz. Şakîk, "Belh şehrinin köpekleri de böyledir. Buldukları zaman, sevinirler. Bulamazlarsa bekleyip sabrederler" buyurdu. O kimse dedi ki, "Peki bu hususta sizin yaptığınız nedir? Cevâbında, "Elimize birşey geçerse, başkalarını kendimize tercih eder, başkalarına veririz. Geçmezse şükrederiz." Bunun üzerine o kimse Şakîk-i Belhî hazretlerine sarıldı ve "Vallahi sen büyük bir zâtsın" dedi. Hacdan dönüp Bağdâd'a geldiğinde va'z vermeye başladı. Hep, ü teâlâya tevekkül etmenin lüzumunu anlatırdı. Birisi gelip, kendisine, "Hacca gitmek istiyorum" deyince, o kimseye "Yol harçlığın nedir?" diye sordu. O kimse "ü teâlânın benim için takdir ettiği rızkın mutlaka bana ulaşacağını, bu rızkı başkalarının alamıyacağını, ü teâlânın takdirinin her zaman benimle beraber olduğunu, hangi halde ve durumda bulunursam bulunayım, ü teâlânın benim durumumu benden daha iyi bilmekte olduğunu bilirim" dedi. Bunun üzerine Şakîk-i Belhî, "Çok güzel, ne güzel yol harçlığın var. Tevekkül böyle olmalı. Güle güle git kardeşim. Yolun açık olsun" buyurdu.
Şakîk-i Belhî (r.a.), İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe'yi çok medheder şöyle buyururdu:
"İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe bu zamanda insanların en vera' sahibi (haram ve şüphelilerden sakınanı) en âlimi, en çok ibâdet edeni, en cömert'olanı, dînin emirlerine uymakta en ihtiyatlı davr*****, ü teâlânın dîninde, kendi görüşü ile bir şey söylemekden en çok sakınanı idi. Bir mes'eleyi açıklıyacağı zaman, bütün talebelerini toplar, hepsi bu mes'elenin dîne uygun olduğunda ittifak edince, "Bu mes'eleyi filan bölüme yazınız" derdi."
Hz. Şâkîk-i Belhî'nin bir gün yanına bir ihtiyar gelip.a tövbe etmek istediğini bildirdi. Ona buyurdu ki: "İyi ama, keşke tövbe etmek için bu zamana kadar beklemeseydin." O kimse: "Öyle ama, yinede ölmeden önce geldiğim için erken gelmiş sayılırım" dedi.. Hz. Şakîk "Hoş geldin ve ne iyi ettin" buyurdu. Bunun üzerine o kimse tövbe etti ve tövbesinden vazgeçmedi. Buyurdular ki:
"Bir musîbet geldiğinde feryâd-ü figân eden kimse ü teâlâya karşı gelmiş olur. Ağlayıp, sızlamak, belâ ve musîbeti geri çevirmediği gibi, insanın sabredenlere verilen sevâb ve mükâfattan da mahrum olmasına sebeb olur."
"Bir kimsenin yanında mübârek bir zâtın iyilik ve güzel hâlleri anlatılır da, o kimse bundan zevk duymaz ve o mübârek zâta karşı kalbinde muhabbet hâsıl olmazsa, bilsin ki kendisi kötü kimsedir." "Sıkıntının mükâfatını bilen, ondan kurtulmağa heves etmez."
"Şeytanı en çok kızdıran iki şey, onun vesvesesine aldırmamak ve ü teâlânın zâtı hakkında düşünmemektir." (ü teâlânın yarattıkları hakkındaki tefekkür makbûldür.)
"Bir kusuru ve ayıbı var diye bir kimseyi kötüleyen, hakaret eden kimse, kendi kendini helâk etmiş demektir. İnsanlar, bir kimse hakkında "Bundan bize zarar gelmez bu emin bir kimsedir" derlerse, o kimse, bütün insanların zarar ve kötülüklerinden emindir. Kim müslümanların aleyhinde konuşur, onları gıybet eder, onlara iftira ederse, aralarında söz taşıyıp koğuculuk yaparak müslümanları birbirine düşürür-se, müslümanların hakkını gözetmez, onların kalblerini kırar, incitirse ve onları kendinden aşağı görürse, o kimse şeytanın hizmetçisi olmuş olur, dünyâda fakîr olur, âhırette iflâs etmiş vaziyette hakir ve zelîl olur."
"Rızkı hususunda ü teâlâya tevekkül eden kimsenin güzel huyları fazlalaşır, cömert olur ve ibâdetlerinde vesvese bulunmaz,"
"ü teâlânın azabından korkmanın alâmeti harâmları terk etmektir. ü teâlânın rahmetinden ümidli olmanın alâmeti de çok ibâdet etmektir."
"İleride tövbe ederim diye günaha devam edenler, daha yaşarız ümidiyle, tövbeyi geciktirenler, hattâ, Allâhü teâlânın azabını düşünmeyip, rahmetini ümid ederek tövbe etmiyenler, çok, büyük gaflet ve felâket içindedirler."
"Gönül ferahlığı, hesap kolaylığı ve can rahatlığı fakîrlerin hâlidir. Gönül meşguliyeti, hesapların zorluğu ve can sıkıntısı da zenginlerin hâlidir."
"Ölüme şimdiden hazırlanmanız lâzımdır. Çünkü, bir geldi mi geri gönderemezsiniz."
"Kendisine bir şey ikrâm ettiğin kimse ile, sana ikrâmda bulunan iki kişinin senin kalbindeki yerlerine dikkat et. Eğer kalbindeki muhabbet, kendisine ikrâmda bulunduğun kimseye karşı daha fazla ise, bu ikrâm ve muhabbetin için olduğu anlaşılır. Ama kalbindeki muhabbet, sana ikrâmda bulunan kimseye karşı daha fazla ise, bu dostluk menfaat içindir?
"Misafiri çok severim. Çünkü, rızkını Allâhü teâlâ Veriyor. Ben hiçbirşey yapmıyorum. Bununla beraber, ü teâlâ bana sevâb veriyor."
Akıllı, zekî, derviş, zengin ve cimri'nin kimlere denildiğini yediyüz tane âlimden sordum. Hepsi de birbirine yakın cevaplar verip şöyle dediler: "Dünyâyı, sevmeyen kimse, akıllıdır. Dünyânın aldatıcı ve yalan olan zevklerine aldanmayan kimse, zekî'dir. Allâhü teâlânın takdir ettiğine râzı olan, kanâat eden, zengindir. Dünyâya ait arzusu bulunmayan, Allâhü teâlânın rızâsını isteyen kimse, dervişdir. Allâhü teâlânın verdiği ni'metlerden, mahlûkuna faydalı olanları vermekten kaçınan, cimridir."
"Dilini muhafaza et. Amel defterinde ve terazide sevabını bulamıyacağın söz söyleme. Hattâ sözü söylemeden önce düşün ve "Ben bu sözü söylemezsem beni Cehenneme atarlar" diye karar veremez-sen o sözü hiç söyleme!"
"Dörtbin hadîs-i şerîf içinden, dörtyüz tane, bundan da kırk tane ve nihayet bunların içinden de şu dört hadîs-i şerîfi seçtim:
1. "Kalbini kadına bağlama. Zira bugün senin ise yarın başkasındadır. Eğer kadına itâat edersen Cehenneme atılırsın.
2.Kalbini mala bağlama. Zîrâ mal sana emânettir. Bugün senin ise de yarın başkasının-dır. Başkasının malı için kendini yorma. Başkasına hoş gelir, fakat günahı sanadır. Eğer kalbini mala bağlarsan Allâhü teâlânın haklarını gözetemezsin. Kalbine fakîrlik korkusu girer veşeytana itâat edersin.
3.Herhangi bir şey hususunda kalbinde bir sıkıntı olursa o şeyi terk et. Zîrâ mü'mininkalbi, şahit yerindedir. Şüphelilerden sıkılır, helâlde ise sükûnet bulur (sakin olur).
4.Bir işin makbul olacağı hükmüne varmadan o işi yapma."

__________________
Kırk yılda bir gibisin...
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver
Cevapla

Etiketler
anh, belhi, radıyallahü, Şakıki


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Şüreyk Bin Abdullah En -Nehani (Radıyallahü Anh) xena İslamiyet 0 20 Mayıs 2014 17:04
50. Abdullah İbni Ömer radıyallahü anhümâ'dan rivayet Sır İslamiyet 0 30 Ekim 2010 14:24