11 Temmuz 2011, 01:37 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Mukaddes Göç Göç, yaratıldığı günden bu yana hiç durmak bilmeyen in-sanoğlu için umumî mânâda; insanlar arasında seçkinlerden seçkin aydınlık ordusu kudsîler için de hususî mânâda ve aynı zamanda medeniyet tarihini de yakından alâkadar eden önemli bir mefhûmdur. Evet, bir tarafta anne karnından çocukluğa, çocukluktan delikanlılık ve olgunluğa, derken yaşlılık ve ölüme uğrayarak upuzun bir sefere çıkmış gariblerden garip insan fertleri; diğer yanda, elindeki meş’âleyle çağlara ışık saçan, çeşitli devirlere mührünü basan; açtığı nurlu yolda arkasına düşenleri hep medeniyetin şâhikalarında dolaştıran; sinesinde tutuşturduğu kıvılcımlarla kendine gönül verenlerin ruhlarını aydınlatıp onları iman ve ümit kuşağında ölümsüzlüğe hazırlayan; aydınlık düşünceleriyle, karadeliklerin çehrelerinde, cennetlere ait ışık ve renk cümbüşü çıkararak karanlıkların ve karamsarlığın hükmettiği aynı noktalarda, ümit meşcerelikleri meydana getiren yüce rehber ve yüksek kâmetler, hep birer yolcudurlar ve bütün bir hayat boyu göç edip dururlar. İnançları, düşünceleri, davaları uğrunda bitip tükenme bilmeyen bir göç... Bir hakikatın değişik rükûn ve yönlerinden ibâret olan; îman, göç ve cihad üçlüsünün, Kutlu Beyan’da ekseriya peşipeşine zikredilmesi, bu meselenin ne denli ehemmiyet arzettiğinin en parlak delilidir. İnanma, hicret etme ve inancı uğrunda vereceği mücâdeleyi, bu yeni iklimde, yeni muhatab ve yeni şartlara göre durup dinlenmeden devam ettirme.. işte kudsîlerin sabah-akşam başvura geldikleri üç musluklu hızır çeşmesi! Bu çeşmeden kana kana içenler, inançla gerilecek ve karanlık bucaklara durmadan kıvılcımlar salacaklardır; yollar sarpa sarıp çevreyi terslikler, yanlışlıklar, cahiliye duygu ve tutkuları alınca da mal-menâl, yurt-yuva, evlâd ü iyâle bakmadan “bir başka diyâr!” deyip yeniden yolculuğa çıkacaklardır. Dava ne kadar yüksek, düşünce ne kadar yararlı ve orijinal, mesajlar ne kadar parlak da olsa, onu ilk defa duyan ruhların irdemesi, mukâbelede bulunup zorluklar çıkarması kaçınılmaz ve bir ölçüde de tabiîdir. Buna göre, kendi toplumunda yeni bir îman, yeni bir aşk ve heyecan uyarmak isteyen herkes, ya mücâdelesini orada açık-kapalı devam ettirecek veya hicret edip gönlünün ilhamlarına, takdimiyle vazifeli olduğu mesajlarına başka talip ve başka meşcerelikler araştıracakdır. Birinci şıkta, o inanç ve düşünceye gönül veren her ferdin, fevkalâde dikkatli, tedbirli ve yenilmişlik adına ne varsa hepsini daha baştan aşması şarttır. Yoksa, ümid edildiği mânâda aydınlatma olamayacağı bir yana, çok defa küçük bir dikkatsizlik, az bir yanlışlık, şartların ağırlaştırılmasına, atmosferin de bütün bütün yaşanmaz hâle gelmesine sebebiyet verebilir... Bir heyetin bütün fertlerinin her zaman bu denli dikkat ve teyakkuz içinde bulunmaları çok zor, hatta imkânsız olduğundan, bu türlü durumlarda aydınlatma ve irşâdın ayrı bir iklimde devam ettirilmesi bir bakıma zarûridir; başka şekilde hareket ve direnmelerin de hiçbir faydası yoktur. Öteden beri her yeni düşünce, doğduğu muhitte hor karşılanıp, aleyhinde kampanyalar oluşturulmasına karşılık; o düşünce ve onu temsil eden şahısları çocukluk ve gençlikleriyle bilmeyen bir başka muhit, çok defa onlara kucak açmış ve destek olmuştur. Bu itibarla, her kudsînin kaderinde değişmez şu çizgiler, âdeta bir fasl-ı müşterektir: Önce îman ve aşk, sonra yığınları saran yanlışlık ve inhiraflara karşı mücâdele, sonra da gerekirse insanlığın mutluluk ve saadeti uğrunda, yurt-yuva herşeyi fedâ ederek, başka âşinâ gönüller aramak üzere yeniden yollara dökülmek... Hemen her yeni dirilişte bu iki esas ve iki merhâle çok önemlidir. Birinci merhâle, ferdin şahsiyet kazanması, inançla şahlanıp aşkla gerilmesi, nefis ve benliğini aşarak Hakk’ın âzâd kabul etmez kölesi olma merhâlesidir. Bu merhâledeki cihad, bütün buudlarıyla nefsin dümenlerine karşı, benliği yenmeye müteveccih ve insanın kendisini yeniden inşâ etmesiyle alâkalıdır. Bu itibarla da cihadların en büyüğü “Cihad-ı Ekber”dir. İkinci merhâle ise, her gönülde bir kor, bir alev hâline gelen inancın aydınlık tufanı, artık çevreye çeşitli dalga boylarında şualar neşretmeye başlar. Çok defa bu safhanın tahakkukuyla beraber hicret de gelip kapıya dayanır. Aslında, bu devreye kadar geçirilen safhalarda dahi, ruh plânında bir hicretten bahsetmek her zaman mümkündür: İnsan, içinde bulunduğu durumdan olması gerekli olan duruma; hareketsizlik ve dağınıklıktan aksiyon ve sisteme; donmuşluk ve bozulmuşluktan kendini yenilemeye, binbir günahın boğucu atmosferinden ruh ve kalbin hayat derecesine yükselme gibi.. hususların hemen hepsinde bir hicret mânâsı vardır ve bu mânâlarda o, hep hicret edip durmaktadır. Kanaatimizce, ikinci hicretin, fonksiyonunu tam edâ edebilmesi de, birinci merhâledeki hicretlerin yapılıp yaşanmasına bağlıdır. Nefsinden kalbine, cisminden ruhuna, dış şatafatlardan vicdanındaki ihtişâma, özünden özüne hicrette başarılı olanlar, öbür hicret ve ötesinde de başarılı olurlar. Bunu tam temsil edemeyenler, çok defa diğer hicret ve ona bağlı olanları da kusursuz temsil edemezler. Bu mânâda hicret, ilk defa, insanlık semâsının ayları, güneşleri sayılan Hz. İbrahim, Hz. Lût, Hz. Musâ, Hz. İsâ gibi yüce kâmetler tarafından başlatıldı; sonra da bu aydınlık yolun eşsiz rehberi, insanlığın iftihar tablosu, zaman ve mekânın Efendisi bu yoldan yürüyüp gitti. Kapıyı da kıyâmete kadar arkadan gelenlere açık bıraktı... Hakk yolunda ve Hakk’ın hatırı için yapılan hicret o kadar kudsîdir ki, mal ve canlarını inandıkları dava ve o davanın eşsiz temsilcisi uğrunda fedâ eden kutlulardan kutlu bir cemaatin, en çok sevilip takdir edildiği noktada, daha değişik sıfat ve ünvanlarla değil de “muhacir” ünvanıyla yâd edilmesi ne kadar mânidârdır! Hatta bu kudsîler dönemine bir tarih başlangıcı aranırken; Nebî’nin doğumu, peygamberlikle şereflendirilmesi, Medine halkının bu yüce davaya omuz vermesi, Bedir harbi, Mekke fethi gibi.. herbiri ayrı bir pırlanta olan bunca hadise içinde, tarih başlangıcı olarak hicretin seçilmesi, üzerinde hassasiyetle durulmaya değer önemli bir mevzuudur. Bir kere, yüksek bir mefkûre uğrunda göç eden her ferd, hayatının her lahzasında, göçe sebeb teşkil eden yüksek gayenin baskısını vicdanında hissedecek ve hayatını bu yüksek duyguya göre düzenleme mecburiyetini duyacaktır. Ayrıca çocukluk ve gençlik dönemleriyle alâkalı horlayıcı nazarlardan kurtulması, rahat ve endişesiz hareket etmesi de ancak bu mukaddes göçle tahakkuk edebilecektir. Zirâ, kim olursa olsun, çocukluk ve gençlik dönemini geçirmiş olduğu çevrede, o devreye has, hasımları tarafından bazı yanlarının tenkit edilmesi ihtimaline karşılık; hicretle gerçekleştirilen yeni muhitte, pırıl pırıl hâli, tertemiz düşünceleri, başdöndürücü fedâkârlıklarıyla devamlı takdir edilen biri olacaktır. İster bunlar isterse başka faktörler olsun, öteden beri tarihte devir açıp-devir kapayanlar ve büyük bir ölçüde tarihin akışını değiştirenler hep muhacir kavimler olmuştur. Sosyologların tesbitine göre, yeryüzündeki medeniyetlerin hemen hepsi göç eden fert ve cemaatler tarafından kurulmuştur. Toynbee, göçebelerin kurduğu (27) medeniyetden bahseder ki; bu da hemen hemen çağlar boyu yeryüzünde, göçebe hakimiyeti demektir. Kendini rahata, rehâvete kaptırmamış, her an herşeyden ayrılmaya hazır, vereceği mücadelenin doğuracağı sıkıntıları, önceden yaşamaya alışmış ve bir asker gibi her an sefer emrini bekleyen bu dinamik ruhlarla mücadele etmeye ve onları silip geçmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. İşte ilk kudsîler ve ilk medeniyet muallimleri! Ve işte birkaç aşîretden cihan imparatorlukları kuranlar! Yıldırımlar gibi karanlık çağların bağrına inen bu insanlar, rahatı zahmetde, diri kalmayı, ölüm ve ötesindeki herşeyi hakîr görmede, ebed-müddet varolmayı şartlara göre kendilerini yenilemede gördü ve ters-yüz edilmez birer güç haline geldiler. Keşke, günümüzün nesillerini; rahattan, rehavetten, hazlarına düşkünlük ve nefsânilikten kurtararak, ruhlarını yüce duygularla donatıp daha çok ızdırap çeken, daha çok acı ve sızı duyan ideâl insanlar haline getirebilseydik. Belki o zaman, milletçe, küçük hesapların, hasîs zevklerin tesirinde kalmayacak ve bir kısım ehemmiyetsiz sıkıntılardan ötürü de hiç mi hiç yer ve yön değiştirmeyecektik... M.Fethullah GÜLEN Hocaefendinin “Yitirilmiş Cennete Doğru” İsimli Kitabından Alınmıştır. | |
|
Etiketler |
göç, mukaddes |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Kitabı Mukaddes'te Cin | Sarya | Esrarengiz Olaylar | 2 | 21 Şubat 2022 15:20 |
Mukaddes Kitapları | hAte | Musevilik | 1 | 07 Eylül 2020 14:29 |
Mukaddes Sır | yeSa | Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler | 0 | 22 Mart 2020 22:06 |
MUKADDES | PySSyCaT | Dini Sözlük | 0 | 08 Haziran 2019 19:17 |
Kitâb-ı Mukaddes | PySSyCaT | Dini Sözlük | 0 | 12 Ağustos 2018 16:51 |