Kalplerde kurulu olan iman otağının yerinde yeller eseli çok zaman oldu… Diriliş vermekten uzak olan ümitlerimizin son kırıntılarını da yitirmiş bulunmaktayız nicedir. Ve bu yüzden mazlumların feryatlarının arşa yükseldiği, üzerinde yaşanan zulüm ve katliamlardan dolayı dünyanın da dengesini yitirdiği bir zamanı yaşıyoruz. Artık kıyametin ayak sesleri çok daha yakınımızdan geliyor. ‘Güneşin katlanıp dürüleceği, yıldızların döküleceği, dağların yürütüleceği, gebe develerin salıverileceği, vahşÃ® hayvanların toplanıp bir araya getirileceği, denizlerin kaynatılacağı, ruhların (bedenlerle) birleştirileceği, diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle öldürüldüğünün sorulacağı, amel defterlerinin açılacağı…’ (1) günün gölgesi üzerimize düştü. Zaman daraldıkça daraldı. Yeni bir silkiniş, yeni bir uyanış, yeni bir direniş için gayrete gelmenin vakti geçmek üzere… Atalet, yeis ve korku kalpleri terk etmeli artık. Zaman, ümitle ayağa kalkıp yeni bir ruhla mükellefiyetlerimizi en güzel şekilde yerine getirme zamanı… İman ve ümit silahı yeni bir cilayla parlatılıp yeniden kuşanılmalı… Nefes alındığı, kalp çarptığı, damarda akan kan bulunduğu müddetçe bir şeyleri değiştirmek için ümit vardır çünkü… Varsın; küfür ve şirkten şehid kanlarıyla gusleden İslam toprakları, yeniden necasete bulanmış olsun… Varsın; kalplere korku salan cihad ve zafer Tekbirlerimiz susturulmuş olsun… Varsın; işgaller, katliamlar, zulümler aklın alamayacağı kadar yer ve gök arasını doldursun… Varsın; en son teknolojiler, vahşet ve ölüm kusan silahlar, nükleer ve biyolojik füzeler çoluk–çocuk, kadın ve ihtiyarların göğsünde patlasın… Ve varsın; dağlar gibi ordularla üzerimize gelinsin… Mağlubiyeti peşinen kabullenmemişsek eğer; zafer için, kurtuluş için, İslam sancağının nazlı nazlı dalgalanması için ve yeryüzünde İslam adaletinin neşvünema bulması için her zaman ümit vardır çünkü... Damarlarımıza zerk edilen uyuşukluğu, pısırıklığı, kanıksamışlığı yeniden, ama süratle iman ateşiyle yakmak zorundayız. Eski gözü pekliğimizi, serdengeçtiliğimizi, gayretkeşliğimizi, şehadete olan tutkumuzu, Allah’tan başkasına boyun eğmeyi zillet bilen özgürlük aşkımızı tarihin tozlu sayfalarından çıkarıp yeniden anlamalıyız. Yeniden, ama süratle Kur’an’ı rehber, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ı önder bildiğimiz günlerin zafer kokulu havasını ciğerlerimize doldurmalıyız. Öyle ki, ümitlerimiz yeniden canlansın; önümüzde, aşılmaz sanılan dağlar eğilsin, denizler yol olsun ayaklarımızın altında… Ezanımız, Bilal’in ezanı gibi yürekten çıksın; Tekbirlerimiz, Halit’in Tekbirleri gibi zafere çekilsin; zikirlerimiz, Ala b. El–Hadremi gibi denizlerde yürütsün bizi… Gece abid, gündüz mücahid askerlerden oluşan ordularımız, Fars ve Bizans’ı dize getiren Sa’d’ın ve Ebu Ubeyde’nin askerleri gibi süper güçleri yıksın… Esaret kabul etmez yüreklerimiz olduğunu yeniden hatırlayıp ümitsizlikten kurtulmanın zamanı geçmeden davranmak zorundayız. ‘Haydi, ya Allah!’ deyip doğrulduğumuzda, dağ ve taşın, ağaç ve kuşların, yer ve göğün de bizimle birlikte ‘Ya Allah!’ dediğini duyacağız. Yeter ki, bütün karanlıklara rağmen, en gür sadanın İslam’ın sadası olacağına dair ümitlerimizi canlandıralım. Ümit, karanlığa doğan güneş gibi kalplerimize zafer tohumlarını serpecektir çünkü… Hâkimiyetten esarete uzanan ümmet serüvenimizin yenilgi, mağlubiyet ve bozgun sebeplerini teşhis edip tedavide geç kalmamalıyız. Zaman daraldı çünkü. Üzerimize kadar bulaşan necasetin ağır kokusu soluğumuzu kesti… Belimiz, esaretin ağırlığı altında kırıldı, kırılacak… Gözlerimiz, çiğnenen ırzları, kirletilen namusları görmekten köreldi… Kulaklarımız, mazlumların feryatlarını duymaktan sağırlaştı… Onurumuz ayaklar altına alındı, şerefimiz galiplerin elinde oyuncak oldu, haysiyetimizin varlığından bile şüphe eder hale geldik. Böyle mi olmalıydık Allah aşkına?!. Rahmet ve kılıç ile gönderilen bir Peygamber’in ümmetine bu hal, bu gidiş, bu vaziyet yakışmaz. Zillet altında yaşamaktansa, izzetli bir ölümü dünya ve içindekilere tercih etmenin bundan iyi bir zamanı yok. Bu zilletten kurtulma ümidi varsa eğer, uğruna maldan, candan, evlatlardan, özgürlükten geçmeye değmez mi? İhlâslı ve samimi olursak eğer, uğruna mücadele edilen şeyin gerçekleşmesi için ümit her zaman vardır çünkü… İman ve ümit; zilletten izzete, mağlubiyetten galibiyete, yılgınlıktan mücadeleci bir ruha, dibe vurmuşluktan zirveye, yıkılmışlıktan diriliğe, ölüm halinden yeni bir hayata geçiş yapmanın en önemli iki ayağıdır. Yoksunuz ne yazık ki bu ayaklarımızdan nicedir. Ayağa kalkamayışımız, olduğumuz yerde pelte haline gelişimiz, olaylara kayıtsızlığımız bundandır. Bundandır ki, galip iken mağlup olmak; hâkimken mahkûm olmak, yücelerde iken çukurlara düşmek, izzetli iken zelil olmak bizim için ölmekten daha kötü olmadı. Bundandır ki, yerin altını üstüne tercih edecek şeref, gurur ve gayreti gösteremedik yıllar yılı… Ve bundandır ki, boş kütükler gibi ses vermekten daha fazlasını yapamadık. Ama… Her şey bitmiş değil henüz. Yüreğimizde hâlâ bir kıpırtı varsa… İmandan yana bir kırıntı kalmışsa eğer… Bir nur, bir kıvılcım bir köşede duruyorsa daha... Küllerimizden, sönmeyen bir ateş gibi yeniden, yepyeni bir dirilişle ayağa kalkmak için henüz geç kalınmış değil o halde… Halis bir niyetle ‘Ya Allah!’ deyip yola koyulduğumuzda, kaybettiğimizi sandığımız gelecek yeniden bizim olacaktır. Niyetler halis olduğunda, amaca ulaşmak için her zaman ümit vardır çünkü… Uzadıkça uzayan bu mağlubiyet ve esaretten bıktık, usandık artık. Ey karanlık çağları İslam’ın adalet nuruyla aydınlatan Müslüman! İçinde bulunduğumuz zulümat; ardından kutlu şafağı müjdeleyecek bir neslin intizarında… Dili, Mus’ab’ın; sadakati, Ebubekir’in; adaleti, Ömer’in; ilmi, Ali’nin; cesareti, Halit’in benzeri olan kutlu bir neslin özlemidir içimizde yanan… Ve dertli analarımız, ak saçlı ihtiyarlarımız, gözü yaşlı bacılarımız, yetim çocuklarımız asude bir baharın beklentisi içinde… Üzerindeki ölü toprağını silkelemenin zamanı gelmedi mi daha?!. Peygamber Efendimiz Aleyhisselatu Vesselam’ın huzuruna başı dik, alnı açık, yüzü ak bir şekilde çıkmak için zaman tükenmek üzere… Yeryüzü, üzerinde işlenen zulüm ve katliamlara, şirk ve isyanlara daha fazla tahammül edemeyecek halde… Küçük kıyametimiz olan ecel, Azrail’in korkunç suretiyle karşımıza çıkmadan, can boğaza dayanmadan, tövbelerin kabul olunmayacağı an gelmeden Rabbimize dönüp zulme, şirke, tuğyana karşı koymanın geciktirilecek bir saniyesi kalmadı artık. Zamanın aleyhimize işlemediğini kim iddia edebilir ki?!. Ancak yeni bir iman, yeni bir ruh ve nasuhi bir tövbeyle Allah’a döndüğümüzde; Rabbimizden, dünyaya huzur ve adaletin hâkim olacağına dair ümit, beklenti ve yardım isteme hakkımız olacaktır. İmandan yoksun, ümitsiz bir kalp, ölü bir kalptir ve ihlâsla istenen bir şeyin olacağına dair ümit her zaman olmalıdır. Çünkü ‘Rabbimizin rahmetinden sapıklardan başka hiç kimse ümit kesmez.’ (2) 1–Tekvir Suresi: 1–10. Ayetlerinden iktibas 2–Hicr Suresi: 56. Ayetten