06 Ocak 2010, 23:53 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | İlim pazara kadar değil mezara kadar. İLİM PAZARA KADAR DEĞİL MEZARA KADAR ALPEREN GÜRBÜZER İlim paha biçilmez kiymettir, pazarda sergilenmez, o hep başköşedir. Şah-ı Hazne (k.s) Hazret Muhammed Diyauddin’in yetiştirmiş olduğu halifelerin içinde dışa yansıyan haliyle en ednasıydı, bu yüzden birçok kişi âlim olduğunun farkına bile varamazdı. Gavs-ı Bilvanisi de öyle idi, o da kendini gizlerdi. Derdi ki; Ben sufilerden çok istifade ettim. Sufilerden gördüğüm faydayı Şah-ı Hazne’den alamadım. Sufilerle bulundukça onların muhabbetini, teslimiyetini ve aşkını gördükçe benimkide artıyordu… Bu yol yükte hafif, pahada kıymetli (ağır) bir ilim yolu, bir inci misali en kestirme yol. Onun için sırf işin şekline takılan ve zahirden medet uman maneviyattan nasibi kıttır. Ubeydullah Ahrar (k.s); Bu yolun büyükleri cehri, zahiri şeylere çok ehemmiyet vermemişlerdir. Onların her an bulundukları huzur hali en büyük ilimdir (haldir) der. Dolayısıyla bu yolun başında kurbiyyet ve şuhud (yakınlık ve seyir) vardır, sonunda ise ubu’diyyet ve mahrumiyetin söz konusu olduğunu ima eder. İnsan yetiştirmek bitki yetiştirmeye benzemez. Bir gün Hazret Muhammad Diyauddin’e; —Kurban, bir şeyh kendisine geleni kırk günde mezun edip halifelik veriyor ne dersiniz. Bunun üzerine Hazret (k.s) orada bulunan Mollayı Mezin’e (Büyük Hoca’ya) sorar, der ki: —Molla! Bir eşeğin yavrusu kaç günde ayağa kalkar? Molla cevaben: —Kurban iki veya üçgün içerisinde ayağa kalkıp annesiyle dolaşmaya başlar. Hazret (k.s): —Peki, insanın yavrusu ne zaman kalkıp dolaşır? Molla: —Efendim yeni doğan çocuğu annesi en az iki sene süt verip besledikten sonra ancak ayağa kalkabilir, hem de bir defada ayağa kalkamaz, ancak sürünme ve emekleme safhasından sonra bu durum gerçekleşir. Hazret (k.s): —Peki, eşek yavrusuna ne derler? İnsan yavrusuna ne derler? Molla: — Eşeğin yavrusuna sıpa, insan yavrusuna ise insan derler. Hazret (k.s): —İşte gördün ya, zahmet çekilmeyince eşek yine sıpa oluyor, emek verilince insan insan oluyor diyerek Gavs-ı Bilvanisinin şu sözünü doğruluyor: İnsan öyle olmalı ki bütün âlem o insana çalışmalı. Lokman Hekim’e sorarlar: —Sen bu ilmi, aklı ve bilgiyi nerden öğrendin? Lokman Hekim cevaben; —Gözü görmeyen ama bir hafızdan, o elindeki asası ile önünü kontrol ederek yürümesi benim için ibret oldu, dolayısıyla o benim rehberimdir. Ulemanın en meşhur âlimlerinden İbni Hacer su kenarında dolaşırken içi oyuk mağara şekline gelmiş kaya parçası ile karşılaşıyor. Kendi kendine; Bu kadar yumuşak suyun o kadar sert olan kayayı delerek mağara oluşturuyorsa, damlaya damlaya göl olur misali ilme sarılarak ilmi hakikat pekâlâ yakalanabilir der. Gerçekten de ilme dört elle sarıldı taş oğlu anlamına gelen adına İbn-i Hacer denildi kendisine. Abdullah b. Abbas’da çok büyük ilim sahibi idi, öyleki 1660 hadis rivayet etmiş, ilmin çokluğundan dolayı ona bahr (deniz), derinliğinden dolayı da Tercümanü’l Kur’an isim verilmiştir. Resul-i Ekrem İbni Abbas hakkında; Allah’ım! Ona hikmet öğret diye dua etmiş, bir rivayette de; Ya Rabbi! Onu dinde fakih kıl ve ona tefsir ilmini nasib buyur diye zikredilir. İmam Şafii; konuşmayı susmak devresi ile ilmi araştırmayı düşünce ile destekleyiniz der. Tabii’nin büyüklerinden Hasan-ı Basri; Hikmet taşımayan söz, boşboğazlıktır. Susması düşünce olmayan insan yanılmıştır. Bakışının amacı ibret olmayan kimse boşu boşuna oyalanmıştır der. Tavus’un(r.anh)’ın bildirdiğine göre Havariler Hz.İsa’ya sorarlar: —Ya Ruhullah! Yeyüzüde şu zamanda senin gibisi var mı? Hz. İsa (a.s): —Evet var. Konuşması zikir, susması fikir ve bakışının amacı ibret olanlar benim gibidirler diye cevap vermişlerdir. Âlimle cahil kimsenin günahlarının hesabı bir değildir. Âlimin işlediği günaha bir, cahile ise iki sevap yazılır. Resulü Kibriya Efendimiz; Âlimlerin eti zehirlidir buyurmuş, yani onların aleyhinde atanlar zehir yemiş gibi olur manasınadır. İmamı Azam talebelerine ders verirken akrebin hücumuna uğrar, öğrencileri hemen müdahale etmek isterken İmam-ı Azam; —Bırakın müdahale etmeyin, ben Rasulüllah’ın Âlimlerin eti zehirlidir hadisini tecrübe etmek istiyorum bakalım ulemadan mıyım der. Eğer ulemadan isem akrep ölür. Gerçekten de büyük âlim olduğu ortaya çıkar ve akrep ölür böylece. Rasulüllah; Ümmetimin âlimleri Ben-i İsrail Peygamberleri gibidir buyurarak fazilet yönünden değil, hidayet yönünden olduğuna işaret etmiştir. Hakeza milyonlarca kişinin hidayetine vesile olmuş çokca evliya-i kiram var. Hz. Nuh (a.s) dokuz yüz seneyi aşkın ömür sürmüş kırk kişi hidayete gelmiş ancak, karısı ve oğlu dahi iman etmemiş. Fıkıh öğrenmek Kur’an ezberlemekten de nafile ibadetlerden de efdaldir. Fıkıh öğrenmekten maksat ihtiyacının fazlasını öğrenmektir. Hz. Ömer (r.anh) halife sıfatıyla; Bizim çarşı pazarlarımızda fıkıh bilgisi olmayan ticaret yapamaz, çünkü fıkıh bilgisi kıt olan insanlar faize düşer beyan buyurarak her alanda ilim sahibi olmanın gerekliliğine vurgu yapmıştır. Abdülkadir Geylani (k.s) Allah’a öyle ibadet ederdi ki birgün ibadet halde iken bir ses işitir: —Ey zikirle meşgul kulum artık senden bütün amel yükümlüllüklerini kaldırdım der. Abdülkadir Geylani (k.s) derhal tepki göstererek; —Ey lanetlenmiş şeytan defol der. Şeytan: —Benim şeytan olduğumu nerden bildin? Abdülkadir Geylani (k.s): —İki şeyle; birincisi akaid ilmimle, ikincisi fıkıh ilmimle. Akaid ilmine dayanarak; sesin tek yönden geldiğini gördüm, dolayısıyla şeytani olduğunu anladım. Eğer ses her taraftan gelseydi rahmani olurdu. Fıkıh ilimine dayanarakdan şunu söyleyebilirim ki; değil ben peygamberlerden dahi hiç kimseden ibadet mükellefiyeti kaldırılmamıştır. İşte ilim bu. İlim olmazsa rahmani sandığımız birçok şeylerin şeytani olup olmadığını anlayamayız. Dolayısıyla ilim şart. İslam ilmin ta kendisi, oku diye ilk ilim startı verilmiş mağaradan. Çağımız bilgi çağı deniliyor, bilgi sağanağı altında yaşıyoruz adeta. Faydalı faydasız bilgiler çevremizi kuşatmış durumda. Öyle ki kime sorsan kendi sunduğu bilgi çok önemli... Acaba hangisi doğru? Bütün bu keşmekeş içinde sade müslümanın yapacağı şey, beynini ve kalbini düzeltip farz ilme yönelmek olsa gerektir. İlim öğrenmek farz-ı ayındır çünkü. Fazlardan sonra öğrenilmesi gerekenler sırasıyla; vacip, sünnet, mendup, mütehap, mübah, mekruh ve müfsid olan ameller vs. Şu iyi bellenmeli farz olan ilmin başında akait gelir. Akaidden sonra namazla ilgili farzlar, namazın öncesinde temizlikle ilgili taharet, abdest ve guslün farzları, derken farz olan kıraati ezberlemek, ilmihal bilgilerini öğrenmek, ana-baba hukuku, kimleri sevip kimlere buğz etmek, rehberine karşı vazifeler, batini hastalıklar, oruçla ilgili bilgiler, hac, helal-haram, rızık ve helal kazanç, zekât gibi konular gelir. İlimsiz yol kat edilemez bu böyle biline. İlmihal; hal ilmi, ahlaki güzeleştirmeye yönelik ilim olması dolayısıyla ilmihal denilmiş. Sünnet-i seniyye’ye uygun yaşayış gerçekleştirmek ilmihal bilgisi ile mümkün. Zira Allah Teala De ki; eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olunuz. Ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve merhamet edicidir (Ali İmran/31) beyan buyurmakta. Velhasıl halini bilmeyen halden anlamaz. Bu yüzden ilim pazara kadar değil mezara kadar işleyen bir süreçtir. Vesselam. | |
|
Etiketler |
değil, degil, ilim, kadar, mezara, pazara, İlim |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Beşikten Mezara Kadar - Uğur Işılak | Elysian | Şairler ve Şiirleri | 0 | 09 Mayıs 2014 20:20 |
Mustafa Sandal - Pazara Kadar | Ecrin | M, N, O, Ö, P | 0 | 13 Mart 2014 17:34 |