01 Kasım 2009, 15:16 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | SavaŞ-cİhad ve bariŞ SAVAŞ-CİHAD VE BARIŞ ALPEREN GÜRBÜZER Cihad; Allah rızası için nefis, mal, dil, beden, araç ve gereçler ile yapılan mücadelinin adıdır. Esasen savaş yakıp yıkma, öldürmek gibi özelliklerini içinde taşıdığı için hoş karşılanmaz, ama din, namus, mal ve vatanı korumak gibi mecburiyetlerden dolayı farz-ı kifayedir. Müslümanların cihad yapabilmesi için üç şart gerekir: — Düşmanın İslam dinini kabüle yanaşmaması, —Düşmanlarla Müslümanlar arasında bir anlaşmanın veya emanın bulunmaması —Müslümanlardan cihada yeterli güç ve kuvvetin bulunması gerekir. Çocuklar, ihtiyarlar, zayıflar, hastalar, körler, topallar, azık veya bineği (vasıtası) olmayanlar, kadınlar ve köleler (efendileri izin verirse cihada katılabilir) cihad ile mükellef değildirler. Ancak genel seferberlik halinde; köleler, kadınlar, âlimler, hatta savaşa kadir olabilecek çocuklarda cihadla sorumludurlar. Savaş esnasında cihad için kira caiz değildir. Kiralayıp da savaşa katılan kişi ganimet mallarından istifade edemez. Bir Müslüman siper kazmak, istihkâm yapmak ve cihaddan sayılan işler yaparsa ücret alamaz, fakat harb (savaş) dışında bu işleri yaparsa ücret alır. Zımmi ise hem savaş içinde hem de savaş dışında ücret alabilir. Kendileriyle savaşılacak gayri müslimlere; önceden İslam’a çağrı yapılır, kabül ederlerse ne ala, kabül etmezlerse cizye (güvence bedeli) vererek İslam’ın ahdi ve himayesi hatırlatılır. Bunu da kabül etmezlerse artık savaş kaçınılmazdır. İslam dininden haberdar olmamış gayri müslim ile çoğunlukla muhasara esnasında da davet yapılabilir. Gayri Müslimler Müslümanların yurduna aniden hücum yaparsa davete gerek kalmadan, hemen karşı koyulur. Savaşta hayatta kalanlara gazi, ölenlere ise şehitlik makamı verilir. Zira şehitler yıkanmadan defin edilirler. Müslümanlarla herhangi bir ahdi (anlaşması) bulunmayan gayri müslimlerin hâkimiyeti altında bulunan yerler Dar’ül Harbdir. Bu yüzden dar’ül harb ahalisine Harbi (küfür ehli) denilir. Dar’ül harb ülkesi fethedilip, Cuma, bayram vs. gibi İslam ahkâmı icraya başlamışsa, o ülke Dar’ül İslam’a dönüşmüş demektir. Dar’ül İslam’ın Dar’ül harbe dönüşmesi için; —Dar’ül harbe bitişik, yani sınır olması, — İçerisinde şirk veya küfür ahkâmının icra edilmesi, —İçinde evvelki eman ile emin bir Müslim ile zımmi kalmamış olmalıdır. Bu üç şart gerçekleşmedikçe o ülkeye dar’ül harb denilemez. Bir belde bir kere dar’ül İslam oldumu artık bundan böyle bu bölge gayri Müslimlerin eline geçmiş olsa dahi yukarıda bahsi geçen üç şartın gereğince orası dar’ül küfür olamaz. Veliyyül Emr savaşa teşvik için lüzum görürse mücahidlere cüzi de olsa para verebilir. Ki; buna tenfil denir. Bir şahsın veya zümrenin İslamiyet’i kabül etmesi üç yoldan anlaşılır: — İslamiyeti kabül ettiğini apayan ikrar etmesiyle, — Müslümanlarla beraber aynı safta cemaat olmasıyla, — Bir çocuğun ana, babasına veya tabiyetine bakarak Müslüman olduğuna hükmedilerek. Düşmana Eman (güvence) verilirken; Geliniz, korkmayınız veya parmakla gökyüzüne işaret edilmek tarzında yapılabilir. Eman; özel eman ve genel eman olarak iki kategoriye ayrılır. Düşmana eman verecek olanlarda şu şartlar olmalıdır: —Müslüman olması, — Akıllı olmalı, — Baliğ olmalıdır. Eman’ın hükmü, muharib düşman için emniyetin sağlanmasıdır. Bundan dolayı eman verilenler: —Öldürülemez, —Çoluk çocukları esir edilemez, —Mallarına ve namuslarına tecavüz edilemez. Eman verildiğinden habersiz olarak diğer bazı Müslümanlar onların mallarını alırsa; iadesi gerekir, bazı erkeklerini öldürürse diyetini öder, bazı kadınları esir ederse iadesi gerekir, hatta cinsel ilişkide bulundukları kadınlarında mehirlerini verilir. Fakat kadınlar üç hayız görünceye kadar iade edilmezler. Elçide emindir. Çünkü barış elçi ile temin edilebilir. Bir şahsın elçi sayılması için; ifadesi kâfi olmayabilir. Dolaysıyla vesika ibraz etmesi gerekir. Esasen eman gerekli olmayan bir akd mahiyetindedir. Bir emanın maslahata aykırı olduğu anlaşılırsa, Veliyyül Emr usulü dairesince bozabilir. Barışma müddeti görülen lüzuma göre: Uzun (Hudeybiye anlaşmasının on sene ile sınırlı tutulmasında olduğu gibi), ya da kısa, yani dört ay gibi olabilir. Bazı Müslümanlar kendi başlarına düşman ülkesinden bir mal veya bir kadını zorla dar’ül İslam’a getirirlerse bunlara sahip olamazlar. İslam’da ahd’e vefa vardır. Ahde uymak şarttır. Müslüman ahdine ihanet edemez çünkü. Geçici anlaşmanın son bulmasıyla, İslam ülkesinde yaşayan gayri müslimler hakkında hemen harbi muamelesi yapılmaz, aksine güvenli bir şekilde yerlerine dönünceye kadar emin vaziyette kalmaları sağlanır. Düşman anlaşmayı bozduğunda Müslümanlar kendi ellerinde bulunan rehineleri öldüremezler, bilakis serbest bırakılarak yerlerine teslim edilirler. Fetih ya barışla, ya da zorla gerçekleşir. Zorla ele geçirilen toprakları Veliyyül-emr dilerse cizye karşısında gayrimüslim halka bırakır, dilerse harac almakla iktifa eder (yeterli bulur), ya da gazilere taksim eder. Hz. Ömer Irak topraklarını cizye ve harac almakla iktifa etmiştir. Allah Rasulü Hayber arazisini kısmen gazilere, kısmen de beytülmalin (Hazinenin) masraflarına karşılık ayırmıştır. Harbilerle yapılan savaş sonucu cebren alınan mallara ganimet denir. Ganimet mallardan 1/5’i; fakirlere, yetimlere, parasız kalmış yolculara vs. harcanır. Ganimet malların geri kalan kısmının mücahidlere dağıtılmak üzere; piyadeye birer, süvariye ikişer, kumandana ise bir fert gibi hisse verilir. Bir kumandan Veliyyül-emr’in izni olmadan ganimetleri mücahidlere taksim (pay) edemez. Savaş sonunda elde edilen esirler hususunda Veliyyül-emr serbestir, dilerse; — Tümüyle hepsini ortadan kaldırır, —Köle ve cariye edilmeleriyle yetinir, —İslam esirleri ile değişir, —İslam ahd ve emanında hürriyet verir. Hasan-ı Basri (r.anh.); ‘Esirleri düşmanı korkutmak amacıyla dar’ül harpte öldürülebilir. Fakat darül İslam’da öldürülemez, bu mekruhtur’ diye beyan buyuruyor. Esirlerin öldürülmeleri hususunda Veliyyül-emr maslahat ve hikmete göre hareket eder. İsrail oğulları esirleri işkencelerle öldürürlerdi. Bazı milletlerde esirleri çileli ve yorucu işlerde insanlık hukukundan mahrum bırakırlardı. İslam, esirlere eziyet verilmesini şiddetle men eder. Rasulüllah (s.a.v); ‘köle ve cariyelerinize yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, içtiyinizden içirin’ diye beyan buyurdu. Yine; onlara zulmetmeyin buyurdu. Esir düşmeden Müslüman olan herhangi bir düşman askeri ele geçince; ne öldürülür, nede köleleştirilir. Ancak esir düştükten sonra Müslüman olursa köle denilmesi caiz olur. Çünkü o gazinin hakkıdır, kölelik sakıt olmaz (düşmez). Bir mücahit esir düşen bir muharibi (savaşanı) daha taksim edilmeden öldürürse hakkında tazir tatbik edilir, ama diyet, tazmin ve kıymet gibi türden kefaret lazım gelmez. Hatta nefsi müdafaadan dolayı öldürdüyse bile tazir gerekmez. Bir esiri öldürmek selahiyeti Veliyyül-emr’e aittir. Bir kumandan esirlerin isyan etmelerinden veya düşman kuvvetlerin gelip bunları kurtaracağından endişe edip korkarsa öldürme yoluna gidebilir. Esir düşen Müslümanları; para, silah, hayvan karşılığında esaretten kurtarmak caizdir. Cihadla ilgili ayetlere baktığımızda Allahü Teala: Kendilerine karşı harb açılan Müslümanlara zulme uğradıkları için cihada izin verilmiştir. Allah-ü Teala’da onlara yardım etmeye elbette kadirdir. O Müslümanlar ki Rabbimiz Allah Tealadır demelerinden başka bir sebep yokken haksız yere yurtlarından çıkarılmışlardır (Hacc:39). Sizinle savaşanlarla da Allah yolunda muharebe ediniz, fakat haksız yere tecavüz etmeyiniz. Çünkü Allah mütecavizleri sevmez (Bakara:3). Fitne kalkıp din tamamıyla Allah için oluncaya kadar onlarla cihad ediniz ve eğer onlar o kötü hareketlerine nihayet verirlerse şüphe yok ki Allah Teala onların yapacaklarını görücüdür, layık oldukları mükâfatı verir (Enfal:39). Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozar ve dininize dil uzatılırsa sizde o küfrün elebaşlarına karşı savaş açınız. Şüphe yok ki, onların yeminleri yoktur. Belki bu harb sebebiyle şu fena hareketlerine nihayet verirler (Tevbe:12). Müşrikler, sizinle topyekün savaştıkları gibi sizde onlara karşı topyekün savaşınız ve bilinizki Allah-ü Teala, müttekilerle beraberdir (Tevbe.36) beyan buyurmaktadır. Resulü Ekrem bazı gazalarında güneşin batışa meyline kadar bekler, sonrada Ashabı Kiram arasından ayağa kalkarak bu ayetler ışığında: ‘Ey İnsanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz, Allah Tealadan afiyet temenni ediniz. Fakat düşmanla karşılaşınca sabr ediniz ve biliniz ki, cennet, şüphesiz kılıçların gölgesi altındadır diye buyurur daha sonrada şöyle dua ederdi; Ey kitabı indiren bulutları yürüten fırkaları hezimete uğratan Allah’ım o düşmanları hezimete uğrat, bizlere de o düşmanlara karşı yardım ihsan buyur’ (Sahihi-Buharı ve Müslim) diye cihad olayını açıklığa kavuşturmuştur. İSYANCILAR Veliyyül-emre karşı isyan eden zümreye Buğat denir. Buğat’ın idaresindeki yerlere dar’ül bağy, adil yerlerede dar’ül adl denir. Müslümanların katl edilmesini, mallarının alınmasını, zürriyetlerinin esir edilmesini helal görenlere harici, yani isyan edenler veya baş kaldıranlar (huruç edenler) denir. Tarihte hariciler çok kan döktüler ve Hz. Ali (k.v)’in yakasını tüm halifelik sürecinde rahat bırakmamışlardır. Veliyyül emr, isyancıların savaş hazırlığı içinde olduklarını öğrendiği zaman derhal bunları yakalatarak tevbe edinceye kadar haps eder. İsyan edeceklerini söyledikleri halde, henüz azmetmemiş kimselere karşı henüz taarruz edilemez. Çünkü ortada isyan cinayetine karar verilmemiştir. Eyleme dönük olmayan, azmettirme derecesinde bulunmayan ve düşünce sahasında kalan şeyler şer’an takip edilmeyi gerektirmez. İsyan grubunun savaşa hazırlanması savaşa başlayacaklarına işarettir ki, bu gurubun bilfiil savaşa başlamalarını beklemek doğru olmaz. Çünkü bu durum kendilerinin kuvvetlenmesine fırsat verir. Baği’ler barış talebinde bulunursa kabül görülür. Fakat para karşılığında barışa razı olmak caiz değildir. Zira İslam kardeşliğine ters düşer. Hiyanete hiyanetle karşılık vermek İslam şiar’ına aykırıdır. Baği’lerden (isyancılardan) düşen esirler hakkında Veliyyü’l-emr serbestir; dilerse öldürür dilerse tövbe edinceye kadar haps edilir. Ancak baği esirleri; köle ve cariye edilemez, fakat silahını elinden bırakmayan baği (isyancı) öldürülebilir. Silahını bırakıp eman dileyen saldırılamaz. Hatta böyle bir baği kasten öldürülürse diyet lazım gelir. İsyan sebebiyle bir baği İslam dairesinden çıkmış sayılmazlar. Bağiler henüz mevzilenip isyan etmeden önce telef ettikleri malları, akıttıkları kanları tazmin etmekle sorumludurlar. Savaş halinde ehl-i adl’den birinin malını telef ederse tazmin etmez. Gayri Müslimlerden zimmet ve cizye (güvence bedeli) almak aç gözlülükten değil, Müslümanların içinde yaşa***** İslam’a kazandırmak amacını taşır. Çünkü onlar sırf taklit (kopya) ehlidirler. Zimmet ehli (zimmî) aksine hareket etmedikçe; malı, canı, namusu tıpkı Müslüman gibi koruma altında olup, Müslümanların devamlı ahd ve emanın da bulunurlar. Zimmet akdinin hükmü; mal, can, namus dokunulmazlığıdır. Gayri Müslim bir zimmî hükümdarın, köleleri üzerindeki sahiplik hakkı olduğu gibi, aynı zamanda bu hakkı baki kalır (devamlılık kazanır). Arabistan yarımadasında ne Kiliseler ne Manastırlar, ne Tapınaklar bırakılır, ne de bunların yeniden yapılmasına müsaade edilir. Çünkü gayri Müslimlerin Arabistan yarımadasında yerleşmeleri hukuken caiz değildir. Bir zımmi içki, domuz gibi şeyleri bir gemiye yükleyerek Dicle, Fırat gibi nehirler yoluyla İslam beldesinin ortasından geçirirse buna engel olunamaz. Her hangi bir kişi; hiçbir zımmiye, Müslüman olması için zorlama ve baskıda bulunamaz. İslamiyet’i kabül etmek zımmeti düşürür. Dar’ül harbe iltihakla zimmet bozulur ve hakkında mürted ahkâmı cari (geçerli) olur, Dar’ül İslam’da karısı varsa kendisinden boşanmış olur ve malları varisleri arasında taksim edilir. Fakat daha sonra yakalanıpda esir edildiğinde mürted gibi öldürülmeyip köle edinebilir, pişman olursa zımmeti dönebilir. Pişman olan zımmiye varislerine pay edilen malları geri alınıp, tüketilmiş olan malları geri tazmin ettiremez. Bir zımmi’nin cizye ödemekten imtina etmesiyle (çekinmesi) zimmeti bozmuş sayılmaz. Zimmet sözle bozulmaz, ancak fiille bozulur. Keza bir zımmi müslümanı kasten öldürürse veya kadına tecavüz ederse, ya da casusluk yaparsa vs. zimmet akdini bozmuş olmaz. Fakat bu suçlardan dolayı kendisine bir takım cezalar tatbik edilir. MÜSTEMİN Müstemin kendisine eman (güvence) verilmiş kimseye denir. İstimna ise; eman istemek demektir. Müsteminlerin de kısımları var, bunlar: “ —Dar’ül harbe özel bir izinle gitmiş Müslümanlar, —Dar’ül harbe eman ile girmiş zımmiler, — Dar’ül harbden dar’ül harb’e izin ile gitmiş gayri Müslimler”dir. Bir zimmî’nin gidip dar’ül harbe iltihak etmesine müsaade verilmez. Harbi’nin İslam ülkesine gelip; ticaret, sanat gibi maksatla dar’ül İslam’a gelmesine izin verilebilir. Fakat uzun müddet ikametine göz yumulamaz. Çünkü casusluk söz konusu olabilir. Bir müstemin eşiyle birlikte İslamiyet’i kabül ederse yanında bulundurduğu buluğa ermemiş çocukta kendilerine tabii olarak İslamiyet’e haiz olur. Buluğ ile tabiyet son bulur. Bir müsteminin Müslümanların aleyhine olabilecek şekildeki eşyaları dar’ül harbe götürülmesine izin verilemez. Bir müstemin dar’ül İslam’da kendi rızasıyla; zimmeti kabül eder veya kendisine verilen müddetten fazla ikamet etmesiyle zimmeti kabül etmiş olur. Bir müstemin dar’ül İslamda arazi haraciyeden satın almakla zimmeti kabül etmiş sayılır. Fakat arazi haraciyeyi henüz haracı tahsil etmeden satarsa zimmeti kabül etmiş sayılmaz. Arazi-i haraciyeden bir yeri kiralayıp, araziyi ekmekle de zimmet kabül sayılmaz. Zimmeti kabül eden bir müstemin harbilere iltihak edemez. Fakat geri dönmek kaydıyla ticaret yapması için engel olunamaz. Yine müstemine eziyet verilemez. Hatta hakkında gıybet dahi edilemez. Çünkü müstemin zımmi hükmündedir. Hatta zımmiye zulüm Müslümana zulümden daha şiddetlidir deniliyor. Dar’ül harbde müstemin bulunan iki Müslüman’dan biri diğerini kasten öldürürse kısas gerekmez, diyet gerekir. Çünkü hadise dar’ül İslam’da olmamıştır. Dar’ül harpte bulunan Müslüman’ın müstemin Müslüman’ı öldürmesinde de hüküm aynıdır. Bu hüküm İmamı Azama göredir, İmameyn’e göre kısas gerekir. Bir Müslüman veya zımmi, Dar’ül İslamda bir harbi’yi öldürürse kısas lazım gelmez. Çünkü harbi kısas hususunda zımmi ve müslümana eşit değildir. Yani bu durum kısas ve eşitlik esasına dayanır. Dar’ül İslamda vefat eden bir müstemin’in malları varislerine verilmek üzere hıfz (saklanır) edilir. Varisi bulunmazsa malları beytülmal’a ait olur. Başta Müslümanlar aleyhine casusluk yapmamak şartıyla eman (sığınma, güvence) istemiş olan bir müstemin, daha sonra casusluğa cüret ederse emanı zail olur. Veliyyül Emr dilerse ganimet almak üzere esir eder, dilerse ibret için asarak öldürür. Casusluk ile suçlanan bir müstemin ispatlanırsa ceza verilir, aksi takdirde serbest bırakılır. Casusluğu kesinleşirse kendisine verilen eman (güvence) bozulmuş olmaz, fakat ceza tertib edilir. Bir müstemin, dar’ül islam’da bir müslümanı veya zımmiyi kasten öldürürse kısas gerekir. Çünkü dar’ül islam’a gelmekle İslam hükmünü kabül etmiş olur. Dar’ül İslam’da iki müstemin’den biri diğerini kasten öldürmekle kısas cari olur. Çünkü aralarında eşitlik söz konusudur Bir müsteminin varisi bulunmazsa terekesi (mallarının geliri) beytülmala ait olur. Dar’ül İslam’da vefat eden bir müstemin yanındaki malları dar’ül harbde veya dar’ül İslam’da bulunan varisleri adına hıfz (saklanır) edilir. Faydalanılan kaynak: Hukuki İslamiyye kamusu Ömer Nasuhü Bilmen. | |
|
Etiketler |
baris, bariŞ, savascihad, savaŞcİhad, ve |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
CİHÂD-I EKBER | vioLeta | Dini Sözlük | 0 | 12 Ocak 2020 06:35 |
SAVAŞ VE BARIŞ (TOLSTOY 100 Temel Eser) | Rhytia | Klasik Edebiyat | 0 | 28 Şubat 2014 18:46 |
BARIŞ için güzel bir cümle de sen kur | Sükût | Serbest Kürsü | 1 | 22 Kasım 2007 21:41 |
Bariş Akarsu Defnedildi | KiLL | Haber Arşivi | 1 | 06 Temmuz 2007 20:20 |