IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  reklamver

Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 11 Ekim 2009, 19:54   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Mekkenİn fethİ




MEKKENİN FETHİ

ALPEREN GÜRBÜZER

Beni Bekr Kureyşlilerin, Huzaa ise Müslümanların korumasını kabul etmiş iki kabile. Beni Bekr kabilesinden biri, Rasulullah (s.a.v)’i alay eden uslupta şiirli sözler söylemesi üzerine Huzaa Kabilesinden biri dayanamayıp bir anda kavga ortamının doğmasına sebep oldu. Derken ileri geri laf eden kişinin başından akan kanlar ile Hudeybiye barışına gölge düştü. Anlaşmaya göre on yıl içerisinde gerek Kureyş, gerekse Müslümanlar kan dökmeyecekti.
Çıkan bu kavga sonucu intikam duyguları gelişmeye başladı, derken bir gece Beni Bekr kabilesinin adamları Huzaa’lılara ani baskınla uykuda yakaladılar. Uykuda neye uğradıklarını şaşıran Huzaa’lılar can korkusuyla kaçmaya başladılar. Zira yakalananlar öldürülüyor, diğerleri ise kovalamanın ardından kendilerini Mekke sokaklarında izlerini kaybetmeye çalışıyordu. Rasulullah (s.a.v.) himayesi altında bulunan Huzaa’lılara yapılan bu insanlık dışı muameleye çok üzülmüştü. Öyle ki sokaklar insan cesetleri ile dolu idi.
Başlangıçta bir hicivle başlayan kavganın bu noktaya taşınması Kureyş’lileri endişeye itmişti. Bu endişeler içerisinde Ebu Süfyan derhal Medine yoluna koyuldu. Medine’de kızının evine geldi, hatta Rasulullah’ın oturduğu minderine oturmak istedi ama kızı sen müşriksin, necissin diyerek minderi çekiverdi altından. Babası şaşırmış olsa da oradan ayrılıp Rasulüllah’ın huzuruna vardı ve geliş amacının Hudeybiye anlaşmasının ihlalini önlemek, anlaşmayı uzatmak dediyse de Rasulüllah belli ki himayesindeki kabileye yapılanlara incinmiş susmayı tercih etti o an. Ebu Süfyan bu suskunluk karşısında taraflar arasında yapılan anlaşmayı tekrar uzatmak taraftarı olduğunu tekrarladı ama boşuna.
Rasulüllah (s.a.v)’den yüz bulamayınca araya ricacıları devreye sokarak belki bir ümit ışığı yakalayabilir ümidiyle çabalarını sürdürmeye başladı. Önce Ebubekir’le işe başladı, ardından sırasıyla Ömer, Osman, Ali, Fatıma derken hepsiyle görüşmeler yapıldı. Bütün bu görüşmelerin sonucunda her biri; Allah Rasulü’nün onay vermediği bir şeyi kabul edemeyeceklerini beyan ettiler. Öz kızı bile Allah Rasulü’nün oturduğu mindere oturtma***** gereken dersi vermişti zaten. Yaşadığı kısa ve anlık da olsa bu olaylar Ebu Süfyan’da moral bozukluğuna yol açmaya yetmişti bile.
Yapılan zulme içerlemişti Nebiyi Ekrem. Şimdi gözler pür dikkat Allah Resulünün üzerindeydi ki bir anda Fahri Kâinat Efendimiz ayağa kalkıverdi. Kabz hali vardı yüzünde, belki de Habibullah şimdiye kadar böylesine bu denli celallenmemişti. Çünkü ortada zulme uğramış himayesine aldığı ve emanet gördüğü Huzaalar vardı. Allahın Resulü rıdasını toplayıp kıyama geçti, hakeza ashapta öyle. Ashabı Güzin büyük bir edeple ne diyecek diye merak içinde bekleyişe koyuldu. İşte o an gelmişti. Nihayet Allah Resulü konuşmaya başladı. Ve şöyle dedi; “Eğer kendi nefsim için istediğim şeyi Huzaa kabilesi içinde istemezsem Allahtan yardım görmeyeyim, varlığım kudret elinde olan Allaha yemin olsun ki kendimi ve aile efradımı himaye ettiğim gibi onları da koruyacağım, şimdi haber salın herkese Allaha ve ahiret gününe iman edenler Medine’de toplansın.”
Bu ültimatomdan sonra Hane-i saadette savaş hazırlıkları başlamıştı bile. Derken Rasululah (s.a.v)’ın talimatıyla kabileler silahlanarak sefere çıkılacağı duyuruldu. Mekke’ye giriş ve çıkışlar sıkı denetime alındı. Böylece sınır boyları kontrol altında tutularak yapılan hazırlıkların gizli tutulması sağlanmış oldu. Öyle ki Habib-i Kibriya’nın davetine icabet eden kabileler akın akın Medine’ye gelerek on bini aşkın bulan bir ordu ile Mekke’ye doğru hareket edilmeye başlandı.
Nitekim uzun bir yolculuğun ardından yorgunluk alametleri başlamış, dudaklar susuzluktan çatlar hale gelmiş, hatta damaklar yapışmış, diller ise tek kelimede birleşmişti; Allah diye.
Yüce Mevla uğruna çile ibadet sayılırdı ashab için. Susuzluğun getirmiş olduğu durumu sezen Allah Rasulü bizatihi kendisi su içerek orucu bozmalarını söyledi. Bu arada hiç beklenmedik anda amcası Abbas’l a karşılaştı, böylece o da en son muhacir unvanı şerefine nail olmuş oldu.
Kafileler yollar dizilmiş, boyunlar bükülmüş, kalpler tek yürek olmuş halde hedefe doğru ilerliyorlardı. Nihayet Merrüz Zehran’a geldiklerinde Habib-i Kibriya ateş yakılmasını emretti. Sanki yanan ateş değil de aşktı. Mekke’den ayrılışın yüreklerde alev alev yanan ateşiydi bu. Dile kolay doğup büyüdüğü topraklardan çıkarılmışlardı. Sevenler için yıllardır hasretini çektiği Mekke özleminin içlerinde yaktığı ateşi sardı müminleri. Müşrikler de ise yanan ateş yüreklerine korku saldı. Gökyüzüne yükselen ateş Mekke’ de yankı buldu. Bu arada meraktan olsa gerek Ebu Süfyan ve arkadaşları, ateşin bulunduğu yerde neler olduğunu görmek pahasına yürümeye başladılar. Fakat gece karanlığında izbe iz ilerlerken Müslümanlar tarafından yakalanarak Rasulullah’ın huzuruna getirildiler. Habib-i Kibriya aralarında Ebu Süfyan’ın da bulunduğu esirleri görünce memnun kaldı. Hz. Ömer derhal ileri atıldı:
— Ya Rasulullah! İzin ver Ebu Süfyan’ın boynunu uçurayım.
Peygamberimizin amcası müdahale ederek; olmaz böyle şey dedi.
Allah Rasulü ikisine de:
— Sakin olun dedi ve sonra sabah olduğunda onu bana getirin şeklinde emir buyurdu.
Sabah olduğunda Ebu süfyan huzura alındı. Rasulullah ona bakarak tatlı bir lisanla:
— Hala Müslüman olmayacak mısın, hala bu nimetten faydalanmayacak mısın, daha ne duruyorsun?
Ebu Süfyan tane tane inci gibi dökülen bu davetten sendeleyerek:
— Tereddütlerim var dedi.
Peygamberimizin amcası bu sefer devreye girerek:
— Yeter gayrı, artık boynun vurulmadan kabul et bu dini, şehadet getirmende fayda var deyince Ebu Süfyan Kelime-i Tevhid-i diliyle ikrar etmek zorunda kaldı.
Ebu Süfyan oradan ayrıldıktan sonra halkına büyük bir ordunun geldiğini haber vererekten sözlerine şöyle devam etti:
İster evime, ister Mescidi Harama, isterse kendi evlerinize girerseniz canınız emniyette olur türünden sözlerini defalarca tekrarladı ama kimseden tık yoktu. Kureyş halkı sessizliğe büründü adeta. Bu sessizlik fırtınadan önce sessizliği andırıyordu sanki. Oysa korkunun ecele faydası yoktu. İlk tılsım Ebu Süfyan’ın karısı Hind’den gelince ister istemez dikkatler ona yöneldi. Şimdi pür dikkat gözler ona çevrilmişti, acaba ne diyecek diye.
Hind kocasına:
— Yazıklar olsun sana, atalarının dinini terk ettin. Birde üstelik utanmadan konuşuyorsun, öldürün şu adamı diyerek ortalığı velveleye verdi bir anda.
Ebu Süfyan:
— Bre kadın! Şu sakalımı çekmeyi bırak da derhal evine dön ve Müslüman olmaya bak, yoksa canından olacaksın.
Ebu Süfyan ısrarla bu işin şaka götürür olmadığını bir kez daha halkına yeniledi. Fakat kanımız pahasına bu şehri teslim etmeyeceğiz diyenler oldu. Neyseki itirazcılar azınlıkta idiler.
Müslümanlar sonunda iki koldan yıllarca özlemini çektikleri öz vatanlarından parya olarak ayrıldıkları Mekke’ye kansız girmeyi başaracaklardır. Nitekim hiç kimse karşı koyma cüreti gösteremediler. Efendimiz komutasında bu kutsal topraklara fetihle ayak basılıyordu artık. O an cümle âlem ayakta nefesler tutulmuştu adeta. Dile kolay doğup büyüdüğü topraklardan ayrılalı sekiz yıl geçmişti. Bu yüzden Mekke yetim kalmıştı onsuz. Şimdi yediden yetmişe herkes nur çehresini yeniden izlemeye koyuldu. Büyük bir heyecanla yaşlısı, genci, çoluk çocuk ve herkes anamız babamız sena feda olsun dercesine kıyama geçtiler.
Allah Resulü de sekiz yıl önce kusva adlı devesiyle ayrılmıştı buralardan. Yine aynı deve ve can yoldaşı Hz. Ebu Bekir’le birlikte Mescid-i Haram’a girdiler. Zalimler bu sefer onları buralardan kovmak için değil merhamet ve eman dilemek için izliyorlardı gelişlerini. Resul-ü Ekrem Mescidi harama girdiğinde önce Hacerül Evsed-i selamladı, ardından mübarek asası ile putları bir bir devirmeye başladı. Putların devrilişi bir dönemin bittiğini Allah’dan başka mabut yoktur ilanının yapıldığı döneme girildiğinin mesajı verildi böylece. Ardından tavaf, zemzemin kana kana içilmesi takip etti ve daha sonra da Merve ile Safa tepeleri arasında say’ a geçildi. Haccın rükunları eda edildikten sonra da Kâbe’nin kapısı açıldı, içeri girildi ve o meşhur Hübel adlı putları parçalanıp dışarı atıldı. En nihayet Bilal-i Habeşi’nin o eşsiz güzel sesiyle Ezan-ı Muhammed’in Mekke semalarında yankı bularak fethi mübin müjdelenmesi gerçekleşti. Böylece cümle âlem ve cümle mahlûkat bu duyuru ile kendine geldi.
Velhasıl; Fetih açılma, yaşanan acıların mükâfatı demekti, anlayana tabii..

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver
Cevapla

Etiketler
fethi, fethİ, mekkenin, mekkenİn


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
İSTANBUL’UN FETHİ VE İNSAN HAKLARI Desmont Tarih 0 17 Kasım 2014 21:19
ORHAN GAZİ VE İZNİK’İN FETHİ Desmont Tarih 0 17 Kasım 2014 20:12
BELGRAD'IN FETHİ Desmont Tarih 0 15 Kasım 2014 16:25
MALKOÇOĞLU VE ROMANYA’YI FETHİ Desmont Tarih 0 15 Kasım 2014 16:23
MEKKE'NİN FETHİ (1 Ocak 630) Kalemzede IF Ekstra 0 01 Ocak 2013 11:33