29 Ağustos 2006, 19:56 | #21 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: Peygamberlerin Tarihi. Hz muhammed devamı.. Bunu izleyen yıllarda vukû bulan ve İslâm tarihi kaynaklarının bütün teferruatı ile naklettiği Uhud *, Benû'n-Nadir *, Benül-Mustalık *, Hendek *, Benû Kureyza *, Hayber *, Mekke fethi *, Huneyn *, ve Tebûk * gibi büyük gazveler başta olmak üzere Hz.Peygamber'in bütün seferleri ile çıkarılan bir seri seriyye hep İslâm devletinin giderek daha da güçlenmesini sağlamıştır. Ayrıca bütün bu seferler ve muhârebeler, Hz. Peygamber'in eşsiz bir komuta gücüne, büyük bir sevk ve idâre kabiliyetine, ölçülmez bir cesaret ve şecâata sahip olduğunu ispatladı. Yalnız bizzat Hz. Peygamber'in hadislerinde: "...Ben rahmet peygamberiyim, ben harp peygamberiyim " (İbn Hanbel IV, 395; V, 405) şeklinde ifadesini bulduğu gibi, zaruri olduğu zaman harp peygamberi olan Hz. Muhammed, aslında sulhü harbe daima tercih ediyordu. Hz. Peygamber'in duyduğu sulh arzusu, hicretin altıncı yılı sonlarında Kureyş'le imzalanan Hudeybiye Musâlahası'nda Kureyş'in ileri sürdüğü, ilk bakışta müslümanlar açısından çok ağır görünen ve hattâ Hz. Ömer'in dilinde ifadesini bulduğu üzere Ashâbı kirâm tarafından "zillet" gibi kabul edilen bir takım şartlar O'nun kabûlünü gerektirmişti. Gerçekte bu şartlar daha sonra tamamıyla müslümanların lehine dönüşmüş ve Hudeybiye barış anlaşması "apaçık bir fetih"olmuştu (el-Fetih, 48/1 âyetinde bu hususa işaret olunmaktadır). Bu barış sayesindedir ki Kureyş'in İslâm'a düşmanlıkta baş çeken reisleri İslâm saflarında yer almaya başladı. Yine bu musâlaha sayesindedir ki, İslâm'ın sesi baştan başa Arap Yarımadası'na ulaştığı gibi Bizans, İran, Habeşistan ve Mısır gibi güçlü ülkelere iletitdi ve cihanşümül İslâm daveti hızla ilerlemeye başladı. Bu arada Hicretin sekizinci senesinde Mekke'nin fethedilmiş olması ve Mekke halkının tamamıyla İslâmiyet'i kabul etmeleri sebebiyle müslümanlara hac etme imkânı doğmuştu. Ancak Arap Yarımadası'nda hâlâ mevcut müşrik Araplar da kutsal bir ibâdet sayarak Mekke'ye hac yapmaya geleceklerinden ve hac sırasında câhiliye âdetlerini irtikap edeceklerinden Hz. Peygamber müşriklerle bir arada bizzat kendisi hac yapmayı uygun bulmadı. Fakat haccetmek isteyenlere de engel olmayarak başlarına Hz. Ebûbekir'i hac emîri tâyin etti. İşte böylece hicretin dokuzuncu yılı hac mevsiminde bazı sahabiler haccetmek üzere Medine'den yola çıkmışlardı; ki, Hz. Peygamber'e Tevbe (Berâe) Sûresi'nin ilk otuzaltı âyeti nâzil oldu. Bu âyetler müşriklere verilecek bir ültimatom ve notayı ihtiva ediyor; bundan böyle hac içinde olsa hiç bir gayri müslimin Mekke harem bölgesine giremeyeceği, eskiden câhiliye döneminde Arapların yaptığı şekilde Kâbe'nin çırılçıplak tavâf edilmesi âdetinin kaldırıldığı; İslâm devleti ile andlaşması bulunan müşrikler ile münasebetlerin antlaşma süresi doluncaya kadar andlaşmada belirlenen esaslar içerisinde sürdürüleceği, antlaşma süresi dolunca yeni bir antlaşma cihetine gidilmeyeceği ve bu durumdaki kabilelerin ya müslüman olmak ya da İslâm'a düşmanlığı kabul etmek şıklarından birisi ile karşı karşıya kalacakları, antlaşması olmayan veya süresinden evvel antlaşmayı bozmuş olan müşrik Araplara ise dört aylık bir mühletin verildiği, bu mühletin sonunda bu kabilelerin de ya müslüman olmayı ya da İslâm'a düşmanlığı kabul durumunda olacakları hükümlerini getiriyordu. İşte bu hükümler, yapılan hac sırasında Arap Yarımadasının muhtelif yerlerinden hac etmeye gelmiş farklı kabilelere mensup müşrik Araplara, Hz. Peygamber'in görevlendirdiği Hz. Ali tarafından tebliğ edildi. Bu ültimatomu alan müşrik Araplar hac sonrasında memleketlerine döndükleri zaman tüm kabile mensupları ile bir durum değerlendirmesi yaptılar ve bu sıralarda Hz. Peygamber'in gönderdiği İslâm'ı tebliğ eden gruplara ve görevlilere İslâm'ı kabul ettiklerini bildirerek İslâm devleti'nin hâkimiyetine girdiler. Böylece Hz. Peygamber hicretin onuncu senesinde İslâm dinini ve İslâm hâkimiyetini baştanbaşa tüm Arap Yarımadası'na ulaştırmış, görevini lâyıkıyla yerine getirmiş oluyordu.
__________________ [ hic habere cunctus est, neque nec habere cunctus est. ] « Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. IRC Network » |
|
29 Ağustos 2006, 19:58 | #22 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: Peygamberlerin Tarihi. Hz. Muhammed devamı .. Tamamlanan İslâm İnkılâbı ve Hz. Peygamber'in Vefatı: Zamana ve zemine uygun bir şekilde nerede nasıl hareket edeceğini gayet mükemmel hesap eden ve plânlı bir strateji uygulayan Hz. Muhammed, yirmi üç yıl gibi kısa bir sürede tarihte eşine rastlanılmayacak büyük bir inkılâbı gerçekleştirmişti. Kırk yaşında peygamberlik görevine başladığı zaman yapayalnızdı,. güçsüzdü, maddi imkânları yoktu. Buna mukâbil, mücâdeleye giriştiği toplum, tasawur edilebilecek en aşağı seviyede bulunuyordu. Müşriklerin inanç ve ibadetleri son derece mantıksıı ve gülünçtür; ahlâk telâkkileri müptezeldi; hak, adâlet anlayışları zulmün göstergesiydi; menfaatler her şeyin üstünde tutuluyordu. Böyle bir ortamda Hz. Peygamber'in yılmadan yorulmadan, büyük bir azim ve iştiyakla yürüttüğü İslâm daveti, yirmiüç senede öyle bir sonuç verdi ki; artık o dönemden "Asr-ı Saâdet" "Saâdet asrı" diye bahsetmek gerekecekti. Hz. Peygamber gerçekleştirdiği bu büyük inkılâbın heyecanı ve görevini lâyıkıyla yapmış olmanın huzur ve mutluluğu içerisinde kendisine iman edenleri hicrî onuncu senenin hac mevsiminde hac yapmak üzere Mekke'de topladığı zaman, genellikle kabul edildiğine göre, etrafında 114.000 sahâbi vardı. Bu hac, Hz. Peygamber'in son haccı olduğu için ve yaptıkları konuşmalarında bir bakıma ashâbına vedâ ettiğinden "veda haccı" diye adlandırılmıştır. Bu haccın yerine getirilişi sırasında Peygamber Efendimiz, muhtelif ibadet yerlerinde yaptığı konuşmalarında başlangıcından o güne kadar tebliğ ettiği hak dinin temel esas ve prensiplerini öz ve veciz ifadelerle, etrafım çevreleyen ashâbının şahsında bütün ümmetine son bir kez daha takdim ediyor ve Rabbinden "dinin artık tamam olduğu" mesajını alıyordu (el-Maide, 5/3). Hz. Peygamber, Vedâ haccı'ndan Medine'ye döndükten sonra Üsâme b. Zeyd komutasında bir orduyu Bizans üzerine sevketmeye niyetlendi ve genç komutanını çağırarak gerekli tâlimâtı verdi. Ancak ordunun sefer hazırlıkları yapılırken Hz. Peygamber'in başlayan rahatsızlığı gün geçtikçe şiddetlendi ve O'nu bîtâb bir şekilde yatağa düşürdü. Hastalığının ilk günlerinde namaz vakti olduğu zaman mescide çıkıp ashâbına namaz kıldırıyordu. Ama 8 Rebîulevvel perşembe günü akşam üzeri geçirdiği bir baygınlıktan sonra o günün yatsı namazından itibaren imamlık, Hz. Peygamber'in emri ile Hz. Ebûbekir'e havâle edildi. Hicrî onbirinci yılın 12 Rebîulevvel pazartesi günü kuşluk vaktinde de kelime-i tevhid getirerek ve Rabbini kasıtla: "... Yüce dosta!" diyerek Rabbine kavuştu. Hz. Peygamber'in cenazesinin hazırlanması, yıkanması, kefenlenmesi işlerini Hz. Ali, Hz. Abbâs, Abbâs'ın oğlu Fazl, Üsâme b. Zeyd gibi yakınını yerine getirdi. Peygamberlerin vefat ettikleri yerde defnolunacaklarına dair Hz. Ebûbekir'in rivayet ettiği bir hadis dolayısıyla, Hz. Peygamber'in vefat ettiği Hz. Âişe'nin odasında bir kabir kazıldı. Bu arada Ashâb-ı kirâm grup grup gelerek Rasûl-ü Ekrem için cenâze namazı kıldılar. Oda küçük olduğundan küçük cemaatlar halinde kılınan cenâze namazı bir hayli uzun sürmüştü. Bu sebeple Hz. Peygamber'in nâşı ancak çarşamba günü gece vakti kabre indirilebildi. Peygamber Efendimiz vefat ettiklerinde 63 yaşında idi. Hz. Peygamber'in Vücut Özellikleri: Hz. Peygamber, uzuna yakın orta boylu, pembemsi nûranî beyaz tenli olup iri yapılı idi. Ama şişman değildi ve göbeği göğüs hizasından taşmazdı. Uyumlu ve dengeli bir vücuda sahip olan Hz Peygamber'in başı irice olup O'na ayrı bir güzellik ve heybet veriyordu. Saçları kumral olup düz ile kıvırcık arasındaydı ve kulak yumuşağına kadar uzanırdı. Saçını çoğu zaman tam ortasından ayırarak iki yana doğru tarardı. Muntazam ve gür bir sakalı vardı. Saç ve sakallarındaki beyaz tel sayısı vefat anlarında yirmiyi bulmuyordu. Saç ve sakal bakımını aslâ ihmal etmez, yanında devamlı tarak bulundururdu. Kaşlarının arası hafif aralıklı, gözleri siyah, burnunun üst tarafı gayet itidâl üzere yüksekçe,dişleri muntazam ve tertemizdi. Devamlı misvak kullanırdı. Omuzlarının arası genişçe, omuz başları kalın, el ve ayakları enlice idi. İki kürek kemiği arasında, keklik ya da güvercin yumurtası büyüklüğünde tüylerle kaplı kırmızımtırak bir ben vardı; ki, bu ben, peygamberlik mührü idi. Yürürken adımlarını düzgünce kaldırarak atar, sanki yokuştan iniyormuşçasına önüne hafifçe eğilerek hızlıca yürürdü. Peygamber Efendimiz, bedeninin, giyeceklerinin, yiyeceklerinin ve çevresinin temizliğine büyük bir önem ve itinâ gösterirdi.
__________________ [ hic habere cunctus est, neque nec habere cunctus est. ] « Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. IRC Network » |
|
29 Ağustos 2006, 20:00 | #23 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: Peygamberlerin Tarihi. Hz. Muhammed devamı .. Hz. Peygamber'in Şahsiyeti ve Ahlâkı: Peygamber Efendimiz, bedenen olduğu kadar ahlâk ve şahsiyeti itibâriyle de insanların en mükemmelidir. Bu hususta yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur: "Şüphesiz ki sen, büyük bir ahlâk üzeresin " (el-Kalem, 68/4). Bizzat Hz. Peygamber; "Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim" buyurmuştur (Muvatta', Husnü'l-Hulk, 8). Biliyoruz ki, Peygamber Efendimiz çocukluğundan beri Cenâb-ı Hakk'ın kontrol ve murâkabesi altında idi. Bu sebeple O; "Beni Rabbim terbiye etti ve güzel terbiye etti" buyurmuş (Süyûti, el-Câmiu's-Sağîr I/14); hayatı boyunca gayri İslâmî ve gayri insânî hiç bir söz, davranış ve fiil ondan sâdır olmamıştır. Peygamberliğinden önce de doğru sözlülüğü, dürüstlüğü, ahde vefası, yardımseverliği ve her türlü güzel ahlâkı ile takdirler kazanan ve Kureyşliler tarafından "el-Emîn = güvenilir kişi" ünvanına lâyık görülen Hz. Muhammed, peygamberliğinden sonra da Rabbinin Kur'an'la mü'minlere ve bütün insanlara emrettiği tüm ahlâkî değerlere sımsıkı sarılmış ve bunları büyük bir titizlikle harfiyyen yerine getirmiştir. Bu bakımdan mü'minlerin annesi Hz. Âişe'ye Ashâb-ı kirâm'dan birisi Hz. Peygamber'in ahlâkını sorduğu zaman, Hz. Âişe; "O'nun ahlâkı Kur'an idi" diye cevap vermişti (Müslim, Müsâfirîn 136). Peygamber Efendimiz, Allah'ın Rasûlü ve İslâm devleti'nin başkanı olarak yönetimi elinde bulundurmasına rağmen, son derece mütevâzî ve samimi idi. Daima sâde bir hayatı tercih ederdi. Giyinişi, ev düzeni, yiyecekleri, tüm yaşayışı sâde idi. Zengin-fakir, küçük-büyük herkesle ilgilenir; hakka uygun olmak kaydıyla kendisine yapılan hiç bir mürâcaatı boş çevirmez, meşrû istekleri mutlaka yerine getirirdi. Son derece cömert ve iyilikseverdi. Hiç kimseye kötülük yapmaz, kimsenin kötülüğünü istemez, kimse hakkında kötü söz söylemez, kimsenin gönlünü kırmaz, şahsiyetini rencide etmez, kimseyi hor ve hakir görmezdi. Şayet kızar ve öfkelenirse; bu, şahsı açısından olmayıp Allah içindi. Sevdiği, beğendiği, razı olduğu şeyleri de Allah rızası için severdi. Cesaret ve şecâat, sabır, azim ve ümit, müsâmaha ve iltifat, şefkat ve merhamet, O'nun belirgin ahlâkî özellikleri idi. Peygamberlerin temel vasıflarından birisi olarak parlak bir zekâya, keskin bir kavrama gücüne, eşsiz bir muhâkeme kudretine, süratli bir intikal kabiliyetine sahipti. En tehlikeli ve kritik anlarda dahi çaresizliğe düşmez, yapılabilecek en uygun davranışı uygular ve Cenâb-ı Hakk'a tevekkül edirdi. İdâreci Olarak Hz. Muhammed Kur'ân-ı Kerîm'in ihtivâ ettiği âyetler ve İslâmiyet'in mâhiyeti, insanların birbirleri ile olan münasebetlerini ve dünya hayatının da tanzimini gerekli kıldığından; Hz. Peygamber, teşekkül ettirdiği İslâm cemiyetini yönetecek esasları koyarak bizzat tatbik etmiş ve Medine'ye hicretten itibâren varlık kazanan İslâm devleti'nin ilk başkanı olmuştu. Hz. Peygamber'de mevcut yüksek idarecilik kabiliyet ve özellikleri o andan itibâren daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Tâbilerini kendisine kayıtsız şartsız bağlama imkânına rağmen, Peygamber Efendimiz devlet yönetiminde câhiliye döneminin aksine, tebeası üzerinde tahakküm kurma cihetine gitmemiş; bu bakımdan, yönetimde ve yönetim anlayışında bir inkılap gerçekleştirmiştir. Câhiliye döneminde Araplar kendilerini temsil ve idâre eden kabile reisine kayıtsız şartsız bağlanarak haklı-haksız her hususta ona itâata mecbur tutulur ve reisin emir, fiil ve davranışlarına itiraz hakkına sahip bulunmazlardı. Peygamber Efendimiz ise devlet yönetiminin temel esası olarak istişâreyi kabul etmiş, Cenâb-ı Hak'tan emir almadığı her hususta mutlaka ashâbıyla istişâre ederek durumu onların müzâkeresine açmıştır. Adâlet ve hakkâniyet ölçülerine uyma, O'nun kaçınılmaz prensiplerinden idi. Adâlet önünde soy, mevki, makam, mal, mülk gibi farklılıklar gözetmez; hakkın yerini bulmasına gayret gösterirdi. Kendisine, hırsızlık yapmış eşraftan Fâtıma adlı bir kadın getirilmiş ve bazıları aracılık yaparak cezayı hafifletmek istemişlerdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz öfkelendi ve "Hırsızlık yaparak getirilen, kızım Fâtıma dahi olsa elini keserdim" buyurdu (Buhârî, Hudüd 12; Müslim, Hudûd 8,9). Devlet idaresi için çeşitli kademelerde görevli tâyininde ehliyet ve liyâkat esasına riâyet eder; lâyık olan kişileri yaşları küçük olsa da, soylu ailelerden olmasalar bile görevlendirirdi. Hak olan hususlarda kendisine ve görevlilerine itâat edilmesini ister; ancak hakka ve hakikata uymayan konularda tebeanın itâat mükellefiyetinde olmadıklarını belirtirdi. Böylece hak sınırları içerisinde emîre itâatı gerekli görmekle birlikte, halkı kendi hizmetine mecbur kişiler olarak görmez, kendini onların üstünde saymazdı; bilâkis onların içinden, aralarından biri idi. Hz. Peygamber'in devlet yönetimi, İslamî esasların bizzat kendisi ve tümü idi. Pek çok Kur'an âyetinde ifâde edildiği üzere (el-En'âm, 6/57, 62; Yûsuf 12/40, 67; el-Kasas, 28/70, 88), İslâm idare sisteminde hâkimiyet, hükümranlık, hüküm ve tam idâre Allah'a ait idi. Kanun koyma yetkisi de, bu bakımdan öncelikle Allah'ın vahiylerini ihtivâ eden Kitâb'a, yâni Kur'ân-ı Kerim'e mahsus bulunuyordu. Bizzat Hz. Peygamber ise ikinci sırada kanun koyucu durumundaydı. Dinî meselelerde Hz. Peygamber'in getirdiği hükümler ya Cebrâil vâsıtasıyla Cenâb-ı Hak'tan aldığı, ama Kur'an'da yer almayan emirlere (vahy-i gayr-i metlüvv), dayanıyordu ya da bizzat kendi kararları idi. Ama bizzat kendisine ait bu kararlarda Hz. Peygamber'in bir yanılgısı söz konusu ise derhal Cenâb-ı Hak tarafından ikaz ve tashih ediliyordu. Devlet başkanı olarak Hz. Muhammed, toplumda müslümanlar arasında veya İslâm devleti'nin tebeası durumunda bulunan gayr-i müslimler arasında çıkan anlaşmazlıkları, davâ konusu olan problemleri de çözümlüyordu. Bu gibi durumlarda davâcıyı olduğu kadar davâlıyı da dinliyor; yerine göre şahitlerin bilgisine başvuruyor, getirilen delilleri değerlendiriyor ve meseleyi fazla uzatmadan, sürüncemede bırakmadan, çoğu zaman hemen o anda, değilse en kısa zamanda çözüme bağhyordu. Taraflara hakkaniyet mefhumunun aşılanmasına büyûk hassâsiyet gösteriyor; kendisinin bir beşer olarak yapılan konuşmalara, getirilen delil ve gösterilen şahitlere göre hüküm vereceğini, gaybı bilemeyeceğini, bu durumda aslında haklı olmadığı halde kendisine bir hak verilmiş olanın gerçekte Cehennem ateşini almaktan başka bir kârı olmadığını belirtiyordu. Davâların halini bazan ashâbının ileri gelenlerine havale ettiği de olurdu. Eyaletlere tayin edilen valiler Hz. Peygamber adına idareyi yürütüyor ve adliyeye taalluk eden meselelere bakıyorlardı. Eğitimci Olarak Hz. Muhammed Hz. Peygamber'in temel görevinin dinî ve dünyevî tüm meselelerde insanları eğitmek olduğu söylenebilir. Bu bakımdan bizzat kendisi; "Ben ancak bir muallim olarak gönderildim" buyurmuştur (İbn Mâce, Mukaddime 17). Hz. Peygamber'in eğitimi, insanlara her yönde faydalı bilgilerin kazandırılması ve kazanılan bilgilerin kişilerin hayatına yansıyarak faydalı hâle gelmesi esasına dayanıyordu. O, bir taraftan Cenâb-ı Hakk'ın emrine uyarak; "Rabbim, benim ilmimi artır!" (Tâhâ, 20/114) diye bilgisinin artırılması için Allah'a yalvarır ve bu uğurda çaba sarfederken, diğer taraftan; "Allahım, bana öğrettiğinle faydalanmayı nasîbet!" (İbn Mâce, Mukaddime 23) diye yakarıyor; "Faydasız ilimden Allah'a sığınırım" (Müslim, Zikr 73) diyerek de bilgiden maksadın faydalanmak ve faydalı olmak olduğunu belirtiyordu. Bu ölçüler içerisinde Peygamber Efendimiz ashâbını Medine'ye hicretten önce Mekke döneminde Dâru'l Erkam'da, Hicretten sonra da Mescidü'n-Nebî'de ve Suffa'da yoğun bir şekilde eğitim ve öğretime tâbi tutmuştu. Tabiatıyla eğitim, bütün bir hayatı ilgilendirdiğinden; Hz. Peygamber evlerde, çarşıda, pazarda, yolda, bir sefer sırasında, harp halinde iken vesâir durumlarda gerekli olan her yerde, her fırsat ve vesile ile eğitim görevini yerine getiriyordu. Eğittiği kişilerin şahsî ihtiyaçları, ferdî farklılıkları, kâbiliyet ve kapasiteleri Hz. Peygamber tarafından göz önünde tutuluyordu. Peygamber Efendimiz, kendisi hâricinde eğitim ve öğretim için görevliler de tayin etmişti. Okuma-yazma, basit matematik, Kur'an tilâveti, temel dinî bilgiler, hayatta uygulanacak pratik mâlumât bu şekilde öğretmenler tarafından veriliyordu. O sıralarda Arap Yarımadası'nda okuma-yazma seviyesi son derece düşük olduğundan, yeterli müslüman öğretmenin bulunmadığı ilk yıllarda Hz. Peygamber, gayr-i müslim öğretmenlerden istifâde etmekte bir beis görmemişti. Meselâ Bedir gazvesinde müşriklerden elde edilen esirler arasında okuma-yazma bilenlerin, hürriyetlerine kavuşabilmeleri için, on müslümana okuma-yazma öğretmeleri şart koşulmuştu. İlk yıllarda müslüman çocukları okuma-yazma öğrenmek üzere Medine Yahudilerine ait okullara gönderilmişti. Peygamber Efendimiz kadınların eğitim ve öğretimi ile de meşgul oluyordu. Haftanın sadece kadınlara ayırdığı bir gününde onlara konuşmalar yapıp ders veriyor, sorularını cevaplandırarak problemleri ile ilgileniyordu. Ayrıca Hz. Âişe başta olmak üzere Rasûlüllah'ın zevceleri ve Ashâbın âlim hanımları öğretim faâliyetlerinde Hz. Peygamber'e yardımcı oluyorlardı. Bu bakımdan Peygamber Efendimiz henüı o sırada okuma-yazma bilmeyen zevcesi Hz. Hafsa'ya okuma-yazma öğretmek üzere bir görevli tayin etmişti.
__________________ [ hic habere cunctus est, neque nec habere cunctus est. ] « Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. IRC Network » |
|
29 Ağustos 2006, 20:01 | #24 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: Peygamberlerin Tarihi. Hz. Muhammed devamı .. Komutan Olarak Hz. Muhammed Kureyş müşrikleri başta olmak üzere İslâm düşmanlarının faaliyetleri ve İslâm'ın varlığına müsaade ve müsamaha göstermeyen tavırları, İslâm'ın yeterli bir güç ve otoriteye kavuştuğu Medine'ye hicretten itibâren düşmana karşılık vermeyi gerekli kılmış ve bunun bir sonucu olmak üzere, Hz. Peygamber'in hayatında savaşlar, kaçınılmaz olarak zaman zaman ortaya çıkıp hayatının sonuna kadar devam etmişti. Bu sebeple tertiplenen askerî seferler göstermiştir ki; Hz. Peygamber fevkalâde yüksek bir komuta güç ve dirâyetine, eşsiz bir askerî kâbiliyete sahip idi. Savaş usûl ve taktikleri, hücum, savunma ve manevra şekilleri konusunda mükemmel bilgileri, savaş araç ve gereçleri hususunda yeni gelişmeleri tâkip ederek başarı ile uygulama hassâsiyeti vardı. Son derece cesaretli ve şecâatli olduğundan Uhud ve Huneyn gazvelerinde olduğu gibi savaşın en hararetli ve kritik anlarında şiddetli düşman hücumları karşısında Ashâbın tereddüte düştüğü, bazılarının dağıldığı sıralarda bile sebat gösterir, en tehlikeli anlarda ashâbı O'nun yanına sığınarak kendilerini korurlardı. Son ana kadar savaşın kesin sonucu bilinemeyeceğinden, düşmanın muzaffer göründüğü durumlarda bile metânetini kaybetmez ve akl-ı selîm ile düşünerek dağılan kuvvetlerini toplayıp karşı taarruzu gerçekleştirerek üstünlük sağlardı. İstihbârâtın askerlikteki önemini gayet iyi bildiğinden cihad öncesinde, savaş sırasında ve sonrasında düşman faaliyetleri konusunda bilgiler toplamaya özen gösterir, küffar arasında devamlı istihbârât elemanları bulundururdu. Zaman zaman bu maksatla ve çevre emniyetini sağlamak üzere keşif kolları da çıkarmıştır. Sefer sırasında, özellikle mola verildiği anlarda ani bir düşman baskınından emin olabilmek üzere nöbetçiler çıkarır, Müslümanların birbirleriyle anlaşmalarını sağlamak ve morallerini takviye etmek üzere savaş sırasında kullanılacak ve İslâmi unsurlar içeren parolalar belirlerdi. Ayrıca Hz. Peygamber'in her gazvesinde ve çıkardığı her seriyesinde sancak ve bayraklar kullanılmıştır. O'nun yaptığı savaşlarda düşmanı tesirsiz hale getirecek baskın ve pusulara yer verildiği gibi, gerektiğinde düşman kuvvetlerin arasını açacak bir takım hilelere de başvurulabiliyordu. Özellikle soğuk harple düşmanı yıpratma, psikolojik baskı altına alarak moral olarak mağlup etme ve böylece direnme gücünü kırma usûlü Hz. Peygamber tarafından uygulanmıştır. Böylelikle mümkün olan en az ölçüde kan dökülerek düşman etkisiz hale getirilmiş oluyordu. Esasen Hz. Peygamber kan dökmekten asla hoşlanmazdı. Başlangıçta savaşın çıkmaması için üzerine düşen tüm çabayı sarfediyor, sulh yollarını deneyip bu hususta düşman tarafa mutlaka teklifte bulunuyordu. Bu bakımdan Hz. Peygamber nazarında sulh asıl olup; harp, geçici idi. Yalnız Hz. Peygamber'in sulh anlayışı, çevrede hakim batıl güçlerin, idâresi altında bulunan halk üzerinde baskı kurarak, sultalarını sürdürüp zulüm ve haksızlık icrâ etmelerine seyirci kalmayı; insanların inanç ve düşünceleri sebebiyle tâkip altında tutulup baskıya, eziyet ve işkencelere mârûz bırakılmalarına göz yummayı gerekli kılmıyordu. Hz. Peygamber'in sulh anlayışına göre; insanlar inançlarını belirlemede tamamıyla serbest tutulmalı, hür irâdeleri ile diledikleri iman çizgisini hiç bir baskı söz konusu olmaksızın bizzat kendileri belirlemeli idiler. Elbette insanlara hak ve hidayet yolunu gösterecek İslâm tebliğcileri de bu sulh vasatında hak ve hakikatın apaçık delillerini insanlara anlatarak, onları gerçeklere eriştirme görevini yerine getirecekler, ama hiç kimseyi İslâm'a girme konusunda zorlamayacaklardı. Ne var ki hakkın varlığım hazmedemeyen bâtıl gücün temsilcileri İslâm'ın bu şekilde sulh içinde tebliğine engel olduklarından ve inananları baskılar altında tutarak onlara hayat hakkı tanımadıklarından, Hz. Peygamber açısından harp kaçınılmaz oldu. Bu durumunda bile Hz. Peygamber kan dökülmesini istemiyor, bu konuda gerekli tedbirleri alıp lüzumlu emir ve tâlimatlarını veriyordu. Meselâ düşmanla karşı karşıya gelinip harp vaziyeti alındığı bir sırada dahi harp başlamadan önce düşman kuvvetlerini İslâm'ı kabul etmeye mutlaka çağırır, bu teklif reddedilince sulha davet edip andlaşma yapma yolunu deneyerek savaşa sebebiyet vermemek ister; yaptığı barış ve itaat önerileri kabul edilmeyince savaşa artık düşman taraf sebep olduğu için çaresiz karşılık verirdi. Ayrıca düşman saldırmadan, saldırıya geçmeme; harp sırasında harbe katılmayıp geride kalan kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara, din adamlarına dokunmama; savaş anında düşmanın hayati organlarını değil, el, ayak, bilek, dirsek, diz gibi mafsallarına hamlede bulunarak onları öldürmeksizin hareket kabiliyetinden mahrum edip etkisiz hale getirme; esir olup emân dileyene emân verme; câhiliye döneminde olduğu gibi düşman ölülerinin gözünü oyup kulağın: burnunu kesip parmaklarını doğrayıp karnını yararak intikam duygularını tatmin etme yoluna gitmeme; yine câhiliye devrinde sırf intikam olsun ve kalan düşmanlara sıkıntı versin diye maktûl düşen düşman ölülerini kızgın arazide kokuşup yırtıcı hayvanlara yem olarak bırakma şeklinde icra edilen gayr-i insânî uygulamanın terkedilerek düşman ölülerinin de defnedilmesi gibi emirleri, O'nun komutasında cereyan eden muharebelerde ve çıkardığı seriyyelerde verdiği tâlimat arasında yer almaktadır.
__________________ [ hic habere cunctus est, neque nec habere cunctus est. ] « Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. IRC Network » |
|
29 Ağustos 2006, 20:02 | #25 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: Peygamberlerin Tarihi. Hz. Muhammed devamı .. Âile Reisi Olarak Hz. Muhammed Hz. Peygamber, henüz gençlik yıllarında yirmi beş yaşında iken Mekke'de Hz. Hatice ile evlenerek bir aile yuvası kurmuştu. O sıralarda birden çok kadınla evlenmek, Araplar arasında son derece yaygın bir âdet olmakla beraber Peygamber Efendimiz, Hz. Hatice vefat edinceye kadar başka bir kadınla evlenmemişti. Hz. Hatice vefat ettiği zaman Peygamber Efendimiz elli yaşında idi. Daha sonraki yıllarda özel bir takım sebep ve hikmetlerle Hz. Peygamber birden çok kadınla evlendi. Bu evliliğin sebeplerini, İslâm düşmanlarının yaptığı gibi nefsânî ve şehevânî arzulara bağlamak aslâ doğru değildir. Çünkü Hz. Peygamber'in çok evliliği iddiâ edildiği gibi böyle bir sebebe bağlı olsaydı, bu evliliklerin Hz. Peygamber'in söz konusu arzuyu daha ziyâde duyacağı gençlik yıllarında ve ilk evliliğini hemen takip eden seneler içerisinde cereyan etmesi gerekirdi. Halbuki Hz. Peygamber, tam yirmi beş yıl sâdece Hz. Hatice ile evli kalmış, onun vefatından sonra kendisi elli yaşını geçmiş olduğu halde şartlar gerekli kıldığı için yeni evlilikler yapmıştı. Bazan evlilik dolayısıyla temas kurulan ve yakınlık sağlanan yeni kitlelere İslâm'ın iletilebilmesi düşüncesi, bazan evleneceği zeki, kâbiliyetli ve bilgili eşi vasitasıyla kadınları İslâmi esaslara göre daha rahat eğitebilme arzusu, bazan savaş dolayısıyla ortaya çıkan şiddetli düşmanlık ve kini onlar arasından evlilik yaparak bertaraf edip muhâtap kitlelerini celbetme lüzumu, bâzan İslâm hukûkunun getirdiği yeni bir hükmü bizzat Hz. Peygamber'in tatbik ederek topluma örnek olma zorunluluğu gibi dinî, siyâsî, hukûkî, sosyal bir çok sebep ve hikmet Hz. Peygamber'in çok evlenmesini gerekli kılmıştı. Peygamber Efendimizin zevcelerinin toplam sayısı on bir olup şunlardı: Hatice bint Huveylid, Sevde bint Zem'a, Âişe bint Ebûbekir, Hafsa bint Ömer, Zeyneb bint Huzeyme, Ümmü Seleme bint Ebû Ümeyye, Zeyneb bint Cahş, Cüveyriye bint eIHâris, Ümmü Habîbe bint Ebû Süfyân, Safiyye bint Huyey ve Meynûne bint el-Hâris. Reyhâne ve Mâriye ise câriyeleri idi. Hz. Peygamber'in zevcelerinden Hz. Hatice, Mekke'de peygamberliğin onuncu yılında, Zeyneb bint Huzeyme ise Medine'de Hicretin dördüncü yılında vefat etmişti. Bu sebeple Peygamber Efendimizin bir arada dokuz eşi bulunmuş ve bu sayıya da vefatına yakın bir zamana varıncaya kadar uzun bir sürede evlilik zarûreti çıktıkça aralıklarla ulaşılmıştır. Hz. Peygamber'in bu zevcelerinden Hz. Aişe dışındakilerin tamamı Rasûlullâh ile evlendikleri sırada dul idiler ve pek çoğunun eski eşlerinden çocukları vardı; üstelik çoğu yaşlı da idi. Bu durum da, Hz. Peygamber'in evliliğini gerekli kılan özel bir takım sebep ve hikmetlerin mevcut olduğunun delilidir. Peygamber Efendimiz, hizmetinde bulunan görevlilere, karşı da asla sert ve haşin davranmaz; kendi yediklerinden onlara da yedirir, giydiklerinden onlara da giydirirdi. Küçük birer odadan ibâret olan hâne-i saâdetleri son derece sâde, ama temiz idi. Bazan bir hasır, bazan yünden dokunmuş bir ihram, bazan da içi hurma lifleri ile doldurulmuş deri kaplı bir yatak Hz. Peygamber'in oda döşemesini ve yatağını oluşturuyordu. Her konuda olduğu gibi bu hususta da lüks ve israftan kaçınarak sadeliği tercih eden Hz. Peygamber, bazı zevcelerinde görülen daha iyi imkânlarla daha müreffeh bir yaşayış arzu ve isteği üzerine Kur'an'da da temas edildiği üzere "Şayet dünya hayatını ve süslerini istiyorlarsa bağışta bulunarak kendilerini güzellikle salıvereceğini, ama şayet Allah'ı, peygamberini ve âhiret yurdunu istiyorlarsa Allah'ın iyi davrananlar için büyük bir mükâfaat hazırladığını (el-Ahzâb, 33/28-29) belirterek tavrını açıkça ortaya koymuştu. Tabiî ki Hz. Peygamber'in zevceleri bu ikâz üzerine beşer olma sıfatıyla bir an için içlerinden geçen daha rahat yaşama arzu ve isteğini terkedip Hz. Peygamber'in yanında kalmayı ve O'nun sade yaşayışına ortak olmayı dünya lüksüne tercih ettiler. Peygamber Efendimiz, aile hayatında, özel yaşayışında ahlâkında, dini tebliğinde, devlet idaresi ve askerî komutasında, eğitim ve öğretiminde, kısacası tüm sözleri, hareketleri ve davranışlarında bütün müslümanlar için güzel bir örnek idi. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurdu: "Andolsun ki Rasûllâh'ta sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için en mükemmel bir örnek vardır" (el-Ahzâb, 33/21). Allah'ın salât ve selâmı O'nun üzerine olsun.
__________________ [ hic habere cunctus est, neque nec habere cunctus est. ] « Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. IRC Network » |
|
29 Ağustos 2006, 20:03 | #26 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: Peygamberlerin Tarihi. Hz. MÛ Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. A (a.s) Allah Teâlâ'nin, dört büyük kitaptan biri olan Tevrat'i verdigi ve yeryüzünde dinini teblig edip, hakim kilmasi için gönderdigi Ulu'l-Azm* peygamberlerden biri. Hz. ibrahim (a.s)'in soyundan olup, israilogullarinin akidelerini islah etmek ve onlari Allah Teâlâ'nin diledigi nizama kavusturmakla görevlendirilmisti. Küfürle mücadelesi Kur'ân-i Kerim'de uzun uzun anlatilmaktadir. Hz. Adem (a.s)'den, Rasulullah (s.a.s)'e kadar pek çok peygamber gelmistir. Bu peygamberler, gönderildikleri kavimleri, Allah Teâlâ'ya iman etmeye çagirmislar; bu yolda kâfirlerle savasmislar, yasadiklari diyarlardan çikarilmislar; ezilmisler, hor görülmüsler ve hatta öldürülmüslerdir. Mûsa (a.s) da, Allah Teâlâ tarafindan israilogullari'na gönderilmis bir rasul idi. O da tipki kendisinden önce gönderilmis olan peygamberler gibi kavmini Allah'a iman etmeye çagirdi. Kavmine zulmeden ve ilâhlik iddiasinda bulunan Firavun'a karsi tevhid yolunda mücahede etti. Bu ugurda, bütün peygamberlerin karsisina çikan güçlükler, onun da karsisina çikti. Dogup büyüdügü diyardan çikarildi, kâfirler tarafindan öldürülmek gayesiyle kovalandi. Allah Teâla Kur'ân-i Kerim'de bir ayette Hz. Mûsa (a.s)'dan söyle bahsediyor: "Kur'ân'da Musa'yi da an. Çünkü o ihlâs sahibi idi ve israilogullari'na gönderilmis bir peygamber idi"(Meryem, 19/51). Hz. Musa (a.s)'nin Firavun ile olan kissasi, Kur'an'in bazi sûrelerinde çesitli üslûplarda ve teferruatli olarak anlatilmistir. Firavun ve ordusunun Kizildeniz'de bogulmalari olayindan sonra, israilogullari ile ilgili kissasina da genisçe yer verilmistir. Musa (a.s)'nin Firavun ile olan mücadelesi, bir sahsin bir kralla, bir peygamberin sadece büyük bir zorba ile olan mücadelesinden ibaret degildir. Bilâkis bu hak ile bâtil'in çatismasi, Rahman'in ordusu ile seytanin ordusunun kaçinilmaz savasidir. Aslinda hak ile bâtil arasindaki bu savas, insanoglunun yaratilisindan, insanlari islah etmek üzere nebîler ve rasullerin hayat sahnesine çikmasindan beri devam edegelmektedir. Sapiklik ve bâtil, daima iblis ve onun ordusu tarafindan temsil edilmis, imana, tevhide, peygamberlige, kisaca Hakka sürekli meydan okumustur. Fakat kazanan daima Hak olmustur. Allah Teâlâ söyle buyuruyor: "Muhakkak ki Biz peygamberlerimizi ve iman edenleri hem dünya hayatinda, hem de meleklerin sahid olacagi günde muzaffer kilacagiz" (el-Mü'min, 40/51). Hz. Musa (a.s)'da gönderildigi kavmi cehalet ve sapiklik içerisinde buldu. Onlari Hakka davet etti, yurdundan çikarildi, savasti ve sonunda Allah Teâlâ'nin izniyle kazandi.
__________________ [ hic habere cunctus est, neque nec habere cunctus est. ] « Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. IRC Network » |
|
29 Ağustos 2006, 20:04 | #27 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: Peygamberlerin Tarihi. Hz. Musa (a.s)'nin Nesebi, Dogumu ve Hayati Musa (a.s)'nin babasi, imran'dir Onun babasi Yahser, onun da babasi Kahes'dir. Nesebi Yakub (a.s)'a ulasir; ki, onun babasi Hz. ishak (a.s), onun da babasi Hz. ibrahim (a.s)'dir. Musa (a.s)'nin yaninda gördügümüz Harun (a.s) onun kardesidir. Allah Teâla, Musa (a.s)'yi Firavun'a, imana davet için gönderdiginde, Hz. Harun (a.s)'u da ona yardimci olarak seçmis ve görevlendirmisti. Hz. Musa (a.s) Allah Teâla'ya söyle dua ederek, kardesi Harun (a.s)'u kendisine yardimci yapmasini istemisti: "Bir de bana ehlimden bir vezir, (yardimci) ver. Kardesim Harun'u (ver)" (Tâhâ, 20/29-30). Hz. Musa (a.s), Misir'in çok zor günler yasadigi bir dönemde dogdu. Bu sirada, ilâhlik iddialarinda bulunarak haddi asan Firavun, israilogullari halkina dayanilamayacak eziyetlerde bulunuyor, bu insanlari zulümle kasip kavuruyordu. israilogullari, Kipt kavminin muamelelerinden ve krallarinin agir baskilarindan bikmislardi. Misir'da yasamanin bir tadi kalmadigini biliyor ve dedelerinin yurdu olan Kenan illerine gitmek istiyorlardi. Ama onlardan her isinde istifade eden Firavun, yakalarini bir türlü birakmak istemiyordu. Onlara zulmün en akla gelmeyecek olanini yapti. Nitekim Kur'ân-i Kerim'de; "Biz sana Musa ve Firavun'un mühim haberlerinden, iman edecek bir kavim için, gerçek olarak okuyacagiz. Çünkü Firavun o yerde (Misir'da) baskaldirmis ve ahalisini parçalara bölüp, kendisine baglamisti" (el-Kasas, 28/3-4) buyuruluyor. Firavun, saltanati sirasinda israilogullarina çok kötü eziyetlerde bulundu; onlari köle yapti, en çirkin ve adî islerde çalistirdi. Allah Teâlâ, israilogullarini bu sikintidan, azgin Firavun'un serrinden, zulüm ve taskinliklarindan kurtarmak için Hz. Musa (a.s)'yi gönderdi. Sa'lebî, Kisas-i Enbiya'sinda imam Suddî'den; Firavun'un bir rüya gördügünü, korkup kederlendigini naklediyor. Rüyasinda Kudüs tarafindan gelen bir ates gördü. Bu ates, Misir'a kadar uzanip, Firavun'un evlerini yakti. Fakat sadece Kipti'lere zarar verdi, israilogullari ise kurtuldular. Uyaninca hemen kâhin ve müneccimlerden rüyayi tabir etmelerini istedi. Onlar dediler ki; "israilogullari içinden bir çocuk dünyaya gelecek, Misirlilarin helâkina ve senin kralliginin yok olmasina sebep olacak. Dogacagi zaman da iyice yaklasti." Bu haber üzerine telaslanan Firavun, israilogullarin'dan dogan bütün erkek çocuklarin öldürülmesini emretti. Kur'ân-i Kerim'de bu olay söyle anlatiliyor: "Firavun, memleketin basina geçti ve halki firkalara ayirdi. içlerinden bir toplulugu güçsüz bularak onlarin ogullarini bogazliyor, kadinlari sag birakiyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi" (el-Kasas 28/4). israilogullari arasinda is yapabilecek insanlarin azalmasi üzerine Kiptîlerin ileri gelenleri Firavun'a giderek, "Eger böyle öldürmeye devam ederseniz, ileride bizim islerimizi yapacak kimse bulamayacagiz" dediler. Firavun da erkek çocuklarin bir sene öldürülmesini, bir sene de öldürülmemesini emretti. Erkek çocuklarin öldürülmedigi sene Harun (a.s) dogdu. Öldürüldükleri sene ise Musa (a.s)... Musa (a.s) dogunca, annesi çok üzüldü. Allah Teâlâ ona korkmamasini, üzülmemesini vahyetti. Kalbine bir rahatlik verdi. Bu, Kur'an'da söyle anlatiliyor: "Musa'nin annesine: "Çocugu emzir, basina geleceklerden korktugun zaman onu suya (Nil'e) birak. Korkma, üzülme. Biz süphesiz onu sana döndürecegiz ve peygamber yapacagiz" diye bildirmistik" (el-Kasas, 28/7). Musa (a.s)'nin annesi de ilham edileni yapti ve yavrusunu bir muhafaza içerisinde suya birakti. Ablasina da, "Onu izle" dedi. Musa (a.s)'yi tasiyan sandik, Allah'in izniyle dalgalarla sürüklenerek, Firavun'un sarayina ulasti. Yikanmakta olan cariyeler, sandigi bulup Firavun'un karisina götürdüler. Allah Teâlâ, Firavun'un karisi Asiye'nin kalbine bu çocugun sevgisini koydu. Firavun çocugu görünce öldürmek istedi. Ancak Asiye, çocugu kendisine vermesini istedi. Çünkü hiç çocuklari olmuyordu. Kur'an-i Kerim, bunu söyle anlatiyor: "Firavun'un karisi: Benim de senin de gözün aydin olsun! Onu öldürmeyiniz, belki bize faydali olur, yahut onu ogul ediniriz" dedi. Aslinda isin farkinda degillerdi" (el-Kasas, 28/9). Hz. Musa (a.s) acikinca onu emzirmek icab etti. Fakat o kimseden süt emmek istemiyordu. Allah Teâlâ, bunu söyle zikrediyor: "Önceden, süt annelerinin memesini kabul etmemesini sagladik. Musa'nin ablasi; "size, sizin adiniza ona bakacak, iyi davranacak bir ev halkini tavsiye edeyim mi?" dedi. Böylece onu, annesinin gözü aydin olsun diye, ona geri çevirdik. Fakat çogu bilmezler" (el-Kasas, 28/12-13). Musa (a.s) böylece annesine dönmüs oldu. Üstelik Firavun'un sarayinda büyüdü. Firavun ailesinin sevgisini kazandi. Allah Teâlâ söyle buyuruyor: "Musa erginlik çagina gelip olgunlasinca ona hikmet ve ilim verdik. iyi davrananlari böyle mükâfatlandiririz" (el-Kasas, 28/14). Yetisip delikanlilik çagina gelen Musa (a.s) bir gün sehre indi. Ögle üzeriydi. Dükkanlar kapaliydi ve halk evlerinde istirahat ediyordu. Kur'ân-i Kerim'de, sehirde geçen hadise söyle anlatiliyor; "Musa, halkinin haberi olmadigi bir zamanda sehre idi. Biri kendi adamlarindan, digeri de düsmani olan iki adami dövüsür buldu. Kendi tarafindan olan kimse, düsmanina karsi ondan yardim istedi. Musa, onun düsmanina bir yumruk vurdu, ölümüne sebep oldu. "Bu seytanin isidir; çünkü o apaçik saptiran bir düsmandir" dedi. Musa, "Rabbim! dogrusu kendime yazik ettim, beni bagisla" dedi. Allah da onu bagisladi. O, süphesiz bagislayandir, merhamet edendir. Musa; "Rabbim! Bana verdigin nimete and olsun ki, suçlulara asla yardimci olmayacagim " dedi. sehirde, korku içinde, etrafi gözeterek sabahladi. Dün kendisinden yardim isteyen kimse, bagirarak ondan yine yardim istiyordu. Musa ona: "Dogrusu sen besbelli bir azginsin " dedi. Musa, ikisinin de düsmani olan kimseyi yakalamak isteyince: "Ey Musa! Dün bir cana kiydigin gibi bana da mi kiymak istiyorsun? Sen islah edenlerden degil, ancak yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun"dedi" (el-Kasas, 28/15-19). israillinin, olayi agzindan kaçirmasi üzerine, bütün halk Musa (a.s)'nin Misirliyi öldürmüs oldugunu ögrendi. Daha sonra bir adam kosarak geldi ve kendisini öldüreceklerini söyledi. "Musa korku ipinde çevresini gözetleyerek oradan çikti. Rabbim! Beni zalim milletten kurtar" dedi. Medyen e dogru yöneldiginde: "Rabbimin bana dogru yolu gösterecegini umarim ", dedi" (el-Kasas; 28/21-22). Musa (a.s) böylece yurdundan uzaklasti. Yanina yiyecek hiç bir sey de almamisti. Tam sekiz günlük yolu, agaç yapraklari yiyerek asti. Misir ile Medyen arasi sekiz günlük bir mesafedir. Allah Teâlâ'nin bu seçkin kulu, aç ve bitap düsmüs olarak bu uzun mesafeyi katetti ve nihayet Medyen'e ulasti. Kur'ân-i Kerim'de kissa söyle devam ediyor: "Medyen suyuna geldiginde, davarlarini sulayan bir insan toplulugu buldu. Onlardan baska, hayvanlarini sudan alikoyan iki kadin gördü. Onlara: "Derdiniz nedir?"dedi. "Çobanlar ayrilana kadar biz sulamayiz. Babamiz çok yaslidir (onun için bu isi biz yapiyoruz) " dediler. Musa onlarin davarlarini suladi. Sonra gölgeye çekildi: "Rabbim! Dogrusu bana indirecegin hayra muhtacim" dedi" (el-Kasas, 28/23-24). Ibn-i Kesir, El-Bidaye ve'n-Nihaye'de bu olayi söyle anlatiyor: "Medyen suyunda çobanlar koyunlari suladiktan sonra, kuyunun agzina büyük bir kaya koyarlardi. Bu iki kadin da artan sularla koyunlarini sulamaya çalisirlardi. Musa (a.s), kayayi kuyunun agzindan tek basina kaldirdi, su çekti ve kadinlarin koyunlarini suladi. Sonra tekrar kayayi yerine koydu. Bu kayayi ancak on kisi kaldirabilirdi. Musa (a.s) ise, on kisinin halledebilecegi bu isleri tek basina halletmisti. Kizlar babalarina gidip Hz. Musa'yi ve yaptigi iyiligi anlattilar. Kur'an-i Kerim'de kissa söyle devam ediyor:
__________________ [ hic habere cunctus est, neque nec habere cunctus est. ] « Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. IRC Network » |
|
29 Ağustos 2006, 20:05 | #28 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: Peygamberlerin Tarihi. Hz. Musa Devamı .. "O sirada, kadinlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi: "Babam sana sulama ücretini ödemek için seni çagiriyor dedi. Musa ona gelince, basindan geçeni anlatti. O: "Korkma! Artik zâlim milletten kurtuldun"dedi. iki kadindan biri: "Babacigim, onu ücretli olarak tut. Ücretle tuttuklarinin en iyisi bu güçlü ve güvenilir adamdir, dedi. Kadinlarin babasi bana sekiz yil çalismana karsilik bu iki kizimdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eger on yila tamamlarsan, o senden bir lütuf olur. Ama sana agirlik vermek islemem. insallah beni iyi kimselerden bulacaksin" dedi. Musa: "Bu seninle benim aramdadir. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayim, bir kötülüge ugramayacagim. Söylediklerimize Allah vekildir" dedi" (el-Kasas, 28/25-28). Ibn-i Kesir söyle diyor: "Kizlarin babasinin kim oldugu hakkinda görüs ayriligi vardir. Bunun Suayb (a.s), oldugu hususunda kanaatler vardir. Ulemanin çogunlugu da bu görüstedir. Hasan Basri, Malik b. Enes'den naklolunan bir rivayeti delil getirerek diyor ki: Hz. Suayb kavmi helâk olduktan sonra uzun bir ömür yasamis, tâ ki Musa (a.s)'a ulasmis ve kizini ona nikâhlamistir. Hz. Suayb (a.s)'in kiziyla nikâhlandiktan sonra Musa (a.s), Medyen'de kalip, haniminin mehri olmak üzere on yil koyun güttü. Bir rivayete göre, Peygamberimize tam olarak ne kadar çalistigi sorulmus; o da on sene oldugunu buyurmustur. Buradan anlasildigi üzere, tam on yil çobanlik yapmistir. Hz. Musa (a.s) ya Peygamberliginin Bildirilmesi Musa (a.s) Medyen'de on sene kalip mehrini tamamladiktan sonra, Misir'a dönmeye karar verdi. Ailesiyle birlikte yola koyuldu. Karanlik ve soguk bir gecede yolu sasirdi ve dag geçidinin yolunu bir türlü bulamadi. Çakmak tasiyla bir seyler tutusturmaya çalisti, basaramadi. Soguk iyice siddetlendi. Kansi da hamileydi ve dogum zamani da yaklasmisti. Musa (a.s) ve ailesinin gerçekten yardima ihtiyaci vardi. Kur'an-i Kerim'de, bu olay söyle anlatiliyor: "Musa, süreyi doldurunca ailesiyle birlikte yola çikti. Tür tarafindan bir ates gördü. Ailesine: "Durunuz, ben bir ates gördüm; belki oradan size bir haber veya tutusmus, bir odun getiririm de isinabilirsiniz" dedi. Oraya gelince, kutlu yerdeki vadinin sag yanindaki agaç cihetinden: "Ey Musa! süphesiz ben âlemlerin Rabbi olan Allah'im " diye seslenildi. "Degnegini at!." Musa, degnegin yilan gibi hareketler yaptigini görünce, dönüp arkasina bakmadan kaçti. "Ey Musa! Dön, gel. Korkma. süphesiz güvende olanlardansin" denildi. "Elini koynuna koy, lekesiz, bembeyaz çiksin. Korkudan açilan kollarini kendine çek! Bu ikisi Firavun ve erkânina karsi Rabbinin iki delîlidir. Dogrusu onlar yoldan çikmis bir millettir" denildi. Musa: "Rabbim! Dogrusu ben onlardan bir cana kiydim. Beni öldürmelerinden korkarim. Kardesim Harun'un dili benimkinden daha düzgündür. Onu, beni destekleyen bir yardimci olarak benimle gönder, çünkü beni yalanlamalarindan korkarim" dedi, Allah: "Seni kardesinle destekleyecegiz, ikinize bir kudret verecegiz ki, onlar size el uzatamayacaklardir. Ayetlerimizle ikiniz ve ikinize uyanlar üstün geleceklerdir" dedi" (el-Kasas, 28/29-35). Tâhâ sûresinin ilk ayetlerinde, Allah Teâlâ ile Musa (a.s) arasinda geçen konusma, daha ayrintili bir sekilde verilir. su ayetler Allah Teâlâ'nin Musa (a.s)'yi rasul olarak görevlendirdigi zamanin anlasilmasinda yardimci oluyor: "Ben seni seçtim, artik vahyolunani dinle. süphesiz ben Allah'im. Benden baska ilâh yoktur. Bana kulluk et, Beni anmak için namaz kil!" (Tâhâ, 20/13-14). Ve daha sonra Allah Teâlâ, Musa (a.s)'ya söyle buyuruyor: "Firavun'a gidin; dogrusu o azmistir. Ona yumusak söz söyleyin, belki ögüt dinler veya korkar" (Tâhâ, 20/43-44). Allah Teâlâ'nin, Musa (a.s)'ya bunu emretmesinden sonra, Musa (a.s) ile Firavun arasinda amansiz bir mücadele de baslamis oluyordu. Hak ile bâtil'in amansiz savasi. Bütün peygamberlerin birbirlerine miras biraktiklari tevhid mücadelesi... Hz. Musa (a.s), Allah Teâlâ'nin bu emriyle Firavun'a gitti. Onu güzellikle Allah'a iman etmeye davet etti: "Musa: Ey Firavun! Ben âlemlerin Rabbinin peygamberiyim! Bana Allah'a karsi ancak gerçegi söylemek yarasir. Size Rabbinizden bir mucize getirdim, israilogullari'ni benimle beraber saliver" (el-A'raf, 7/104-105). "Firavun: "Musa! Rabbiniz kimdir?" dedi. Musa: "Rabbimiz, her seye ayri bir özellik veren, sonra dogru yola eristirendir" dedi" (Tâhâ 20/49-50). Firavun, bu davete icabet etmedi ve direndi. Musa (a.s)'yi zindana atmakla tehdit etti. Musa (a.s)'da Firavun'a, belki iman eder diyerek, ispat edici bir delil getirmek istedi. Asasini yere atti, kocaman bir yilan oldu. Elini koynuna sokup çikardi, gözleri kamastiran bir günes parçasi oluverdi. Musa (a.s)'nin gösterdigi bu mucizeler karsisinda Firavun gerçekten korkmustu. Bunun üzerine o da sihirbazlarini toplayip, Musa'yi maglup etmeyi kararlastirdi. Ülkesindeki bütün ünlü sihirbazlari çagirtti ve onlardan Musa (a.s)'nin yaptiklarindan daha büyük bir sihir yapmalarini istedi. Onlarda hazirlandilar ve bir gün kararlastirdilar. O gün gelince de halkin gözleri önünde Musa (a.s) ile yarismaya basladilar. "Sihirbazlar: "Ey Musa! Marifetini ya sen ortaya koy veya biz koyalim" dediler. Musa: "Siz koyun"dedi. Sihirbazlar marifetlerini ortaya koyunca, insanlarin gözlerini sihirlediler ve onlari ürküttüler, büyük bir sihir yaptilar. Biz de Musa'ya: "Asani koyuver" dedik o da koyuverdi. Hemen onlarin uydurduklarini yutmaya basladi. Hak tahakkuk etti. Onlarin yaptiklari bosa gitti. iste orada yenildiler, küçük düstüler. Sihirbazlar secdeye kapanip: "Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine inandik" dediler" (el-A'râf, 7/115-122). Sihirbazlarin iman etmeleri, Firavun'u çok kizdirdi. Onlari öldürmekle tehdit etti. iste küfür, acizligini bu olayla bir kere daha ortaya koymus oldu. Gelisen bu olaylar, Firavun'u yola getirecegi yerde, onu daha çok azdirdi. Ve Musa (a.s) ile kavmini ortadan kaldirmadikça rahata kavusamayacagina inanip, bu arzusunu yerine getirmeye çalisti. Musa (a.s), Firavun ve kavmini, imana çagirmaya devam etti. Firavun inkâr ettikçe, Allah Teâlâ onun kavmine tufan, çekirge, hasarat, kurbaga, kan gibi çesitli azablar gönderdi. Ancak bunlarin hiç biri, Firavun ve kavmini yola getirmedi. Firavun, küfür ve inadinda, israr ve Musa (a.s)'nin davetine de icabet etmemeye devam etti. Allah Teâlâ, Musa (a.s)'ya israilogullarini bir gece Misir'dan çikarip Filistin diyarina götürmesini vahyetti. Bir gece Musa ve kavmi sehirden çikip, Süveys halici boyunca Kizildeniz'e yöneldiler. Firavun sehirde israilogullarindan hiç bir iz göremeyince, kaçtiklarini anladi ve bütün ordusunu seferber ederek, peslerine düstü. Firavun ordusunun çok kalabalik oldugu rivayet edilmektedir. Firavun iki gün sonra israilogullarina yetisti. israilogullarinin önlerinde geçilmesi mümkün olmayan bir deniz arkalarinda kocaman bir ordu vardi. israilogullari "Yakalandik yâ Musa" diye yakinmaya basladilar. Kur'ân-i Kerim'de olay söyle anlatiliyor: "Musa: "Hayir, Rabbim benimle beraberdir, bana elbette yol gösterecektir"dedi. Bunun üzerine Biz Musa ya: "Degneginle denize vur" diye vahyettik. Hemen deniz ikiye ayrildi, her parçasi yüce bir dag gibiydi. iste oraya geridekileri de yaklastirdik. Musa ve beraberinde bulunanlarin hepsini kurtardik" (es-suara, 26/62-65). "Firavun, ordusuyla onlari takib etti. Deniz de onlari içine aliverdi. Hem de ne alis!" (Tâhâ, 20/78).
__________________ [ hic habere cunctus est, neque nec habere cunctus est. ] « Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. IRC Network » |
|
29 Ağustos 2006, 20:06 | #29 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: Peygamberlerin Tarihi. Hz. Musa devamı .. Kur'an-i Kerim'de Allah Teâlâ, bir zâlimin, kâfirin sonunu böyle anlatiyor; ve bir kavmi nasil kurtardigini da. iste Hak, Bâtil'in tepesine böyle inip, onu ortadan kaldirabiliyor. Firavun ordusu, bir tek kisi kalmamacasina yok oldu. Firavun ise, ölümün geldigini anlayinca iman ettigini açikladi: "Firavun bogulacagi anda: "israilogullarinin inandigindan baska tanri olmadigina inandim, artik ben de ona teslim olanlardanim" dedi. Ona: "simdi mi (inandin)? Daha önce baskaldirmis ve bozgunculuk etmistin"dendi" (Yunus, 10/90, 91). Bu olaydan sonra Allah Teâlâ, Hz. Musa (a.s)'ya kavmiyle birlikte Beyti Makdis'e yönelmelerini emretti. Yola koyuldular. Çölde su bulamayip, siddetli bir susuzluga kapildilar. Gelip Musa (a.s.)'a sitem ve sikayette bulundular. Allah, Musa (a.s)'a, âsâsini tasa vurmasini emretti. Vurunca tasin oniki yerinden su fiskirdi. Her Yahudi kabilesine bir göze düsüyordu. Onlar bu gözelerden kana kana içtiler, susuzluklarini giderdiler. Allah Teâlâ israilogullarina, gökten kudret helvasi ve bildircin eti de gönderdi. Fakat israilogullarinin o ikiyüzlülükleri, bütün bu nimetlere ragmen, kendini burada da ortaya çikardi. Bir tek yemekle yetinemeyeceklerini söylediler: "Ey Musa! Bir çesit yemege dayanamayacagiz. Bizim için Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdigi sebze, kabak, sarmisak, mercimek ve sogan yetistirsin" demistiniz de, "hayirli olani daha düsük seyle mi degistirmek istiyorsunuz? Bir sehre inin, orada süphesiz istediginiz vardir" demisti" (el-Bakara, 2/61). Sonra Allah Teâlâ Hz. Musa'ya, Filistin'e gitmeyi emretti. Orada Heysanilerin kalintilari ve Kenanlilardan meydana gelen zalim bir topluluk ile karsilastilar. Musa (a.s) kavmine, buraya girip bu zalimlerle savasmalarini, ve onlari bu mukaddes beldeden çikarmalarini emretti. Fakat, israilogullari buna cesaret edemedi: "Ey Musa! "Onlar orada oldukça biz asla oraya girmeyecegiz. Sen ve Rabbin gidin savasin, dogrusu biz burada oturacagiz" demislerdi" (el-Maide, 5/24). Çünkü israilogullari, Firavun ülkesinde zillet ve adilige, asagilanmaya alismislardi. Onlar için bazi degerleri ele geçirmek için savasmak, bir manâ tasimiyordu. Allah'da onlari Tih çölüne atti ve yollarini sasirtti. Kavmine söz geçiremediginden yakinan Musa'ya, Allah Teâlâ: "Orasi onlara kirk yil haram kilindi. Yeryüzünde saskin saskin dolasacaklar. Sen, yoldan çikmis bir millet için tasalanma" dedi" (el-Maide, 5/26). Zamanla, bu zillet içinde yasayan nesil, yerini hürriyetle yetisen ve izzetle yasayan bir nesile terketti. Bunlar da bir müddet sonra Arz-i Mukaddes'e girmeye muvaffak oldular. israilogullari, bu kirk yil içinde çok çesitli sapikliklarda bulundular. Hz. Musa'nin Tur daginda kirk gün geçirdigi bir zamanda, Sâmirî isimli bir sahsin imal ettigi ve "iste sizin de Musa'nin da tanrisi" dedigi altindan bir buzagiya tapmaya basladilar. Musa (a.s) döndügünde onlari buzagiya tapinir görünce çok üzüldü. Harun (a.s)'a çikisti. israilogullari'ni buzagiya tapinmaktan vazgeçirmeye çalisti. israilogullari ise, her firsatta iki yüzlülüklerini sergilediler (Sâmirî olayi bak. Daha fazla bilgi için bk. Sâmirî mad.). Musa (a.s), hayati boyunca tevhid yolunda mücadele etti. Bu ugurda pek çok eziyetle karsilasti. Yurdundan çikarildi, ölümle tehdit edildi ve etrafinda kendisiyle beraber, inanan pek az insan bulabildi. Musa (a.s), Tih çölünde, Harun (a.s)'dan sonra öldü. israilogullarini Arz-i Mukaddes'e sokamadi. Öldügünde yüz yirmi yasinda idi. Buhârî, onun ölümü ile ilgili olarak sunlari rivayet ediyor: "Ölüm melegi geldiginde, Musa (a.s) onun yüzüne dikkatle bakti. Canini almaya gelen Azrail (a.s) korktu ve gözü karardi. Sonra: "Yarabbi, beni bir kuluna gönderdin ki, ölmek istemiyor" diye tazarru eyledi. Allah Teâlâ, o hali üzerinden kaldirarak, tekrar Musa'ya gönderdi: "Söyle, sayili olmak sartiyla istedigi kadar yasasin". Hz. Musa: "Yarabbi, sonra ne olacak?" dedi. "Öleceksin" buyuruldu. "Öyle ise ölüm simdi gelsin" niyazinda bulundu. Sonra Allah Teâlâ'dan, kendisini bir tas atimi Beyti Makdis'e yaklastirmasini, orada ölmesini ve oraya gömülmesini istedi. Ebu Hureyre (r.a) söyle diyor: "Rasulullah (s.a.s): "Eger ben sizinle beraber orada bulunsaydim, onun yol kenarinda ve kizil bir kum tepesinin yaninda bulunan kabrini size gösterirdim" buyurdu".
__________________ [ hic habere cunctus est, neque nec habere cunctus est. ] « Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. IRC Network » |
|
29 Ağustos 2006, 20:09 | #30 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: Peygamberlerin Tarihi. HZ. NUH (S.A.) 1.Hz. Nuh hakkinda genel bilgiler Nuh aleyhisselam, Idris aleyhisselam'dan sonra gelen peygamberdir. Peygamberlerin büyükleri olan ve kendilerine « Ülü'l-azm » (azm edilen) denilen alti peygamberden ikincisidir (Bu alti büyük peygamber sunlardir: Hz. Adem, Hz. Nuh, Hz. Ibrahim, Hz. Musa, Hz. Isa ve peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.), M.K.) . Bunun nedeni kavminin Nuh tufani diye adlandirilan gazap ile cezalandirilmalarindandir. 2.Hz. Nuh'un hayati Hz. Nuh, Idris aleyhisselamin göge cikarildiktan sonra azan insanlara peygamber olarak gönderildi. Insanlar putlara tapmaya basladi. Cenab-i Hak bunun icin Nuh aleyhisselami peygamber olarak gönderdi. O zaman 50 yasinda idi. Yillarca insanlari dine davet etti, putlara tapinmaktan sakindirdi ve Allahü Tealaya ibadet etmelerini söyledi. Ama Nuh aleyhisselama kendi oglu Yam yani Ken'an bile iman etmedi, hatta alaya alip iskence ettiler: « Andolsun ki Nuh'u elci olarak kavmine gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim ! Allah'a kulluk edin, sizin ondan baska tanriniz yoktur. Dogrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabindan korkuyorum » (A'raf, 59) . Nuh aleyhisselam insanlarin davetine icabet etmedikleri icin onlara beddua etti:« (Rabbim!) Sen de bu zalimlerin ancak saskinliklarini artir » (Nuh, 24) . Allahü Teala da bundan sonra Nuh aleyhisselam gemi yapmasini emretti: « Gözlerimizin önünde ve vahyimiz (emrimiz) uyarinca gemiyi yap ve zulmedenler hakkinda bana (bir sey) söyleme ! Onlar mutlaka bogulacaklardir ! » (Hud, 37) . Gemi bitince tufan oldu (denizler tasti ve her taraf su oldu). Nuh aleyhisselam sayisi 80 kisi kadar olan mü'minler ile 3 katli olan gemiye bindi. Nuh aleyhisselam gemiye her hayvandan birer cift aldi. Oglu Ken'an'i da gemiye almak istedi, ama o "Beni sudan koruyacak bir daga siginacagim" dedi, gemiye binmedi ve hemen bir dalga onu alip bogdu. Allah Teala da Nuh aleyhisselamin bu oglu hakkinda af dilemesine karsilik: « (...) Ey Nuh ! O asla senin ailenden degildir. Cünkü onun yaptigi kötü bir istir. O halde hakkinda bilgin olmayan bir seyi benden isteme.(...) » (Hud, 46) buyurdu. Sular daglari asti, insanlar ve hayvanlar telef oldu. 150 gün gectikten sonra Allahü Teala: « Yere suyunu cek; göge: ey gök sen de yagmurunu tut » buyurdu ve bunun üzerine yagmur durdu, sular cekildi. Gemi Irak'taki Cudi dagina oturdu. Hz. Nuh'a inanip kurtulan insanlar ac olduklari ve dagda yiyecek olmadigi icin Nuh aleyhisselamin emri üzerine ellerinde olan bütün yiyecekleri birlestirdiler ve böylece ilk defa Asure yemegini yaptilar. Insanlar Nuh aleyhisselamin 3 oglu Sam, Ham ve Yafes'ten türedigi icin Hz. Nuh'a ikinci Adem de denir. Nuh aleyhisselamin 1000 yasinda vefat ettigi söyleniyor, ama Kur'an-i Kerim'de : « Andolsun ki biz Nuh'u kavmine gönderdik de o 1000 yildan 50 yil eksik bir süre yanlarinda kaldi.(...) » (El-Ankebut, 14) geciyor. . Hz. Nuh gemicilerin ve marangozlarin piri sayilir, cünki bu isleri Allah'in ihsaniyla ilk defa o yapmistir. 3. Nuh suresi Nuh suresi Mekke'de nazil olup 28 ayettir. Hatt-i Osman'a göre 71. suredir. Nuh aleyhisselamin kavmine gönderilisini ve Nuh tufanini anlattigi icin sureye bu ad verilmistir. Peygamberimiz (s.a.v)'de Hz. Nuh hakkinda: « Nuh (aleyhisselam) 'Bismillah' ve 'Elhamdülillah' demeden büyük olsun, kücük olsun herhangi bir is yapmazdi. Bu sebeple Allahü Teala onu 'Cok sükredici bir kul' olarak isimlendirdi » (Taberani; Ibn-i Cebir) buyurdu. Bediüzzaman Said Nursi de Nuh tufani hakkinda sunlari yazmistir: « Padisah-i bimisal, kavm-i Nuh'un mahvi icin semavat ve arza emir vermis. Vazifelerini yaptiktan sonra ferman ediyor: " Ey arz! Suyunu yut. Ey sema! Dur, isin bitti. Su cekildi. Dagin basinda me'mur-u Ilahinin cadir vazifesini gören gemisi kuruldu. Zalimler cezalarini buldular." Iste su uslubun ulviyetine bak. " Zemin ve gök iki muti' asker gibi emir dinler, itaat ederler " diyor. Iste su uslub isaret eder ki, insanin isyanindan kainat kiziyor. Semâvat ve arz hiddete geliyorlar. Ve su isaretle der ki: " Yer ve gök iki muti asker gibi emirlerine bakar bir Zata isyan edilmez, edilmemeli..." » 4.Hz. Nuh'un evladlarina vasiyeti « Bunlardan (ilk) ikisini birakmayiniz, ikisini de hazer ediniz (yapmayiniz) 1. La ilahe illallah 2. Subhanallah vebi hamdihiy'dir 3. Gavurluktan (sakinin) 4. Kibir ('den sizi nehyederim) »
__________________ [ hic habere cunctus est, neque nec habere cunctus est. ] « Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. IRC Network » |
|
Etiketler |
tarihi, peygamberlerin |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Peygamberlerin Meslekleri | Winston | İslamiyet | 2 | 01 Ekim 2021 18:51 |
Peygamberlerin en üstünü | Ecrin | İslamiyet | 1 | 07 Eylül 2020 21:17 |
Peygamberlerin Soyu | Lcia | İslamiyet | 0 | 16 Mart 2015 17:20 |
Peygamberlerin Meslekleri | oneofgirl | İslamiyet | 0 | 04 Ağustos 2013 14:16 |
Peygamberlerin Sıfatları | PopSy | Genel İslami Konular | 24 | 15 Ağustos 2008 13:34 |