10 Ağustos 2008, 16:49 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Makaleler.. "HİKMETLİ KONUŞMAK"Hikmetli konuşmak, bir insanın olabilecek en doğru, en faydalı ve en yerinde konuşmayı yapabilmesidir. Ancak hikmetli konuşmanın herhangi bir kuralı yoktur. Yerine, zamanına, hitap edilen kişilere ve içerisinde bulunulan şartlara göre değişir.Dahası hikmetli konuşabilmenin kişinin zeka seviyesiyle, kültür düzeyiyle, tahsil durumuyla ya da teknik bilgisiyle de herhangi bir bağlantısı yoktur. Bu gerçekten habersiz olan kimi insanlar hikmetli ve güzel bir hitabet yeteneği elde edebilmek için çeşitli kurslara ya da eğitim programlarına katılırlar. Kimileri de bu özelliğin teknik dikkat ile elde edilebileceğini sanırlar; bunun için konuşmalarının edebiyat kurallarına veya güzel söz sanatlarıyla ilgili bazı kitapların öğütlerine olabildiğince uygun olmasına büyük özen gösterirler.Uzun ve sıra dışı cümleler kurduklarında ya da entelektüel değeri olduğuna inandıkları güncel ya da yabancı terimler kullandıklarında konuşmalarının son derece etkili ve süslü olacağına inanırlar. Oysa bunların hiçbiri insana hikmetli konuşabilme yeteneği kazandırmaz. Çünkü hikmet ancak imanla, Allah korkusundan kaynaklanan samimiyetle ve Allah'a duyulan teslimiyetle kazanılabilen bir özelliktir. Kuran'da meleklerin "Dediler ki: "Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın." (Bakara Suresi, 32)" ayetiyle bildirilen tesbihlerinde olduğu gibi, Allah sonsuz hikmet sahibidir ve dilediği kişiye bu nimeti dilediği kadarıyla verir. İnsanın ise Allah'ın kendisine öğrettiği dışında hiçbir bilgisi yoktur.Hikmet sahibi bir kimse konuşmalarında kendisini karşı tarafa beğendirme amacı taşımaz. Kendisine nutku verip konuşturacak olanın Allah olduğunu bilerek Allah'a sığınır ve sadece O'nun rızasını kazanmayı hedefleyerek konuşur. Her an olduğu gibi konuşurken de insanların değil;Allah'ın huzurunda bulunduğunu ve konuşmasının ancak O'nun dilemesiyle etkili olacağının şuurundadır. Sözlerinin etkili ve hikmetli olması için Allah'a dua eder. Bu samimiyete karşılık, vicdanı insana söylenmesi gereken en güzel sözleri ilham eder. Dolayısıyla neyin vurgulanması, neye dikkat çekilmesi ya da neyin söylenmemesi gerektiğini; hangi üslubun yanlış, hangi anlatımın etkili olacağını vicdanını dinleyen herkes kolaylıkla bulabilir.Kuran ahlakının yaşanmadığı yerlerde yapılan süslü ve edebi konuşmaların aksine hikmetli konuşan insanın sözleri karşı tarafın kalbine etki eder. Samimi bir insan hiçbir zaman için insanların takdirini hedefleyerek konuşmaz. Kuran ahlakından uzak olan insanların asıl amaçları ise kendilerini insanlara beğendirmek olduğu için, bu durumda samimiyet tamamen ortadan kalkar. Samimiyet olmayınca doğal olarak hikmetli konuşma da olmaz. Burada ancak teknik bir etkiden söz edilebilir. Konuşmacı kimi zaman sırf bir konuda ne kadar derin bilgiye sahip olduğunu ortaya koyabilmek adına dinleyenlerin hiçbir şekilde işine yaramayacak pek çok gereksiz konuşma yapar. Kimi zaman da son derece basit bir mantıkla ve kısa birkaç cümleyle anlatabileceği bir konuyu iki-üç saatlik bir konuşmanın içinde boğar. Oysa iman eden bir insan bir konuyu olabilecek en açık ve anlaşılır, en özlü, etkileyici ve karşı tarafa fayda sağlayacak üslup ile anlatır. Amacı ne kendini beğendirmek ne de karşı tarafa üstün görünmektir. Amacı sadece Allah'ın rızasını kazanmak için karşı tarafa faydalı olabilmektir. Niyeti halis olduğu için Allah'ın izniyle bu çabası en hayırlı şekilde sonuçlanır. Kuran'ın, "Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir..."(Bakara Suresi, 269) ayetiyle hikmetin önemine ve insanlar için büyük bir nimet olduğuna dikkat çekilmektedir.Gerçekten de hikmet sahibi bir insan, Allah'ın izniyle dini en güzel şekilde yaşayabilmekte, Allah'ın en razı olacağı konuşmaları yapabilmekte, insanlara Kuran ahlakını en anlaşılır ve en etkili bir biçimde anlatarak çeşitli hayırlara vesile olabilmektedir. Böyle bir insanla muhatap olan kimseler, bu kişinin hikmetli yorumları sayesinde olayların fark edemedikleri yönlerini görebilmekte, akledemedikleri akılcı davranışlara yönelebilmektedirler.Hikmetin ne denli büyük bir nimet olduğunun farkında olan müminler dualarında Allah'tan kendilerine 'hikmet, anlatım çarpıcılığı ve etkili bir hitabet kabiliyeti' vermesini isterler. Kuran'da peygamberlerin de bu yönde dua ettiklerine örnek olarak Hz. İbrahim'in duası verilmektedir:Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat; Sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (lisan-ı sıdk) ver. (Şuara Suresi, 83-84) Ayetlerde Allah'ın hikmeti dilediği kimseye verebileceğine ve hikmetin Allah'ın elçilerinin de önemli özelliklerinden biri olduğuna dikkat çekilmektedir. Örneğin "...Ona hikmet ve anlatım çarpıcılığını vermiştik." (Sad Suresi, 20) ayetiyle Hz. Davut'a Allah Katından özel bir hikmet ve anlatım çarpıcılığı verildiği bildirilmektedir. "Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? Doğrusu Biz, İbrahim ailesine kitabı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk de verdik." (Nisa Suresi, 54) ayetiyle de Hz. İbrahim'e hikmet verildiğinden bahsedilmektedir. Bunun yanında, hikmetli konuşmanın kişinin yaşıyla da bir bağlantısı yoktur. Allah samimiyeti ve imanı oranında dilediği insana dilediği yaşta hikmet verebilmektedir. Kuran'da bu durumun en güzel örneklerini Hz. Yahya ve Hz. Musa'da görmek mümkündür. "(Çocuğun doğup büyümesinden sonra ona dedik ki Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. "Ey Yahya, kitabı kuvvetle tut." Daha çocuk iken ona hikmet verdik." (Meryem Suresi, 12) ayetiyle Hz. Yahya'ya çocuk yaşta hikmet verildiği bildirilmiştir. Ayrıca, "O, erginlik çağına ulaşıp olgunlaşınca, ona bir 'hüküm ve hikmet' ve ilim verdik. Biz iyilikte bulunanları işte böyle ödüllendiririz." (Kasas Suresi, 14) ayetiyle de Hz. Musa'ya erginlik çağında bu nimetin lütfedildiği haber verilmiştir.Kuran'da peygamberlerin hikmetli konuşmalarına pek çok örnek verilmiştir. Bu örneklerden birinde sırf varlıklı ve zengin olduğu için büyüklük taslayan ve Allah hakkında tartışmaya girişen bir kimsenin, Hz. İbrahim'in vermiş olduğu hikmetli cevap karşısında kendi samimiyetsizliğini hemen fark ettiğine şöyle dikkat çekilmektedir: Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: "Benim Rabbim diriltir ve öldürür" demişti; o da: "Ben de öldürür ve diriltirim" demişti. (O zaman) İbrahim: "Şüphe yok, Allah Güneş'i doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir" deyince, o inkarcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (Bakara Suresi, 258) Konu Elysian tarafından (01 Mayıs 2014 Saat 11:43 ) değiştirilmiştir. | |
|
10 Ağustos 2008, 16:50 | #2 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Makaleler.. ((Algılayan Kim))Algılayan kim? İnsanlara bugüne kadar algılayanın beyin olduğu öğretilmiştir. Oysa beyni analiz ettiğimizde karşımıza, diğer canlı organlarda da bulunan protein ve yağ molekullerinden daha farklı bir malzeme çıkmaz. Yani beyin dediğimiz ışık ve sesten yoksun et parçasında, göruntuleri seyrederek yorumlayacak, bilinci oluşturacak, kısacası "ben" dedigimiz şeyi yaratabilecek bir şey yoktur.Bu noktada karşımıza çıkan gerçek açıktır: Gören, işiten ve hisseden varlık, madde ötesinde bir varlıktır. Bu varlık "canlı"dır ve ne madde, ne de görüntüdür. Bu varlık vücut görüntümüzü kullanarak önundeki algılarla muhatap olur.İşte bu varlik "ruh"tur. Allah Kuran'da şöyle bildirir: Sana ruh'tan sorarlar; de ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnizca az bir sey verilmiştir." (İsra Suresi, 85) Muhatap oldugumuz dunya,gerçekte ruhumuzun gördüğü algılar ise,o halde bu algiların kaynağı nedir? Bu soruya cevap verirken dikkat edilmesi gereken gerçek şudur; biz maddeyi sadece hayalimizde göruruz, dışarıdaki aslı ile hiçbir zaman muhatap olamayız. Madde bizim için bir algı olduğuna göre, "yapay" bir şeydir. Yani bu algının bir başka güç tarafından yapılması, daha açık bir ifadeyle yaratılması gerekir. İçinde yaşadığımız maddesel evreni yaratan ve sürekli yaratmaya devam eden üstün bir Yaratıcı vardır. Nitekim o Yaratıcı, bize indirdiği kitap yoluyla Kendisi'ni,evreni ve bizim neden var olduğumuzu anlatır. O Yaratıcı Allah,kitabının ismi ise Kuran'dır.Göklerin ve yerin, sabit ve kararlı olmadığı,Allah'ın yaratmasiyla varlık buldukları ve O yaratmayı durdurduğunda yok olacaklari bir ayette şöyle ifade edilir: Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisi'nden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim'dir, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 41) Allah'ın her şeyi sarıp kuşatması, bize şah damarimizdan yakın olması nasıl oluyor? Maddesel varlıklar Allah'ı göremezler, ama Allah, Kendi yarattığı maddeyi her şekliyle görur. Yani biz Allah'ın varlığını gözlerimizle algılayamayız. Ama Allah bizim içimizi, dışımızı, bakışlarımızı, düşüncelerimizi tam olarak kuşatmıştır. O'nun bilgisi dışında, tek bir söz söyleyemeyiz, hatta tek bir nefes dahi alamayız.Dış dünya sandığımız algıları seyrederken, yani hayatımızı sürerken de bize en yakın olan varlık, Allah'ın Kendisidir. Kuran'da yer alan "Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız." ayetinin sırrı da bu gerçekte gizlidir. (Kaf Suresi, 16) Bir insan kendi bedeninin "madde"den oluştuğunu zannettiginde bu önemli gerçeği kavrayamaz. Çünkü "kendi" zannettiği yer beyniyse, dışarısı olarak kabul ettiği yer kendisine 20-30 cm gibi belirli bir uzaklıkta olur. Ama madde diye bildiği her şeyin zihnindeki algılar olduğunu kavradığında, artık dışarısı, içerisi, uzak, yakın gibi kavramlar anlamsızlaşır. Allah kendisini çepeçevre kuşatmıştır ve ona "sonsuz yakın"dır. |
|
10 Ağustos 2008, 16:50 | #3 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Makaleler.. Abdest nedir, nasıl alınırAbdest nedir, nasıl alınır? ABDESTİN TANIMI: "Şeriat ıstılahında abdest özel bir temizlik olup suyun hususi organlar üzerinde özel bir şekilde kullanılmasıdır ki, bu organlarda yüz, baş, eller ve ayaklardır."(1) ABDESTİN FARZLARI: Abdestin farzları dörttür: 1. YÜZÜ YIKAMAK: Yüz enlemesine kulaktan kulağa, boylamasına ise saçın bittiği yerden çene altına kadar olan kısımdır. Yüz boylamasının tespit edilirsen saçın bittiği yer tarifi kullanılmıştır. Bunun için saçın bitmiş olması veya olmaması şart değildir. Saçı dökülmüş veya hiç bitmemiş bir insan içinde yüzün üst sınırı normal bir insanda saçın bittiği yerdir. Bu sebeple saçsız bir insanın yüzünü yıkarken kafasının saçsız olan bölümünü yıkaması gerekmez. Aynı şekilde sakalı sık olan bir müslümanın sakalını barakmış olması halinde yüzünü yıkarken suyu sakal altındaki deriye ulaştırması da şart değildir. Bu durumda sakalın yüzeyini yıkaması da yeterlidir. Ancak, sakal seyrek olan kişilerin abdestte yüzlerini yıkarken suyu derilerine ulaştırmaları farzdır. 2. DİRSEKLERLE BERABER ELLERİ YIKAMAK Abdestte eller ve kollar yıkanırken dirsekleri de birlikte yıkamak gerekir. Dirseklerin alt sınırına kadar yıkamak yeterli değildir. 3. BAŞIN DÖRTTE BİRİNİ MESHETMEK Başı meshederken ya ıslak bir el veya ıslatılmış başka bir şey kullanılır. El ile meshederken en az üç parmağı kullanmaya özen gösterilmelidir. Şayet başı meshederken el dışında başka bir şey kullanılırsa, ıslatıldıktan sonra başı meshetmeden onun 'yani ıslatılan şeyin' başka bir yere dokundurulmamasına dikkat edilmelidir. Aksi halde mesela ıslatılmış bir bez parçası başı meshetmeden önce başka bir yere dokundurulursa bezdeki ıslaklık kullanılmış kabul edileceğinden onu yeniden ıslatmadan başı meshetmekte kullanmak caiz değil. Başın dörtte birini meshetmek nasiye denilen ön tarafını meshetmek daha faziletlidir. Ayrıca başın dörtte birini meshederken, meshedilecek bölümün kulaklardan yukarıda olmasına dikkat etmek gerekir. Kulaklardan aşağıya sarkmış olan saçın meshedilmesi yeterli değildir. Başın üst tarafına toplanmış olsa bile saçın yalnız uzayan bölümünü meshetmek yeterli olmaz. O halde kulakların üst kısmında kalan başın dörtte birini meshetmek gerekir.(2) 4. TOPUKLARLA BERABER AYAKLARI YIKAMAK Abdest için ayakları yıkarken topukları da yıkamaya dikkat etmek gerekir. Çünkü topuklarda ayakla ifadesinin içinde kabul edilmiştir. Bu da Peygamber Aleyhisselam ve sahabenin uygulamasıyla sabittir.(3) Fıkıh kitaplarımızda abdestten bahsedilirken abdestin farzlarını izahatten sonra abdestin sünnetlerinden bahsedilir. Buradan şunu anlıyoruz ki, abdestin vacipleri yoktur. Şayet abdestin vacipleri olsaydı mutlaka abdestin farzlarından sonra izahatı gerekirdi. ABDESTİN SÜNNETLERİ 1. Abdeste başlarken evvela temiz olan elleri bileklere kadar yıkamalı. Temiz olmayan elleri evvelce yıkamak ise farzdır. Taki diğer uzuvları kirletmesin. 2. Abdeste eüzü besmeleyle başlamak. Abdest arasında okunacak besmeleyle bu sünnet yerine getirilmiş olamaz. 3. Niyet etmek. Yani abdesti namaz kılmak veya abdestsizliği gidermek veya Hak Teâla'nın emrini yerine getirmek kasdıyla almaktır. Dil ile "niyet ettim Allah rızası için abdest almaya" denilmesi güzel görülmüştür. Niyet vakti elleri veya yüzü yıkamaya başlama zamanıdır.(4) 4. Ağza ve buruna üçer kere su vermek. 5. Ağza ve buruna su verirken mübalağa yapmak. Şöyle ki; ağza su verirken boğaza kadar buruna su verirken de burnun katı yerine kadar su verilir. Ancak kişi oruçluysa mübalağa yapmaz. 6. Misvak kullanmak. Misvak arak denilen ağacın dalıdır. Bunun gibi elyaflı olan diğer ağaç dallarından da yapılabilir. Misvak parmak kalınlığında ve kullananın karışı boyunda olmalıdır. Sağ ele alınır, serçe parmağının üstünden geçirilir, başparmakla altından tutulur. Islatılarak ağzın sağ tarafından başlanılır. Dişlere enine sürülür. Kullanılması oruca mani değildir. Misvağın pek çok faydaları vardır. Sevabı da vardır. Dişleri temizler, ağız kokusunu giderir, sıhhate hizmet eder. Nitekim bir hadisi şerifte: "Misvak ağzı temizleyici ve rabbin rızasını celbedicidir."(5) buyurulmuştur. Diğer bir hadisi şerifte: "Eğer ümmetime zahmet vermeyecek olsaydım her abdest alırken misvak kullanmalarını emrederdim."(6) buyrulmuştur. Misvak bulunmaz veya kullanılması dişleri kanatırsa yerine parmaklar kullanılabilir. Şöyle ki başparmak ağzın sağ tarafına, şahadet parmağı da sol tarafına salınarak üst ve alt dişler ovalanır. Bununla beraber misvak yalnız namazlara mahsus değildir. Kullanılması her zaman güzel görülmüştür. Kadınların oruçlu olmadıkları zaman sakız çiğnemeleri misvak yerine geçer. 7. Tertibe riayet etmek. Şöyle ki, abdestte evvela yüz sonra kollar yıkanır. Daha sonra başa meshedilir. Daha sonra da ayaklar yıkanır. Veya mestli ise meshedilir. Böyle tertibe riayet edilmezse yine abdest sahih olur fakat sünnete muhalif düşer.(7) 8. Abdeste sağ taraflardan başlamak. Yani sağ kol sol koldan önce, sağ ayak sol ayaktan önce yıkanır. Bu sağ tarafın şerefinden dolayıdır. 9. Abdest uzuvlarını üçer defa yıkamak. Bunların birer defası farz diğer ikişer defası da sünnettir. Üçten fazla veya noksan yıkamaksa sünnete muhaliftir. Ancak şüpheyi gidermek için veya suyun azlığı gibi bir zaruret sebebi ile olursa o zaman sünnete muhalif olmaz. 10. Abdestte elleri ve ayakları yıkamaya parmak uçlarından başlamak. 11. Abdestte elleri veya ayak parmaklarını hilallemek. Şöyle ki, el parmakları birbirine sokulmak suretiyle hilallenir. Ayak parmakları el parmaklarından biriyle hilallenir. Sol elin serçe parmağıyla sağ ayak parmağının altından ve serçe parmağın arasından hilallenmeye başlanması ve sırayla devam edilerek sol ayağın serçe parmağında bitirilmesi güzel görülmüştür. Parmakları akarsuya sokmakta hilallemek yerine geçer. 12. Abdest suyunu bıyıkların ve kaşların altlarına ve yüzün çevresinden sarkmış olan fazla kıllara ulaştırmak. 13. Sakalın çeneden aşağıya uzamış kısmını meshetmek. Sık olan sakal, bir avuç suyla alt tarafından el parmaklarıyla hillalemek. 14. Başın tamamını bir suyla meshetmek. Buna "kaplama mesh" denir. Kaplama meshin sünnet üzere yapılması şöyledir: Her iki el tamamen ıslatılır, sonra bu iki elin küçük, orta ve yüzük parmakları birbirine bitiştirilir. Ve başın ön tarafından enseye kadar çekilir. Sonra da bu iki elin iç kısımları başın iki tarafına yapıştırılarak ense tarafından başın önüne kadar çekilir. Bu şekilde bütün başın meshi bitmiş olur. Sonra da başa değdirilmeyen başparmakların içiyle kulakların dışarı ve şehadet parmaklarının içiyle de kulakların içleri meshedilir. Parmakların arkalarıyla da boyuna mesh verilir. Bununla beraber başın tamamını her ne şekilde olursa olsun kaplama meshetmek yeterlidir. 15. Kulakları meshetmek. Bu mesh yeni bir suyla yapılacağı gibi yukarı da bildirildiği şekilde yapılabilir. Serçe parmakları kulak içlerine sokularak kımıldatmalıdır. 16. Boynu meshetmek. Şöyle ki: başı ve kulakları meshettikten sonra iki elin arkalarıyla ve üçer parmakla yeni bir su almaya muhtaç olmaksızın boyun meshedilir. Boğazı meshetmek bid'attir. 17. Abdest uzuvlarını üzerine dökülen suyla iyice ovalamak. 18. Abdest uzuvlarını ara vermeden yıkamak. Yani henüz biri kurumadan diğerini de yıkamaya başlamak. Buna vila denir. Havanın fazla sıcaklığından dolayı her yıkanan uzvun hemen kuruması bu vilayı bozmaz.(8) ABDESTİN MENDUPLARI 1. Abdest alırken yüksek bir yerde oturmak. 2. Abdest yeri temiz olmak. 3. Güneşte ısıtılmış suyla abdest almamak. 4. Abdest alırken kıbleye yönelmek. 5. Organlarını yıkayıp temizlerken başkasından yardım istememek. 6. İhtiyaç olmadan zikir dışında başka bir şey konuşmamak. 7. Niyeti hem dille hem kalple yapmak. 8. Her organı yıkarken veya meshederken besmeleyle beraber niyet etmek. 9. Başkasının kullanmasına izin vermeyerek bir kabı sırf kendi şahsı için abdest kabı olarak ayırmamak. 10. Abdest kabının balçık ve benzeri maddelerden olması. 11. Su üstü açık ve avuçlanacak bir kaptaysa bu kabı sağ tarafa koymak. 12. Abdest almadan suyu hazır bulundurmak. 13. Gaspedilmiş bir yerdeki sudan abdest almamak. Oranın toprağıyla teyemmüm etmemek. 14. Her organı yıkarken kelimer11;i şehadet getirmek. 15. Mazmaza ve istinşak yaparken suyu sağ elle avuçlamak. Sol elle sümkürmek. 16. Mazmaza ve iştinşak suyunu, abdest suyunun içine atmamak. 17. Alt tarafına suyun geçtiği yüzüğü oynatmak. 18. İkili organlardan önce sağ tarafı yıkamak. 19. Kulakları meshederken serçe parmağı kulak deliklerinin içine sokmak. 20. Gözleri yıkayarak korunmalarına özen göstermek. 21. Boynu ellerin dışıyla meshetmek. 22. Sağ elin şerefinden ötürü ayakları sol elle yıkamak. 23. Ellerdeki su kalıntısını silkelememek. 24. Organlardaki ıslaklığı mendil ve benzeri şeylerle kurulamamak. 25. Abdesten artan suyu ayakta ve kıbleye karşı yönelerek içmek. 26. Abdest tamamlandığında kerahat vakti değilse iki rekât namaz kılmak. 27. Abdestten sonra Kadir süresini üç kez okumak. 28. Organların üst taraflarını alt taraflarından önce yıkamak.(9) ABDESTİN MEKRUHLARI 1. Abdest suyunu israf etmek. 2. Abdest suyunu mesheder gibi az kullanmak. 3. Suyu yüze çarpmak. 4. Abdest esnasında dünya kelamı söylemek. 5. Bir özrü olmaksızın abdest alırken başkasından yardım istemek. 6. Baş ve ense gibi meshedilecek yerleri üç defa meshetmek. ABDESTİN ÇEŞİTLERİ 1. Farz olan abdest: Farz olsun nafile olsun namaz kılmak, Kur'anr11;ı Kerim'i tutmak ve tilavet secdesi yapmak için alınan abdest. 2. Vacip olan abdest: Kâber11;i Şerif'i tavaf etmek için alınan abdest. 3. Mendup olan abdest: Bu tür abdestin alındığı yerler sayılamayacak kadar çoktur. Meseâl; a. Devamlı abdestli olmak için, b. Abdestli uyumak için, c. Gıybet, koğuculuk, yalan, kötülük v.b. herhangi birini işledikten sonra ondan arınmak için. d. Ölü yıkadıktan, cenaze defnedildikten ve kahkaha ile güldükten sonra, e. Gusül alması gereken birinin gusül almadan, yeme, içme veya uyuma isteği halinde normal gusülden önce, f. İlimle uğraşmak, Kur'an, hadis, fıkıh ilmi okumak ve okutmak, ezan ve hutbe okumak, kamet getirmek için, g. Arafat'ta vakfe, ravzar11;ı mutahharayı ziyaret etmek, safa ile merve arasını say' etmek v.b. birçok durumlar için abdest almak mehduptur.(10) ABDESTİ BOZANLAR 1. Önden veya arkadan bir şeyin çıkması, 2. Kan görülmemiş olsa dahi çocuk doğurmak, 3. Ön ve arka yolun haricinde vücudun herhangi bir yerinden kan, irin v.s. necis maddelerin çıkması, 4. Ağız dolusu kusmak. Bu kusulanın yemek, su, kan veya safra olması arasında fark yoktur. Ağız dolusu kusmanın ölçüsü; bir insanın ağzına gelen kusuntuyu çok zorlamasına rağmen ağzında tutamayacak miktarda olmasıdır. 5. Ağızdan tükürüğe galip gelen kanın akması. 6. Ayakları altına alarak üzerlerine oturmak suretiyle veya arka üstü veya yüzüstü yatmak suretiyle makat tam olarak yere yerleşmeden uyumak. 7. Bir yere yaslanmış olan kimsenin düşmese dahi uyanmadan makadının yerden kalkması. 8. Bayılmak. 9. Çıldırmak. 10. Sarhoş olmak. 11. Büluğa ermiş ve uyanık halde olan bir kişinin rukülu ve secdeli bir namazda kahkaha ile gülmesi. 12. Erkeğin tenasül uzvunun herhangi bir engel olmaksızın kadının tenasül uzvuna değmesi.(11) ABDESTSİZ YAPILAMAYAN ŞEYLER 1. Namaz kılmak: Abdestli olmayan kimse abdest almadıkça farz, vacip veya nafile hiçbir namaz kılamaz. Tilavet secdesiyle şükür secdesi de abdestsiz yapılamaz. Çünkü bu secdelerde namaz hükmündedir. 2. Kur'anr11;ı Kerim'e el sürmek: Abdestsiz olan kimsenin Kur'anr11;ı Kerim'e el sürmesi veya üzerinde ayet yazılı olan bir şeye dokunması haramdır. Buna göre ancak şu durumlarda abdestsiz olarak Kur'an'a dokunabilir, ya da Kur'an yazabilir. a. Zaruret hali: Suyun içine düşen veya ateşte yanma tehlikesi olan Kur'an'ın kurtarılması için ona abdestsiz dokunabilir. b. Ayrı bir kap içinde olması: Kur'an'dan sayılmayan ve Kur'an'a yapışmayan bir bez veya kağıt parçası ya da çanta içinde onu abdestsiz taşımak caizdir. c. Ergin olmayan öğrenci: Erginlik yaşına gelmeyen Kur'an öğrencisinin Kur'an'a dokunmasında bir sakınca yoktur. Çünkü Kur'an öğrenen küçük çocukların her zaman abdestli olmaları zordur. Fakat ergin olan öğrenci veya öğretimcinin Kur'an'a dokunabilmesi için abdestli olması gerekir. d. Müslüman olmak: Müslüman olmayan kimsenin Kur'an'a dokunması helal olmaz. Bunun için Müslümanların Kur'anr11;ı Kerim'i Müslüman olmayanların eline teslim etmemek için dikkat etmeleri gerekir. İmamr11;ı Muhammed'e göre Müslüman olmayan kimsenin yıkanması halinde Kur'an'a dokunmasında bir sakınca yoktur. e. Tefsir kitaplarına abdestsiz dokunmak mekruhtur. Fakat hadis, fıkıh v.b. diğer kitaplara abdestsiz dokunmakta bir sakınca yoktur. 3. Abdestsiz olarak camiye girmek mekruh, Kâbe'yi tavaf etmek ise haramdır. Çünkü Kâbe'yi tavaf ederken temiz olmak vaciptir. ABDESTİN FAYDALARI Yüce Allah'ın her emrinde ve Peygamber'in her tavsiyesinde olduğu gibi abdestte de sayılamayacak kadar çok maddi ve manevi faydalar ve faziletler vardır. Bunlardan bazılarını kısaca sıralayabiliriz: 1. Vücudun en çok kirlenen organları abdest ile günde birkaç kez temizlenmiş olur. 2. Bu maddi temizliğe paralel olarak vücut mikroplardan arınmış olur. 3. Abdest esnasında suyun vücuda dokunmasıyla gergin olan sinirler sakinleşir. Çeşitli sebeplerle bozulan sinir sistemi normal hale döner. 4. Abdest vücudun genel sağlığını korur. 5. Vücut yorgunluğunu giderir. Adaleleri zindeleştirir. Vücudu rahatlatır. 6. Manevi bir gıda olarak ruhu besler. İlahi emre uymanın hazzını ve mutluğunu tattırır.(12) DİPNOTLAR: 1. İslam Fıkhı ceziri c.1 s.65 2. Malikiler ve hanbelilere göre başın tamamını meshetmek vaciptir. Şafiilere göre en az bir mesh dahi yeterlidir 3. İslâm ilmihali r11; ibadetler. Mustafa Varlı s.20 4. Şafiilere göre abdeste niyet etmek farzdır 5. İbni Mace taharet 7 no. 289 r11; Müslim r11; taharet 6. Buhari savm, Müslim taharet 7. Şafiiler ve hanbelilere göre bu tertibe riayet edilmesi farzdır. 8. Büyük İslâm İlmihâli, Bilmen s.102 9. İslam Fıkhı Ceziri, 2.101r11;102 10. Emanet ve ehliyet c.1, s.152 11. Nurul İzah, s.24 12. Büyük İslâm İlmihali, Mustafa Varlı, s.26 |
|
10 Ağustos 2008, 16:51 | #4 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Makaleler.. Aklı karışıklar için kılavuzİslam Medeniyet havzasında yetişen Yahudi allame Musa b. Meymun, Delaletu'l-Hâirîn (Aklı Karışıklar İçin Kılavuz) adlı eserini yazalı 8 asır olmuş. Yahudi ilahiyatına ve fıkhına dair bu eseri "ikinci Musa" lakaplı İbn Meymun, yoldan çıkmış veya yoldan çıkmak üzere olan dindaşları/ırkdaşları için kaleme almıştı. Merak ettiğim şu: Yahudiler'in, Hıristiyan işgali altına giren Endülüs'ten sürülüşünde, aklı karışıklar tayfasının rolü ne kadardı? Merakımın asıl nedeni, bu ülkenin "aklı karışıklar" tayfasının, bu topraklar üzerindeki tahribatı. Bilim adına hiçbir uluslar arası başarıya imza atamamış, bu ülkenin cins beyinlerini entelektüel katliama tabi tutmuş bir prematüre ideolojinin müntesipleri, müfredattan "Yaratılış"ı kaldırmak için kampanya açmışlar. Bizde bilim böyle oluyor: "Arkanda kimse yok, birincisin" mantığı anlayacağınız. Onlar, bir 19. yüzyıl hurafesi olan "pozitivizmde" takılıp kalmışlar. Hipotezlerini ispatlamak yerine, her zamanki gibi, zorbalığı "bilim" sosuyla yedirmeye çalışıyorlar. Fakat tutmuyor. Hakikat tinerini yiyince, sentetik boyanın foyası meydana çıkıyor. Altından Allah'ın boyası çıkıyor: "..Ve kim vurabilir Allah'tan daha güzel boyayı!" Bu ülkeyi kokutan, işte bu kafa. Bu kafanın tek amacı var: Hayatı Allah'sızlaştırmak. Allah demek "anlam" demek olduğuna göre, bu kafa hayatı anlamsızlaştırıyor. Anlamından soyutlanmış hayat, tüm kötülüklerin kaynağıdır. Anlamsız bir hayat yük, anlamsız bir insan hiç, anlamsız bir dünya canlı cenazelerin meskun olduğu mezardır. Bu kafaya sahip siyasetçiler, siyaseti Allah'sızlaştırmaya kalkarak siyaseti kokutuyor. Allah'sızlaştırılan siyaset hem anlamsızlaşıyor, hem ahlaksızlaşıyor. Ahlaksız siyasetin ceremesini yönetilenler çekiyor. Bu kafaya sahip akademisyenler, bilimi Allah'sızlaştırmaya kalkıyor. Allah'sız bilim, caninin eline tutuşturulmuş silaha dönüşüyor. Aynı kafaya sahip hukukçular, aynı şeyi hukuk için yapıyor. Ve hukuk "adalet" değil "zulüm" aracı oluyor. Bu ülkenin okullarında "yaratılış"ın öğretilmesinden rahatsız olanlar, "küfür" önyargısıyla hareket ediyorlar. Eğer iman önbilgisiyle hareket etselerdi, "sonradan olan" değil, "peşinen bulunan" anlamına gelen "vicdan"ları birazcık olsun sızlardı. İman önbilgidir, inkarsa önyargı. İnanmak için "marifet" (bilme, tanıma) ön şarttır. Kişi bu yüzden bilmediğine inanamaz. Ama inkar için hiçbir ön şart yoktur, cehalet yeter. İman sevgiye benzer, inkar ise nefrete. Sevgi pozitif bir şeydir, nefret negatif. Sevgi insanı artırır, nefretse insana hiçbir şey katmaz. Tıpkı bunun gibi, iman özü itibarıyla pozitif bir değerdir, inkar ise negatiftir. İman artmak, inkar eksilmektir. İman değer katar, inkarsa hiçbir değer katmaz. İman hatırlamak, küfür unutmaktır. Hatırlamak geri kazanmaktır, unutmaksa kaybetmek ve azalmaktır. İman eden, vicdanında peşinen var olan "hudurî bilgi"yi hatırlamış sayılır. İmanla hatırlanan varoluşsal emanettir, inkarla unutulan var kılınan "ben"dir. İman bir bağlanış, inkarsa bir ko****ur. Bağlanmak kişiyi "emin" kılar. Bu yüzden iman varoluşsal güvenliğin garantisidir. İnkarsa fıtrattan kopuşu temsil eder. İman sebattır, inkar savruluş. İman, sahibinin kendi yerinde iskanını sağlar. Yerinde iskan eden, sükunet bulur. İnkar eden yol almaz, dolaşır. Savrulan "sükunetini" kaybeder. Bu, sahte bir özgürlük hissi uyandırsa da, aldatıcı olduğu çok geçmeden anlaşılır. Çünkü inkar, "özü gürleştirmez", aksine özü çürütür, kurutur. İman haddi bilmek, küfür haddi aşmaktır. İman, bir kendinde olma halidir. Kendinde olmayan, kendini kaybeder. Kendini kaybeden, haddini bilmez. İman şükürdür, inkar nankörlük. Teşekkür ekmeğin değil, ekmeği verenin hakkıdır. Sahipsiz nimet olmaz. Bir şey nimetse, mutlaka sahibi vardır. Nimeti fark eden, nimetin sahibini arar. Nimetin sahibini bulan, O'na teşekkür eder. Nimeti fark etmemek, nankörlüktür. İman vefadır, inkar vefasızlık. Allah'a vefa göstermeyen, başkasına vefa göstermez. En büyük vefakarlık, "En Büyük Olana" vefakarlıktır. İman yüzünü dönmektir, küfür sırt çevirmek. Nura yüzünü dönen, gözünü aydın eder. Nura sırtını çeviren, hayatı kendisine zindan eder. İman belirlenmiş koordinatlarda yol almaktır, inkarsa yılkı atı gibi dolaşmak. Allah göklerin ve yerin nurudur. Allah'a iman, nurun kaynağına yönelmektir. İnkar ise bir yere yönelmek değil, bir yönelişi reddetmektir. İman ilgidir, küfür kayıtsızlık. İman eden, varoluş anlam ve amacına ilgi duymuş, inkar eden varoluş anlam ve amacına kayıtsız kalmış olur. İman bilinci bilinç üstüne bağlar, inkar ise bu bağı koparıp bilinç altına bağlar. İman, insan idrakine sonsuz ufuklar açan ve onu son durağı olmayan bir tekamül yolculuğuna çıkaran itici bir güçtür. İnkar ise bilincin bilinç üstü ile bağını koparır. Bu durum, bilincin bilinç altına mahkum olmasıdır. Böyle bir bilinci, iç güdüler ve ayartıcı benlik yönetmeye başlar. Allah'a kul olmaktan kaçınan, kendini, bilinçaltı aracılığıyla yöneten güdülerin (nefsinin) elinde kul olarak bulur. İnsanların Allah'a gereği gibi tanıyıp kul olmasından kim rahatsız olur? Kim olacak? Kula kul olanlar ve kulu kendine kul etmek isteyenler... |
|
10 Ağustos 2008, 16:51 | #5 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Makaleler.. ALLAH DAN HAKKIYLA KORKMAK Ebülleys rahimehüllah şöyle demiştir:'Bir kısım melekler,yaratıldıkları günden beri Allah Teala'ya karşı secde vaziyetindedirler.Kalpleri de O'na karşı korku ile kalkıp iner.Kıyamet kopup mahşer kurulunca bunlar başlarını secdeden kaldırırlar ve yaptıkları bunca zamanlık ibadeti az bularak :'Rabbimiz! Sana layık olacak şekilde ibadet edemedik.' derler.AllahTeala, bütün melekler hakkında şöyle buyurmuştur:''ÜSTLERİNDE OLAN RABLERİNDEN KORKARLAR VE YALNIZCA KENDİLERİNE EMREDİLEN İŞLERİ YAPAR VE O ŞEKİLDE HAREKET EDERLER.''(NAHL,25)Allah Resulü Aleyhisselatü Vesselam şöyle buyurmuşlardır:'' kullun kalbi Allah Teala korkusuyla titrediği zaman,o kalbe yapışmış olan kötü hisler ve duygular ve onun günahları kuru yaprakların dökülmesi gibi dökülürler.'' İNŞAALAH Rabbimiz bizi kendisinden hakkıyla korkanlardan eyler AMİN |
|
10 Ağustos 2008, 16:52 | #6 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Makaleler.. Allah korkusunun yedi alameti vardır Mümin, vücudunun bütün âzaları ile Allah'tan korkandır. Nitekim büyük ahlâk ve fıkıh bilgini Ebu Leys es-Semerkandi, Allah korkusunun yedi alameti olduğunu haber verir. Bunlar şöyledir: Dil yalandan uzaklaşır Allah korkusu taşıyan kul dilini yalandan, dedikodudan, koğuculuktan, iftiradan ve boş konuşmaktan alıkor, bunlar yerine onu zikirle, Kur'an okumakla ve ilmî konuşmalarla meşgûl eder. Kalbten kıskançlık kalkar Allah korkusu taşıyan kul başkalarına karşı kalbinde düşmanlık, iftira ve kıskançlık barındırmaz. Çünkü kıskançlık iyilikleri mahveder. Nitekim Peygamberimiz (sas) şöyle buyurur: Ateş odunu nasıl yerse (yakarsa) kıskançlık da iyilikleri öyle yer (yok eder). Bilesin ki, kıskançlık, kalb hastalıklarının başlıcalarından biridir ve bu hastalıklar da ancak ilimle ve iyi ameller işleyerek tedavi edilebilir. Göz harama bakmaz Allah korkusu taşıyan kul, haram yiyeceğe, haram içeceğe, haram giyeceğe vb. (kısacası) haram olan hiçbir şeye bakmaz. Dünyaya aç ve muhteris gözlerle değil, ibret almak amacı ile bakar. Helal olmayan şeylerden bakışlarını uzak tutar. Nitekim Peygamberimiz (sas) şöyle buyurur: "Kim gözünü haramla doldurursa Allah da onun gözünü kıyamet günü ateşle doldurur". Haram lokma yemez Allah korkusu taşıyan kul, karnına haram lokma sokmaz; çünkü haram lokma yemek, ağır günahlardan biridir. Nitekim Peygamberimiz (sas) şöyle buyuruyor: "İnsanoğlunun karnına haram bir lokma inince, lokma midesinde kaldığı sürece yerde ve göklerdeki melekler tekrar tekrar üzerine lanet yağdırırlar. O lokmayı hazmederken öldüğü takdirde varacağı yer cehennemdir". Eller Allah rızası için çalışır Allah korkusu taşıyan kimse, ellerini harama değil, Allah'ın rızasına uygun şeylere doğru uzatır. Nitekim sahabilerden Kâ'bul Ahbar'ın (ra) şöyle dediği rivayet edilir: Allah, her bir bölümü yetmiş bin gözlü yetmiş bin bölümü olan yakuttan yapılma bir köşk yaratmıştır. Kıyamet günü bu köşke; ancak önlerine çıkan haram şeylerden Allah korkusu ile uzak duranlar girebileceklerdir. Ayaklar Allah için yürür Allah korkusu taşıyan kimse, günah işlemeye değil, Allah'ın emrine uygun ve O'nun rızasını kazandıracak işlere doğru yürür, alimlerle ve iyi amel işleyenlerle buluşmak gayesi ile adım atar. İbadete riya karışmaz Allah korkusu taşıyan kimse ibadetini sırf Allah rızası için yapar, riyadan ve münafıklıktan kaçınır, böylelikle Allah'ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerden biri olur: "Rabb'inin katında ahiret, günahlardan korkanlar içindir". [1] "Günahlarından sakınanlar, hiç şüphesiz, cennetlerde ve pınarlar(ının başların)dadırlar".[2] "Günahlardan sakınanlar cennet ve nimetler içindedirler".[3] "Günahlardan sakınanlar emin bir makamdadırlar".[4] Mü'minin korku ile ümit arasında bulunması gerekir. Buna göre bir yandan ümit kesmeksizin Allah'ın rahmetini beklerken diğer yandan ibadet hali içinde çirkin hareketlerden vazgeçerek Allah'a tevbe eder. Nitekim Allah (cc) "Sakın Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin".[5] buyurmaktadır, [1] Zuhruf/35 [2] Zariyat/15 [3] Tur/ 17 [4] Duhan/51 [5] Duhan Suresi/ 5 (Alıntıdır) |
|
10 Ağustos 2008, 16:53 | #7 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Makaleler.. Allah ı c.c Zikretmenin Karşılığı Adamın biri her zaman "Allah Allah" diye zikreder bu zikirden dolayı ağzı bal yemiş gibi tatlanırdı. Bir gün şeytan gelip : - "Ne durmadan Allah Allah deyip duruyorsun bunca zamandır Allah demene karşılık bir kerecik olsun Allah (c.c) "lebbeyk kulum." dedi mi sana... Hiç sende utanma sıkılma yok mu? Daha ne kadar Allah deyip duracaksın?" dedi. Bunun üzerine adam utandı sıkıldı zikri bıraktı. Gönlü kırılmış bir halde yattı uyudu. Rüyasında Hz. Hızır'ı gördü. Hızır ona : - "Neden yaptığın güzel işi terk ettin "Allah Allah" diye zikretmeyi bıraktın." dedi. Adam : - "Yaptığım onca zikre karşılık verilmedi. "lebbeyk-buyur-" sesi gelmedi. Kapıdan kovulmaktan korktum." dedi. Bunun üzerine Hz. Hızır : - "Senin Allah demen, Allah'ın (c.c) lebbeyk kulum - buyur kulum - demesidir. Allah (c.c) isminin zikrini herkese nasip eder mi, bunu sana nasip etmesi az şey mi?. dedi." |
|
10 Ağustos 2008, 16:53 | #8 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Makaleler.. Allah ın İsimlerinden MUCİBKullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm... (Bakara Suresi, 186) Allah, insana şah damarından daha yakın olan, herşeyi bilen, işitendir. İnsanın içinden geçirdiği tek bir düşünce bile Allah'tan gizli kalmaz. O halde samimi olarak Allah'tan bir istekte bulunulması için insanın sadece düşünmesi bile yetmektedir. İşte Allah'ın icabeti bu denli yakındır. Mümin dua ettiği zaman Allah'ın kendisini işittiğinden ve duasına mutlaka icabet edeceğinden emindir. Çünkü tüm olayların ancak O'nun dilemesiyle olduğunun farkındadır. Allah'ın icabetine karşı kuşku ile yaklaşmak ise Allah'ın gücünü ve kudretini takdir edememektir. Allah için, herhangi bir kişinin çağrısına cevap vermek, duasına karşılık vermek çok kolaydır. Kaldı ki "duaya icabet" birşeyin aynen gerçekleşmesi anlamına gelmez. Allah bir ayette bu konuyla ilgili olarak şöyle haber vermektedir: İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir, insan pek acelecidir. (İsra Suresi, 11) Kişi için neyin şer, neyin hayır olduğunu ise en iyi Allah bilir. Çünkü herşeyi takdir eden O'dur. Her işinde olduğu gibi dualara icabetinde de pek çok hikmet gizlidir. Bu gerçek Bakara Suresi'nde şöyle haber verilir: r30; Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi, 216) Gizli açık her çağrıya daima icabet etmesi Allah'ın şanından, yüceliğindendir. Allah, dua mahiyetinde akıldan geçen tek bir düşünceyi dahi asla karşılıksız bırakmaz, boşa çıkarmaz. Allah'tan başka duaları duyan ve onlara icabet edebilen yoktur. Allah Kendisi'nden başka hiç kimsenin duaya icabet edemeyeceğini, insanlara yardım edemeyeceğini şöyle bildirmiştir: Allah'tan başka taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen onları çağırın da size icabet etsinler. (Araf Suresi, 194) |
|
10 Ağustos 2008, 16:54 | #9 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Makaleler.. Allah'ın varlığını nasıl anlarız 1. Allah'ın varlıgını nasıl anlarız? Çevremize baktığımızda gördüğumüz bitkiler, hayvanlar, denizler,dağlar, insanlar ve hatta göremediğimiz mikro alemdeki canlı cansız herşey kendilerini var eden üstün bir aklın apaçık delilleridir. Aynı şekilde tüm evrende var olan denge, düzen, kusursuz yaratılış yine kendilerini kusursuzca tasarlayan üstün bir ilim sahibinin varliğını kanıtlar. İşte bu üstün aklın ve ilmin sahibi Allah'tır. Biz Allah'ın varlığını, yarattığı kusursuz sistemlerden, canlı cansız varlıkların hayranlık uyandırıcı özelliklerinden anlarız. Bu kusursuzluğa Kuran'da da dikkat çekilmiştir: O, biri diğeriyle 'tam bir uyum'(mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavut) göremezsin. İste gözünü çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) göruyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4) 2. Allah'ı nasıl tanırız? Allah'ın üstün gücünü yine evrendeki kusursuz yaratılış bize gösterir. Ancak asıl olarak ALLAH bize kendisini insanlara doğruyu gösteren bir rehber olarak indirdiği Kuran'da tanıtmıştır. Kuran'da Allah'ın tüm üstün sıfatları aklı,ilmi, şefkati, merhameti,adaleti, her yeri sarıp kuşatan olduğu her şeyi işiten olduğu göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin tek sahibi tek İlahı olduğu mülkün tek hakimi olduğu haber verilmiştir. O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur.Gaybı da müşahade edilebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O'dur. O Allah ki, O'ndan başka İlah yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tur; Selam'dır;Mü'min dir;Muheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır;Mütekebbirdir. Allah, (müşriklerin)şirk koştuklarından çok yücedir. O Allah ki, yaratandır (en guzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi 22-24) |
|
10 Ağustos 2008, 16:54 | #10 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Makaleler.. ALLAH(c.c) ın İsimlerindenMUHSi (Sonsuz da olsa, her şeyin sayısını bilen) Andolsun, onların tümünü kuşatmış ve onları sayı olarak saymış bulunmaktadır. (Meryem Suresi, 94) "O yarattığını bilmez mi?" (Mülk Suresi, 14) ayetinde bildirildiği gibi, Allah kainatta yarattığı her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilir, tüm canlılara hakimdir. Çünkü onların her birini renklerine, biçimlerine, görünüşlerine, özelliklerine kadar Allah yaratmıştır. Yarattığı canlı varlıklarla cansızların sayısını da kesin olarak belirlemiştir. Kuşkusuz bu, insanoğlunun asla sahip olamayacağı, güç yetiremeyeceği bir ilimdir ve yalnızca alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Allah uzayın boşluğunda kaç tane gezegen ve kaç tane gök taşı olduğunu, yıldızların sayısını, atomun çekirdeğinin çevresinde dönen elektronların sayısını bilir. Dünyada bulunan ağaçların tümünde kaç yaprak olduğunu ve her yaprakta ne kadar atom bulunduğunu da bilir. Allah yerin içinde ve yüzeyinde kaç tane kum taneciğinin bulunduğunu, yağan yağmur damlalarının, dünyadaki tüm denizlerin dibinde yaşayan balıkların sayısını bilir. Yeryüzünde kaç milyar bitki ve hayvan çeşidinin olduğunun bilgisi de tam olarak yine Kendisi'nde gizlidir. Yeryüzünde Hz. Adem'den beri yaşayan, şu anda yaşamakta olan ve kıyamete kadar da yaşayacak olan insan sayısını da yalnızca Allah bilir... Allah, insanların hayatları boyunca her yaptıklarını ve tüm düşündüklerini eksiksizce bilir ve din gününde bunları kendilerine haber verir. Yapılan her amel en küçük ayrıntılar bile eksik kalmaksızın din gününde ortaya getirilir. Allah bu gerçeği bir ayette şöyle bildirir: Allah, hepsini dirilteceği gün, onlara neler yaptıklarını haber verecektir. Allah, onları (yaptıklarıyla bir bir) saymıştır; onlar ise onu unutmuşlardır. Allah, her şeye şahid olandır. (Mücadele Suresi, 6) Bu makale, Vakit gazetesinde 02 Mart 2006 tarihinde yayınlanmıştır. |
|
Etiketler |
makaleler |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
İslami Makaleler İndex | Seth | İslamiyet | 0 | 07 Eylül 2014 23:28 |
Makaleler İçin Google News Şartları | Spartacus | 0 | 06 Nisan 2012 18:17 | |
Astroloji İle İlgili Makaleler | Perius | Burçlar, Fallar ve Kehanetler | 1 | 05 Ocak 2011 15:32 |
Makaleler Hakkında. | toXic | IRCd Makaleler | 0 | 21 Eylül 2010 20:44 |