10 Ağustos 2008, 17:04 | #21 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Makaleler.. Bu da geçer Ya HuDervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara, kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini salık verirler. Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından, Şakir'in bölgenin en zengin kişilerinden birisi olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında bir başka çiftlik sahibidir. Derviş, Şakir'in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de, ailesi de hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır... Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir'e teşekkür ederken, Böyle zengin olduğun için hep şükret der. Şakir ise şöyle cevap verir: Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen, gerçeğin kendisi değildir. Bu da geçer... Derviş, Şakir'in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Birkaç yıl sonra, Derviş'in yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir'i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylülerle sohbet ederken Şakir'den söz eder. Haa o Şakir mi? der köylüler, O iyice fakirledi, şimdi Haddad'ın yanında çalışıyor. Derviş hemen Haddad'ın çiftliğine gider, Şakir'i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felâketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak, selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad'ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad'ın hizmetkârıdır. Şakir, bu kez Derviş son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır... Derviş, vedalaşırken Şakir'e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir'den şu cevabı alır: Üzülme... Unutma, bu da geçer... Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olan biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir'e bırakmıştır. Şakir, Haddad'ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır. Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. u da geçer... Bir zaman sonra Derviş yine Şakir'i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir'in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: "Bu da geçer" Derviş, "Ölümün nesi geçecek? "diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir'in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir'den geriye bir iz dahi kalmamıştır... O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın... Hiç kimse sultanı tatmin edecek böyle bir yüzüğü yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş'i bulup yardım isterler. Derviş, sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük sultana sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: "Bu da geçer" yazmaktadır. |
|
10 Ağustos 2008, 17:05 | #22 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Makaleler.. BULUNMAYACAK TEK ŞEY SENİN BENZERİNDİRAyakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu seyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkân için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle... Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkândan dışarı fırlayıp: - "Küçüüük!" diye seslendi." Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir hârika!" Çocuk, ona dönerek: - "Gerçekten çok güzeller!" diye tebessüm etti, "Ama benim bir bacağım doğuştan eksik". - "Bence önemli değil!" diye atıldı adam. "Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki! Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı veya vicdanı." Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü: - "Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi." Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp: - "Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?" - "Çok basit!" dedi, adam. "Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hâttâ sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükâfat görecekler..." Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işâret ederek: - "Baktığın ayakkabı, sana yakışır!" dedi. "Denemek ister misin?" Çocuk, başını yanlara sallayıp: - "Üzerinde 30 lira yazıyor" dedi, "Almam mümkün değil ki!" - "İndirim sezonunu senin için biraz öne alırım!" dedi adam, "Bu durumda 20 liraya düşer. Zâten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder." Çocuk biraz düşünüp: - "Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!" dedi, "Onu kim alacak ki?" - "Amma yaptın ha!" diye güldü adam. "Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım." Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek: - "Üstelik de öğrencisin değil mi?" diye sordu. - "İkiye gidiyorum!" diye atıldı çocuk, "Üçe geçtim sayılır." - "Tamam işte!" dedi adam. "5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zâten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!" Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkâna girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek - "Benim satış işlemim bitti!" dedi, "Sen de bana, bunu satsan memnun olurum." - "Şaka mı yapıyorsunuz?" diye kekeledi çocuk, "Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?" - "Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş..." dedi adam, "Antika eşyalardan haberin yok her hâlde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder." Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rûyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rûya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kâğıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek: - "Bana göre 20 lira yeterli." dedi. "İndirim mevsimini başlattınız ya!" Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip: - "Babam haklıymış!" dedi. "Sakat olduğum için üzülmeme hiç gerek yok! demişti." * Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur, * Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur, * Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur * Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir |
|
10 Ağustos 2008, 17:06 | #23 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Makaleler.. Bunları Biliyor muyuzKirpikler Neden Sabit Uzunlukta Kalır? Kirpiklerin saç kadar uzayıp gözlerimizin önüne düşmesi hem görüşümüzü engelleyecek, hem de göze girerek bizim için hayati önem taşıyan bu organımıza zarar verecekti. Bu nedenle kirpiklerin belirli bir uzunluğu vardır ve bu uzunluk sabit kalır. Yanma ve benzeri bir kaza sonucu kirpiklerimiz kısalırsa, yeniden eski "ideal" boya gelinceye kadar uzar ve durur. Buharlaşan Su Neden Uzaya Kaçmaz? Yeryüzündeki hayatın devamı, su döngüsü sayesinde sağlanır. Ölçümlere göre, yeryüzünden bir saniyede 16 milyon ton su buharlaşmaktadır. Bir yılda bu miktar 505 trilyon tona ulaşır. Bu, aynı zamanda bir yılda Dünya'ya yağan yağmur miktarıdır. Yani su, sürekli bir denge içinde, "bir ölçüye göre" dönüp durmaktadır. İnsan sahip olduğu tüm teknolojik imkanları kullansa dahi bu döngüyü asla yapay olarak gerçekleştiremez. Eğer bu miktarda en küçük bir değişiklik olsa, kısa zaman sonra büyük bir ekolojik dengesizlik ortaya çıkacak ve bu da hayatın sonunu getirecektir. İnsan vücudu En Dayanıksız Madde Olan Etten Oluştuğu Halde Nasıl Bozulmaz? İnsan vücudu, ortalama 60-70 kiloluk bir et ve kemik yığınıdır. Bilindiği gibi et doğadaki en dayanıksız malzemelerden biridir. Açıkta kaldığında birkaç saatte bozulur, bir-iki gün içinde kurtlanır ve dayanılmaz bir koku yaymaya başlar. Bu çürük malzeme, insanın vücudunun büyük bölümünü oluşturur. Ama onu besleyen kan dolaşımı ve dışarıdaki bakterilerden koruyan deri sayesinde insanın , 70-80 yıllık yaşamı süresince, bozulmadan, çürümeden saklanır. Bebeğin Gelişiminde Hayati Öneme Sahip Sıvının Rolü Nedir? Bebek tüm hamilelik süresince etrafı zar ile çevrili bir kese içinde gelişimini sürdürür. Bu kesenin adı amniyon kesesidir. Amniyon kesesinin içi amniyon sıvısı adı verilen bir sıvı ile doludur. Amniyon sıvısının yaklaşık %99'u sudur. Amniyon sıvısının su içeriği her 3 saatte bir değişir. Bu sıvı bebeğin; Akciğer gelişimini sağlar. Enfeksiyonlardan korur. Amniyon kesesine yapışmasını engeller. Annenin maruz kaldığı darbe ve yaralanmalardan korur. Vücut ısısının sabit tutulmasını sağlar. Rahat hareket etmesine, kas ve iskelet sisteminin gelişmesine yardım eder. Dünyanın Manyetik Alanı Biraz Daha Farklı Olsaydı Ne Olurdu? Daha Güçlü Olsaydı: Çok sert elektromanyetik fırtınalar olurdu. Daha Zayıf Olsaydı: Güneş rüzgarı denilen ve Güneş'ten fırlatılan zararlı partiküllere karşı Dünya'nın koruması kalkardı. Her iki durumda da yaşam imkansız olurdu. Dünyanın Kendi Çevresindeki Dönme Hızı Şimdikinden FarklıOlsaydı Ne Olurdu? Daha Yavaş Olsaydı: Gece gündüz arası ısı farkları çok yüksek olurdu. Daha Hızlı Olsaydı: Atmosfer rüzgarları çok büyük hızlara ulaşır, kasırgalar ve tufanlar hayatı imkansızlaştırırdı. Bebeğin Kafası Neden Yumuşaktır? Yeni doğan bir bebeğin kafatası kemikleri çok yumuşaktır. Bu kemikler, birbirlerinin üzerinde az da olsa hareket edebilirler. Bu esneklik sayesinde bebeğin başı doğumda bir hasar görmez. Eğer kafatası kemikleri sert bir yapıda olsalardı, anne karnından çıkarken çatlayabilir hatta kırılarak bebeğin beyninde büyük hasarlara yol açarlardı. İnsanın Tüm Organlarının Aynı Anda Büyümesinin Hikmeti Nedir? Gelişen kafa yapısında, beyinle birlikte onu çevreleyen kafatası da büyümektedir. Eğer beyne oranla daha yavaş genişleyen bir kafatası olsaydı, beyni sıkıştıracak ve kısa sürede insanın ölümüne neden olacaktı. Aynı denge kalp ve akciğerlerle göğüs kafesi, göz ile göz çukuru gibi başka organlar için de geçerlidir. |
|
10 Ağustos 2008, 17:07 | #24 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Makaleler.. BİR SELÂM SOHBETİCaddenin bir tarafında, oldukça dalgın ve düşünceli yürüyordum. Yanıbaşımdan gelen nazik bir sesle kendime geldim: - Selâmün aleyküm, hocam! Baktım ki, okuldan mezun olmuş öğrencilerimizden biri. - Ve aleykümüsselâm Mehmet. Hal-hatır faslından ve kısa bir sohbetten sonra, ters istikametlere doğru ayrıldık. O benden ayrılırken, tekrar selam vermeyi de ihmal etmedi. Tam bu sırada caddenin öbür yakasında bir homurdanma sesi duydum: - Bu da ne oluyor yahu? Eskiden beri hep ayrılırken Allahaısmarladık, güle güle gibi şeyler söylenirdi. Şimdi bir de ayrılırken selam modası çıktı! Dönüp baktım. Yaşlı bir adam, yanındaki biriyle böyle konuşuyordu. Yanlarına yanaşarak dedim ki: - Karşılaşmada olduğu gibi, ayrılırken de selam vermek sünnet olduğu için böyle yapılıyor. - Öyleyse daha önce neden yoktu bu sünnet? - Ta önceden beri ayrılma sırasında da selamlama sünneti vardı. Bu, Peygamber Efendimizr17;in tavsiye ettiği İslâm adablarındandır. Fakat son devirlerde bu incelik memleketimizde unutulmuş veya ihmale uğramıştır. Şimdi doğrusunu bilen bazı gençler bunu yapıyorsa, onları kınamak değil takdir etmek gerekir. Adamcağız biraz şaşkın, fakat merakla dinliyordu. Yeni birşeyler öğrenmek, onu memnun etmiş görünüyordu. Ben de çarşıya kadar birlikte yürüdüğümüz süre içinde bu selam sohbetine devam ettim. Ayrılacağımız sırada, o benden önce davranarak son sözünü söyledi: - Selâmün aleyküm, Allah'a ısmarladık. Bu duyarlı adam, birkaç dakikalık sohbetle meseleyi kavramıştı. |
|
10 Ağustos 2008, 17:07 | #25 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Makaleler.. CAHİLİYYEİslâmiyet'in yayılmasından önceki devre, daha dar anlamı ile Hz. İsa'dan sonra peygamberimizin gelmesine kadar geçen zamana "cahiliyye" devri adı verilmiştir. Cahiliyye, insanın Allah'ı gereği gibi tanımaması, ona kulluk etmekten uzaklaşması, onun ilâhî hükümlerine değil de bazı imtiyazlı kişilerin kendi hevâ ve hevesine uygun olarak koyduğu emir ve yasaklara ve düşüncelere inanmasıdır. Cahiliyye insanları Allah'ın varlığını kabul etmekle beraber putlara taparlardı. Onlar putlarının Allah katında kendilerine şefaatçı olacaklarına inanırlar ve: Biz onlara ancak bizi daha çok Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" derlerdi. (Zümer,/3) Şarap içmek adeti çok yaygındı. Şairleri her zaman içki ziyafetinden bahseder, içki şiirleri edebiyatlarının büyük bir kısmını teşkil ederdi. İslâm'da içkinin, kesin olarak haram kılındığı, Hz. Peygamber (s.a.s) tarafından ilân edildiğinde Medine sokaklarında sel gibi içki akmıştır (Müslim, Eşribe, 3). Cahiliyye çağında kumar da çok yaygındı. Cahiliyye Arapları kumar oynamakla övünürlerdi. Öyle ki kumar meclislerine katılmamak ayıp sayılırdı. Onların şairlerinden biri karısına şöyle vasiyette bulunur: "Ben ölürsem, sen, aciz, konuşma bilmeyen, iki yüzlü ve kumar bilmeyen birini isteme." Tefecilik almış yürümüştü. Borç veren kimse, borcun vadesi bitince borçluya gelir: "Borcunu ödeyecek misin, yoksa onu artırayım mı?" derdi. Onun da ödeme imkânı varsa öder, yoksa ikinci sene için iki katına, üçüncü sene için dört katına çıkarır ve artırma işlemi böylece kat kat devam ederdi. Bunun üzerine inen ayette : "Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin." (Âli İmrân/130) buyurulmuştur. Faizcilik Araplar arasında o kadar yerleşmişti ki ticaretle onun arasını ayıramıyorlar; "Faiz de tıpkı alış-veriş gibidir" diyorlardı. Kocanın birkaç metresi olduğu gibi, kadının da başkalarıyla birlikte olması, bazı çevrelerce nefretle karşılanmayan bir davranıştı. İyi bir çocuğa sahip olmak için kocası karısına "şu adama git ve ondan hamile kal" diyebilirdi. Kadın istenilen adamla beraber olduktan sonra kocası hamileliği belli oluncaya kadar ona yaklaşmaz, daha sonra yaklaşabilirdi. Bir kadın isterse, sayıları üç ila on arasında değişen bir grup erkek kadının evine girerek, hepsi de onunla birlikte olurdu. Kadın doğum yaparsa doğumdan bir kaç gün sonra bu erkekleri çağırır, erkekler de zorunlu olarak bu davete iştirak ederlerdi. Sonra içlerinden birine işaret ederek "çocuğun babası sensin" derdi. O da bundan kaçınamazdı. Bazı fuhuş yapan kadınlar da tanınmaları için kapılarına bayrak asarlardı. Bu tür kadınlardan biri doğum yaptığı zaman teşhis heyeti toplanıp benzetme yoluyla çocuğun kime ait olduğunu tespit ederdi. O da çocuğun babası olduğunu kabul etmek zorunda kalırdı. (Buhârî, Nikah, 36) Kadına değer verilmez, hak ve hukuku tanınmaz, adeta bir eşya gibi telakki edilip miras alınırdı. Biri ölüp karısı dul kalınca ölenin varislerinden gözü açık biri hemen elbisesini kadının üzerine atardı. Kadın daha önce kaçıp bu halden kurtulamazsa artık onun olurdu. Dilerse mehirsiz olarak onunla evlenir, dilerse onu bir başkasıyla evlendirerek mehrini almaya hak kazanır ve kadına bundan bir şey vermezdi. Dilerse, kocasından kendisine kalan mirası elinden almak için onu evlenmekten men ederdi. Bunun üzerine inen ayette: "Ey inananlar! Kadınlara zorla mirascı olmaya kalkmanız size helâl değildir. " buyurulmuştur. (Nisâ, /19) Yiyeceklerin bazısı yalnız erkeklere ait olup kadınlara yasak ediliyordu. "Onlar: Bu hayvanların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup, eşlerimize yasaktır. Ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olur" dediler (En'âm, /139) Cahiliyye Arapları'nın kötü adetlerinden biri de kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleriydi. Onlar bunu namuslarını korumak veya ar telakki ettikleri için, bazıları da sakat ve çirkin olarak doğduklarından yapıyorlardı. Kur'an-ı Kerîm'de şu ayetlerde buna işaret edilir: "Onlardan birine bir kız evlâd müjdelense içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi. " (Zuhruf, /17), " Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suçla öldürüldüğü sorulduğu zaman... " (Tekvir, /8-9), Ekin ve hayvanlarla ilgili şu adetleri vardı: Ekin ve hayvanlarını iki kısma ayırıyor bir kısmını Allah'a veriyor ve bir kısmını da Allah'a eş koştukları putlarına ayırıyorlardı. Onlar bu batıl inanç ve adetlerinde biraz daha ileri giderek Allah'ın payına düşeni alıyorlar, onu eş koştukları putların payına ekliyorlardı. Ama putlarının payından alıp öbürüne ilâve ettikleri görülmüyordu. (En'âm, /136) Bir kısım hayvanlarla ekinlerin bazısını dilediklerinden başkasına yasaklıyorlardı. Ayrıca bir kısım hayvanlara binerken ve keserken Allah'ın adının anılmasına engel oluyorlardı. (En'âm/138). "Bahîra", bir dişi deve dört batın doğurup beşincisinde erkek doğurursa kulağını çentip serbest bırakırlardı. Artık ona binmeyi ve sütünü sağmayı haram kabul ederlerdi. Saibe*; dileği yerine gelen kimsenin putlara adadığı deve idi. Buna da binilmez ve sütü sağılmazdı. Vasîle*; koyun dişi doğurursa kendileri için; erkek doğurursa putları için olurdu. Şayet biri erkek, biri dişi olmak üzere ikiz doğurursa, dişinin hatırı için erkeği de kesmezlerdi. Hâm* ; bir erkek devenin soyundan on döl alınırsa onun sırtı haram sayılır, su ve otlakta serbest bırakılırdı. Kimse ona dokunamazdı. Kureyşliler Fil Vakr17;ası r16;ndan hemen sonra, r0;Humsr1; denilen bir asalet fikrini ortaya koydular ve uygulamaya başladılar. Arafat'a çıkmayı, Arafat'tan ifazâyı terk ettiler. Herkes Arafat'ta vakfe ederken, bunlar Müzdelife'ye giderler, orada dururlardı. Ve "Biz ehlullahız, Harem-i Şerif'in hâdimleriyiz" diyerek, diğerleriyle eşitliği kabul etmezlerdi. Kinâne ile Hüzâaoğuları da bu hususta Kureyş'e iltihak etmişlerdi. Harem hâricinden gelen herkesin, Beyt'in ilk tavafını, r0 Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. iyab-ı Humsr1; adı verdikleri bir elbise ile yapmalarını kararlaştırmışlardı. Kim ki adi bir elbise ile gelip tavaf ederse, tavaftan sonra o elbiseyi çıkarıp atmak zorunda idi. Diğer bir uygulama ise; asilzadelere mahsus bir elbisesi olmayan bedevî erkeklerin çıplak; kadınların da yalnız önü yırtmaçlı kısa iç gömleği ile tavafa mecbur edilmesiydi. |
|
10 Ağustos 2008, 17:08 | #26 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Makaleler.. Cehennemden Kaçın Peygamberimiz ( s.a.v) : "Cehennemin bir benzerini görmedim! Kendinden hem kaçıyorlar, hem de kaygısız uyuyorlar. Cennet gibisini de görmedim.! Onu hem istiyorlar, hem de uyuyorlar,ibadet yapmıyorlar " " İki büyük şeyi unutmayın:Cenneti ve cehennemi"dedikten sonra o kadar ağladıki, gözlerinden akan yaşlar sakalının iki yanını ıslattı.Daha sonra şöyle buyurdu: "Kudret ve iradesiyle yaşadığım Allah'a yemin ederim ki , ahiret hakkında bildiklerimi bilseniz taşraya çıkar, günahlarınızı düşünerek başınıza toprak saçardınız." Kainat yüzü suyu hürmetine yaratılan Habibullah(sav) cenneti ve cehennemi düşünerek gözyaşı döküyor. Ya bize ne oluyor ki , bu kadar rahat vaziyette duruyoruz..?"Hiç ölmeyecekmişiz gibi "dünyaya çalışıyoruz, ama "hemen ölecekmiş gibi" ahirete çalışmıyoruz. UNUTMAYALIM Kİ, CENNET UCUZ OLMADIĞI GİBİ CEHENNEM DAHİ LÜZUMSUZ DEĞİLDİR. GÜCÜMÜZ YETTİĞİ KADAR İBADET YAPARAK CENNETİ İSTEYELİM, HARAM ŞEYLERDEN UZAK DURARAK CEHENNEMDE KAÇALIM.FAKİRLERE MUHTAÇLARA YARDIM ELİ UZATALIM. ALLAH (C.C) IN RAHMETİ VE SELAMETİ ÜZERİNİZE OLSUN. |
|
10 Ağustos 2008, 17:09 | #27 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Makaleler.. Cennet Bedava-Cehennem ParaylaCennet Bedava-Cehennem Parayla "Bugün ölsem nereye giderim" diye her mü'minin muhasebe yapması gerekir. Hayatın akışına baktığımızda mü'minlerin böyle bir muhasebeye yanaşmadığını görüyoruz. Müslümanlar öyle acaibleşti ki, sormayın gitsin. Ne bu hâl, insan anlamakta güçlük çekiyor. İnanmış insan Cehenneme girmemek için nasıl yaşaması gerekiyorsa öyle bir çizgi takip etmesi gerekir. Canını ve malını Cehenneme girmemek için kullanır. Olması gereken budur. Böyle olması gerekirken bugün bunun tam aksi oluyor. İnsanlar Cehennem'e girmek için canını ve malını veriyor. Para veriyor Cehennem'e girmek için. Cennet bedava. Cehennem parayla ve ücreti de çok pahalı. Cennet'e girmek için bir tek kuruş ödenmiyor Nasıl mı? * Namaz kaç para? Namaz kılmak için para ödemiyorsunuz. * Abdest kaç para? Abdest aldığınız için sizden para isteyen yok. * Şehadet kaç para? Şehadet getiriyorsunuz diye ücret ödemiyorsnuz. * Namuslu yaşamak kaç para? * Kur'an okumak kaç para? * Terbiyeli olmak kaç para? * Şerefli yaşamak kaç para? * Günahtan korunmak kaç para? Bu özelliklere sahip olmak için hiçbir ücret ödemiyorsunuz. Lâkin... * Namussuzluk para? Para ödeyerek şunları yapabilirsiniz. * Kumar para * İçki para * Zina para * Şerefsizlik para * Haramların hepsi para... * Cehenneme giden bütün yollar parayla... Birileri parayla Cehennemi kucaklıyor da, bedava Cennet'e gelmiyor. Cennet'e Cehennem'e inanan kişi hiç böyle hareket edebilir mi? Akıllı ve imanlı ise etmesi düşünülemez bile. İslâm'ın şartları olduğu gibi Cehennem'e girmenin de şartları var. Cehennem'e girmenin şartlarına bakın: Cehennem'e girmek için: * İnkârcı olacaksın. * Kur'ân-ı Kerîm'i beğenmeyeceksin. * Dinin emirlerine karşı geleceksin. * Allah'ın emirlerini yaşamaya değer görmeyeceksin. * Bu asırda Kur'ân-ı Kerîm bizi idare edemez, diyeceksin. * İçki, kumar, zina, hırsızlık, hortumculuk günah değil diyeceksin. * Fâiz alıp-vereceksin. * Rüşvet alıp-vereceksin. * Yalan, dedi-kodu, gıybet, iftira, dalga, dubara ile sarmaş dolaş olacaksın. * Haram-helâl tanımayacaksın. * İnsanları aldatacaksın. * Namaz, oruç, zekât gibi ibâdetlerin semtine bile uğramayacaksın. * Yetim malını zimmetine geçireceksin. * Eline geçen imkânları ve fırsatları har vurup harman savuracaksın; yani israf edeceksin. * Kul hakkını zimmetine geçireceksin. Bu hakla ahirete göçeceksin. * Konuştuğun zaman yalan söyliyeceksin. Vaad ettiğin zaman yerine getirmiyeceksin. Sana emanet edilene ihanet edeceksin. * Karının, kızının, oğlunun derbeder yaşantısına göz yumacaksın. * Menfaatin için mukaddesatını ve mukaddeslerini satacaksın. * Kendin ve aile efradın için Müslümanca yaşanacak bir ortam oluşturmayacaksın. * Neslin bozulmasına zemin hazırlayacaksın. Bunların yapılmadığı bir istisna var mı? Ey Müslüman, senin durumun nedir? Tedkik ettin mi? Saygılarımla... |
|
10 Ağustos 2008, 17:10 | #28 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Makaleler.. Din Olmazsa Sosyal Sistem Nereye Gider ?Din olmazsa sosyal sistem nereye gider? Dinsiz bir ortamda öncelikle aile kavramı ortadan kalkar. Aileyi oluşturan sadakat, vefa, bağlılık, sevgi ve saygı gibi değerler tamamen yok olur. Unutulmamalıdır ki aile, toplumun temelidir ve eğer aile çökerse toplum da çöker. Dolayısıyla devlet ve millet olmanın bir anlamı kalmaz, çünkü devleti ve milleti oluşturan tüm manevi değerler yıkılmış olur. Ayrıca dinsiz toplumlarda kimsenin kimseye saygı, sevgi ve merhamet duyguları duyması için bir neden kalmaz. Bunun sonucunda ise sosyal anarşi oluşur. Zenginler fakirlere, fakirler zenginlere kinlenir, sakat veya muhtaç olanlara karşı kızgınlık oluşur. Farklı kavimlere karşı saldırgan olunur, isçiler patronlarına patronlar isçilerine, baba okula oğul babaya karşı saldırganlaşır. Sürekli kan dökülmesinin, gazetelerdeki "uçuncu sayfa haberleri"nin nedeni dinsizliktir. Bu haberlerde her gün gözünü kırpmadan ve çok sıradan sebeplerle birbirlerini öldüren kişilerin haberleri verilir.Oysa ahrette hesabini vereceğini bilen bir insan, silahı başka bir insanin yüzüne doğrultup onu öldüremez. Allah'tan korkar ve kötü hesaptan kaçınır. Allah insanları bozgunculuk çıkarmaktan Kur'an'da şöyle men etmiştir: Düzene konulmasın (ıslah)dan sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesat) çıkarmayın; O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır. (Araf Suresi, 56) İntiharların bu kadar yaygınlaşmasının temelinde de dinsizlik vardır. İntihar eden aslında cinayet islemiş olur. Örneğin kız arkadaşı kendisini terk ettigi için intihar etmeye kalkışan kişi sunu düşünmelidir: O kız sakat kalsa, yaslansa veya yüzü yansa onun için intihar etmeyi düşünür muydu? Elbette düşünmezdi ama bakımlı ve sağlıklı gördüğünde onu gözünde büyütür, Allah'tan, ahretten ve dinden daha önemli görerek onu Allah'a ortak koşmuş olur. Onun için ölmeyi göze alır. Ama Kur'an'a bağlı bir insan bunu kesinlikle yapmaz, böyle bir düşünceyi bir an olsun aklından dahi geçirmez. İnanan bir insan ancak Allah rızası için yasar ve Allah'ın kendisine dünyada verdiği her turlu zorluk ve sıkıntı karşısında sabreder. Ve bu sabrın karşılığını hem dünyada, hem de ahrette kat kat fazlasıyla alacağını unutmaz.Dinsiz toplumlarda hırsızlık da çok yaygın olur. Hırsızlık yapan kişi eşyasını çaldığı kişiye nasıl bir sıkıntı verdiğini düşünmez. Karşısındaki kişinin 10 yıllık emeğini 1 gecede alıp gider, o kişinin ne kadar mağdur olacağını hiç hesaplamaz. Karşısındaki kişiye acı verdiği gibi kendisi de vicdan azabı ile ayrı acı çeker. eğer vicdan azabı çekmiyorsa bu, onun için daha da kötüdür. çünkü böyle bir insan her turlu ahlaksızlığa açık hale gelmiş demektir. Dinsiz toplumlarda misafir ağırlama, insanların birbirleri için fedakarlıklarda bulunmaları, dayanışma, cömertlik gibi değerler tamamen ortadan kalkar. Herşeyden önce insanlar birbirlerine insan olarak değer vermezler çünkü birbirlerini maymundan evrimleşmiş varlıklar olarak görürler. Bir insan,maymundan evrimleştiğini düşündüğü bir insana hizmet etmek, onu ağırlamak, ona güzellikler sunmak istemez. Bu düşüncedeki insanlar birbirlerine değer vermezler. Kimse kimsenin sağlığını, huzurunu, rahatını düşünmez. İnsanlara bir zarar dokunmasından endişelenmez, buna engel olmaya çalışmaz. Örneğin, hastanelerde ölmek üzere olan insanlar sedyelerde uzun sure bırakılır, onlarla hiç ilgilenen olmaz. Veya son derece sağlıksız ve temizlikten uzak şartlar altında isletilen bir lokantanın sahibi, orada yemek yiyen insanların sağlığına vereceği zararı hesaplamaz. Ancak kendi kazanacağı paranın derdine düşer. Bunlar günlük hayatta sik karşılaşılan birkaç örnektir. Burada önemli olan mantık, kişilerin ancak bir çıkar karşılığında birbirlerine iyi davranmaya yanaşmalarıdır. Oysa Kuran ahlakında insanlar birbirlerine Allah'ın birer kulu olarak değer verirler. İyilik yapmak için bir çıkar gözetmez, aksine sürekli iyi isler yapıp hayırlarda yarışarak Allah'ın rızasını kazanmaya çalışırlar. |
|
10 Ağustos 2008, 17:11 | #29 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Makaleler.. Dinlerin Evrimi MasalıTarihin ve toplumun evrimleştiği aldatmacasını öne sürenlerin bir diğer yanılgıları da, toplumların en önemli değeri olan dinin de evrim geçirdiği iddiasıdır. Bu sapkın iddia, 19. yüzyılda ortaya atılmış, materyalistler ve ateistler tarafından hararetle savunulmuş, ancak bu iddiayı destekleyen hiçbir arkeolojik bulgu elde edilemediği için, bir spekülasyon olarak kalmıştır. İnsanlığın eski çağlarda sözde "ilkel", yani çok tanrılı ve kabilesel dinlere inandığı, tek Allah inancına dayanan ve tüm insanlığa gönderilen hak dinin -ki bu din, ilk insan olan Hz. Adem'den bu yana Rabbimiz'in insanlığa vahy ettiği Hak Din'dir sonradan ortaya çıktığı iddiasının hiçbir dayanağı yoktur. Ne var ki bazı evrimciler, bu iddiayı sanki kanıtlanmış tarihsel bir gerçekmiş gibi göstermeye çalışmakta, ancak bu tutumlarıyla büyük bir hata yapmaktadırlar. Darwin'in biyolojik evrim teorisi nasıl bir aldatmaca ise, ondan ilham alınarak geliştirilen dinlerin evrimi teorisi de aynı şekilde bir aldatmacadır. Günümüzden yaklaşık bir buçuk asır önce, Charles Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabının henüz ilk baskısının yapıldığı dönemde, evrim kavramı materyalist ve ateist çevrelerden destek almaya başlamıştı. Çağın bazı düşünürleri, insanın çevresinde olup biten herşeyin evrimle açıklanabileceğini sanıyorlardı. Bu yanılgıya göre herşey, sözde ilkelden ve basitten başlıyor, daha sonra gelişerek en mükemmel olana ilerliyordu. Bu yanılgı pek çok alana uygulanmaya çalışıldı. Örneğin ekonomi alanında Marksizm, evrimsel bir ilerlemenin kaçınılmaz olduğunu ve sonunda tüm milletlerin komünizmi kabul edeceği iddiasını öne sürüyordu. Bunun sadece bir hayalden ibaret olduğu ve Marksizm'in öne sürdüğü iddiaların gerçekleri yansıtmadığı zaman içerisinde yaşanan tecrübelerle kanıtlandı. Psikoloji alanında Freud, insanın evrimsel olarak ileri bir tür olduğunu, ancak psikolojik olarak hala sözde ilkel atalarının sahip olduğu güdülerle hareket ettiğini söylüyordu. Bu büyük yanılgı, yapılan psikoloji araştırmalarıyla bilimsel olarak tamamen çürütüldü. Freudizm'in temel varsayımlarının hemen hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı ortaya çıktı. Aynı şekilde sosyoloji, antropoloji, tarih gibi bilim dallarında da evrim teorisinin aldatıcı etkisi olmuş, ancak son yüzyılda elde edilen bilgiler ve bulgular bu etkinin ne derece yanlış olduğunu göstermiştir. Tüm bu evrimsel teorilerin ortak noktası ise, tümünün de Allah inancına karşı olmalarıydı. Dinlerin evrimi yanılgısı da bu amaçla ve bu felsefi temeller üzerinde ortaya atıldı. Bu yanılgının önde gelen savunucularından Herbert Spencer'ın gerçek dışı iddialarına göre, insanlığın ilk dönemlerinde hiçbir dini inanç yoktu. Sözde ilk dinler ise ölülere tapınmayla başlamıştı. Dinlerin evrimi aldatmacasını savunan başka antropologlar daha farklı hikayeler öne sürdüler. Kimisine göre dinin kaynağı animizme (doğaya canlılık atfetme, onda ruh olduğuna inanma), kimilerine göre ise totemizme (sembol olarak seçilen bir insan, grup ya da eşyaya tapma yanılgısı) dayanıyordu. Bir diğer antropolog olan E. B. Taylor'a göre, tarih içinde sırayla animizm (tabiata canlılık atfetme), manizm (atalar kültü), politeizm (çok tanrıcılık) ve son olarak da monoteizm (tek tanrıcılık) geliyordu. Oysa 19. yüzyılın ateist antropologları tarafından masa başında yazılan senaryolarla ortaya atılan ve sonra da sürekli gündemde tutulan bu teori, bir aldatmacadan başka bir şey değildi. Arkeolojik ve tarihsel bulguların da gösterdiği gibi, söz konusu kişilerin öne sürdüklerinin aksine, tarihin ilk gününden beri Allah'ın, peygamberleri aracılığıyla insanlara vahyettiği hak din var olmuştur. Ancak hemen her dönemde hak dinle birlikte, batıl ve sapkın inanışlar da var olagelmiştir. Günümüzde de, Allah'ın bir ve tek olduğuna iman eden, Rabbimiz'in indirdiği dine uyan insanlar olduğu gibi, taştan, tahtadan yapılmış putlara, birtakım ruhlara, şeytana, çeşitli hayvanlara, atalarına, Güneş'e, Ay'a, yıldızlara tapma yanılgısına düşen insanlar da vardır. Üstelik bunların önemli bir kısmı da, geri değil tam tersine son derece gelişmiş koşullarda yaşayan kimselerdir. Öte yandan, tarih boyunca Allah'ın indirdiği hak dinlerin emirlerini, uygulamalarını ve ahlaki değerlerini bozmaya çalışan insanlar da olmuştur. Kuran'da, bazı insanların birtakım batıl inanış ve uygulamaları dine dahil etmeye çalıştıkları, dolayısıyla kendilerine gönderilen hak dini değiştirip bozdukları haber verilmiştir: Artık vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için "Bu Allah Katındandır" diyenlere. Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta olduklarına. (Bakara Suresi, 79) Bu durum Allah'ın varlığına ve birliğine inanan ve Rabbimiz'in bildirdiği hükümlere uyan bazı insanların, zaman geçtikçe hak dinden uzaklaşma ve sapkın inanışlara, batıl uygulamalara yönelmelerine neden olmuştur. Böylece, birtakım sapkın inanışlar ve batıl uygulamalar ortaya çıkmıştır. Diğer bir deyişle, bazı kimselerin öne sürdüğü gibi "dinlerin evrimi" diye bir süreç asla yaşanmamış, ancak hak dinin belli dönemlerde insanlar tarafından bozulmasıyla sapkın dinler ortaya çıkmıştır. (tarihi bir yalan [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]) Bu makale, Önce Vatan gazetesinde 28 Haziran 2006 tarihinde yayınlanmıştır. |
|
10 Ağustos 2008, 17:12 | #30 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Makaleler.. Dua Etmek İnsanın hayatı boyunca almış olduğu telkinler, zamanla hayatın akışı içerisindeki inanılmaz mucizeleri göz ardı etmesine neden olur. Bu yüzden birçok insan, dünyadaki olayların başıboş ve tesadüfi bir biçimde işlediğine zamanla kendisini inandırır. Aslında Allah'ın varlığına inanmıyor değildir, en azından bunu kesin olarak reddetmemektedir. Ancak dünya hayatının Allah'tan bağımsız olarak işlediğini, Allah'ın olayların akışına hiçbir müdahalesinin olmadığını düşünür. Allah'ı gerektiği gibi takdir edemeyen böyle bir insan, doğal olarak Allah'ın dualara icabet eden sıfatını da kavrayamaz. Dua etse bile. Allah'ın duasına icabet edeceğinden şüphe içindedir. Oysa mümin dua ettiği zaman Allah'ın kendisini işittiğini ve duasına her ne şekilde olursa olsun karşılık vereceğini bilir. Olayların başıboş ve tesadüfi bir biçimde değil, Allah'ın belirlediği kadere göre geliştiğinin, O'nun dilediği şekilde işlediğinin farkındadır. Bu nedenle, duasına karşılık görmemek gibi bir kuşkusu yoktur. Bu samimi ruh haliyle dua edenin duasını da Allah makbul görür ve kabul eder. Allah, Kuran'da şöyle buyurmaktadır: "Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar." (Bakara Suresi, 186) Allah, bir başka ayette de "... sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, kendisine dua ettiği zaman icabet eden..." (Neml Suresi, 62) sıfatını bildirmektedir ki, bu da yine samimi duaların Allah katında mutlaka karşılık göreceğinin ifadesidir. Dolayısıyla, Allah'ın yardımından yana kuşkuya düşmeden, kabul olacağına kesin olarak iman edip dua etmek gerekir. Allah kullarının kendisine yakın olmasını ister. Samimi bir ruh hali içinde Kendisinden istenenlere karşılık verir. İnsanı sadece bir su damlasından yaratan, yeryüzünü yoktan var eden Allah için, herhangi bir kişinin duasına karşılık vermek çok kolaydır. Yapılması gereken tek şey inançla ve sabırla istemektir. Dua konusunda belki de en büyük tehlike, kabul olmayacağı endişesiyle, dua etmekten vazgeçmektir. Bu, pek çok yönden hatalı, hatta cahilce bir tavırdır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, ayetlerde vurgulanan "duaya icabet" bir şeyin "aynen gerçekleşmesi" anlamına gelmeyebilir. İnsan, daha önce de belirttiğimiz gibi, bazen kendisi için zararlı olan bir şeyi Allah'tan talep ediyor olabilir. Kuran'da, "İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan, pek acelecidir." (İsra Suresi, 11) ayeti ile bu duruma dikkat çekilmektedir. Allah insanların imanlarını, sabırlarını ve Kendisine olan güvenlerini denemek için dualarına farklı zamanlarda ya da farklı şekillerde de karşılık verebilir. Allah, kullarını olgunlaştırmak için vereceği nimetleri belirli bir hikmete göre belirli sürelerin sonunda da verebilir. Büyük İslam alimi Bediüzzaman'ın belirttiği gibi, Allah dua konusu olan şeyin daha azını verebilir, belki de mükafat olarak daha fazlasını verebilir, ya da yukarıda saydığımız nedenlerden ötürü hiç vermeyebilir. Ancak mümin, Allah'ın her ne olursa olsun dualarını bildiğini ve tüm bunlara en hayırlı gördüğü şekilde icabet edeceğini bilmeli ve Rabbimize tevekkül etmelidir. |
|
Etiketler |
makaleler |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
İslami Makaleler İndex | Seth | İslamiyet | 0 | 07 Eylül 2014 23:28 |
Makaleler İçin Google News Şartları | Spartacus | 0 | 06 Nisan 2012 18:17 | |
Astroloji İle İlgili Makaleler | Perius | Burçlar, Fallar ve Kehanetler | 1 | 05 Ocak 2011 15:32 |
Makaleler Hakkında. | toXic | IRCd Makaleler | 0 | 21 Eylül 2010 20:44 |