IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  digitalpanel

Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 10 Ağustos 2008, 17:14   #31
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Makaleler..




Fânîliklerle Kuşatılan Ruhlar" Dünyayı sadece fânî yüzü ve kendi darlığı içinde duyanlar, vicdanın onca genişliğine rağmen hayatlarını zindanda geçiriyor gibi onu karartmış sayılırlar. Bunlardan pek çoğu, böyle bir darlığı her hissedişinde, ya daha parlak ve muhteşem kabul ettiği maziye vurgun yaşar, ya da hayâllerinde şekillendirdiği tül pembe bir gelecek rüyasıyla teselli olmaya çalışır.


İçinde bulunduğu en eşref gün ve saatlere sözünü dinletip onlara gönlünün boyasını çalarak kalb ve ruhun ferah-fezâ iklimlerine yükseleceğine, ya "teselli" deyip hâli ve istikbali görmezlikten gelerek geçmişe sığınır; ya da köksüz, temelsiz bir yalancı âtî tasavvuruyla avunur durur. Bütün bunların teselli adına bir şey ifade etmediği/etmeyeceği açıktır; ama gel gör ki, o bir türlü bunu anlamamaktadır.
Evet, gelecek asla unutulmamalı, o her zaman millî ruh desenimize göre değişik ihyâ ve inşâ projelerine esas kabul edilmeli ve ona saygı duyulmalı; şanlı geçmişimiz de hep hayırla yâd edilmeli, ruh ve mânâ köklerimiz hatırına da her zaman müracaat edilecek bir kaynak sayılmalıdır. Bütün bunların yanında, daha çok da içinde bulunduğumuz zaman üzerinde durulmalı ve evrile-çevrile değerlendirilmelidir ki, bence bazılarını sıkan ve bunaltan darlıktan kurtulmanın yolu da bu olsa gerek.. yoksa, ne "her yer karanlık" deyip geçmiş adına bir kısım ustûrelere sığınmakla ne de eşyânın tabiatını görmezlikten gelerek âtî hesabına tutarsız hülyâlara dalmakla kat'iyen bir yere varılamaz. Şimdiye kadar bu tür hülyâlar hasret, hicran ve inkisarlarımızı artırmaktan başka bir şeye yaramamıştır.
Ama ne acıdır ki, bazı kimseler, bulundukları durumun darlık ve sıkıcılığını iman ve Hak'la münasebetlerini güçlendirerek aşacaklarına, sürekli gel-gitler yaşayarak boş kuruntularla ömür tüketmektedirler.
Böyleleri için hayat çok kısa ve sınırlıdır; onun ne insanın emellerine cevap verecek bir vüs'at ve derinliği ne de hislerinin enginliği açısından ümit vaadeden bir yanı vardır. O fevkalâde vefasızdır; ne yemeye doyar, ne de yedirmeye "eyvallah" eder. Senin olup olmadığı belli değildir; bir ömür boyu sırtında taşırsın da bilinmedik bir dönemeçte "Allah'a ısmarladık" demeden çeker gider. Evet, kimsenin elinde mîâdını gösteren bir senet yoktur. Yaş ortalaması denen sınır kime vefa yüzü gösterir, o da belli değildir. Mukadder gibi görülen ömrü son damlasına kadar yaşayanların sayısı belli şart ve belli ortamlara göre farklı farklıdır: İnsan herhangi bir sabah veya akşam, ya da günün belirsiz bir saatinde, kendi hâlinde, her şeyden gafil, karşısına çıkacak sürprizlerden habersiz, bir yolda yürürken, şu veya bu şekilde bir iş görürken derlenip toparlanma fırsatını dahi bulamadan tutuştururlar eline tezkeresini ve Yunusça ifadesiyle "Bindirirler cansız ata/İndirirler zulmete/Ne ana var ne ata/Örtüp pinhân ederler." Biter onun için her şey; kopmuştur arkada bıraktıklarından; maldan-menâlden, evlâd u ıyalden. Bir hiçle karşılaşırlar ömür çerçevesinde ağlayıp sızlayanlar veya cenazesine koşanlar.
Ne gariptir ki, bir ömür boyu böyle bir sonun hesabı hiç mi hiç yapılmamıştır. Bu itibarla, o güne kadar devam edegelen ve bir yekûna varması hayâl edilen o bin bir hesaba bağlı kombinezonun bir daha meydana gelmesi de asla mümkün değildir. Ona ait hesaplar defteri kapanmış ve bütün o dar hesapları alt-üst edecek yeni bir muhasebe faslı başlamıştır. Buna her şeye "elvedâ" faslı da diyebiliriz; hayata elvedâ, güzelliklere elvedâ, tadıp doyamadıklarımıza elvedâ, gidip gurûba kapanan bütün ümit ve beklentilere elvedâ faslı... Bütün arzuların sönüp kül olduğu, bütün hülyâların serâba döndüğü, bütün emellerin dibe vurduğu, bütün hüzünlerin daha bir koyulaştığı ve bütün ideallerin yıkık bir rüyaya dönüştüğü böyle bir durumda, kim olursa olsun, o kendini iyiden iyiye sallantıda hisseder; belki de yıkılır dize gelir; ama, artık yapacak fazla bir şey de kalmamıştır.
Devrilip toprağın bağrına gömüleceğini tahayyül ettikçe kara kara düşünmeye durur; her şey gibi fânîliğin onun hakkından da geleceği mülâhazasıyla ecel terleri döker, çaresizlikle inler; inler sırça saraylarının yıkılıp gitmesi, hülyalarının alt-üst olması, gülüp eğlenmenin, sevip sevilmenin ve hayattan kâm almanın sona ermesi karşısında. Artık ruh dünyasında hazan uğultularıyla esmektedir esen her rüzgâr ve hayat boşalma sesleri vermektedir ona göre her yanda. Böyle bir boşluk hissiyle onun nazarında, milyonlarca-milyarlarca insanın müşterek duygu, düşünce ve tecrübesinden örülmüş nizam ve intizam da diyebileceğimiz kültürler, medeniyetler, felsefeler de gidip aynı müphem ve belirsiz boşluklara akmaktadır. Gelenler tıpkı gölgeler gibi gelmekte, gidenlerse hayâllere karışıp yok olmakta.. ve böylece bir zamanlar toz pembe görünen her şeyin ve bütün hayatî aktivitelerin yerlerini bomboş çerçeveler, silik çizgiler ve sopsoğuk yokluklar almaktadır.
Artık, ne o her zaman renklerle tüllenen güzelliklerden bir parıltı, ne o pırıl pırıl simalardan bir eser, ne de o baş döndüren cazibelerden bir iz kalmıştır... Görünmüştür gayrı o yalancı rüyanın dibi ve en sevimli çehreler yokluğun ezip geçtiği yollarda hazan yemiş yapraklar gibidir.
Evet, kimilerince, ölümle insan ruhunda açılan oyuklar öyle derindir ki, böyle bir boşluğa açılan her ruh orada kendi yokluğuyla ürperdiği gibi, diğer insanların, milletlerin, hatta bütün varlık ve kâinatların gidip hiçliğe dökülmesiyle de irkilir ve dehşetler yaşar. Böylelerinin mızraplarından sürekli hasret ve hicran nağmeleri yükselir.. hep âh u vahlar duyulur çevrelerinde ve "Şu vahşetzâra geldim ama bin peşîmânım." şikâyetleriyle inler o karanlık iklim.
Genç olsun ihtiyar olsun, hayatını beden ve cismâniyetin darlığında yaşayanlar için böyle bir hicran ve inkisar kaçınılmazdır. İçki, kumar, eğlence ve çakırkeyf yaşama iptal-i his nevinden belki bazılarını avutabilir, ama mutluluk adına onların da kat'iyen bir şey ifade ettiği söylenemez; aksine onlara müptelâ olanların her zamanki hâlleri stres, çılgınlık, hafakan ve cinnettir. Kıvranırlar iç içe ızdıraplarla her an; kapkaranlık duygularla soluklanırlar muttarid ve hezeyan yaşarlar sürekli...
İmandır, ümittir, vicdan genişliğidir insanı kendi darlığından kurtarıp kalb ve ruhun ferah-fezâ iklimlerinde dolaştıran.. ilhad, inkâr, şek ve tereddüdün sisini-dumanını silip herkese rahat bir nefes aldıran.. zindanları saraylara çevirip insana Firdevs esintileri yaşatan.. ve bu küçücük insanoğlunu kâinatlara denk, hatta onları da aşkın vüs'ate ulaştıran... Bilmem ki, cismâniyetteki darlığa takılıp ruhundaki genişliği göremeyen günümüzün görme özürlülerine bunları anlatmak mümkün olacak mı..?

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet sohbet
Alt 10 Ağustos 2008, 17:15   #32
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Makaleler..




Filistin Sorunu ve SiyonizmKuran ahlakı hakkıyla yaşandığında ve birlik ruhuyla hareket
edildiğinde Müslümanların arasındaki dayanışma artacak ve zulme karşı
hep birlikte fikri mücadele etme gücüne kavuşacaklardır.

Siyonizm dünya siyaset sahnesine ırkçı ve Yahudilerin diğer
milletlerle birarada yaşayamayacağı yanılgısını savunan bir ideoloji
olarak çıktı. Bu çarpık bakış açısı önce diasporada yaşayan Yahudiler
için büyük sorunlara neden oldu. Daha sonra da Ortadoğu'da yaşayan
Müslümanlara -İsrail'in işgalci ve baskıcı politikaları nedeniyle-
kan, ölüm, terör ve yokluğu getirdi.

Kısaca, Siyonizm aslında dini değerlerden değil seküler felsefelerden
kaynak bulan bir ideolojidir. Ne var ki diğer bazı aşırı milliyetçi
hareketlerde görüldüğü gibi, Siyonizm de bazı dini değerleri kendi
menfaatleri doğrultusunda kullanmaya kalkışmıştır.

Sosyal Darwınizmr17;in Siyonizme Etkisi

Siyonizmin barbar ve acımasız bir ideoloji olmasının ikinci bir nedeni
ise, 19. yüzyıl Avrupası'na hakim 'sömürgecilik' ideolojisine bağlı
olmasıdır. Sömürgecilik, sadece siyasi ve ekonomik bir sistem değil,
aynı zamanda bir ideolojidir. Batı'nın sanayileşmiş milletlerinin, bu
alanda geride kalmış olan milletleri sömürme, onların topraklarını
işgal etme hakkını taşıdıklarına, bunun sözde 'milletler arası yaşam
mücadelesi'nin doğal bir sonucu olduğuna inanan söz konusu ideoloji,
Sosyal Darwinizm'in bir ürünüdür. Bu ideoloji çerçevesinde, İngiltere,
Hindistan, Güney Afrika ve Mısır'ı sömürgeleştirmiş; Fransa,
Hindiçini'ni, Kuzey Afrika'yı ve Guayana'yı kolonileştirmiştir.
Siyonistler ise bu örneklerden esinlenerek Filistin'i Yahudiler adına
sömürgeleştirmeye karar vermişlerdir.

Ancak Siyonist sömürgecilik, İngiliz veya Fransız sömürgeciliğinden
daha kötüdür. Çünkü İngiliz ve Fransızlar, kolonileştirdikleri
ülkelerin halklarına (kendilerine boyun eğmek şartıyla) yaşam hakkı
tanımışlar, hatta bu ülkelere eğitim, adli yönetim, alt yapı
alanlarında bazı katkılarda dahi bulunmuşlardır. Ama Siyonizm,
Filistin halkına yaşam hakkı tanımamış, onlara karşı "etnik temizlik"
uygulamış, kendi idaresi altında yaşattığı Filistinlilere en ufak bir
katkı sağlamamıştır.

Filistinr17;de Yaşam Zorluğu

Günümüzde Filistinliler, en temel ihtiyaçlarını karşılamakta dahi
zorlanmakta, elektriği ve suyu İsrail izin verdiği müddetçe
kullanabilmekte, geçimlerini sağlayabilmek için kilometrelerce yol
gidip oldukça düşük maaşla çalışmaktadırlar. İşlerine gitmek veya
yakın bir mülteci kampında yaşayan akrabalarını ziyaret etmek için
yola çıkan Müslüman halk için on-onbeş dakikadan uzun sürmeyecek
yolculuklar tam bir kabusa dönüşmektedir. Çünkü sık aralıklarla
kurulmuş olan kontrol noktalarında Filistinliler sürekli kimlik
kontrolünden geçmekte ve her kontrolde sözlü ve fiili tacize
uğramakta, hor görülüp, aşağılanmaktadırlar. Müslüman halk için
pasaportları olmadan bir noktadan bir noktaya ulaşmak mümkün değildir.
Üstelik İsrail askerleri zaman zaman 'güvenlik' gerekçesiyle yolları
kapadığı için çoğu zaman işlerine, gitmek istedikleri yerlere ve hatta
hasta olmalarına rağmen hastaneye bile gidememektedirler. Tüm bunların
yanı sıra halk her gün bombalanma, öldürülme, yaralanma veya
tutuklanma korkusu içinde hayatına devam etmektedir. Çünkü sadece
yukarıda saydığımız koşular değil, fanatik Yahudilerin bulunduğu
yerleşim birimleri de Müslüman halk için ciddi bir tehdit unsurudur.
Müslüman halk sık sık bu birimlerde yaşayan fanatik Yahudilerin
silahlı saldırılarına veya tacizlerine maruz kalmaktadır.

Çözüm

Er ya da geç tüm Filistin halkının huzur, güvenlik, barış ve kardeşlik
içinde yaşayacağı günler Allahr17;ın izniyle gelecektir. Ancak bu, Kuran
ahlakının insanlar arasında yaygınlaşmasıyla mümkün olacaktır. Çünkü
Kuran'da insanların hayır yapmak için birbiriyle yarıştığı, barışı
savunduğu, affedici ve hoşgörülü olduğu, sevgiyi, saygıyı ve merhameti
ön planda tuttuğu bir ahlak tarif edilmektedir. Kuran ahlakının
yaşandığı bir ortamda şiddetin, kavganın, çatışmanın barınması mümkün
değildir. Dahası, Kuran ahlakı hakkıyla yaşandığında ve birlik ruhuyla
hareket edildiğinde Müslümanların arasındaki dayanışma artacak ve
zulme karşı hep birlikte fikri mücadele etme gücüne kavuşacaklardır.
Bu nedenle Kuran ahlakının yaşanması, yalnızca Filistin'de değil,
dünyanın dört bir köşesinde yaşanan zulümlerin de sona ermesinin
yolunu açacaktır. Burada tüm Müslümanlara düşen sorumluluk ise bu
ahlakın yaygınlaşması için gösterilecek çabadır.

Bu makale, Önce Vatan gazetesinde 05 Temmuz 2006 tarihinde
yayınlanmıştır.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Ağustos 2008, 17:16   #33
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Makaleler..




Gelecek KorkusuDin ahlakı samimi olarak yaşandığında insanların üzerinden pek çok dert ve tasa doğal olarak kalkar, herkes huzurlu ve rahat bir yaşam
sürer.
Birçok insan hayatının ileriki dönemlerinde kendisini nelerin beklediğini merak eder, pek çok olumsuz ihtimali de düşünüp, kaygılanır. Bu onları ciddi şekilde tasalandırır ve huzursuz eder.
Bunun dışında insanların çoğunluğunun yaşadığı günlük endişeler de vardır ki bunları da gelecek korkusuna dahil etmek mümkündür. Küçük
yaşlarda bu durum okul ödevlerinden, arkadaşlık ilişkilerinden, sözlüye kalkmak gibi sorunlardan ibarettir. Ancak yaşın ilerlemesiyle insanların sorun haline getirip, korkusunu duydukları konular da artar. (Harun Yahya, Adamlık Dini)

Lise çağlarında kişinin giyeceği kıyafet, yiyeceği yemek, arkadaşlarıyla yaşadığı sorunlar, grup içindeki itibarı, okuldaki başarısı ve aile ilişkileri onun için adeta dünyanın en büyük ve en
önemli sorunlarıdır. Bu konulardaki herhangi bir olumsuzluk ruhunda derin etkiler yapar, hatta strese ve bunalıma girmesine sebep olur. Bu
sorunlar, kazanılması mutlaka gerekli olan üniversite sınavıyla doruk noktasına ulaşır. Çünkü bu sınav kazanılmadığı takdirde aileye nasıl hesap verileceği, bu durumun akrabalara ve çevreye nasıl açıklanacağı gibi kaygılar, genç bir insanın manevi olarak oldukça yıpranmasına
sebep olur. Bu tür durumlara günümüzde o kadar çok rastlanır ki, üniversite veya kolej sınavlarının sonuçlarının açıklanmasının
ardından gazetelerde çıkan intihar haberlerine adeta alışılmıştır.Ancak unutmamak gerekir ki, bunlar son derece yersiz endişelerdir.
İnsan elbette bir sınavda başarı elde etmek, iyi bir eğitim görmek isteyebilir. Ancak elinden geleni yaptığı halde bir başarı kazanamıyorsa bu durumda Allah'a tevekkül edip, Rabbimiz'in kendisine daha güzel bir sonuç vermesi için dua etmesi gerekir. Sonuç olarak burada elde ettiği veya edemediği her türlü başarı, kısa bir yaşamın
ardından ölümle birlikte anlamını yitirecektir. Geriye kalan ise kişinin Allah'a olan güveni, tevekkülü ve imanı olacaktır.

Ancak bu önemli gerçeklerin farkında olmayan, din ahlakından uzak kişiler için yaşın ilerlemesiyle doğru orantılı olarak geleceğe
ilişkin korku ve endişeler de artmaktadır. Bu insanlar geleceğe dair planların dışında, gün içinde yapacakları pek çok detayı da düşünüp,
kaygılanır ve hatta strese girerler. İşyerindeki konumları, tatile gidip-gidemeyecekleri, gideceklerse nereye gidecekleri, çocuklarını
yurtdışına gönderip-gönderemeyecekleri, daha iyi bir eve taşınıp-taşınamayacakları, toplantıya zamanında yetişip-yetişemeyecekleri gibi sayısız endişeleri vardır.

Geleceğe Yönelik Kaygı Duymak Neden Hatalıdır?

Para konuları da Kuran ahlakını yaşamayan insanların akıllarını en çok meşgul eden, onları en çok kaygılandıran konuların başında gelir.
Paralarının yetip yetmeyeceği endişesi hem günlük yaşamlarında hem de ileriye dönük planlarında büyük yer tutar. Çünkü hem dünyaya yönelik büyük hırslar içindedirler hem de imkanları kısıtlıdır. Bu da geleceğe
yönelik korkulara kapılmalarına neden olur. Bundan dolayı imkanları olsa dahi paralarını hayra harcamaktan kaçınırlar, insanlara yardım
etmezler. Maddi durumu iyi olan da kötü olan da aynı endişeyi duyar ve cimrilik eder. Oysa insanlara rızkı verip, onları besleyen Allah'tır.
Allah'a tam anlamıyla güvenmiş olsalar zaten hiçbir sıkıntı çekmezler. Fakat bu güveni yaşamadıkları için böyle bir kolaylıktan da mahrum kalırlar. Allah insanlara verdiği mallarla onları dener ve bu malları Kendi rızası doğrultusunda kullanmalarını ister. Ama geleceğe yönelik bu cahilce korkuları yüzünden çoğu insan bencil bir tutum sergiler.
Allah ayette onların bu durumuna şöyle dikkat çekmiştir:

"Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin-hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size kendisinden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vadediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir." (Bakara
Suresi, 268)

Bundan başka insanları saran ileriye dönük korkulardan biri de yaşlanmadır. Alınan her türlü tedbire rağmen bedende önüne geçilemez
yaşlılık alametlerinin, kırışıklıkların, sarkmaların oluşması, saçın dökülmesi, beyazlaması, görme, duyma kusurları gibi yeni yeni hastalıkların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bu ihtimallerin her biri dinden uzak yaşayan bu insanlarda ciddi endişelere sebep olur. Bundan
başka herhangi ciddi bir hastalık durumunda çocuklarının kendilerine bakıp bakmayacağının kaygısını duyarlar. Ne şekilde ve nerede
öleceklerini düşünüp korkarlar. Yaşlılarda en çok görülen korkulardan biri de eşlerden birinin ölmesi durumunda diğer tarafın tek kalma
korkusudur. İki taraf da içten içe, "ya o ölürse ben nasıl tek başıma yaşarım" diye bir endişe içindedir.

Burada sayılanların her biri din ahlakını yaşamayan insanların geleceğe yönelik ciddi kaygı ve korkularındandır. Kuran ahlakı
yaşanmadığı takdirde bu gibi endişelerin duyulması kaçınılmazdır. Müminler içinse durum daha farklıdır, onlar bu tür korkuların
hiçbirini yaşamazlar. Herşeyin Allah'ın kontrolünde olduğunu bilir, başlarına gelen herşeye hayır gözüyle bakar, Allah'ı dost edindikleri için yardımı da yalnızca Allah'tan beklerler. Ayrıca dünyada korkulacak hiçbir konu olmadığını da bilirler. Geleceklerine yönelik
konularda Allah'ın en hoşnut olacağını umdukları tercihleri yapıp, ellerinden gelen çabayı gösterip, Allah'ın çizdiği kadere teslim olurlar. Ayette onların bu bakış açısı şöyle tarif edilir:

De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a
tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)

Bu Harun Yahya makalesi, Vakit gazetesinde 29 Aralık 2005 tarihinde yayınlanmıştır.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Ağustos 2008, 17:16   #34
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Makaleler..




GÜLGül yüzü bulusma yeridir, en temel kavusma gül yüzünde gerçeklesir.Çünkü gül yüzler bakisi aska dönüstürür.Bakis ki askin masuka dönüsüdür; ilk tanisma ve son ayriliktir.Sonra mayelenir bakis; bakis ask olur, bakis vuslat olur.Asik ve masuk tanismaktan öte geçerler, geri döner ve sankibirbirlerini hatirlamis olurlar.lk bakisma sonsuz beklemelerin duruldugu bir göl olur.Güzellik gül yapraginda beklemistir aski.Ask gül yüzünde güzelle bulusur.Ask gül tenlerde görünür kilar kendini.Ve güzellik askin bakisinde seyre dalar kendini...O yüzden gülden yüz çeviremeyiz.Güle uzak duramayiz.Ask atesi örseler yüregimizi.Kizil kanlar gibi dolasir ask.Ve kizil utançlarla alevlenir yüzümüz.Güle döneriz, Sevgiliye döneriz.Sevgili yüzü olmadan edemeyiz Meger gül ,yüzüne Nazar Eden oldugu için gülmüs.Herseyi ve herkesi Var edenin teveccühü ile gülmüs.Önce Teveccüh Eden Varmis.Yokluga yönelmis Ebedi Güzellik Sahibi.Bilinmek dilemis, sevilmek irade etmis.Gizliden açiga çikmis "Mahfi Hazine"Hiçlik safagı kizila boyamis.Varlik güzel yüzlü bir gül olmus Var edilen hersey bir gül yüzünde taclanmis. Yoksa biz dikenler idik, yalniz bir gül hatirina bu bahçeye vardik.Varlik gülseninde bir gül yüzünden ihyalandik.Ab-i hayat öylece dolandi yuregimizi, tenimizde öylece utanc gülleri acti.Edebi, iffeti gül yüzünde belledik, tebessümü gül yapragindan dudagimiza devsirdik.Gülün son yapraginin sonrasina hayranligimizi ekledik.Begendigimizle kusattik gülü; asklarimizi gül yanina devirdik.Gülün yüzünde güldük ,güle baktik, güleyazdik.Güler olduk, güldük.Güller acildi, güle döndük.Gülyüzünde var edilen herseyle yüzlestik.Var edilmisler gül yüzünden gün yüzüne çikti.Öylece gülün yüzünde bulustuk.Gül yüzünden tanis olduk.Sonra herkesi ve herseyi oraya cagirdik.Herseyi elimize aldik, herkese elimizi verdik.Gülün yüzüne vardik.Bildik ki, aslinda biz sadece gül yüzünden vardik.Ebedi Sevgili'nin teveccühüdür gülü güldüren.Kalbimize aski salan Sevgilinin nazaridir.Ki bu kalp Sevgili'nin vechesinden baskasina dönmez.'Batan seyleri sevmez'Yitip gidenlere gönül vermez.O'nun vechinden baskasina kanmaz ask,Ask O'nun teveccühü ile var oldu.Güzellerin güzel yüzlerinde güzelligi O halkeyledi.Asiklarin bakislarinda sevgiyi O tasvir eyledi.Ve güzellerin en güzelini Mahbubu eyledi.O'na muhabbet eyledi, O'nu Muhammed eyledi.Ebedi teveccühünü O'nun vechinde kristallestirdi.Cümle halka O'nun yüzünü gül eyledi.Degil mi ki, var edilmisler O'nun yönelmesiyle varlıga yüz buldu.Öyleyse bu varlik gülsenine önce o Mahbub'un gül yüzü düstü.Biz dikenlerdik aslinda.Bir gül hatirina bu bahçeye vardik.Gül-ü MUHAMMED(a.s.m) yüzünden tanis olduk.Sonra herkesi ve herseyi yüregimize cagirdik.Herseyi elimize aldik, herkese elimizi verdik.Gülün yüzüne vardik Gül yüzünden var olduk "Sayet Allah'a muhabbetiniz varsa, bana ittiba din ki Allah da size muhabbet etsin."(Al-i imran 31) Sevgili'nin teveccühünü yüzüne devsiren Gül'e, Yüzümüzü Sevgili'nin vechine çeviren Gül' e güllerce salat ve yüz'lerce selam ettik.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Ağustos 2008, 17:17   #35
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Makaleler..




Günümüz şartlarında inanan müminSoğuk Bir Kış Gecesinden Hatırlarım Seni
Fatih SERDAR
Soğuk bir kış gecesinden hatırlarım seni; gecenin yarısında buz gibi suda abdestini alırken. Sen ağlamıştın dua ederken, hıçkırıklara boğulmuştun, ben gizli gizli izlemiştim seni. Gecenin karanlığında karanlıkları boğmaya and içmiştin.
Güzel bir ilkbahar gününden hatırlarım seni. Cebindeki son parayı da çocukları pikniğe götürmek için harcadığında.

Sıcak bir yaz gününden hatırlarım seni, kampta yemek yaparken bizlere. Nerede hizmet adına bir vazife icab etse oradan hatırlarım seni, hep ilk safta.

İlgilendiklerinden birini kaybetmişken hatırlarım seni, günlerce tebessüm bile etmemiştin, göz pınarların kurumuştu.

Yaşın gelmişti, akranların evleniyordu ama "hizmet" deyip kendini vakfetmiştin sen. "Bir canım var, onu da vakfettim!" demenden hatırlarım seni. Bizler için çırpınışlarından, şahsî hayatını hiçe sayarak bizleri adam etmeye çabalamandan hatırlarım seni.

Ama sen, bize kayıpmış gibi gelen fedakârlıkları hiç aksettirmezdin dışarıya. Çehrende nuranî tebessümün vardı hep. Okurken bizlere "hizmet insanı gönül verdiği dava uğrunda..." diye, ben karşımda o satırların tecessüm ettiği şahsı görürdüm. Belki iyi bir kariyer yapma hayalin vardı pek çokları gibi, belki ailenin senden beklentileri vardı. İyi bir üniversiteden mezun olmuştun, parlak bir kariyer bekliyordu seni, ama sen sana gelen iş tekliflerini geri çevirdin ve cüz'i bir para karşılığı eğitime adadın kendini.

Bütün bunları elinin tersiyle bir kenara itmiştin; masivayı, dünyayı. "25 milyon insanımın imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım" diyen bir üstadın yolundaydın. Bir gün açmıştın hadis kitabını, "kardeşlerime selâm olsunr" okudun, "aleykûmesselâm" der gibiydi gözlerin. Gözyaşların yeşertti ümit tohumlarını, geceleri ettiğin dualar aydınlattı yolumuzu.

Kılı kırk yararcasına yaşardın, şüpheli şeylere el sürmezdin. Ben hep hayret ederdim, bir insan nasıl böyle zâhidane yaşayabilir diye. Gözünü haramdan sakındın, sağa sola nazarım kaymasın diye elektrik direğine çarptığını bilirim ben. Bir koza örüyordun etrafına, kozadan çıkan kelebekler sonsuza uçuyordu.

Ben sana her baktığımda; "mü'minlerden öyle er oğlu erler vardır ki...." âyeti gelirdi aklıma. Sen bir hayâl kahramanı değildin, mitolojiden fırlamış değildin, gerçektin sen. Bu dünyada bu gerçeklikte yaşıyordun. Herkesi kırıp geçiren, ezen bir gerçeklikte sen dimdik ayaktaydın. Seni görenler Allah'ı hatırlıyordu. Anlattığın şeyler havada kalmıyordu, sen bizzat yaşıyordun. Seni görmek ümit verirdi bizlere, böyle bir devirde Müslümanca, daha doğrusu insanca yaşamanın mümkün olduğuna dair bir ümit.

Gerçekten nasıl becerdin bunu? Bizi sapır sapır döken ve tarumar eden bu dünya karşısında safvetini nasıl korudun? Senin elinin tersiyle ittiğin bu dünya, pekçoklarını kolayca avladı. Senin sırrın neydi? Senin nefsin yok muydu? Önüne çıkan ailen yok muydu? Yerde gezen bir melek miydin? Neydin sen?

Yıllar geçti ve sen şimdi yoksun aramızda. Hicret ettin gittin buralardan. Ama ben her baktığım çehrede seni görüyorum artık. Attığın tohumlar yeşerdi dört bir yanda. Gittiğim evlerde, içtiğim çaylarda seni görüyorum, gözyaşlarınla sürgün veren filizleri görüyorum. Belki bilemedim değerini, senden öğreneceğim çok şeyler vardı. Ama bilmesi gereken zaten biliyor. Mahşerde sorarlarsa "sen vazifeni yaptın abi!" diyeceğim.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Ağustos 2008, 17:18   #36
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Makaleler..




Görev ve SorumlulukGÖREV VE SORUMLULUK DERKEN
İnsan, yaratılmışların en şereflisi ve en değerlisi.
Yaratıcı, ona bin bir çeşit nimet armağan etmiş. Dünyayı ona mekân olarak yaratmış. Güneş, Ay, gökyüzü, yıldızlar, dağlar, bağlar, hava, su, her şey onun hizmetine sunulmuş. Görmeye göz, duymaya kulak, hissetmeye yürek, konuşmaya dil" Düşünme, hayal, üretme, yazma, her şey onun için"
İnsan, bu özellikleriyle eşrefi mahluk makamına çıkarken, bu üstünlüğün gereği önemli görev ve sorumluluklar da yüklenmiş.
Kendisini, kendisini yaratanı tanıma, kul olduğunun bilincine varma, hayatı insana yakışan bir tavırla anlama, kendisi için sunulan ilahî emir ve yasakları hayatına hakim kılma gibi görev ve sorumlulukları yerine getirmesi için dünya denilen bir mekâna misafir edilmiş. Hayat, onun için bir sınav süreci kılınmış.
Her insan, hayat denilen bu sınavı başarıyla vermek durumunda. Sınav soruları ana hatlarıyla belli. Kutsal kitabımız Kur'anı Kerim, Sevgili Peygamberimiz bu sınavı kazanmada bizler için kılavuz, rehber. Hayat, bu kılavuzlar ışığında doğru bir biçimde okunuyor, yorumlanabiliyor.
İlk emir Yaratan Rabbinin adıyla oku! hayatı doğru okumanın şartı.
İnsan hayatı okuyabildiği, anlayabildiği kadarıyla bir değer ifade eder. Düşündüğü, görev ve sorumluluklarını yerine getirebildiği ölçüde diğer varlıklardan ayrılır.
İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özellik; düşünebilmesi, doğruyu yanlışı fark, düşündüklerini ise ifade edebilmesidir.
Düşünebilen, yorumlayabilen insan, kendisine sunulan görev ve sorumlukların farkındadır. Canlı olmalarına rağmen bitki ve hayvanların görev ve sorumlulukla yükümlü olmadıklarını bilir. Bu nedenle insanî değerlerle yücelmeye çalışır.
Görev ve sorumluluk, iç içe daireler halinde genişler. İnsan, öncelikle kendisine karşı yapması gereken görev ve sorumluluklarla yükümlüdür. O, ruh ve beden sağlığına dikkat etmesi, kendisini tanıması, kendisiyle barışık olması, iyi bir insan olarak yaşaması gerektiğini bilir. Kulluk bilinciyle yaratıcısına karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirir.
Evine, ailesine, karşı görev ve sorumluluklarla bu daire genişler. Topluma karşı üstlendiği görevlerle, taşıdığı sorumlulukları yerine getirmekle olgunluğa erişir.
Günümüz insanı görev ve sorumluluklarını ne derece yerine getiriyor?
Bu soru her yaş ve her meslek grubunda aşağı yukarı şöyle cevaplandırılıyor:Görev ve sorumluluk açısından günümüz insanı beklenen noktada değil. Görev ve sorumluluklar yerine getirilmiyor.
Herkes bir başkasını suçluyor, eleştiriyor. Vatandaş yöneticilerinden, anne baba çocuklarından, amirler memurlarından bu anlamda şikâyetçi. Kimse, kendisini görev ve sorumlulukları açısından sorgulamıyor.
Görev ve sorumluluk açısından karnemiz zayıf.
Çocuklarımız, bu konuda yeterince yetiştirilemiyor, ya her dediği yapılarak şımartılıyor, ya da çoklukla azarlanıp suçlanıyor. Kendine güven duygusu, görev ve sorumluluk bilinci bu nedenle sağlıklı bir biçimde verilemiyor. Evler, aile bireylerinin her birinin görev ve sorumluluklarını yerine getirdiği; huzurlu, mutlu bir yuva olmaktan çıkıyor çoğu zaman. Bireylerin kendi başlarına buyruk, bencilce yaşamalarını nedeniyle pek çok sıkıntı ve problemlerle iç içe kalıyor.
Görev ve sorumluluk bilinci elbette küçük yaşlarda kazanılır. Yalnızca öğretilerek ve anlatılarak değil, örnek olunarak güzel bir alışkanlığa dönüştürülebilir.
İnsan, her yaş, her makam ve her yerde görev ve sorumluluklarını yerine getirip getirmediğini sorguladıkça hayatının bir anlam kazandığını fark eder.
Görev ve sorumluluk açısından başkalarını değil, kendimizi değerlendirmeliyiz.
Bu konuda hangi noktadayız?
Bize verilen ya da üstlendiğimiz görevleri ne ölçüde yerine getiriyoruz?
Bize görev ve sorumluluklarımızı hatırlatanlara nasıl tepki gösteriyoruz?
Bu sorulara vereceğimiz cevapları düşünelim öncelikle.
Büyük, örnek insanlar toplumda görev ve sorumluluklarını yerine getiren insanlardır. Büyük zaferlerin, buluşların, eserlerin üzerinde onların imzaları vardır. Büyük acıların felaketlerin arkasında ise görev ve sorumlulukların ihmali yatmaktadır.
Görev ve sorumlulukta küçük dediğimiz ihmallerin de faturası büyük olur. Görevini ihmal eden bir doktor hastasını nasıl tedavi eder? Öğrencilik görevini yerine getirmeyen bir öğrenci nasıl başarılı olur? Düşman saldırısına karşı görevini yerine getirmeyen bir komutan, ordusunun mağlubiyetini hangi gerekçelerle izah edebilir?
Uhud Savaşında Sevgili Peygamberimizin görevlendirdiği okçuların yerlerini terk etmesi ne büyük acılara sebep olmuştur!
Görevi ihmal bir hata, bir suçtur. Sorumluluklarımızı yerine getirmemek de"
Görev ve sorumluluk anlayışımızı, bu konudaki hassasiyetimizi yeniden gözden geçirmek, eksikliklerimizi tamamlamak, işe önce bu sorumluluktan başlamak, kendimizi bu konuda onarmak durumundayız.
İnsan olma, insana düşen görevleri yerine getirme konusunda sorumluluklarımızı unutmayalım.

Rıfkı Kaymaz

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Ağustos 2008, 17:19   #37
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Makaleler..




HELAL KAZANÇ

MÜSLÜMAN MUTLAKA ÇALIŞIP KAZANMALIDIR.İSLAMİ PRENSİPLER İNSANIN ÜRETMESİNİ, ÇEVRESİNE FAYDALI OLMASINI, ALAN EL DEĞİL VEREN EL OLMASINI ÖNGÖRÜR. SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZ(S.A.V) ÇALIŞIP KAZANAN KİŞİYİ ÖVMÜŞTÜR. ANCAK ÇALIŞIP KAZANMA MEŞRU YOLLARLA YAPILMALIDIR. MÜSLÜMAN ALLAH'IN VERDİĞİ İMKANLARI TİCARİ AHLAKA RİAYET EDEREK DEĞERLENDİRMELİ KENDİ GAYRETİYLE, ALIN TERİYLE ÜRETİP ŞEREFLİ BİR ŞEKİLDE YAŞAMALIDIR.
KAZANÇTA ESAS OLAN ÇOKLUK DEĞİL HELALLİKTİR. '''''NİCELERİ VARDIRKİ KAZANDIKLARI HESAPSIZ SERVET BİR ANDA YOK OLUP GİDER, NE KENDİSİNE NEDE BAŞKASINA FAYDA SAĞLAR.'''''
'''''NİCELERİDE VARDIRKİ ÇOK KÜÇÜK BİR KAZANÇLA MUTLU BİR ŞEKİLDE YAŞAR, ÇEVRESİNE HESAPSIZ YARDIMLARI DOKUNUR'''''

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Ağustos 2008, 17:19   #38
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Makaleler..




InsanlıkGÜNÜN MENÜSÜ


Bir ölçü "Günaydın"
İki ölçek "İyi Günler"
Birazcık "İlgi"
Bir tutam "Anlayış"
Normal ölçüde "Nezaket"
Bir tatlı kaşığı "Tolerans"
Malzemeyi iç dünyanızdan alın
Yıkamaya gerek yok tertemizdir
Gönül teknenizde yavaşça karıştırın
Kokusu her yanınıza sinince
İçine duygu şerbeti ekleyip karıştırın
Karışımı hayat tabağının üzerine yavaşça boşaltın
Üstünü sevgi marmelatı ile süsleyin
Gökkuşağının renginden bir kaç parça serpiştirin
Gün boyunca afiyetle yiyin
Sadece kendiniz yemeyin
Herkese verin...
Yemeğin adı: İNSANLIK

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Ağustos 2008, 17:22   #39
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Makaleler..




Kabe ve Zemzemİnsan bedenini saran sinir sisteminde akmakta olan biyoelektrik gibi, dünyanın yüzeyi altında da akan negatif ve pozitif radyasyon akımları, kanalları mevcuttur.
Şayet sizin kurmuş olduğunuz ev yada işyeri veya çiftlik negatif radyasyon akım kanallarından birisi üzerine isabet ederse, o evde başınız hastalık ve sıkıntıdan kurtulmaz.işyerinizde daima işler ters gider. Çiftliğinizde kaza-belâ eksik olmaz, hayvanlarınız barınmaz vesaire.
İşte dünyanın bedeni içindeki pozitif enerji hatlarının kesişip sanki bir enerji santralı gibi yayın yaptığı en önemli merkez Mekke'de bulunan Kâbe-i Muâzzama'nın altı ve bunun uzantısı içinde Arafat Dağı'nın altıdır!..
Keşif sahiplerinin keşif yoluyla gördüğü bu gerçeğe Seyyid Abdülaziz Ed Debbağ da «Elibrîz» isimli eserinde değinmiş ve Kâbe'den göğe yükselmekte olan bir «nur» sütunundan adı geçen eserinde bahsetmiştir!..
Bu noktadaki çok güçlü pozitif enerji dolayısıyla Harem-i Şerîf'teki tüm insanların beyinleri öylesine etkilenip öylesine güçlü bir faaliyet içine girmektedirler ki bunu anlatabilmemiz mümkün değildir.Nitekim bu gerçek dolayısıyla Kâbe çevresinde kılınan namaz için Rasûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
-Kâbe'de kılınan iki rek'ât namaz dünyanın başka mescîdlerinde kılınan namazdan 100 bin defa daha sevablıdır!.
Gene bir başka hadîs-i şerîfte Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem:
-"Başka yerlerde sadece fiillerinizden mes'ûlsünüz, Kâbe'de ise düşüncelerinizden de mes'ûl olursunuz" buyurmuştur.
Zemzem suyu Kâbe'nin altında bulunan, bir tür jeneratör gibi yayın yapan bu pozitif radyasyon kaynağından geçerek kuyuda toplanmaktadır.
Hemen hatırlayın yakın tarihteki «Çernobil nükleer santralındaki» kazâ dolayısı ile yayılan menfi radyasyonu ve bunun suları nasıl zehirlediğini. Siz bu sulardaki zehirlenmeyi asla fark edemezsiniz, ama bu sular sizi öyle bir zehirler ki hiç de anlayamazsınız!.. Ve sular yıllar yılı da radyasyonunu kaybetmez!.. Olayın önemini bilen batıdaki paniğin sebebi de budur.
İşte bunun tam zıddı bir biçimde, ZEMZEM suyu da Kâbe'nin altındaki pozitif radyasyon kaynağının içinden geçmekte ve bu suyu içenlerde sayısız faydalar oluşturmaktadır.Peki Kâbe böylesine muazzam enerji merkezi, ya da bir diğer ifade ile «nûr menbâı»dır da; Hacc niçin Arafat'ta olmaktadır?.. Hac niçin Arafat'tır?.. Arafat'taki olay nedir?Kâbe-i Muazzama'nın altında bulunan son derece güçlü müspet radyasyon kanalının bir uzantısı da Arafat tepesinin altında ikinci bir düğüm meydana getirmektedir.

Üzerine herhangi bir film çekilmiş video bandını, çalışırken video cihazının üzerinde unutursanız ne olur?.. Video cihazının yaydığı manyetik alan bandın üzerindeki kaydı siler!.. İsterseniz siz buna görünmeyen eller bandı siler de diyebilirsiniz!..
Siz orada «ALLAHIM GEÇMİŞ GÜNAHLARIMDAN DOLAYI BENİ AFFET» dediğiniz anda hem bu tür bir dalga oluşturmuşsunuzdur. Hem de beyninizi bu mânâdaki dalgalara açmışsınızdır!.. Ve açılan bu kanaldan, o güçlü manyetik alan bir anda beyninizi etkiler ve o ana kadar ruhunuza negatif yükle beyniniz tarafından kaydedilmiş tüm yazımlar siliniverir.Ve siz anadan doğmuşçasına günâhsız olarak. O ana kadar ruhunuza yüklenmiş olan tüm negatif yüklerde arınmış olarak Arafat'dan dönersiniz.
Rasûlullah salla'llâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
-Arafat'tan dönüp de, acaba benim günâhlarım afvoldu mu, diyen kişi en büyük günâhkârdır!..

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Ağustos 2008, 17:22   #40
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Makaleler..




Kader Gerçeğinin Bilimsel İspatıBir atom parçacığının nerede ve ne hızda hareket edeceğini 43 saniye önceden tespit eden bir model geliştiren Hollandalı fizikçi Hooft, kaderin varlığını bilimsel olarak ispatladı.

Kader, Allah'ın geçmiş ve gelecek tüm olayları bilmesidir. "Yaşanmamış olaylar", bizim için yaşanmamış olaylardır. Allah ise zamana ve mekana bağlı değildir bu kavramlardan münezzehtir çünkü tüm bunları yaratan Yüce Rabbimiz'dir. Bu nedenle Allah için geçmiş, gelecek ve şu an hepsi birdir ve hepsi olup, bitmiştir. Ve bu durum yalnızca doğa olayları, doğum, ölüm, hastalık veya savaşlar gibi belli başlı konularla sınırlı değildir. İnsanın kendi yaşamıyla ve davranışlarıyla ilgili en küçük ayrıntı dahi kadKader Gerçeğinin Bilimsel İspatı
Bu konuyu ele alan bir araştırmanın son derece çarpıcı bilimsel sonuçları geçtiğimiz günlerde Amerika'nın dünyaca ünlü bilim dergisi New Scientist'a kapak oldu. Nobel ödüllü Gerard Hooft'un yeni sonuçlandırdığı 10 yıllık araştırma, kader kavramını somut ve bilimsel delillerle ortaya koydu ve bilim dünyasında çok büyük yankı uyandırdı. Araştırmanın bir diğer dikkat çekici yönü ise, kader kavramına karşı çıkan bilim adamlarının bugüne kadar dayanak gösterdiği teoriyi çürütmüş olmasıydı.

Araştırma kapsamında Hooft, "Bir parçacığın nerede ve ne hızla hareket ettiğini" aynı anda tespit etme olanağı sağlayan bir model geliştirdi. Hooft, bir atomun 43 saniye sonra nasıl hareket edeceğini önceden bilme kapasitesine ulaştı.

New Scientist tarafından dünyanın en iyi matematikçileri arasında gösterilen John Conway ile Simon Kochen, araştırmayı "özgür irade" kavramının ölümü olarak yorumluyorlar. Princeton Üniversitesi'nde görev yapan Conway şöyle diyor:
"Eğer Hooft gibi bir insan atomun konumu ve hareketini aynı anda tespit edebiliyorsa, üstün bir zekaya sahip olan bir varlık evrendeki tüm parçacıkların etkileşimini takip edebilir. Bir başka deyişle özgür irademizle yaptığımız seçimlerin belirsizliğinin ardında belirleyici bir düzen vardır."
erinde belirlidir.

Kader Gerçeğinin Anlaşılmasının Önemi
Yüce Rabbimiz'in Kuran ayetleri ile bizlere bildirdiği, yukardaki araştırma sonucunun da ortaya koyduğu gibi, kaderin varlığı apaçık bir gerçektir. Bu önemli gerçekten uzak yaşayan insanlar, tüm yaşamları boyunca hep endişe ve korku içinde iken, kadere iman eden ve hayatını bu gerçek doğrultusunda sürdüren insanlar çok büyük lükse sahiptir. Örneğin kaderi düşünmeden yaşayan insanlar, çocuklarının geleceği için tevekkülsüzce endişelenirler. Hangi okulda okuyacağı, nasıl bir meslek sahibi olacağı, sağlığının nasıl olacağı, nasıl bir hayat süreceği gibi konularda sürekli bir sıkıntı ve endişe taşırlar. Elbette ki bu konularda kaderi unutmadan çeşitli önlemler almak, planlar yapmak normaldir. Ancak unutulmamalıdır ki, her insanın, daha tek bir hücre olduğu halinden ilk okuma yazma öğrendiği ana, üniversite sınavında verdiği cevaplardan hayatı boyunca hangi şirkette ne iş yapacağına, hangi kağıtlara kaç kez imza atacağına, hangi gün hangi yemeği yiyeceğine, hangi gün nerede ve ne şekilde öleceğine kadar her dakikası Allah Katında bellidir. Bu olayların tümü, Allah'ın sonsuz hıfzında saklı olarak durmaktadır. Örneğin şu anda, bu insanın cenin hali, ilkokuldaki hali, üniversitedeki hali, 35. yaş gününü kutladığı anı, işine başladığı ilk günü, öldüğünde melekleri gördüğü an, yakınları tarafından defnedildiği ve ahirette Allah'a hesap verdiği anlar, tek bir an olarak Allah'ın Katında bulunmaktadır.

O halde, her anı Allah'ın Katında yaşanmış, görülmüş ve halen Yüce Allah'ın hafızasında hazır bulunan bir hayat için endişelenmek, korku duymak, üzülmek ve onu kendi çabası ile değiştireceğini düşünmek büyük bir gaflettir. Bir insan ne kadar çabalarsa çabalasın, ne kendisi, ne çocuğu, ne de yakınları için Allah Katında hazır bulunan hayatı değiştiremez. Öyle ise, akıl ve vicdan sahibi bir insanın bu gerçeği kavrayarak, Allah'a ve Allah'ın yarattığı kadere gönülden teslim olması gerekir.

Kader Gerçeği Allah'ın Sonsuz İlminin ve Kudretinin Tecellisidir
Bir insan tüm hayatını bir film şeridi olarak düşünürse, biz bu şeridi video kasetten seyreder gibi seyrederiz ve kasedi ileri almak gibi bir imkanımız yoktur. Yüce Rabbimiz ise, tıpkı bu film şeridinde olduğu gibi hayatımızın tamamını aynı anda görür ve bilir. Zaten bu filmi tüm detaylarıyla tespit etmiş ve yaratmış olan O'dur. Biz nasıl bir cetvelin başını, ortasını ve sonunu bir kerede görebiliyorsak, Allah bizim bağlı olduğumuz zamanı başından sonuna kadar tek bir an olarak sarıp kuşatmıştır. İnsanlar ise sadece zamanı gelince bu olayları yaşayıp, Allah'ın onlar için yarattığı kadere tanık olurlar. Bu, dünya üzerindeki bütün insanların kaderleri için bu şekildedir. Bugüne kadar yaratılmış ve bugünden sonra da yaratılacak olan bütün insanların dünya ve ahiretteki hayatları, her anları ile Allah'ın Katında hazır ve yaşanmış olarak bulunmaktadır. Allah'ın sonsuz "hıfzı"nda, milyarlarca insanla birlikte tüm canlıların, gezegenlerin, bitkilerin, eşyaların kaderinde yazılı olaylar da hiç eksilmeden veya kaybolmadan durmaktadır. Kader gerçeği, Allah'ın Hafız (Muhafaza eden, Koruyan) sıfatının, sonsuz gücünün, kudretinin ve büyüklüğünün tecellilerinden biridir.

Kader denilince anlaşılması gereken, küçük büyük, herhangi bir ayrım olmaksızın tüm olayların, davranışların ya da kararların önceden takdir edilmiş olduğudur. Kaderinizde çay içmek varsa çay içer, tatlı yemek varsa tatlı yersiniz. Yaptığınız seçim size bu yönde verilen bir his dolayısıyladır. Hayatınız boyunca buna benzer sayısız tercih yaparsınız. Nasıl ki doğumunuz, geçireceğiniz hastalıklar, evliliğiniz veya ölümünüz Allah Katında belirli ise, yapacağınız tercihlerin tümü de Allah'ın dilemesi ile yapacağınız ve O'nun Katında yapılmadan önce bilinen tercihlerdir.

Yanlış Bir Kader Anlayışına Dikkat!
Bu noktada belirtilmesi gereken çok önemli bir nokta, yanlış bir kader anlayışından kaçınmak gerektiğidir. Bazı insanlar, "nasıl olsa kaderimde ne varsa o olacak, o zaman benim hiçbir şey yapmama gerek yok" diyerek çarpık bir kader anlayışı geliştirirler. Her yaşadığımızın kaderimizde belli olduğu bir gerçektir. Biz daha o olayı yaşamadan önce o olay Allah Katında yaşanmıştır ve bilgisi de tüm detayları ile Allah Katındaki Levh-i Mahfuz isimli kitapta yazılıdır. Ancak, Allah her insana sanki olayları değiştirme, kendi karar ve seçimine göre hareket etme imkanı varmış gibi bir his verir. Örneğin insan, su içmek istediğinde bunun için "kaderimde varsa içerim" diyerek oturup beklemez. Bunun için kalkar, bardağı alır ve suyunu içer. Gerçekten de kaderinde tespit edilmiş bardakta, tespit edilmiş miktarda suyu içer. Ancak, bunları yaparken kendi iradesi ve isteği ile yaptığına dair bir his duyar. Ve hayatı boyunca bu hissi her yaptığı işte yaşar. Allah'a ve Allah'ın yarattığı kaderine teslim olmuş bir insan ile bu gerçeği kavrayamayan bir insan arasındaki fark şudur: Teslimiyetli olan insan, kendi yaptığı hissini yaşamasına rağmen, bunların tümünü Allah'ın dilemesi ile yaptığını bilir. Diğeri ise, her yaptığını kendi aklı ve gücü ile yaptığını zannederek yanılır.

Örneğin, bir hastalığı olduğunu öğrenen teslimiyetli bir insan, bunun kaderinde olduğunu bildiği için son derece tevekküllü davranır. "Allah bunu kaderimde yarattığına göre, mutlaka büyük bir hayır vardır" diye düşünür. Ama "nasılsa kaderimde iyileşmek varsa iyileşirim" diyerek tedbir almadan beklemez. Aksine, olabilecek tüm tedbirleri alır. Doktora gider, beslenmesine dikkat eder, ilaçlarını alır. Ancak gittiği doktorun, doktorun uyguladığı tedavinin, aldığı ilaçların, bunların kendi üzerinde ne kadar etkili olacağının, iyileşip iyileşmeyeceğinin, kısacası her detayın kaderinde olduğunu unutmaz. Bunların hepsinin, Allah'ın hafızasında, daha kendisi dünyaya gelmeden önce hazır olarak bulunduğunu bilir.

Küçük büyük her türlü olayın, Allah'ın bilgisi dahilinde gerçekleştiği ve bir kitapta kayıtlı olduğu gerçeği bir ayette şöyle haber verilir:
Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur'an'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)

Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. (Hadid Suresi, 22)

Kader denilince anlaşılması gereken, küçük büyük, herhangi bir ayrım olmaksızın tüm olayların, davranışların ya da kararların önceden takdir edilmiş olduğudur. Kaderinizde çay içmek varsa çay içer, tatlı yemek varsa tatlı yersiniz. Yaptığınız seçim size bu yönde verilen bir his dolayısıyladır. Hayatınız boyunca buna benzer sayısız tercih yaparsınız. Nasıl ki doğumunuz, geçireceğiniz hastalıklar, evliliğiniz veya ölümünüz Allah Katında belirli ise, yapacağınız tercihlerin tümü de Allah'ın dilemesi ile yapacağınız ve O'nun Katında yapılmadan önce bilinen tercihlerdir.

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
makaleler


Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
İslami Makaleler İndex Seth İslamiyet 0 07 Eylül 2014 23:28
Makaleler İçin Google News Şartları Spartacus Google 0 06 Nisan 2012 18:17
Astroloji İle İlgili Makaleler Perius Burçlar, Fallar ve Kehanetler 1 05 Ocak 2011 15:32
Makaleler Hakkında. toXic IRCd Makaleler 0 21 Eylül 2010 20:44