15 Mayıs 2014, 20:13 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Abdullah Dehlevî Abdullah Dehlevî (k.s.) Orta boylu, esmer tenli, seyrek sakallı ve gökçek yüzlü idi. Hz. Peygamber'in torunu Hz. Hüseyin soyundan, seyyid-neseb. Derviş ve müridlerini cezbeye getiren engin bir feyze sahibti. Varidat-ı ilahiyyeye nail bir veliyy-i kamildi. Semaa önem vermediği halde vecd ve coşkusu yüksek bir süfi idi. Kısa Çizgilerle Hayatı Altın silsilenin yirmi dokuzuncu halkası yine Hind diyarından. 1158/1745 yılında Pencap'ta (Betale) doğdu. Babası Şah Abdüllatif, Kadiri tarikatına bağlı. Oğlu doğmadan önce rüyasında Hz. Ali'yi gördü. Hz. Ali ona: "Oğluna Ali adını koymasını" söyledi. Bu yüzden oğlu doğduğunda babası ona "Ali" adını verdi. Ancak daha sonra kendisine "Gulam-ı Ali" denmeğe başlandı. "Gulam-ı Ali" Ali'nin hizmetçisi demekti. Daha sonra rüyasında Hz. Peygamber'in Dehlevi'ye bizzat "Abdullah" diye hitab etmesi sonucu "Abdullah Dehlevî" diye meşhur oldu. Yetişmesi Babasının ilim ve marifet erbabINdan bir zat olması sebebiyle küçük yaşından itibaren ilim muhitlerinde yetişti. Abdülaziz Deh'levi'den Sahih-i Buhari, diğer bazı alimlerden tefsir ve fıkıh okudu. Babasının ısrar ve delaletiyle Kadiri şeyhi Şah Nasıruddin Kadirî'ye intisab etmek üzere gittiğinde şeyhin vefat etmiş olması sebebiyle intisab edemedi. Yirmi iki yaşına kadar Delhi'de bulunan muhtelif "Çiştiyye" tarikatı şeyhleriyle görüşüp tanıştı. Nihayet nasibinin Mirza Can-ı Canan olduğunu anlayarak onun dergahına kapılandı. Müceddidî şeyhi Mirza Can-ı Canan, "Burada tuzsuz taşı yalamaktan başka ne var ki..." diyerek onun bu konudaki ciddiyetini sınadı. Aldığı cevap: "Bizim de istediğimiz budur" şeklinde olunca dervişliğe kabul etti. Kendisi bunu şöyle anlatır: "Tefsir ve hadis ilimlerim tahsil ettikten sonra Habibullah Mazhar'ın hizmetine girdim. Mübarek eliyle bana bey'at verdi. Kadiri ve Nakşı tariklerim telkin etti. Onbeş yıl kadar onun hizmetinde bulundum. Zikir halkasında ve murakabede aradığım huzuru bulmuştum. Nihayet beni tarikat icazetiyle şereflendirdi." Şeyhlik Dönemi Şeyhi Mirza Can-ı Canan şehid edilmesinden sonra irşad makamına oturdu. İlim ve irfanı; tarikattaki şeriat titizliği sayesinde kısa zamanda ünü her tarata yayıldı. Dergahına uzaktan ve yakından binlerce kişi geliyordu. Anadolu, Şam, Irak, Hicaz, Horasan ve Mavaraünnehir ile ta Mağrip'ten gelenlerle tekkesi dolup taşıyordu. Gelenlerin bir kısmı şeyhin şöhretini duyarak, bir kısmı da alem-i manada kendilerine verilen işaret üzere buraya koşup geliyordu. Abdullah Dehlevi, bağlılarına bir yandan seyr ü sülük ile tarikat eğitimi yaptırırken; diğer yandan onlara tefsir, hadis ve fıkıh gibi İslâmi ilimler okuturdu.Kuşeyrî Risalesi, Avarifü'l-maarif ve îmam-ı Rabbani'nin Mektübat'ı onun okuttuğu eserler arasında yer alır. En büyük halifesi Mevlana Halid el-Bağdadî'dir. Ondan başka otuzu aşkın halife yetiştirmiş ve 1240/1824'te Delhi'deki dergahında vefat etmiştir. Ahlakî Özellikleri Abdullah Dehlevi, cömerdlik ve sehavette güneş gibi idi. Dergahında devamlı olarak seyr u sülükle meşgul ve hizmete bakan iki yüz kadar müridi bulunurdu. Dehlevi, son derece mahcub ve mütevazi idi. Bununla birlikte "emr bi'1-maruf konusunda son derece yürekli ve cesurdu. Bu konuda ne bir validen, ne de bir kumandan ve sultandan çekinirdi. Nitekim el-Hadaiku'1-verdiyye müellifinin verdiği bilgiye göre Hindistan'da bir bölgenin hakimi olan Nevvab Şemsir Bahadır başında hristiyanların giydiği bir şapka ile şeyhin huzuruna geldi. Abdullah Dehlevi, onu bu kıyafetinden dolayı uyardı. Reis de "Eğer bunu hoş karşılamıyorsanız bir daha buraya gelmeyiz" dedi. Dehlevi de: "Allah seni meclisimize bir daha böyle göndermesin" dedi. Reis kızarak çıktı ama bir türlü içi rahat etmedi. Tekkenin bir kenarında başındaki şapkayı çıkartıp tekrar geldi ve şeyhe bağlılıklarım sundu. Dehlevî hazretleri, gerek adı geçen Reise ve gerekse çevredeki diğer reislere karşı son derece müstağni davranırdı. Tekkenin bütün ihtiyaçlarını karşılamayı teklif edenlerin önerilerini geri çevirirdi. Bunu Hakka olan güvenine ters görür, halkın minnetine razı olmak gibi değerlendirirdi. Zenginlerden gelen yemeği kendisi yemediği gibi, müridlerine de yedirmezdi. Komşularına hediye olarak gönderirdi. Kendisine gönderilen paraların önce peşin olarak zekatını verir, ardından da bu para ile helva ve tatlı yaptırıp dervişlere ve yoksullara dağıtırdı. Günlük Yaşantısı Abdullah Dehlevi'nin bir günlük yaşantısı şöyleydi: Geceleri az uyur, teheccüde kalkardı. Teheccüde kalktığında uyuyanları uyandırırdı. Teheccüd namazından sonra murakabeye varırdı. Ardından da bir mikdar Kur'an okurdu. Gecenin son vaktinde sabah namazını cemaatle kılardı. Namazdan sonra işrak vaktine kadar yine murakabe ve zikirle uğraşırdı. Müridlerinin kalabalığı yüzünden sabahtan toplu zikri iki celse halinde yaptırırdı. Zikrin ardından kuşluk vaktine kadar tefsir okuturdu. Bunun ardından yemek yenirdi. O günün şartlarında müslümanlar iki öğün yediklerinden bu yemek kahvaltı ve öğle arası olurdu. Yemekden sonra biraz istirahat ederdi. Ardından öğle namazına kadar kitap okuma ve bazı yazım işlemleriyle uğraşırdı. Öğle namazından sonra tefsir ve hadis, ikindiden sonra da hadis ve tasavvuf okuturdu. Daha sonra da akşam vaktine kadar zikir ve teveccühle meşgul olurdu. Akşam namazından sonra kısa bir süre seçkin müridleriyle hasb-i hal ederdi. Yatsı namazından önce akşam yemeğini yerdi. Yatsı namazım kıldıktan sonra geceyi daha çok zikir ve murakabeyle geçirir, uyku bastırınca seccadesi üzerine yan üstü uzanıp istirahata çekilirdi. Giyim Kuşamı Abdullah Dehlevi, kaba kumaştan dikilmiş sade elbiseler giyerdi. Şayed kendisine güzel kumaştan bir elbise hediye edilecek olsa onu satar, parasıyla orta halli giyecekler alır ve dervişlere dağılırdı. Giysilerinin çok çeşitli olmamasına da özen gösterir ve bunun sünnet gereği olduğuna işaret ederdi. Nitekim Hz. Aişe bir gün izar (yani pestemal) türü bir giysi ile rida türü pelerin gibi bir örtüyü çıkarıp halka göstererek: "Rasulullah işte bunların içinde ruhunu teslim etti." Demiştir. (bkz. Tirmizi. Şemail, s. 68-80) Dehlevi'nin Meclisi O'nun meclisi bir huzur ve sükun meclisiydi. Orada fakir zengin, sultan geda. herkes aynı şekilde sevgi ve ilgi görürdü. O mecliste hiç kimsenin gıybeti yapılmazdı. Arkasından konuşulmazdı. O'nun irşad ve sohbetinden herkes kabiliyet ve istidadı kadar nasib alırdı. Bir gün meclisinde bulunanlardan birisi orda bulunmayanlardan birini bir kusuruyla gıybet edecek oldu. Dehlevi müdahale ederek dedi ki: "O söylediğin söz ve sıfat, bana daha çok yakışır." Yine bir gün onun meclisinde Hindistan sultanı çekiştirildi. Dehlevi oruçluydu. Dedi ki: - Eyvah orucum bozuldu. Yanındakiler: - "Aman efendim, gıybeti yapan siz değilsiniz?" deyince: "Gıybeti yapan da onu dinleyen de günahta ortaktır" hadisi ile karşılık verdi. (bkz. Keşfü'1-hafa, II, 215) Dehlevi. Kur'an okumak kadar. Kur'an dinlemeyi de pek severdi. Halifelerinden Ebu Said Masümî'nin okuduğu Kur'an'ı dinlemekten büyük haz duyardı. Bazan Allah Rasulü (s.a.)'nün Abdullah b. Mes'ud'a Kur'an oku tüp vecde gelip "Yeter!" demesi gibi, o da vecde gelince "Bu kadarı yetişir" derdi. Meclislerinde tasavvuf ehli zatların şiir ve ilahilerini dinlemekten de hoşlanırdı. Özellikle Mesnevi'yi pek severdi. Temkin ehli olduğundan cezbelenip Semaa kalkışmazdı. Tütün ve nargile türü, keyif verici maddelerden ve onların kokusundan hoşlanmaz, hatta meclisine böyle bir keyif verici kullanan kimse geldiğinde buhur tütsüsü yaptırırdı.
__________________ Kırk yılda bir gibisin... | |
|
Etiketler |
abdullah, dehlevî |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Abdullah bin Avn | Sim | İslamiyet | 1 | 20 Temmuz 2013 15:59 |
Abdullah Baştürk (Abdullah Baştürk Kimdir? - Abdullah Baştürk Hakkında) | Zen | Tarih / Siyaset | 0 | 20 Şubat 2012 22:20 |
Abdullah Gül | Ruj | Tarih / Siyaset | 0 | 05 Eylül 2011 02:40 |