![]() |
![]() |
![]() | #1 | |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | İngilizce'de Sık Kullanılan Phrasal Verbs Seperable (Ayrılabilir) Phrasal Verbs Nesne, phrasal verbs ‘ den sonra gelebilir, veya cümleyi iki kısma ayırabilir. · You have to do this paint job over. (Bu boyamayı tekrar yapman gerekir.) · You have to do over this paint job. Aşağıdaki Phrasal verbs’lerin nesnesi zamir olduğunda, bu iki kısmın ayrılması gerekir Fiil Anlam Örnek blow up Patlamak, havaya uçurmak The terrorists tried to blow up the railroad station. “Teröristler demiryolu istasyonunu havaya uçurmaya çalıştılar.” bring up Bir konudan bahsetmek My mother brought up that little matter of my prison record again. “Annem, o kadar da önemli olmayan sabıka kaydımdan bahsetti.” bring up Çocuk yetiştirmek. It isn't easy to bring up children nowadays. “Bu günlerde çocuk yetiştirmek kolay değil.” call off İptal etmek They called off this afternoon's meeting “Öğleden sonraki toplantıyı iptal ettiler.” do over Bir işi tekrar etmek Do this homework over. “Bu ödevi tekrar yap.” fill out Bir formu doldurmak Fill out this application form and mail it in. “Bu başvuru formunu doldur ve postala.” fill up Tamamen-ağzına kadar doldurmak She filled up the grocery cart with free food. “Sepeti tamamen, bedava yiyecekle doldurdu.” find out öğrenmek My sister found out that her husband had been planning a surprise party for her. “Kız kardeşim kocasının onun için sürpriz bir parti düzenlediğini öğrendi.” give away Birisine bir şeyi bedava vermek The filling station was giving away free gas. “Benzin istasyonu bedava gaz veriyordu.” give back Bir şeyi geri vermek My brother borrowed my car. I have a feeling he's not about to give it back. “Erkek kardeşim arabamı ödünç aldı.Arabayı geri vermeyeceğini düşünüyorum.” hand in Bir şeyi onaylamak (ödev yapmak) The students handed in their papers and left the room. “Öğrenciler, ödevlerini tamamladılar ve sınıftan çıktılar.” hang up Telefonu kapatmak She hung up the phone before she hung up her clothes. “Kıyafetini asmadan önce telefonu kapadı.” hold up Geciktirmek I hate to hold up the meeting, but I have to go to the bathroom. “Toplantıyı geciktirmekten hiç hoşlanmıyorum ama lavaboya gitmem gerekiyor.” hold up (2) soymak Three masked gunmen held up the Security Bank this afternoon. “Üç maskeli ve silahlı adam Güvenlik Bankasını bu öğleden sonra soydular.” leave out Atlamak, çıkarmak, savsaklamak You left out the part about the police chase down. (Polisin kovalamasıyla ilgili bölümü atladın.) look over incelemek, kontrol etmek The lawyers looked over the papers carefully before questioning the witness. (They looked them over carefully.) “Avukatlar tanıkları sorgulamadan önce evrakları dikkatlice incelediler.” look up Bir listenin içinde aramak You've misspelled this word again. You'd better look it up. “Bu kelimeyi yine yanlış yazdın.Doğru yazılımına baksan iyi olacak.” make up Bir hikaye veya yalan uydurmak She knew she was in trouble, so she made up a story about going to the movies with her friends. “Başının belada olduğunun farkındaydı bu yüzden arkadaşlarıyla sinemaya gittiğini uydurdu.” make out Duymak, algılamak He was so far away, we really couldn't make out what he was saying. “O kadar uzaktaydı ki onun ne söylediğini duyamadık.” pick out Seçmek There were three men in the line-up. She picked out the guy she thought had stolen her purse. “Sırada üç adam vardı.Cüzdanını çaldığını düşündüğü adamı seçti.” pick up Bir şeyi kaldırmak The crane picked up the entire house. (Watch them pick it up.) “Vinç bütün evi havaya kaldırdı.” point out Dikkat çekmek, belirtmek As we drove through Paris, Francoise pointed out the major historical sites. “Paris’ten arabayla geçerken, Francoise başlıca tarihi yerlere dikkatimizi çekti.” put away Saklamak We put away money for our retirement. She put away the cereal boxes. “Paramızı emekliliğimiz için saklıyoruz.” put off Ertelemek We asked the boss to put off the meeting until tomorrow. (Please put it off for another day.) “Patrondan toplantıyı yarına kadar ertelemesini rica ettik.” put on Giyinmek I put on a sweater and a jacket. (I put them on quickly.) “Bir süveter ve ceket giydim.” put out Söndürmek The firefighters put out the house fire before it could spread. (They put it out quickly.) “İtfaiyeciler yangını, bütün evi sarmadan söndürdüler.” read over Dikkatli okumak I read over the homework, but couldn't make any sense of it. “Ödevi dikkatli okudum ama hiçbir şey anlamadım.” set up Düzenlemek, kurmak My wife set up the living room exactly the way she wanted it. She set it up. “Karım sofrayı tam istediği gibi hazırladı.” take down Not etmek These are your instructions. Write them down before you forget. “Unutmadan bu bilgileri bir yere not et.” take off Kıyafet çıkarmak It was so hot that I had to take off my shirt. “Hava öyle sıcaktı ki tişörtümü çıkartmak zorunda kaldım.” talk over tartışmak We have serious problems here. Let's talk them over like adults. “Yaşadığımız ciddi problemleri tıpkı bir yetişkin gibi tartışmalıyız.” throw away atmak That's a lot of money! Don't just throw it away. “Pahalı bir şey o! Sakın atma.” try on Kıyafet denemek She tried on fifteen dresses before she found one she liked. “Beğendiği elbiseyi bulana kadar on beş tane kıyafet denedi.” try out denemek I tried out four cars before I could find one that pleased me. “İstediğim arabayı bulana kadar dört tane araba denedim.” turn down Bir şeyin sesini kısmak Your radio is driving me crazy! Please turn it down. “Radyonun yüksek sesi beni rahatsız ediyor.Lütfen biraz sesini kıs.” turn down (2) Reddetmek, geri çevirmek He applied for a promotion twice this year, but he was turned down both times. “Bu yıl iki kez terfi etmek için talepte bulundu ama her defasında geri çevrildi.” turn up Bir şeyin sesini yükseltmek Grandpa couldn't hear, so he turned up his hearing aid. “Büyük babam duyamadığı için kulaklığının sesini açtı.” turn off Elektriği kapamak We turned off the lights before anyone could see us. “Kimse bizi görmeden ışığı söndürdük.” turn off (2) Mide bulandırmak, tiksindirmek It was a disgusting movie. It really turned me off. “O kadar kötü filmdi ki midem bulandı.” turn on Elektriği açmak Turn on the CD player so we can dance. “CD çaları açta dans edelim.” use up boşaltmak The gang members used up all the money and went out to rob some more banks. “Gangsterler bütün parayı boşalttılar ve birkaç banka daha soymak için gittiler.” alıntı..
__________________ #MustafaKemaLAtatürkTorunuyum..ღ ❦ {22~02~`22..∞} {09~09~`22..ღ} | |
| ![]() |
![]() | #2 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: İngilizce'de Sık Kullanılan Phrasal Verbs Inseperable (ayrılmaz) Phrasal Verbs Transitive (Geçişli) Aşağıdaki phrasal verbs ‘ ler ile asıl eylem cümlede birlikte yer aldığı edatlardan (veya diğer kısımlardan) ayrılamaz :"Who will look after my estate when I'm gone?" “Ben yokken evime kim bakacak? Fiil Anlam Örnek call on Ezbere okumak The teacher called on students in the back row. (Öğretmen arka sıradaki öğrencilerin isimlerini ezbere söyledi.) call on (2) Ziyaret etmek The old minister continued to call on his sick parishioners. “Eski başkan, hasta kilise cemiyeti üyelerini ziyaret etmeye devam etti.” get over Bir hastalığı atlatmak veya bir hayal kırıklığının üstesinden gelmek I got over the flu, but I don't know if I'll ever get over my broken heart. “Nezleyi atlattım ama kırılan kalbimi onarabilecek miyim, hiç bilmiyorum.” go over Yeniden incelemek, gözden geçirmek The students went over the material before the exam. They should have gone over it twice. “Öğrenciler sınavdan önce konuları tekrar gözden geçirdiler. İki kez bakmalıydılar..” go through tüketmek They country went through most of its coal reserves in one year. Did he go through all his money already? “Ülkeleri, bir yıl içinde en çok, kömür rezervlerini tüketti. Bütün parasını şimdiden harcadı mı?” look after İlgilenmek, bakmak My mother promised to look after my dog while I was gone. “Annem ben yokken köpeğime bakacağına söz verdi.” look into Araştırmak, incelemek The police will look into the possibilities of embezzlement. “Polis zimmete para geçirme olasılıklarını araştıracak.” run across rastlamak I ran across my old roommate at the college reunion. “Eski oda arkadaşımla kolej yemeğinde karşılaştım.” run into Karşılaşmak, rast gelmek Carlos ran into his English professor in the hallway. “Carlos İngilizce profesörüyle koridorda karşılaştı.” take after benzemek My second son seems to take after his mother. “Ortanca oğlum annesine benziyor.” wait on Servis yapmak It seemed strange to see my old boss wait on tables. “Eski patronumu masalara servis yaparken görmek çok tuhaftı.” alıntı...
__________________ #MustafaKemaLAtatürkTorunuyum..ღ ❦ {22~02~`22..∞} {09~09~`22..ღ} |
| ![]() |
![]() | #3 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: İngilizce'de Sık Kullanılan Phrasal Verbs Intransitive (Geçişsiz) Phrasal Verbs Aşağıdaki phrasal verbs ‘ ler nesne almazlar. "Once you leave home, you can never really go back again." “Evden bir kez ayrılırsan, bir daha asla geri dönemezsin.” Fiil Anlam Örnek break down bozulmak That old Jeep had a tendency to break down just when I needed it the most. “Eski cipim, ona en ihtiyacım olduğu zamanda bozuldu.” catch on tutmak Popular songs seem to catch on in California first and then spread eastward. “Popüler şarkılar önce California da tutar daha sonra doğuya doğru yayılır.” come back Geri dönmek Father promised that we would never come back to this horrible place. “Babam, bu berbat yere bir daha dönmeyeceğimize söz verdi.” come in girmek They tried to come in through the back door, but it was locked. “Arka kapıdan girmeyi denediler ama kapı kilitliydi.” come to Şuuru yerine gelmek He was hit on the head very hard, but after several minutes, he started to come to again. “Kafasını çok kötü çarptı ama birkaç dakika sonra bilinci yerine gelmeye başladı.” come over Ziyaret etmek The children promised to come over, but they never do. “Çocuklar ziyaret edeceklerine söz verdiler ama hiç gelmiyorlar.” drop by Habersiz ziyaret etmek We used to just drop by, but they were never home, so we stopped doing that. “Eskiden habersiz uğrardık ama onları hiç evde bulamazdık bu yüzden artık gitmiyoruz.” eat out Yemek için dışarıya çıkmak When we visited Paris, we loved eating out in the sidewalk cafes. “Paris’e gittiğimizde kaldırım kafelerinde yemek yemeye bayılırdık.” get by Hayatını sürdürmek Uncle Heine didn't have much money, but he always seemed to get by without borrowing money from relatives. “Heine amcanın çok fazla parası yoktu ama o, akrabalarından borç almadan da her zaman hayatını sürdürürdü.” get up kalkmak Grandmother tried to get up, but the couch was too low, and she couldn't make it on her own. "Büyükannem ayağa kalkmaya çalıştı ama kanepe çok alçak olduğu için kendi başına kalkamadı." go back Geri dönmek It's hard to imagine that we will ever go back to Lithuania. “Litvanya’ya bir daha geri dönemeyeceğimizi düşünmek çok zor.” go on Devam etmek He would finish one Dickens novel and then just go on to the next. “Dickens romanının birini bitirir, hemen bir sonrakine devam ederdi.” go on (2) Olmak, meydana gelmek The cops heard all the noise and stopped to see what was going on. “Polisler bütün gürültüyü duydu ve neler olduğuna bakmak için durdu.” grow up büyümek Charles grew up to be a lot like his father. “Charles tıpkı babası gibi olmak için büyüdü.” keep away Uzak durmak The judge warned the stalker to keep away from his victim's home. “Yargıç, suçluyu kurbanın evinden uzak durması için ikaz etti.” keep on (with gerund) Devam etmek He tried to keep on singing long after his voice was ruined. “Sesini iyice kaybetmeye başladıktan sonra bile şarkı söylemeye devam etmeye çalıştı.” pass out bayılmak He had drunk too much; he passed out on the sidewalk outside the bar. “Öyle çok içmişti ki barın önündeki kaldırıma düşüp bayıldı.” show off Gösteriş yapmak Whenever he sat down at the piano, we knew he was going to show off. “Piyanonun başına ne zaman otursa, gösteriş yapacağını bilirdik.” show up Varmak, ortaya çıkmak Day after day, Efrain showed up for class twenty minutes late. (Efrain ardı ardına derse yirmi dakika geç kalıyordu.) wake up Uyanmak I woke up when the rooster crowed. “Horoz öttüğünde uyandım.” alıntı..
__________________ #MustafaKemaLAtatürkTorunuyum..ღ ❦ {22~02~`22..∞} {09~09~`22..ღ} |
| ![]() |
![]() |
Etiketler |
kullanılan, phrasal, sık, verbs, İngilizcede |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Çocuklar İçin İngilizce Resimli Binalar, İngilizce Resimli Binalar, İngilizce Resimli Anlatımlı Binalar | Violent | İngilizce | 0 | 25 Eylül 2014 12:04 |
Çocuklar İçin İngilizce Resimli Hayvanlar, İngilizce Resimli Hayvanlar, İngilizce Resimli Anlatımlı Hayvanlar | Violent | İngilizce | 0 | 25 Eylül 2014 12:02 |
Çocuklar İçin İngilizce Resimli Sıfatlar, İngilizce Resimli Sıfatlar, İngilizce Resimli Anlatımlı Sıfatlar | Violent | İngilizce | 0 | 25 Eylül 2014 11:59 |
İngilizce Organ Şeması, İngilizce Organlar (Resimli) Anlatım | Violent | İngilizce | 0 | 11 Nisan 2014 21:11 |
İngilizce Vücudumuzdaki organlar , İngilizce Organlar | Violent | İngilizce | 0 | 21 Şubat 2014 23:07 |