22 Aralık 2011, 19:21 | #11 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Türkülerimizin Hikayeleri Misket Güvercin uçuverdi Kanadın açıverdi Elin oğlu değil mi Sevdi de kaçıverdi A benim aslan yarim Duvara yaslan yarim Duvar cefa götürmez Sineme yaslan yarim Güvercinim uyur mu Çağırsam uyanır mı Yar orada ben burda Buna can dayanır mı A benim hacı yarim Başımın tacı yarim Eller bana acımaz Sen bari acı yarim Caminin müezzini yok İçinin düzeni yok Çok memleketler gezdim Misget'ten güzeli yok Daracık daracık sokaklar Misget şeker topaklar Pul pul olsun dökülsün Seni öpen dudaklar Caminin ezan vakti İçinin düzen vakti Ben Misget'i yitirdim Sonbahar gazel vakti Gökte yıldız sayılmaz Çiğ yumurta soyulmaz Üçer avrat almayan Hiç erkekten sayılmaz Yıllar yıllar önce zamanın birinde köylerden birinde bir delikanlı ile bir kiz severler birbirlerini. Delicesine bir sevdadir bu ama oraların ağası genç kıza göz koyar, benim olacaksin der, malum ağadir, soz söylese sözünün üstüne kelam olmaz, lakin delikanlı sevmektedir kızı ve dikilir ağanın karşısına, benim yavuklumdur ağa, yaretmem onu sana der, ağaya meydan okur. Kızın gözlerinin önünde ağa ile delikanlı inerler köy meydanına, kızın içi içini yemektedir. Ağa ile delikanlı karşı karşıya çekerler kınlarından bıçaklarını, dururlar cenge, dönerler bir etraflarında, bir de palazlanırlar karşılıklı, lakin yufka yurekli ağa delikanlıya döner ve " Sen bu kıza olan sevdan için benim karşıma çıkacak yurekliliği gösterdin, tez gidin yapın düğününüzü sen oğlumsun o da kızımdır bundan sonra" der babacanlik gosterir ve yeniden kızın evinin olduğu yokuştan yukarı doğru çıkmaya başlar arkasından da delikanlı gelmektedir. Fakat kızın gözüne ilk gözüken ağadır.Sevdiği gencin ağa tarafından katledildiğini sanan kız intihar eder dayanamayacağını düşünerek bu acıya, tüm köy ağıt olur tufan olur, delikanlı bitap ağa ise helak olur. Boyle buruk bir hikayedir misketin hikayesi. Misket oyunu delikanlı ile Ağa'nın karşılıklı dövüş öncesi ortada dönmelerinden öykünmüştür. Misket ise uğruna dövüştükleri güzel kızın ismidir. |
|
22 Aralık 2011, 19:25 | #12 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Türkülerimizin Hikayeleri Yüksek Yüksek Tepelere Yüksek yüksek tepeler ev kurmasınlar Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler Annesinin bir tanesini hor görmesinler Uçan da kuşlara malum olsun Ben annemi özledim Hem annemi hem babamı Ben köyümü özledim Babamın bir atı olsa bise de gelse Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse Kardeşlerim yolları bilse de gelse...... Uçan da kuşlara malum olsun Ben annemi özledim Hem annemi hem babamı Ben köyümü özledim Eski zamanlarda Malkara’da 15 yaşlarında Zeynep isimli güzel bir kız vardır. Bir gün köyde Ağa’nı bir düğünü olur. Düğünde eğlenceler ve at yarışları yapılır. At yarışlarına uzaklardan gelen Ali adında bir genç te katılır. Ali gönlünü düğünde gördüğü Zeynep’e kaptırır. Köyüne dönünce babasına Zeynep’i istetir. Ali’nin Köy’ü uzak olduğundan Zeynep’in ailesinin pek gönlü olmaz ama gönüllü gönülsüz verirler. Düğün yapılır, Zeynep Aili’ni köyü’ne gelin gider. Ancak ailesinden ayrı olmaya alışık olmayan Zeynep tam yedi yıl ailesini göremez. İçindeki hasret büyüdükçe türküler yakmaya başlar, düğünlerde söyler. Zeynep’in kocası Ali’de bu duruma aldırış etmez, yeri geldilçe Zeynep’i döver, O’nu hor görür. Zeynep üzüntüsünden hastalanıp yataklara düşer. Çevredekiler en sonunda dayanamayıp Zeynep’in anasını, babasını çağırırlar. Annesi bası geldiğinde Zeynep onlara bu türküyü mırıldanır ve bir daha da iyileşemez. Bu duruma çok üzülen çevresindeki halk bu türküyü dilden dile günümüze kadar aktarmıştır. |
|
25 Aralık 2011, 12:52 | #13 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Türkülerimizin Hikayeleri Zülüf dökülmüş yüze - Orta Anadolu yöresi Bin dokuzyüz otuzsekiz cihana Kırtıllar köyünde geldin dediler Babama Muharrem, anama Döne Dediysen Ata’yı bildin dediler Dizinde sızıydı anamın derdi Tokacı saz yaptı elime verdi Yeni bitirmiştim üç ile dördü Baban gibi sazcı oldun dediler O zaman babamdan öğrendim sazı Engin gönül ile Hakk’a niyazı O yaşımda yaktı bir ahu gözü Mecnun gibi çölde kaldın dediler Zalım kader devranını dönderdi Tuttu bizi İbikli’ye gönderdi Babam saz çalarken bana zil verdi Oynadım meydanda köçek dediler Anam Döne İbikli’de ölünce Tam beş tane öksüz yetim kalınca Beşimiz de Perişan olunca Babamgile burdan göçek dediler Yürüdü göçümüz Tefleğe doğru Bu hali görenin yanıyor bağrı Üç aylık çoçuğun çekilmez kahrı Bunlara bir ana bulun dediler Yozgat’ın Kırıksoku Köyü’ne vardık Bize ana yok mu diyerek sorduk Adı Arzu dediler bir ana bulduk İşte bu anadır buldun dediler En küçük kardaşı kayıp eyledik Onun için gizli gizli ağladık Üstelik babamı asker eyledik Yine öksüz yetim kaldın dediler Zalım kader tebdilimi şaşırttı Heybe verdi dalımıza devşirtti Yardım etti Yerköy’üne göçürttü Biraz da burada kalın dediler Yerköy’den Kırıkkale’ye geldik Babam saz çalarken biz çümbüş aldık Kırşehir’e varınca kemanı çaldık Aferin arkadaş çaldın dediler Yarin aşkı ile arttı hep derdim Babamı bir yere dünür gönderdim Başlık çok istemişler haberin aldım İstemiyor yarin seni dediler Kırşehir’de yedi sene kalınca Düğün düzgün hepsi bize gelince Burada herkese yer daralınca Ankara’ya gider yolun dediler Ankara’da (sünnetçi) Veysel Usta’yı buldum Epeyce eğleştim, evinde kaldım Yüz lirayı verip bir yatak aldım Etti isen böyle buldun dediler Bir ev kiraladım münasip yerde Kaldı kavim kardaş hep Kırşehir’de Bu aşk hançerini vurdu derinde Çaresini bulamazsan ölün dediler Yarin aşkı ile döndüm şaşkına Arada içerdim yarin aşkına Canan acımaz mı garip dostuna Buna da içeriye alın dediler Bu hasretlik duygusu Türkü babanın sanatına olumlu etki yaparak, memleketin taşına, toprağına, insanına hasret ve özlemle dolu pek çok türkünün doğmasına sebep oldu. Ana vatanımsın, baba yurdumsun Ozanlar diyarı şirin Kırşehir Uzak kaldım gurbet elde derdimsin Hasretin bağrımda derin Kırşehir. Feleğin yazdığı kara yazıynan Çok yürüdüm bağrımdaki sızıynan Kara kaşlarıynan, kara gözüynen Aşık etti beni birin Kırşehir Gerçekten de “gönül” kelimesinin Ertaş’ın şahsi lügatinde çok özel bir yeri var. O adeta, tıpkı Yunus gibi, Hacı Bektaş-i veli gibi kendisini”gönüller yapmaya” adamış biri... “gönül”ün geçmediği türküsü yok dense yeri... Şu garip halimden bilen işveli nazlım Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen Tatlı dillim, güler yüzlüm, ey ceylan gözlüm Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen Bir başka türküsünde: Küstürdüm gönlümü güldüremedim Baharım güz oldu yazım kış oldu Gönüle yarini bulduramadım Baharım güz oldu, yazım kış oldu 1960’lı yıllardan itibaren ismi bağlama ile birlikte anılan, sadece geniş halk kesimlerinde değil, ciddi musiki çevrelerinde de taktir ve hayranlıkla dinlenen Neşet Ertaş’ı farklı bir bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Çünkü o da aslında tam bir yöre sanatçısı, yani mahalli bir sanatçı olmasına rağmen yaygın şöhreti ve söylediği türkülerin popülaritesi ile ülke genelinde tanınan biri olarak diğerlerinden ayrılır. İşte Neşet Ertaş Orta Anadolu bozkırlarının tam göbeğinde, “ay dost deyince yeri göğü inleten” gönül delisi bir babanın evladı olarak 1938’de Kırtıllar’da dünyaya gelir. Hiç çocuk sahibi olamadığı ilk karısı Hatice’yi genç yaşında kaybeden Muharrem Ertaş, ikinci evliliğini Kırtıllar köyünden Döne ile yapar ve bu evlilikten, Necati, Neşet, Ayşe, Nadiye ve muhterem adında beş çocuğu olur. Kırtıllar nüfusunun tamamı abdallardan ibaret olan bir aşiret köyüdür. Köyün çevrede “abdallar” adıyla anılması da bundan olsa gerek. Daha altı yedi yaşlarında iken, kendisini yöre düğünlerinin aranılan sanatçı babası Muharrem Ertaş’ın sazı önünde oynarken bulan Neşet Ertaş, hayatını, bir nevi hayat destanı diyebilceğimiz 1960’lı yıllarda yazdığı uzun bir şiirinde anlatır. |
|
25 Aralık 2011, 12:53 | #14 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Türkülerimizin Hikayeleri Bedir Türküsü Uğrunu uğrunu gelir dereden Benlerini sayamadım kareden Sevdiğimi bana yazsın yaradan Şen ol yaylam şen ol Bedir geliyor. Şu dereden cıvıl cıvıl kuş gelir Armağanlar dolu gider boş gelir Sevda bilmeyene hayal düş gelir Şen ol yaylam şen ol Bedir geliyor. Boğazımda lira Alnımda altın Bedir'i vermiyor şu Gürcü hatun Param çok değil alayım satın Şen ol yaylam şen ol Bedir geliyor. Kırık boğazında ardından yettim Kız yandığın yere kadar bende gittim Bedir'i yaylaya emanet ettim Şen ol yaylam şen ol Bedir geliyor Şarkışla'da çiftçilik yapan bir ailenin Bedriye isminde çok güzel kızları vardır. Bedir derler kısaca.Birde Ömer vardır yanlarında çalışan. Ömer güçlü kuvvetli yakışıklı bir delikanlıdır. Ömer'le Bedir aynı yaştadırlar. Ömer küçük yaşta başlamıştır bu ailenin yanında çalışmaya. Çocuklukları beraber geçer. Ömer'le Bedir büyüdükçe o çocuksu sevgileri aşka dönüşür. İçten içe gizli duygularla severler birbirlerini. İkisi de duygularını açığa vurmazlar. Ömer zaman zaman diyecek olur sevgisini. Bedir'in yayına varınca cesareti kırılır. Söyleyemez bir şey yutkunur kalır. Ömer bir şey dese karşılık verecektir ama, çaresiz oda bir şey söyleyemez. Günler ayları yıllar yılları kovalar. Şarkışla'da hayvanları sürüleri olanlar, her yıl yaz aylarında yaylaya çıkarlar. Sürülerini daha geniş otlaklarda yaylarken,tertemiz havayı teneffüs edip buz gibi suyunu içerek, tabiat'ın bütün güzelliklerinden doya doya faydalanırlar. Bedir'in ailesi de yaz aylarını Kızanandı denilen yaylada geçirmektedirler. Kızanandı, tertemiz havasıyla buz gibi sularıyla tipik bir Anadolu yaylasıdır. Fazla kalabalık olmadığı içinde,insanlar çok iyi ilişki içerisindedirler. Akşamları bir yerde toplanırlar masal anlatırlar, türkü söylerler, halay çekerler. Yaz mevsiminin nasıl geçtiği anlaşılmaz bu topraklarda. Bir sonraki yaz mevsimi iple çekilir. İşte bu yaylada kaldıkları zamanların birinde! Daha fazla yalnız kalma imkanı bulurlar. Ve bir gün, Ömer Bedir'e duygularını açar. Ne söyleyeceğini tam anlatamaz ama; Bedir'de heyecandan anlayacak durumda değildir zaten. Sözlerden çok bakışlar konuşur sade. Karşılıklı olarak aşklarını ilan ederler. Sonra, gizli gizli buluşmaya başlarlar. Sözde gizlice buluşurlar ama, gören görür bilen bilir onların aşklarını. Ve kısa zamanda herkes tarafından konuşulur olur Ömer ile Bedir'in aşkları. Ama kimse yadırgamaz bunu. Herkes yakıştırıverir birbirlerine ve evlenmelerini isterler. Ömer Allah'ın emriyle istetecektir Bedir'i. Dünürcüler belirlenir. Bedir ailesinden geleneklere uygun bir şekilde istenir. Kızın ailesinin kararı olumsuzdur. Özellikle Bedirin annesi Gürcü hatun, Ömer'in fakirliğini bahane ederek bu evliliğe karşı çıkar.Araya girenler ne kadar ısrar etselerde kara dediğine ak demez gürcü hatun.Aşıkların evlenmesine mani olur. Bir süre sonrada Bedir'i Şevki adında yaşlı ve zengin birine verirler.Düğün günü Ömer'le çok yakın bir arkadaşı yaylaya çıkarlar. Ve gelin alayını çok üzgün bir şekilde orada seyrederler.Ömer çok içlenir ve ağlayarak türkü söylemeye başlar. Bedir'in yaşlı kocası evlendikten bir süre sonra ölür. Ömer henüz evlenmediği için ahali tekrar araya girip,bunları evlendirmek isterler ama, Bedriye Ömer'i çok sevdiğini fakat, evlenirse dedikoduların çıkabileceğini söyleyerek, aşkını kalbine gömer ve teklifi kabul etmez. İki kere kaybettiği aşkı için Ömer'in yaktığı türkü dilden dile söylenir oldu. |
|
25 Aralık 2011, 12:56 | #15 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Türkülerimizin Hikayeleri Hekimoğlu Hekimoğlu derler benim de aslıma Aynalı martin yaptırdım narinim kendi nefsime Konaklar yaptırdım döşetemedim. Ünye de Fatsa bir oldu narinim baş edemedim Konaklar yaptırdım mermer direkli Hekimoğlu sorarsan narinim demir yürekli Bahçe armut dibinde kaymak yedin mi Hekimoğlu´nu görünce narinim budur dedin mi Çiftlice Muhtarı ----tur pezevenk Hekimoğlu geliyor narinim uçkur çözerek Hekimoğlu derler bir ufak uşak Bir omzundan bir omzuna narinim yüz arma fişek Ordu dolaylarında yaşayan Hekimoğlu, yoksul bir ailenin çocuğudur. Üstelik yoksul bir anneden başka hiç kimsesi yok. Çevresinde dürüstlüğü, akıllılığı ve yiğitliğiyle tanınan bir gençtir. Yörede egemenlik kurmuş bir Gürcü Beyi vardır. Bu Gürcü Beyi, Ayşa adında güzel ve narin bir kızla sözlüdür. Ne ki, bu kız Gürcü Beyini sevmemekte, Hekimoğlu´na bağlanmıştır. Bu, dostlukla, arkadaşlıkla karışık bir sevgidir. Üstelik Hekimoğlu´yla görüşmeye başlamıştır. İşte Bey, iki gencin ilişkisinin bu noktaya vardığını duyar duymaz Hekimoğlu´na düşman olur ve ona savaş açar. Hekimoğlu´yla teke tek görüşüp, hesaplaşmayı önerir; bir de yer belirtir. Hekimoğlu, gözüpek, mert bir gençtir. Aynalı mavzerini kuşanıp, tek başına buluşma; yerine gider. Gitmeye gider ama, Bey sözünde durmamış adamlarıyla gelmiştir. Üstelik adamlarından biri, buluşma yerine varır varmaz, sabırsızlanıp Hekimoğlu´nu yaylım ateşine tutar. Ötekiler de çevresini sararlar. Hekimoğlu´yla Beyin adamları arasında yaman bir çatışma olur. Hekimoğlu, çatışma sonunda çemberi yararak kurtulur. Olaydan hemen sonra, Bolu da tek başına yaşayan anasının yanına gider. Anasına durumu anlatır ve artık şehir yerinde duramayacağını bildirir. Anasıyla helallaşıp, yanına Mehmet adlı iki amca oğlunu alarak dağa çıkar. Çıkış bu çıkış ve ölünceye kadar Hekimoğlu artık dağdadır. Hekimoğlu´nun dağa çıkış nedenini ve biçimini bilen, duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar. Onun mertliği, yiğitliği ve doğru sözlülüğü köylüleri daha da etkiler ve her açıdan kendisine yardım ederler. Özellikle yoksul köylülerle dostluk kurar, zenginlerden aldıklarıyla onlara yardım eder. Hekimoğlu, artık Gürcü Beyinin korkulu düşü olmuştur. Bu yüzden Bey, kendisini sürekli jandarmaya şikayet eder ve kesintisiz izletir. Hekimoğlu´nu ihbar etmeleri için çeşitli yörelerde adamlar tutar. Fakat halk koruduğu için, Hekimoğlu´nu bir türlü ele geçiremezler. Hatta bir defasında, Beyin adamlarından birinin ihbarı üzerine Hekimoğlu´nun kaldığı evi jandarmalar basıyorlar. Bütün çevre kuşatılmıştır. Evin altında bir fırın vardır. Hekimoğlu fırıncının yardımıyla fırının ekmek pişirilen yerini arkadan delip kaçmayı başarır. Hekimoğlu, kaçmaya kaçıyor ama, Beyin, iki amca oğlunu öldürttüğünü haber alıyor ve doğru Çiftlice köyüne iniyor. Gittiği ev muhtarın evidir. Bu Muhtar, Hekimoğlu´ndan yana görünüyor, oysa gerçekte Beyin adamıdır ve onunla işbirliği içindedir. Nitekim adamlarından biri aracılığıyla ihbarda bulunur ve Hekimoğlu jandarmalarca sarılır. Hekimoğlu, Muhtarın <> yüzünden kıstırılmıştır. Büyük bir çatışma çıkar taraflar arasında. Adeta namlular kurşun kusmaktadır. Özetle <> olur orada. Olayın sonucuna ilişkin iki söylenti var halk arasında : 1-Hekimoğlu, çatışma sırasında. çemberi yarıyorsa da, aldığı yaralar yüzünden fazla uzaklaşamadan ölüyor. 2 -Atına atlıyor, elini karın bölgesinden aldığı yaralara basarak Ordu´ya kadar geliyor ve burada ölüyor. Hekimoğlu, tipik bir <> örneğidir. Haklı bir nedenle dağa çıkıyor. Mertliği, yiğitliği ve iyilikseverliğiyle halk arasında büyük ün yapıyor. Yoksulların dostu, onları ezen varsılların düşmanıdır. Hekimoğlu denince, hemen akla gelen bir özelliği de <> dir. Hekimoğlu Türküsü´nde geçen ve kendisinin adıyla özdeşleşen <> in özelliği şudur. Hekimoğlu, özel olarak yaptırdığı mavzerinin üstüne bir ayna taktırıyor. Çatışmaya girdiğinde, bu aynayı: düşmanının gözüne tutarak, gözünün kamaşmasına, dolayısıyla hedefini şaşırmasına yol açıyor. Bu yüzden Hekimoğlu´nun, adı, Hekimoğlu´nun adı "aynalı martin" le özdeşleşmiştir |
|
03 Ocak 2012, 21:05 | #16 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Türkülerimizin Hikayeleri Pencereden Bir Taş Geldi (Mamoş) Pencere'den bir taş geldi, Ben sandım ki Mamoş geldi. Uyan Mamoş, uyan uyan, Başımıza ne iş geldi. Eyvah Mamoş, eyvah eyvah Tabip getir yarama bak. Penceresi yeşil yaprak, Mamoş giyer kara kapak. Kör olasın Bekir hoca, Yatağımız kara toprak. Eyvah Mamoş, eyvah eyvah Tabip getir yarama bak. Pencere'nin önü çardak, Rakı içtik bardak bardak. Körolasın Bekir hoca Koymadın ki murat alak. Eyvah Mamoş, eyvah eyvah Tabip getir yarama bak. Evlerinin ardı kavak, Yağmur yağar ufak ufak. Kör olasın Bekir hoca, Ağzımdaki kurşuna bak. Di kalk Mamoş di kalk, di kalk Başımıza yığıldı halk. Dışkapıyı araladın, Ah bahtımı karaladın. Kör olasın Bekir hoca, Mamoş'uda yaraladın. Di kalk Mamoş di kalk, di kalk Başımıza yığıldı halk. Mamoş paltonu tutayım mı? Hayrın için satayım mı? Mezarında boş yer var mı? Ben'de gidip yatayım mı? Eyvah Mamoş, eyvah Mamoş Tabib getir imdada koş. Elazığ'ın koca Mustafa Paşa mahallesinde oturan Bekir hoca'nın genç ve güzel bir karısı vardır. Bekir hoca Harput'ta namusuyla ve iyiliğiyle tanınan yumuşak başlı temiz bir insandır. Karısı ise gençliğin verdiği tecrübesizlikle evli olduğu halde komşularından, soylu bir aileden olan genç, yakışıklı Mamoş (Mehmet) ile ilişki kuracak kadar toydur daha. Mamoş'la Bekir hoca'nın karısı arasındaki sevgi gittikçe alevlenir. Etrafta bunu sezmeye başlamıştır. Fakat sevdalılar buna rağmen her şeyden habersizdirler. Fırsat buldukça buluşur, konuşur, sevişirler. Bekir hoca bunun neye varacağını hesaplamaktadır. Bir gün karısına Harput'a gideceğini ve akşam dönmeyeceğini söyler. Bu fırsattan yararlanan genç kadın Mamoş'u eve davet eder, yerler içerler, eğlenirler. Bekir hoca ise Harput'a gitmemiştir. Karanlık basınca eve gelir ve sessizce kapıyı kendi anahtarıyla açar, sevdalıların bulundukları odaya gelir. İçerden onların eğlenceli çığlıklarını duyar, tabancasını çekerek odaya girer. Girer girmez tabancasını ateşler Mamoş'u kalbinden, karısını da ağzından vurarak öldürür. Bu olaydan sonra Bekir hoca zaptiyeye teslim olur. Adli bir heyetin eve gelip olayı yerinde incelemelerinden sonra duruşma sonunda Bekir hoca beraat eder. İçli olan türkünün hikayesinde de böylece bir ders yatmaktadır. |
|
03 Ocak 2012, 21:06 | #17 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Türkülerimizin Hikayeleri Kiziroğlu Mustafa Bey Bu türküyü dinleyen herkesin kafasında bir soru belirir. Kim bu Kiziroğlu Mustafa Bey ? Köroğlu ile ne ilgisi var? Bu türküyle ilgili birçok söylenti var ama en ilginci sanırım bu. Kizir, Kars'ın Susuz kazasına bağlı bir köydür. Bu köy Kısır dağlarının geniş eteklerine kurulmuştur. Köyün dört bir yanından ise soğuk pınarlar akar. Köy düz toprak damlı evlerden oluşmaktadır ve köyün hakim bir yerin de de bir kale kalıntısı vardır. Köylüler Kiziroğlu'nun kalesi derler buraya. Kiziroğlu bu köyde yaşamış ve bura da efsaneleşmiştir derler. Küçükken at binip kılıç kuşanır Söylentiye göre şimdiki Kiziroğlu Köyü’nün yerinde bir birinden uzak yirmi yirmi beş kadar ev bulunmaktaymış. Bölge dağlık ve ormanlık olduğu için insanları da bu nedenle olacak ki çok serttir. O zamanlar burada yaşayan insanların başında bulunan kişiye "Kizir" derlermiş. Kizir Muhtar demektir. Gün gelmiş zamanın kizirinin ünü tüm Anadolu'ya yayılmış. Tüm kötüler ondan korkar olmuş. Gel zaman git zaman Kizirin bir oğlu olmuş. Daha küçükken iyi at biner, kılıç kuşanır olmuş. İşte Kiziroğlu Mustafa Bey bu çocuk. Bütün çocukluğu Kısır Dağı’nda at binip avlanmakla geçmiş Mustafa'nın. O da babası gibi büyüyünce namlı bir yiğit olmuş, haksızlık ve adaletsizliklerle savaşmaya başlamış. Zaten onun bulunduğu çevrede kimse haksızlık etmeye cesaret edemezmiş ya . Köroğlu doğuya gelir O sırada doğuya gelen Köroğlu Kısır Dağları’nda Ferro deresine yerleşir, amacı doğudaki haksızlıkları yok etmek. Bir gün Köroğlu bir at gezisinde Kizir Köyü’nü görür, "Burada ki adaletsizlikler de benden sorulur" der ve gider orada bir kale kurar. İşlerinden dolayı bir müddet köyünden ayrı kalan Kiziroğlu köye döndüğünde Köroğlu’nun kalesini görür. Sinirlenir. Köroğlu’nun yanına gider, sertçe çıkışır "Sen kim olasın ki benim yurdumda saltanat süresin" Her ikisi de bir birlerini kötü insan olarak bilirlermiş. Köylülerin söylemesi böyle. Yiğitlerin kavgası O zamanın adaletine göre iki yiğit dövüşür, galip gelen diğerini öldürüp savaşı kazanırmış. Köroğlu ve Kiziroğlu günlerce at üstünde kavga etmişlerse de yenişememişler. Kılıç kavgasında ve güreşte de yenişememişler. Mustafa Bey’in atı Ala Paça da Köroğlu'nun atı Kırat’la güreş-mekte. Mustafa Bey şöyle bir geri bakmış ki ne görsün atı Ala Paça Köroğlu’nun atını alt etmiş duruyor. "Ola benim atım Köroğlu'nun atını alt etmiş, ben Köroğlu'nu alt etmezsem halim nic' olur" deyip gayrete gelmiş Köroğlu'nu yere vurmuş. Tam kamasını çekmiş vuracağı sırada Köroğlu "Dur yiğit, bana biraz mühlet ver yiğitlerimi göreyim karımla helalaşayım" demiş. Mustafa Bey bırakmış. Köroğlu eve gidip olanları karısına sazıyla sözüyle anlatmaya başlamış. Bir atı var Ala Paça peh peh peh Mecal vermez Kırat kaça hey hey hey Az kaldı ortamdan biçe Ağam kim, Paşam kim, Nigar kim, Hanım kim Kiziroğlu Mustafa Bey Bir beyin oğlu Zor beyin oğlu diye...Köroğlu geciktiği için evine kadar gelen Kiziroğlu kapı aralığından türküyü duyunca duygulanır ve utanır. Kapıyı çalıp içeri girer. Mustafa Bey’i karşısın da gören Köroğlu her şeyin bittiğini düşünürken Mustafa Bey sarılıp onu öper. "Sen benden daha yiğitsin Köroğlu" der. Köroğlu da "Ben artık buradan gideyim burada senin gibi mert ve yiğit biri varken kalmak olmaz" der ve köyü terk edip batıya gider. Anadolu insanının takdiri Köroğlu'nun Bolu Dağları’ndan çıkıp ta Kars'a gelmesi o zamanın koşullarında olanaksız gibi. Ama halk düşüncesi iki yiğidi Doğu Anadolu da önce çarpıştırıyor sonra barıştırıyor. Bu, Anadolu insanının kahramanlarına, haksızlıklara direnenlere verdiği değeri gösterir. Kiziroğlu öyküsü tepeden inmemiştir, böyle bir yiğit yaşamış ün almıştır. Halk da bu söylenceyle Kiziroğlu'nu saygı ve sevgiyle anmaktadır. |
|
05 Ocak 2012, 22:01 | #18 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Türkülerimizin Hikayeleri Sarı Yıldız Mavi Yıldız Şöyle rivayet ederler kim: Evvel zamanda Sivas ilinden bir kervancı Halep'ten mal getirir. Tam üç yıldır kervancılar yurtlarından, baba ocaklarından ayrı düşmüşlerdir. Gurbet ilin kahrı, üç yılın hasreti yüreklerinde. Kiminin yolunu anası-babası, kimininkini sevgilisi, kimininkini de çocukları gözlüyor. İçlerinden en genci kara yağız, uzun boylu bir delikanlı... adı Veysel, Veysel'in bıyıkları daha yeni terlemiş... Bunlar Halep'ten aylarca yol ala ala, en sonunda, karlı fırtınalı bir kış günü Sivas'la Kayseri arası yıkık bir Selçuk hanına kendilerini zor atarlar... Handa gecelemeğe karar verip, yüklerini çözerler.. Bir insan çok uzaktan günlerce, aylarca yol alarak yurduna yaklaşır. Yurduna yaklaştığı zamana kadar, içinde o kadar rahatsız edici, dürten bi duygu olmaz.. Vakta ki memleket kokusu insanın burnuna gelir, içindeki hatıralar depreşir, işte o zaman içinde kıyamet kopar... Bir şey durmadan seni oraya doğru çeker... "Ya bir kanat verse, ya bir kuş olsam..." dedirtir. Sivas çok yakındı. Kervancılar yerlerinde duramıyorlardı. Akşam oldu. Yataklarını serip içine girdiler... Ama hiç birini uyku tutmuyordu. Veysel'in nişanlısı.. Nişanlı olduğu gibi Veysel'in gözünün önünde.. "Yatamıyorum, hayal meyal düşlerden.." Veysel iki de bir yatağından kalkıp, ışıdı mı diye, doğudan yana bakıyor.. Veysel bir türlü yatakta duramıyor... Sabah, bir olsa! Şimdi, geceden yola çıkılmaz mı? diyor Veysel... Kar kar... Allah'ın belası bir fırtına var. Gün ışımadan önce, doğuda, tam günün doğacağı yerde bir yıldız gözükür. Sabah yıldızıdır o.. Sabah yıldızı gözükünce yola çıkılır.. Sabah yıldızı bir gözükse.. Bu gece, bir gece değil; karanlık bir yıldır. Veysel sevinçle çoktan beri durup seyrettiği doğuda kocaman, yalp yalp ışıyan bir yıldız görüyor.. Delicesine bağırıyor: "Sarı yıldız... Mavi yıldız..." Telaşla kervanı yüklüyorlar.. Kar savuruyor.. Geceye ve sarı yıldıza kar yağıyor.. Gece ve sarı yıldız üşümüş. Kervan yola düşüyor.. Kervancılarsa sevinç.. Geceye, kara, sarı yıldıza karşı şarkılar söylüyorlar.. "Bir bulut oynadı Sivas ilinden.. Ucu telli mektup geldi gelinden.." Yarın Sabah Sivas'ta olacaklar.. Veysel'i sorsanız, Veysel, kervandan belki beş yüz metre ilerde.. Atı, ağaçlar boyu yüklemiş karı göğüslüyor.. At, bazan yorulup bazen yavaşlıyor.. Veysel atı öldürecek gibi.. Veysel atı kırbaçlıyor.. Bir hayli yol alıyorlar.. Kar, arada açılıp, ortalık süt liman oluyor ve Sarı yıldız oturmuş oraya.. Sarı yıldız.. Sarı yıldız.. Sarı yıldız çoktan kaybolmalıydı.. Gün doğmalıydı çoktan dağların ardından. Tan yıldızı ışımış, ışıdı demek, biraz sonra gün doğacak demektir... Gün nerelerde? Kar daha savuruyor... Fırtına döndürüyor.. Bir zaman geliyor ki kervan toptan kara gömülüyor. Zar-zor kervanı kar altından çıkarıyorlar.. İçlerinde kimisi "dönelim!" diye ayak diriyor.. Ötekiler dinlemiyorlar... "İşte sarı yıldız. Biraz sonra nasıl olsa gün doğar..." ve dönmüyorlar. Git, git! Sarı yıldızın bir türlü kaybolduğu, günün doğduğu yok. "-Biz uykuluyuz da onun için zaman bize çok uzun geliyor. Nasıl olsa biraz sonra gün doğacak." diyorlar. İçlerinden hiçbirinin aklına bu yıldızın tan yıldızı olmayacağı gelmedi.. Gözleri yıldızda.. Boyuna, kara bata çıka yol alıyorlar.. Sivas ovasının kar altındaki uçsuz bucaksız düzlüğü, gidiyorlar gidiyorlar bitmiyor... Aklı başında eski kervancılar felaketi sezinliyorlar. Kervancıbaşıya, Veysel'e, daha öteki gençlere: "Dönemlim!" diye yalvarıyorlar.. Kervancıbaşı da genç.. Veysel'in yüreğindeki aşk da gittikçe ateş alıyor. Veysel, arkadaşlarına yıldızı gösterip: "Hepiniz bilirsiniz ki yıldız doğduktan sonra gün ışır..." Arkadaşları ne desinler!.. Bu yıldız doğduktan sonra gün ışır. Ama yıldız ne zamandan beri orada öylecene duruyor... Ne gün ışıyor, ne bir şey.. Bir kaç kere dönecek oluyorlar, dönseler nereye dönecekler.. Çarnaçar gidiyorlar... En sonunda gide gide şimdiki "Kervankıran" dedikleri yere varıyorlar. Ve orada bir tipi başlıyor; görülmedik. Kar tepeden tepeye savuruyor. Sarı yıldız tipinin arkasında.. Ve neden sonra gün usuldan usuldan karşı dağın arkasından gözüküyor. Kervan nerede? Kervanı koydunsa bul! Bahar geliyor.. Bahar gelip toprak kabarıyor.. Çimenler yeşerip karlar eriyor.. Kervan kırandan geçen ilk yolcu , atı, eşeği, katırı, develeri, insanları ile bir kervanı orada, kara toprağa üst üste yığılmış buluyor... Bütün kervan üst üste yığılmış.. Yalnız beş yüz metre ileride, toprağa boylu boyunca uzanmış, atın dizginleri elinde, ileri doğru uçar gibi yatıyor... Üstüne de yeşil sinekler inip kalkıyor... Ve onları yerlerinden bir santim bile ayırmadan oldukları yere atıyla, katırıyla, eşeğiyle gömüyorlar.. Kervankıran dedikleri yerden geçerseniz, mezarları görürsünüz.. Veysel'in topluluktan ayrılmış mezarı, daha ileri doğru uçar gibidir.. Ve bu olay üstüne Anadolu insanları, türlü türlü türküler çıkarmışlardır. Bu türküleri şairler, şair olmayanlar, olayı kim duyup ta yüreği yandıysa ver yansın etmiş Kervankıran üstüne.. Az daha unutuyordum.. O yere Kervankıran dedikleri gibi, o yıldıza da "Kervankıran yıldızı" demişlerdir.. Hangi Anadolu köylüsüne, "Bana Kervankıran yıldızını göster" derseniz, hemencecik size gösterir... Arkasından da bu olayı anlatır. |
|
05 Ocak 2012, 22:02 | #19 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Türkülerimizin Hikayeleri Kesik Çayır Biçilir Mi? "İnce çayır biçilir mi Sular ayaz içilir mi Bana yardan vaz geç derler Yâr tat'lolur geçilir mi" Meram bağları, Meram çayırları tanıktır, böylesi yiğit her anaya kısmet olmaz. İnadına mertti, inadına yiğit, inadına yağızdı. Konya'nın valisi o yıl Meram'da otururdu hep. Meram o zamanlar da en saygıdeğer yeriydi şehrin, Mevlevi dedeleri Meram'daydı, çelebiler hepten Meram'daydı. Ve Vali paşanın yâveri, genç yâveri Meram'dan çok az inerdi Konya'ya. Bütün oralar bu genç adamı, o da bütün oraları tanırdı, iyi tanırdı. Yâver, fesini sola doğru devirdi. Güz demiydi. Serindi ama o yanıyordu. Korkmuyordu. Oysa Kocamış bir gece yollara düşmüştü "Dutlu"dan Meram'a doğru, akşam namazından sonra. Korkmuyordu. "Sırtıma sepken yağıyor." "Yanuben yorgun gelirim." demiş elin oğlu zamanında. Yâver işte bu hâl idi. Konya severdi bu delikanlıyı; O da Konya'yı. Ama Konya'dan daha çok sevdiği bir şey bir kişi, bir hatun kişi vardı. Meram'a ilk zamanlar sık gelirdi. Aslı Konaya'lı değildi. Sevdiceği bir Mevlevî çelebisinin kızıydı. Düşünün, Allah etmesin dile düşerlerse ötesi yoktu bu işin. Allah etmesin dile düşerlerse, Musalla mezarlığında selviler hüzzam makamından bir şarkıyla başlayıverirlerdi. Allah etmesin, gençti. Konya'nın delikanlısı zaten pek hayır okumuyordu adının üstüne. Allah etmesin. Ama yine de kotkmuyordu işte. Sevdiceği bir Mevlevî çelebisinin kızıydı. Gelirken- giderken bir şeyler olmuştu. Bir şeyler olmuştu çünkü. Loraslarından kalkan ebabil kuşları, kanatlarında "Günaydınlar" getirdilerdi bir gün. Ebabil kuşlarının gözleri kahverengiydi, sol ellerinin üstünde bir "Ben" vardı ebabil kuşlarının. Bu gece onunla buluşacaktı. İlk buluşmaları değildi bu şüphesiz. Ama Meram'ın o ördekbaşı ve şili çayırları o "incecik" çayırları tanık olsun ki en mutlusuna gidiyordu buluşmalarının. Yâver fesini sol yana devirdi ve bıyıklarını burdu. Eli-ayağı yanıyor gibiydi. Ker--- duvarı aşmıya çalıştı. Ceketi tozlandı, aldırmadı, hemen şöyle silkiverdi eliyle, ince çayırlar ayağına dolaştılar aldırmadı. Çelebi kızı, Zerdalinin altına vardı. Gözleri apaydınlıktı, kahverengiydi. Yâver yanına gelince, oturuverirdi çayırların üstüne. Yâver o cesaretsiz elleriyle çelebi kızın elini tutacak oldu, edemedi. Oturdu. Konya pul pul dirildi gözbebeklerine. Yalnız Konya değil dünyalar onundu. Anasını hatırladı, bir zaman sonra, memleketini hatırladı, sonra kalkıp gitmek istedi, niye istedi bilmem, gidemedi.Oturdu. Derken efendim sekiz iklimden ipil ipil bir batı rüzgarının seranadı başladı. Kız konuşuyordu. Çelebi kızı. Derken efendim, Dere tarafından bir bülbülü vurdular, ne hacetti, kız konuşuyordu, yâver öldü öldü dirildi. Konuştular. Kızın elleri yâverin ellerinde serindi. Uzun uzun konuştular. Aşktı bu dost. Sevgiydi. Ne Konya vardı önlerinde, ne zerdali ağaçları, Ne Meram, ne paşa, ne çayırlar ve ne de sekiz taraflarından sekiz kara binayla onları gözetleyen sekiz Konya uşağı. Derken efendim, yâver "Haydi hoşçakalasız" diyecekti, diyemedi. Derken efendim sekiz karabina sekiz kurşun kuştu yâverin suratına. Derken efendim, yâver "gidem" dedi, gidemedi. Önce sallandı sağ ayağının üzerinde üç kez. Sonra sa yanına devrildi. Kıpırdayamadı bile. Sekiz Konya delikanlısı için sanki bir şey olmamıştı. Dere yöresine doğru "Konyalı" yı çağıraraktan yürüdüler. Sabah yakındı. Çelebi kızı ölü sevgilinin üstüne eğildi. Öylece kaldı. Gün ışığında ölü yâveri ve çelebi kızını "incecik" çayırların üstünde buldular. Paşa, vali paşa, yâverin anasına yanık künyesini gönderdi yarıntesi günü. "İnce çayır biçilir mi Sular ayaz içilir mi Bana yardan vaz geç derler Yâr tat'lolur geçilir mi" Sonra arkasından, mezar taşı olsun garibin diye bu türküyü yakıverdiler. "İnce çayır biçilir mi?" Biçtiler bile. "Aman ben yandım, paşam ben yandım, Ellerin köyünde vuruldum kaldım." |
|
07 Ocak 2012, 14:54 | #20 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Türkülerimizin Hikayeleri Zahide Zahide Kurbanım n'olacak Halim Gene bir laf duydum kırıldı belim Gelenden gidenden haber sorarım Zahidem bu hafta oluyor gelin Hezeli de deli gönül hezeli Çiçekdağı döktü m'ola gazeli Dolaştım alemi gurbet gezeli Bulamadım Zahidem'den güzeli Ay ile doğar da gün ile aşar, Zahide’mi görenin tebdili şaşar İyinin kaderi kötüye düşer, Diken arasında kalmış gül gibi. Zahide’m kurbanım kurtar bu dardan Baban anlamadı bizim bu haldan Kekiline sürmüş kokulu yağdan, Derdin beni del’ediyor Zahide’m. Ziyaret’ten çıktım Cender’in özü Kum gibi kaynıyor Zahide’m gözü Aslını sorarsan esalet yerden Hacı Bürolardan Mehmet’in kızı. Gurbet ellerinde esinim esir Zahide’m kurbanım hep bende kusur Eğer baban seni bana verirse Nemize yetmiyor el kadar hasır. Çiçekdağı’nda da hiç gitmez duman Zahide’rn kurbanım hallarım yaman Yapamadım şu babayın gönlünü Fakir diye bana vermedi baban. Anamdan doğalı çok çektim cefa, Şu yalan dünyada sürmedim sefa, Adımı namımı soran olursa, Orta Hacı Ahmetli Arap Mustafa. Bu nasıl sevdaymış geldi başıma Felek ağu kattı tatlı aşıma Sevda çekenlere zor gelir gurbet Gece gündüz elim kalkmaz işime. Aşağıda sap kağnısı geliyo Derdin beni elik elik eliyo Kurbanlar olayım gara Mustafam Babam beni yad ellere veriyo. Arapoğlu derler gayeten atik Gözleri kara da, kaşları çatık Git nazlı y de bir haber getir Bastığın yerlere kurbanım Fatik. Ağlayarak yayığımı yayarım Yarim gitti günlerini sayarım Çıksa Büyüköz’e mendil sallasa Islık çalsa ıslığını duyarım. Coşkuna da deli gönül coşkuna Aşkından Zahide döndü şaşkına Sensiz edemiyom nazlı civanım N’olur bir yol görün Allah aşkına. Halk arasında “Zahidem” adıyla ün yapan türkünün şairi Aşık Arap Mustafa, 1901 yılında Çiçekdağı’na bağlı Orta Hacı Ahmetli köyünde dünyaya gelmiştir. Babasını annesini çok küçük yaşlarda yitirdi. İlk önce bir akrabasının himayesinde, daha sonraları da onun bunun yanında büyüdü. Arap Mustafa’nın babası düğünlerde, toplantılarda “Koca Oyunu” adı verilen oyunda “Arap” rölünü üstlenirdi. Bu nedenle Mustafa’ya da “Arap” lakabı takılmıştır. Kimsesiz kalan Arap Mustafa 10 yaşına gelince Yukarı Hacı Ahmetli köyünden Hacı Bürozadeler’den Mehmet’e çiftçi durdu. Zaman içinde çalışkan, babayiğit, giyimine özen gösteren yakışıklı bir delikanlı olan Arap Mustafa, Ağasının yeni yetişen Zahide’ye gönlünü kaptırdı. Fakir ve kimsesiz olduğundan bu sırrını bir türlü açığa vuramadı. 20’sinde askere giden Mustafa’nın aklı, deliler gibi sevdiği Zahide’de kalmıştı. Köydeki dostlarına mektuplar göndererek Zahide’den haber almaya çalışan Arap Mustafa, Zahide’nin başka biriyle evlendirildiğini ve düğünün’ün de bir hafta sonra olacağını duyunca üzüntüsünü aşağıda içli mısralara dökmüştür. Türküyü Neşet Ertaş plağa okuyup tanıtmıştır. Arapoğlu Mustafa’nın kendisine Mecnun gibi aşık olduğundan etkilenen Zahide, Mustafa için şiirler söylemiştir. Bu şiirin üç kıtasını H. Vahit Bulut, 1973 yılında Yukarı Hacı Ahmetli köyünden Zahide’nin yakın arkadaşı ve sırdaşı Fatik’ten derlemiştir |
|
Etiketler |
hikayeleri, türkülerimizin |
Konuyu Toplam 3 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
~Türkülerimizin Yaşanılmışlıkları~~ | NTA | Genel Paylaşım | 11 | 12 Haziran 2020 01:47 |
Türkülerimizin Özellikleri | Zen | Müzik Dünyası | 0 | 07 Haziran 2014 23:57 |
Aşk Hikayeleri I | Sevda | Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler | 0 | 11 Ocak 2010 23:22 |
Aşk Hikayeleri... | Sevda | Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler | 0 | 11 Ocak 2010 23:00 |
Ya$am Hikayeleri. | Mlock | Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler | 9 | 15 Ekim 2006 23:41 |