30 Ocak 2012, 11:28 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Küreselleşme ABD ve AB ABD’nin ve Avrupa’nın yaşadığı ve bir türlü aşamadığı iktisadi bunalım, bu emperyalist merkezlerin, çözümü daha fazla işgalde, savaşta, kanda aramasına neden oluyor. Arap Baharı denilen sürecin önemli gerekçelerinden biri de bu nitekim. Bu yüzden, 1990’lı yıllarla birlikte dillendirilen “Yeni Dünya Düzeni”, “Tek Odaklı Dünya” (kimileri tek kutuplu dünya diyorlar, bu dil açısından yanlıştır, çünkü tek kutup olmaz, en az iki kutup söz konusu olabilir), “Küreselleşme” gibi kavramları yeniden düşünmek gerekiyor. Küreselleşme sürecinin tüm dünyayı etkilediği aşikâr. Ancak, sürecin yarattığı fırsatlardan yararlanmada, Çin, Hindistan, Brezilya gibi birkaç istisna dışında, azgelişmiş ülkeler, yoksul halklar, mazlum milletler, 3. dünya pek öne çıkamadı. Tam tersine çevre ülkeler, küreselleşmenin olumsuz etkilerine fazlasıyla maruz kaldılar. Küreselleşme onlar için daha çok yoksullaşma, daha fazla sömürü anlamına geldi. Ekonomik değerlerini, “özelleştirme” adı altında yok pahasına elden çıkarmak zorunda kaldılar. Küreselleşme, onlar için kuralsızlaştırma, doğal kaynaklarının gelişmiş ülkelerce sömürülmesi, istikrarsızlık ve ulus devletin tasfiye edilmesiyle özdeşleşti adeta. Küreselleşmeyle birlikte hem ülkelerin içinde, hem de ülkeler arasında varsıl – yoksul uçurumu daha da derinleşti. Zengin daha zengin olurken, fakirler daha da fakirleşti. Kısaca bilişim denen bilgi ve iletişim teknolojileri alanında öne çıkanlar, Anadolu deyimiyle “yükte hafif pahada ağır” olan bu sanayi dallarında atılım yapanlar, kazançlarını katladılar. Aynı zamanda bu alanların stratejik konumu, zihin denetimi, algı yönetimi, psikolojik harp, toplum mühendisliği üzerindeki etkisi, bu sektörlerde güçlü olan devletleri ve şirketleri siyasette, diplomaside daha da etkili kıldı. Küreselleşme süreci, Türkiye gibi, uluslararası ilişkiler çalışmalarında “orta büyüklükte devlet” olarak tanımlanan devletlerin de, küçük devletlerin de uzun erimli dış politika seçenekleri oluşturmalarını daha da güçleştirdi. “Tehdit”, “Risk”, “Güvenlik”, “Savunma” gibi kavramların içeriği değişti. Örneğin; eskiden “potansiyel tehdit” oluşturan ülkelerin sadece askeri güçleri çerçevesinde şekillenen bir tehdit kavramı söz konusuyken, küreselleşmeyle birlikte, emperyalizmin kışkırttığı, kanırttığı, kullandığı, kaşıdığı “bölgesel krizler”, “etnik çatışmalar”, “siyasi ve iktisadi istikrarsızlıklar”, “belirsizlikler” öne çıktı. Bunların yanında, yine emperyalist merkezlerin üretimiyle, teşvikiyle, dayatmasıyla kitle imha silahları, uzun menzilli füzeler yaygınlaştı. Köktenci akımlar, uyuşturucu, nükleer madde ve silah kaçakçılığı, insan ticareti yayıldı. “Uluslararası terörizm” gibi, tamamen emperyalizm kaynaklı, güdümlü ve denetimli olan yeni bir tehdit gündeme geldi. Yeni tehlike ve riskler öne çıktı. Geri kalmış, azgelişmiş, gelişmekte olan ülkelerin klasik sorunları olan aşırı nüfus artışının, yüksek işsizliğin, enerji açığının, gıda ve su kıtlığının, sağlık ve eğitim olanaklarının zayıflığının, planlama ve eşgüdüm eksikliğinin, sermaye azlığının yanına, yeni ve büyük sorunlar eklendi. Küreselleşme süreciyle birlikte enerji kaynakları üzerindeki mücadele daha çetin hale gelirken, azgelişmiş ülkelere küreselleşmeyi dayatan büyük, merkez ülkeler, kendi aralarında bölgeselleşmeyi yoğunlaştırdılar, güçlendirdiler. Örneğin bu süreçte Avrupa’da Avrupa Birliği hem genişledi, hem de derinleşti. Kuzey Amerika’da ABD, Kanada ve Meksika arasında serbest ticaret anlaşması (NAFTA) 1994’te yürürlüğe girdi. Asya Pasifik bölgesinde benzer oluşumlar hayata geçti. Avrasya coğrafyasında ise başını Rusya ve Çin’in çektiği Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) 1996’da kuruldu. Avrupa’nın Çıkardığı Dersler Belleklerimizi tazeleyelim. İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya iki kutba ayrılmıştı. 5 Mart 1946’da Churchill’in Missouri’de bir üniversitede yaptığı konuşmada “Soğuk Savaş” terimini kullanmasıyla Soğuk Savaş dönemine girilmişti. İki kutuplu dünya ortaya çıkmıştı. NATO ile Varşova Paktı, Batı Bloku ile Doğu Bloku, ABD ile SSCB, kapitalizm ile komünizm arasındaki sürtüşmenin sonucunda topyekûn savaş tehlikesi belirmişti. Bloklar arasındaki silahlanma yarışı, insanlığı nükleer tehditle karşı karşıya bırakmıştı. İki büyük dünya savaşının da Avrupa’da çıkması, Avrupa’nın ortak güvenliğini ve birleşik Avrupa yaratılması fikrini geliştirmişti. Avrupa Konseyi, NATO, Batı Avrupa Birliği, Avrupa Ekonomik Topluluğu (günümüzdeki adıyla AB) gibi kurumlar, hep birleşik Avrupa fikrini savunmuşlardı. “Avrupa’nın yeniden yapılandırılması” sözü dillerden düşmez olmuştu. Avrupa tarihten ders almıştı. Yeni bir savaşın evsahibi olmamak için çabalamıştı. Çevresini sömürmek amacıyla yeni araçlar, yeni bahaneler üretmesi gerektiğini anlamıştı. Almanya’nın Rusya ve Çin ile olan yakınlaşması, Avrupa’nın iflas eden ülkelerini kurtarmaya yanaşmaması, Avrupa Birliği’nin de artık eskisi gibi olamayacağını kanıtlıyor. Keza, bunu gören Fransa da kendince önlem alarak, Akdeniz İnisiyatifi dediği projeyle Akdeniz çevresinde, özellikle de eski sömürgelerinde öne çıkmak istiyor. İngiltere’nin ise öteden beri zaten AB’yi pek umursamadığı biliniyor. Kısacası Avrupa’nın üç büyükleri, bize dediklerinin tersini yapıyorlar. Bize özelleştirme politikalarını önerirken, kendileri kamuyu güçlendirmenin yollarını arıyorlar. Bizi bölmeye çalışırken, kendileri ulus devletlerini güçlendiriyorlar. Bizde azınlık yaratırken, kendileri farklı kültürleri asimile ediyorlar. Bizi, AB’ye tam üyelik vaadiyle oyalayıp, her türlü ödünü koparırken, kendileri AB’nin zayıfladığını görüp, B planlarını yapıyorlar. Çünkü tarihi iyi biliyorlar. Olaylara gerçekçi, akılcı yaklaşıyorlar. 20. yüzyılda iki büyük savaşa ev sahibi, tanık ve taraf olanlar, savaşların Paris, Berlin, Varşova, Moskova hattında yaşanan sonuçlarına katlananlar, Avrasya coğrafyasını çok önemsiyorlar. 50 milyon kilometrekareyi aşan büyüklüğü, 4 milyarı geçen nüfusuyla Avrasya coğrafyasının, 21. yüzyılın kaderini belirleyeceğini görüyorlar. Atlantik ağırlıklı dönemin bitmekte olduğunu, Asya’nın yükselişe geçtiğini, Batı’nın gerilerken Doğu’nun atılım yaptığını saptıyorlar. Rusya’nın dünya siyasetinde artan ağırlığın farkındalar. Çin’in en geç 2025 yılında dünyanın en büyük ekonomisi olacağını biliyorlar. Avrupa’nın egemenleri, ister adına Avrupa Birleşik Devletleri densin isterse Birleşik Avrupa Devletleri, ister yeniden sıkı bir federasyon olmayı hedeflesin isterse gevşek bir konfederasyon olmaya yönelsin, AB’nin işinin zor olduğunun bilincindeler. Ortak anayasa çabası kevgire dönen, Avrupa Ordusu projesi bir türlü istenen kıvama gelmeyen, ortak dış politika, savunma ve güvenlik politikası oluşturamayan, üstüne üstlük son iktisadi bunalımda zengin ve fakir üyeler arasındaki gerginliği aşamayan, en büyük başarısı sayılan EURO bile sorgulanır halen gelen AB’yi, parlak bir geleceğin beklemediğinin ayırdındalar. Peki, bizler bu gelişmelerin ne kadar farkındayız? BARIŞ DOSTER İLK KURŞUN | |
|
Etiketler |
ab, abd, küreselleşme, ve |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Küreselleşme | Kalemzede | Sözlük | 0 | 16 Ocak 2022 18:49 |
Küreselleşme. | Tufan | Makaleler | 1 | 01 Ekim 2014 08:43 |
Küreselleşme Emperyalizmin En Yüksek Aşamasıdır | N999 | Haber Arşivi | 0 | 31 Aralık 2011 16:25 |
Küreselleşme | Kalemzede | Felsefe | 0 | 10 Kasım 2011 10:46 |
Atatürk'e Göre Küreselleşme | blackkurt38 | Atatürk Köşesi | 0 | 23 Nisan 2008 22:44 |